26 Kasım 2016 Cumartesi

HERKES ÜÇ KAĞITÇI OLMUŞ BİRADER! DÜRÜST ADAM KALMAMIŞ



Merhaba; başlıktaki sözleri etrafınızda sıkça duyarsınız.

Dün ben de onun yanından geçiyordum. Arkası bana dönük oturmuş; yanındakine "herkes üç kağıtçı olmuş birader. Dürüst adam kalmamış" dediğini duydum.

Dönüp "gerçekten öyle… Örneğin sen" diyecektim; demeden yanından geçip gittim.

Kendisi saat tamircisi… Eskilerden. Göz göze gelince selamlaşırız.

Tanıdık değil. Göz tanışıklığı olan biri…

Oldum olası böyle eski zanaat sahiplerine saygı gösterir; sahip çıkılmasını düşünürüm.

Öyle olunca bir gün evdeki kol saatinin metal kordonunu tamir için getirdim buna.

Saat taktığımdan falan değil. Yukarıda yazdım ya! Eskilerden kalmış biri. Saat tamircisi.
Kol saatleri şimdi para etmiyor. Tabi bizim bakana Zarrab'ın hediye ettiği 700 bin liralık olanlar hariç. 

Yollarda görürsünüz üç liraya, beş liraya saat satanlar dolaşır. Çoğu Çin malı…

Onun için saat tamircilerine pek iş düşmez. Bizim ki de; iş yapacağından değil; göt sığacak kadar bir deliğe sığınmış; bağ-kur vb. bir yerden emekli muhabbetine bu işe takılan biri. Daha doğrusu ben öyle sanıyorum. Onun için; bir de sahiplenmek için o gün iş olsun diye evden benim külüstür saati alıp geldim. Elimde saatle görünce; bir de göz tanışıklığı olunca 'sanki kırk yıllık dost gibi' canlanıp içeriden oturağını çıkarıp verdi. Oturdum. Selam- kelam derken saatin kordonunu gösterip "şunu tamir edermisin?" dedim.

O saati aldı; bu sırada "çoluk çocuk nasıl?" gibilerden ailevi muhabbete girdi. O sıra nedense kendimi ona çok yakın gördüm. Yani göz tanışıklığı değil de; baya baya tanış gibi geldi.

Benim kafa öyle gelip giderken o "baya marka bu. Şimdi bunlardan kalmadı. Baksana kordonu bile afilli" dedi.

Kordonun kenarında bir iki tel kalkık…  "Sen bırak burada. Ben ona bir bakayım" dedi.

Ben bakınırken gözüm hemen içeride deri kordonlara takıldı. Alacağımdan değil de; öylesine "Kaça bunlar?" dedim. Sanki bedava verecekmiş gibi "al birini ya! Önemli değil" dedi.

Bu sırada aklımdan "ya! Ben bununla nereden tanışıyordum?" diye geçiriyordum. Kordonlara uzandım. Hepi topu üç dört kordon…

Adam kafamda kırk yıllık bir tanışıklık oluşturunca "ya sen takıver birini. Yumuşak bir şey olsun koluma dokunmasın" dedim. Kordonlardan birini seçti "şunu takalım. Bu deri iyi" dedi. Kordonu elledim; sert geldi. "Ya bu sert" dedim. O gayet pişkin "sen al. Bu deri çabuk salar. Bu arada ben senin kordonu yapayım. Bu sıkıntı yaratırsa geri verirsin" deyince adama içimden tam dost oldum. 

"İyi takıver sadıç" dedim. Bizim buralarda "sadıç" diye çok iyi tanıdığa denir. Adam içimden çok iyi tanış gelince ağzımdan öyle çıkıverdi.

Beni bilen bilir. Oldukça soğuk biriyim. Hemen herkesle arada bir mesafe bırakırım. Ben buna "fren mesafesi" derim. Yani ara bozulunca kafa kafaya çarpışmamak için öyle derim. Çevremde herkese bunu tavsiye eder "birine kırk yıl iyi deyip; bir anda kötü demek olmaz" diye de eklerim.

Ama bizim saatçi "sadıç, madıç" derken arada mesafe falan bırakmadı. O samimiyetle benim metal kordonu çıkardı ve yerine deri kordonu takıp verdi. Saati koluma taktım. Kordon kazık gibi geldi; ama 'arada oluşan sıcaklık, bu derinin kendini salıvereceği bilgisi, beğenmezsem, metal kordonu tamir edince geri alacağı' olunca "tamam" dedim.  Arada oluşan samimiyetle “Cezamız ne?" dedim. "Bunlar pahalı; ama sen yirmi lira ver; yeter" deyince tinggidek düştüm'.

Saati satmaya kalksan on lira veren olmaz. Kordonuna yirmi lira…

Biraz ayılır gibi oldum. Geri de alacak ya! Onun için çıkarıp yirmi lirayı verdim. "Ne zaman geleyim?" dedim. "Ya! Sen arada bir geçerken uğra. Ben iki üç güne yaparım. Kordon baya kalite. Burdaki aletle bozarım. Ben onu evde yapar getiririm" dedi.

Öyle deyince ben izin istedim. Kolumda kazık gibi kordon hiç hesapta olmayan yirmi lira biraz canım sıkkın oradan ayrıldım.

Dediği gibi; arada oradan geçiyorum. Yine eskiye döndük. Yani "sadıç" faslından göz göze selama. "İki üç gün sonra" demişti. Ben bir hafta süre tanıdım. Zaten her gün açık olmuyor. O gün geçerken baktım açık; kendisi yok. Oradan biri "eve gitti. Şimdi gelir" dedi. Evi de sokak içindeymiş. Ben içeriden bana oturttuğu sandalyeye uzanıp kapı gibi yerin önüne oturdum.

Komşusunun dediği gibi az sonra gözüktü. Gözüktü; ama sanki hiç tanışmıyoruz da "bunun burada ne işi var?" gibilerden bakıyor.

O soğuk bakışa şaşırdım. Yanıma gelince "benim kordon oldu mu?" dedim. O "ne kordonu?" der gibi baktı. Allah Allah. Adam beni tanımıyor  “Ya! Sadıç geçen hafta bıraktım. Onun yerine bu kordonu taktın. Bu söylediğin gibi salmadı. Hem onu geri vereyim diye geldim" dedim. Birlikte bir götlük dükkana girdik. Hatırlamış gibi yaptı "ya ben buraya koymuştum" diye orada tezgah üstündeki eski kordonlarda deşiniyor ve "bu mu?" diye gösteriyor. Hiç biri değil. Gösterdikleri beş para etmez.
Sonunda "evde galiba… Bir ara uğra vereyim" dedi; ama benim içim rahat değil. "Ne oldu? Yaptın mı?" dedim. "Yaptım galiba" dedi.

Allah Allah "galiba, maliba" Benim içime kurt düştü. Adam benim kordonu yiyecek. "İyi. O zaman bu kordonu bırakayım. Kolumu acıttı" dedim. Şaşırmış gibi baktı. Soğuk bir gülümsemeyle "satılan mal geri mi alınır ya? Hem kaç paralık şey bu?" deyince ben hafiften kızdım. "İyi de geçen hafta öyle demiyordun" dedim. "Ne dedim?" der gibi baktı. O sıra gözlerine dikkatle baktım. Gözler fırıl fırıl dönüyor. "Bana bak al şu kordonu. Getir kordonumu" dedim. Biraz şaşırdı. "ne kızıyon birader? O olmazsa. Beğen şunlardan birini" dedi.

Kavga etsen bu yaştan sonra ayıp kaçacak' birine işaret edip "iyi şunu tak" dedim. "Bu otuz lira; ama olsun. Sen yabancı değilsin" deyip kordonu taktı.

"Gülermisin? Ağlarmısın?" Adam üste çıkıp oturdu. Yirmi liralık kordonun yerine otuz liralık kordonu verdi yani. Sinirle "tamam. Benim kordonu da getir. Tamir falan da etme. Ben gelip geçerken alırım" deyip o öfkeyle çıkıp gittim.

Yukarıda yazdım ya! Pek açmıyor orayı. Benim de her gün yolum düşmüyor.

Neyse bir gün denk getirdim. Açık yani. Kapıdan beni görünce telaşlandı. Yanında da biri var.
Yanına yaklaşınca yanındakine beni gösterip "işte bu arkadaşı diyordum" dedi sonra bana "valla sadıç. Ben onu evde bulamadım" dedi. Benim bir şey dememe kalmadan içeriden metal üç dört kordon getirdi. "Al şunlardan birini. Hediyem olsun" dedi.

Ben şaşkın yanındakine bakındım.

Anlaşılan adam benim kordonu yemişti. İtiraz etsem elinde bir avuç kordon var. "Ala şunlardan birini hediyem olsun" diyor.

Böylesiyle kavga da edemezsin; üstünde kalır.

Metal kordonlardan birini aldım."Lanet olsun sana fırıldak" dedim. O "oo! Şindi olmadı. Ayıp ediyosun" diye söylenirken yanından ayrıldım.

O günden sonra oradan geçerken göz göze gelsek bile birbirimizi görmezden geliyorduk.
Şimdi de yanındakine "herkes üç kağıtçı olmuş birader. Dürüst adam kalmamış" diye yakınıyordu.
"Senden iyi kağıtçı mı olur be?" diyecektim. Demedim. Tecrübeyle biliyorum; böyleleriyle başa çıkılmaz.

Ben genelde herkese karşı bir mesafe bırakırım. Herkese de "arada bir fren mesafesi bırakacaksın ki! Kafa kafaya çarpışmayacaksın. Sonra birine kırk yıl iyi deyip; bir gün çıkarın çatışınca kötü diyemezsin" diye öğüt verirken kendim fren mesafesini unutmuş; az kalsın bu fırıldakla kafa kafaya çarpışacaktım.

Fırıldağın dediği gibi "Herkes üç kağıtçı olmuş birader. Dürüst adam kalmamış."

Siz siz olun; biri böyle diyorsa; acele oradan uzaklaşın.



3 yorum:

  1. Bak dostum "fren mesafesi" bırakmadın diye saat kordunun gitmiş. Ama sen yine de selamını eksik etme, herkes üç kağıtçı olmaz ki...

    YanıtlaSil
  2. Merhaba dostum. Bundan sonra daha dikkatli olacağım. Ancak ortalık üç kağıtçı kaynıyor. Onun için "selamı da sakınmak gerekir" diye düşünüyorum.:)

    YanıtlaSil
  3. Elini versen kolun dükkanda kalır.

    YanıtlaSil