Her günkü gibi sabahın erken
saatinde hastane bekleme bölümünde kalabalığın içindeydiler. 'İçindeydiler'
dedim o erken saatte elinde küçük oksijen tüpüyle eşi de onunla gelmişti.
Sıkıştığı yerde onun oksijen alması için.
Yanıbaşlarındaki koltukta
kırmızı ablak yüzlü, saçları 'Murat Soydan' stilinde kırlaşmış bir bey var.
Mavi üzerine siyah çizgili
gömleği, kırmızı kravatı, boynunda yeşil kaşkol üzerinde kahverengi mont var.
Siyah pantolonu çamur içinde… Ayakkabıları bir zamanların markalı lüks
arabalarının eskimiş hali gibi; yani pabuçlar marka; ama yan dikişleri patlak; çoraplar beyaz renkti…
O beyin yanında çok tatlı yüzü
olan giydiği sade bir bulüzün üzerinde gri üzerine kırmızı kareli bir ceket,
ayağında pantolon ve bot olan bir bayan var.
Bayanın hemen önünde tekerlekli
araba üzerinde ‘şirin mi? şirin’ özürlü bir kız çocuğu ne söylediği
anlaşılmayan sesle kadına sürekli bir şeyler söylüyor, o bayan da sabırla
gülümseyerek kızı dinliyor.
Onların hemen yanında yeşil
gözlü kırlaşmış kirli sakallı ve beyazlaşmış kısa kesilmiş saçlı bir bey vardı.
Beyin kıyafeti sıradandı. Üzerinde gri bir mont, ayağında mavi kot pantolon ve
süet ayakkabılı olan beyin yanında türban diye bilinen başörtülü bir bayan
vardı. Bayan ‘kocası olduğu her halinden anlaşılan’ yanındaki beyle sanki küs
gibi oturmuştu. Bayan ‘suratından düşen sanki bin parça olacakmış gibi’ domuşuk
suratlı biriydi. Onun üzerinde siyah ceket gri eteği vardı. Elleri böğründe
yanında gülümseyerek konuşan kocasını hiç umursamadan başını öbür tarafta
çevirmiş gözü camdan dışarı bakıyordu.
Bu sırada yanındaki bey de
sürekli bacağını ovuyordu. Belli ki bacağı ağrıyordu.
Eşi kulağına eğildi "bak adam
kadına nasıl ilgi gösteriyor. Kadınsa kocasına çalımlı… Belli ki erkenden
onunla gelmekten hoşlanmamış. Bunu nasıl belli ediyor?" dedi.
Bizimki mesajı almıştı...
Yani eşi ona "bak bana; bu
saatte senin oksijen tüpünü taşıyorum. Hem de hiç mızırdanmadan" demek
istiyordu. O da belli ki karısının yardımına muhtaçtı. Çünkü kadının
söylenmesini sırıtarak dinliyordu.
Bu sırada kırmızı suratlı bey
"bu ne biçim Türkiye böyle?" diye sızlanıp işinin gecikmesinden
yakınmaya başladı.
Karşıdaki bey ona "siz
Avrupalımısınız?" dedi.
Adam "hayır! Hiç
gitmedim" deyince karşıdaki bey "hani deminden beri ‘bu nasıl ülke?’
diyorsun da; ondan sorduydum" dedi.
O adam karşısındaki beyin bu
ironisini anlamamıştı; "baksana işimiz görülmüyor" diye cevap verdi.
Karşısındaki bey "ya
arkıdaş ne şikayet ediyosun? Bak hasta olmasak buraya gelemiyecek,
seninle" dedi sonra onu gösterip "bu abiyle nerden tanışıp
görüşcedik. İyi iyi. İşimiz biraz daha geç görülsün de bir kaç kişi daha
tanıyalım" dedi.
Yanındaki adam onun bu
sözlerinden yine bir şey anlamamıştı; "yirmi sekiz gündür yoğun
bakımdaydım" diye sadece kendi derdine odaklı söyleniyordu; çağırdılar
gitti.
Karşıdaki bey giden adamın
arkasından gülümseyerek "yine anlamadı" dedi.
Yanında özürlü çocuğu olan tatlı
yüzlü bayan gülümseyerek ikiz kızı olduğunu söyledi. Yanındaki özürlü çocuğu
gösterip "ama en zekisi bu… Benim ajandam gibi" deyip özürlü kızın
elini tuttu. O da annesinin elini öpüyordu.
Bizimkinin eşi dayanamadı karşıda
domuşarak oturan kadına "abinin hastalığı ne?" diye sordu. Kadının
bir şey söylemesine gerek kalmadan kocası "hasta ben değilim. Hanım
hasta" deyince bizimki eşine "ne haber?" der gibi baktı.
Az önce kadının kocasının
yanında erken refakat için geldiğinden çalımlı olduğunu söylemiş "bak ben
hiç çalımlanmıyorum" demek istemişti. Ama adamın verdiği cevapla kendi
kalesine golü yemişti.
Ama hiç altta kalmadı. "Abi
hasta olduğu halde karısının yüzüne bakıp duruyor?" dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder