20 Eylül 2016 Salı

KARI KOCA DİDİŞMELERİNDEN



Her günkü gibi sabahın erken saatinde hastane bekleme bölümünde kalabalığın içindeydiler. 'İçindeydiler' dedim o erken saatte elinde küçük oksijen tüpüyle eşi de onunla gelmişti. Sıkıştığı yerde onun oksijen alması için.

Yanıbaşlarındaki koltukta kırmızı ablak yüzlü, saçları 'Murat Soydan' stilinde kırlaşmış bir bey var.

Mavi üzerine siyah çizgili gömleği, kırmızı kravatı, boynunda yeşil kaşkol üzerinde kahverengi mont var. Siyah pantolonu çamur içinde… Ayakkabıları bir zamanların markalı lüks arabalarının eskimiş hali gibi; yani pabuçlar marka; ama yan dikişleri patlak; çoraplar beyaz renkti…

O beyin yanında çok tatlı yüzü olan giydiği sade bir bulüzün üzerinde gri üzerine kırmızı kareli bir ceket, ayağında pantolon ve bot olan bir bayan var.

Bayanın hemen önünde tekerlekli araba üzerinde ‘şirin mi? şirin’ özürlü bir kız çocuğu ne söylediği anlaşılmayan sesle kadına sürekli bir şeyler söylüyor, o bayan da sabırla gülümseyerek kızı dinliyor.

Onların hemen yanında yeşil gözlü kırlaşmış kirli sakallı ve beyazlaşmış kısa kesilmiş saçlı bir bey vardı. Beyin kıyafeti sıradandı. Üzerinde gri bir mont, ayağında mavi kot pantolon ve süet ayakkabılı olan beyin yanında türban diye bilinen başörtülü bir bayan vardı. Bayan ‘kocası olduğu her halinden anlaşılan’ yanındaki beyle sanki küs gibi oturmuştu. Bayan ‘suratından düşen sanki bin parça olacakmış gibi’ domuşuk suratlı biriydi. Onun üzerinde siyah ceket gri eteği vardı. Elleri böğründe yanında gülümseyerek konuşan kocasını hiç umursamadan başını öbür tarafta çevirmiş gözü camdan dışarı bakıyordu.

Bu sırada yanındaki bey de sürekli bacağını ovuyordu. Belli ki bacağı ağrıyordu.

Eşi kulağına eğildi "bak adam kadına nasıl ilgi gösteriyor. Kadınsa kocasına çalımlı… Belli ki erkenden onunla gelmekten hoşlanmamış. Bunu nasıl belli ediyor?" dedi.

Bizimki mesajı almıştı...

Yani eşi ona "bak bana; bu saatte senin oksijen tüpünü taşıyorum. Hem de hiç mızırdanmadan" demek istiyordu. O da belli ki karısının yardımına muhtaçtı. Çünkü kadının söylenmesini sırıtarak dinliyordu.

Bu sırada kırmızı suratlı bey "bu ne biçim Türkiye böyle?" diye sızlanıp işinin gecikmesinden yakınmaya başladı.

Karşıdaki bey ona "siz Avrupalımısınız?" dedi.

Adam "hayır! Hiç gitmedim" deyince karşıdaki bey "hani deminden beri ‘bu nasıl ülke?’ diyorsun da; ondan sorduydum" dedi.

O adam karşısındaki beyin bu ironisini anlamamıştı; "baksana işimiz görülmüyor" diye cevap verdi.

Karşısındaki bey "ya arkıdaş ne şikayet ediyosun? Bak hasta olmasak buraya gelemiyecek, seninle" dedi sonra onu gösterip "bu abiyle nerden tanışıp görüşcedik. İyi iyi. İşimiz biraz daha geç görülsün de bir kaç kişi daha tanıyalım" dedi.

Yanındaki adam onun bu sözlerinden yine bir şey anlamamıştı; "yirmi sekiz gündür yoğun bakımdaydım" diye sadece kendi derdine odaklı söyleniyordu; çağırdılar gitti.

Karşıdaki bey giden adamın arkasından gülümseyerek "yine anlamadı" dedi.

Yanında özürlü çocuğu olan tatlı yüzlü bayan gülümseyerek ikiz kızı olduğunu söyledi. Yanındaki özürlü çocuğu gösterip "ama en zekisi bu… Benim ajandam gibi" deyip özürlü kızın elini tuttu. O da annesinin elini öpüyordu.

Bizimkinin eşi dayanamadı karşıda domuşarak oturan kadına "abinin hastalığı ne?" diye sordu. Kadının bir şey söylemesine gerek kalmadan kocası "hasta ben değilim. Hanım hasta" deyince bizimki eşine "ne haber?" der gibi baktı.

Az önce kadının kocasının yanında erken refakat için geldiğinden çalımlı olduğunu söylemiş "bak ben hiç çalımlanmıyorum" demek istemişti. Ama adamın verdiği cevapla kendi kalesine golü yemişti.

Ama hiç altta kalmadı. "Abi hasta olduğu halde karısının yüzüne bakıp duruyor?" dedi.

  





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder