Hikayelerimi okuyanlar bilir.
Hemen hepsi gerçek yaşam öyküleri üzerine benim kurguladığım öykü
kahramanlarının hikayeleridir.
Yani hikayelerimde “Hangi öykü
kahramanı gerçek? Hangisi kurgu?” ben de karıştırıyorum.
Aşağıda hikaye ettiğim “Sefer
Usta” ya da yeni adıyla “Haci Sefer bey” de "ÖYKÜLERLE YOLCULUK" başlıklı uzun hikayemdeki kişilerden biri.
Neyse hikaye şöyle.
Sanki bayram arifesi gibi her yerde ‘mıh’ gibi
insanlar habire kaynaşıyordu.
Hastafendi onlara bakarken içinden “bu insanların hepsi ayrı bir
yerden gelmiş… Ama hepsi doğma büyüme buralı gibi alışkın adımlarla
dolaşıyorlar” diye geçirdi.
İstanbul’da hemen herkesin biraz tanıştıktan sonra
“aslen nerelisin?’ dediği aklına gelince; gördüğü kalabalığın aslen bir
yerlerde doğup, sonradan İstanbul'a geldiğine adeta ikna oldu.
İçinden "acaba içlerinde doğma büyüme insanlar var
mı?" diye geçiriyor; etrafta kaynaşan insanlara bakarken 'doğma büyüme
İstanbullu olanları' tahmin etmeye çalışıyordu.
Gözünün kuyruğuyla yandaki adama bakınca göz göze
geldiler.
Kır saçlı, zayıf yüzü olan, renkli gözlü kendinden
oldukça yaşlı bir beydi...
Gülümseyerek bakarken elindeki bastonu işaret edip "ha punu çok erken almışsın eline da!" dedi.
Hastafendi adamın bu sözüne bozulmuştu; ama belli
etmeden "ha bunu ele almanın yaşı kaç beyefendi?" deyince kır saçlı adam
gülümsemesini hafiften kahkahaya çevirdi "Ne kızaysun yeğenim?" dedi.
Adamın hoş hali Karadeniz şivesi Hastafendinin hoşuna
gitmişti.
Gülümseyerek "hastayım; ondan bastonsuz yapamıyorum
beyefendi. Anlatabildim mi?" dedi.
O öyle söyleyince adam birden durgunlaştı “kusura
kalma yeğenim. Orda öyle dalmış bakaysun da, laf atayum dediydum. Hani konuşmak
içun da” dedi.
Bu şekilde sohbet başlamıştı…
Adam Sürmeneliymiş. Adı Sefermiş. Eskiden herkes ona
Sefer usta dermiş. Hacıya gidip gelince artık herkes Hacı Sefer beydemeye
başlamış.
Bunu söyledikten sonra gülümsedi. “yani senin
anlayacuğun kırk yıllık Sefer usta oldi Hacı Sefer bey” dedi.
İstanbul’a altmış iki yılında babasıyla birlikte
ailecek gelmişler.
Yani ‘İstanbulun taşı toprağı altın’ deyip buraya
gelen herkes gibi aynı umutlarla gelmişler.
“Gelduk bu pok yiyen yer bakduk ki! Altun maltun yok.
Çalışırsan doyaysın, Yoksa acundan kebersen kimse pakmayu” dedi.
Babası inşaat ustasıymış…
Bunlar dört oğlan üç kız kardeşmiş. Oğlanların hepsi
baba mesleğini meslek seçmiş. Kız kardeşlerini de hayırlısıyla baş göz
etmişler.
“Yani yegen boyle geldik bu pok yiyen yere. Geluş o
geluş. Kazık çaktuk ha puraya” dedi.
O bunları anlatınca Hastafendi çıktığı İstanbul
yolculuğunda yeni yol arkadaşı bulmanın sevinciyle “siz geldiğinizde İstanbul
bu kadar değildi herhalde” diye kışkırtıcı bir laf attı. Aslında İstanbul’un
yıl yıl nüfusunu, altmış iki de nüfusun kaç olduğunu biliyordu.
Ama kışkırtması işe yaramıştı. Hacı Sefer veya Sefer
Usta o böyle deyince bir şeyler bilip söylemenin heyecanıyla “yok be yegen.
İstanbul o zaman ha pu kadar” derken iki avucunu açıp göstermişti. “Ne oldiysa
çok sonra oldi. Biz geldiğimizde ha buralar yok idi. Hep bağ bahçeyidi buralar.
Zengin evleri varidi. Biz geldik Üsgüdar’a. Orada babamun emice oğli varidi. O
karşiladi bizi. Üç beş gün onda kaldik. Ev eve üstünde olmayu. Babam gitti bir
ev tutti. Oradan başladuk işe. Önce başkalarının inşaatlarında çalıştuk. Sonra
yap sata girduk. Yani mutayit olduk senin anlayacağun. Oyle de kalduk” dedi.
Hastafendi “nerelerde inşaat yaptınız?” diye sordu. O
“her yerde. İstanbul bom boş idi. Ankara yolunda fabrika inşaatları varidu.
Oradan başladuk işe. Sonralaru Pendik civarında, floryada ha puralarda çok
inşaat yaptuk. Benim bu gördiğin çok inşaatta imzam varidur. Yani İstanbul’i biz
kurduk desek yalan olmaz da” dedi.
Zaten inşaat tayfasının çoğu Karadenizliymiş. “Bizim
insanumuz kurbetçidir. Burada çok hamşerum var” dedi.
Hastafendi "ama İstanbul’da en çok Sivaslı varmış" deyince o gülümsedi "kim saymuşu ki buni da. Doğri bizden sonra o taraftan çok
gelen oldi. Amma bana göre İstanbul Karadenizlilerden sorulmali. Çünkü biz
kurdik bu şehri" dedi.
Babası hakkın rahmetine kavuşunca kardeşleri
birbirinden ayrılmış. “Artıkın hepimiz eyi yüzüci olmuş iduk. Deduk; ‘herkes
kendi takasinin kaptanu olsun. Sadece talgada hasar görene yardım edelum.’
Boylece herkes kendi işini kurdi. Hepsi mutayıt oldi. Benim de üç oğlan oldi.
İkisunu okuttim. Muyendis oldi. Oteki benim yanumda kaldi. Sonra muyendis
olanlar gelince birlikte şirket kurdilar. Penu emeklu ettiler. Oyle oldi” dedi.
Oğlanlar işin başına geçince Sefer Usta ‘almış kariyi
gitmiş haciya’
“Boylece Sefer Usta Oldi Hacı Sefer bey” dedi; sonra
güldü “beyliği kimi duşürmüş de biz bulduk ki! Ha pu da ellerun yakiştirması da”
dedi gülümseyerek.
Hastafendi "niye siz bey olmayacksınız ki? Beylerin
kuyruğu kulağı mı varmış ki?" deyince Haci Sefer bastı kahkahayı. Sonra
bulundukları yeri fark etti “ula yeğen benu gültürüp maskara ettun da! Amma
haklisun da; alacağın yok” dedi gülümsemesine devam ederek.
Hastafendi "Sefer amca onca yıldır İstanbul’dasın ama
şiven hiç değişmemiş" deyince o yine bu defa hafif kahkaha attı. “Nasul
değişsun ki yegen. Ana dilum da. İnsana anasından iki miras kalur. Piru ana
süti, oteki ana dili” dedi.
Sonra devam etti. “Sen şimdu oğlanlar nasıl konuşayu
deyicaksun. Ha pak onlar İstanbulca konişir. Neden bileymusun? Kurbet adamun
anadilunu unutturur. Ana südi desen şimdu mamalar çıkınca o da bittu. Anladun
mu şimdi ne teduğumi?” deyince Hastafendi “valla çok iyi anladım. Dediğin gibi
zaman ve mekan her şeyi etkiliyor, değiştiriyor” deyince o "zaman buni eyu mi
eddu, yoğusam koti mu? İşte mesala bunda tabi" dedikten sonra çocuklarının
aldığı eğitimle dilleri değişse de karakterleri, ahlakının değişmediğini
söyledi."“Hepisu yerinde sağolsin. Saygida sevgide hiç kusir işlemezler" dedi.
Çocukları işin başına geçince ona "baba artık senin
dinlenme zamanın. Biz işi yürütürüz" demiş. O da "boylece emeklu olmiş."
Evi yukarıda Moda’daymış... Orada kendi evi dışında
bir dairesi, bir dükkanı varmış. Onların kirası, bir de bağkur maaşı yetip de
artıyormuş. Çocukları kendi kardeşleri gibi ayrılmamış. Birlikte kurdukları
inşaat şirketinde çok büyük inşaatlar yapıyorlarmış.
Hastafendi "Sürmene’ye gidip geliyor musun?" deyince "gitmez olurmiyim hiç. Orada kenduma bir ev yaptum da. Kariyle yazları gidip
orada kalayruz. Memleket topraği da. İnsan unutamayı. Çocuklara tedum ki
kariyle benu olince koye gömün. Topağına hasret kalduğum Süremen’nin olince doyayum
taprağina" dedi. O bu sözleri söyleyince Hastafendinin aklına Temur efendinin
çocuklarına "beni köyüme gömün" dediği geldi.
Bu sırada karşıdan eşinin mağazadan çıktığını görünce
Hacı Sefer’e "amca muhabbet iyiydi. Ama eşimin işi bitmiş. Benim de ilaç
zamanı. İzninle kalkacağım" dedi.
Hacı Sefer gülümseyerek "tabi kari dedin mu? Akan
sular durur. Buralara yolin düşerise belki yine karşılaşuruz" dedi.
O kendi yoluna, eşinin koluna giren Hastafendi kendi
yoluna yürüdü gitti.