Merhaba; Uzayan Gecenin Hikayesinin geçen haftaki bölümünde paylaştığım bir mizansenin Uzayan Gecenin Hikayesini okuyan arkadaşların kendi anladığı şekilde hikayesini yazmasını önermiştim.
Bu önerime olumlu yanıt alamadım. Sadece Nevin Sen ismiyle Facebookta sayfası olan sevgili kardeşim kendi çocukluğunda duyduğu korkuları öğretmen okuluna gitmeden önce gittiği bir köyde duyduğu bir hikaye üzerinden ifade ettikten sonra öğretmen okulunun verdiği moralle içindeki korkuyu nasıl yendiğini anlatmış.
Aşağıda onun yazdığı hikaye var. Ancak yine de hikayesinin yazılmasını önerdiğim mizansenin hikayesini yazmaktan kaçınmış.
Bu durumu paylaşımlarıma değerli yorumlarıyla katkı veren Öykülerle Yolculuk isimli uzun öyküde yol arkadaşım olan Reşat Keser dostum geçen hafta paylaştığım “Uzayan Gecenin Hikayesi” nin altında “Belirlenen bir konuda, çok kişinin öyküler yazma önerisi ilginç…Cesaret edeceklere başarılar diliyorum şimdiden…”Gece” insanların daha çok yalnızlaştığı, duygularının öne çıktığı bir yaşam dilimi sanki.Gündüz, doğa daha net. O nedenle düşünce daha ön planda… Neler okuyacağız, merak ediyorum.” Diye yorum yapmıştı. Ben o yoruma “Merhaba sevgili dostum. Çok ilginç bir toplumsal yapıya sahibiz. Hiç bir konuda doğru dürüst düşüncemizi ifadeden kaçınırken hemen her konuda öfkemizi kusuyoruz. Ben bunu toplumsal yapımızın geleneksel utangaçlığına veriyorum. Bizim oralarda özellikle düğünlerde ‘kadına erkek fark etmez” insanlar asıla asıla oynamaya zor çıkarılır. O zorla çıkarılan kişiyi artık o oyundan vazgeçirene aşk olsun. Çünkü içinde biriken kurtları dökmeden öldür Allah o meydanı terk etmez artık. Çok kurtlu kişiyse yorulur çekilir sonra kendiliğinden kalkar oyuna. Benim burada yapmaya çalıştığım tam o. Bu hikayeyi okuyan arkadaşlarımı birlikte düşünmeye ve düşüncemizi birlikte ifade etmeye çağırıyorum. Umarım bu asılmalarım bir şekilde işe yarar. Çünkü bana göre şu sıra en çok ihtiyacımız olan yaşadığımız sorunları birlikte düşünme ve düşüncelerimizi öfkesiz öykü tadında birbirimize anlatma” diye cevaplamıştım. Hala aynı fikirdeyim.
Yani o bölümü okuyan arkadaşlarımın hemen hepsi o mizansenin hikaye etmeyi içinden geçirmiş; ama “yapamam” çekincesiyle hikaye etmekten kaçınmıştır. Örneğin Şenel Kızılbayrak isimli arkadaşım kendini öyle ifade etmişti.
Gerçi onun haklı bir gerekçesi vardı. Samimi bir ifade ile uzun yıllar Avrupa’da olmasını gerekçe göstermiş; bu durumun kendini ifadede zorluk çıkardığını söylemiş; ben “pekala deneyebileceğini” söyleyince “deneyeceğini” yazmıştı.
Diğer hikayeyi okuyan arkadaşlarım sessiz kalmayı seçti.
Bu durumu; yani kendimizi ifadede çekingenliğimizin böyle olduğunu sosyal medyadaki paylaşımlardan çok rahat gözleyebiliriz. Hemen herkes kimi duygu ve düşüncelerini veya gündemle ilgili düşüncelerini kendi ifade etmekten kaçınıyor. Sürekli bir yerden indirdikleri paylaşımlarla kendini ifade etmeyi seçiyoruz.
Bana göre içinde yaşadığımız toplumun en önemli sorunu bu. Kendini ifade etmekten “yapamam, beceremem” kaygısıyla kaçınması; ya da kimi paylaşımların altına yapılan yorumlarda olduğu gibi paylaşımla ilgisi olmayan kendi ön yargılarının ürettiği daha çok öfke ve tepkiyi ifade eden yorumlar yapması.
Toplumsal yapımızın bu çekingen yapısı “yapamam, edemem” diye düşüncesini kilitleyen ön yargısı kuşkusuz kişilerin kendilerinden bağımsız aile içi eğitimden başlayarak aldığı eğitimde sürekli kişiliğini baskılayan nitelik oluyor.
Örneğin bizde topluca şarkı söyleme alışkanlığı hemen hemen hiç yoktur. Belki alkol alınca alkolün verdiği cesaretle; o da çığırından çıkan birlikte şarkı söylenebiliyor; ama sesi gerçekten güzel ve kendi başına güzel şarkı türkü söyleyen birinden “bir şarkı ve türkü” söylemesi istenince o kişinin uzunca süre “nazlanma” sanılan çekindiği çokça gözlenir.
Örneğin bir konuda karşılıklı birbirimizi dinleyerek konuşma alışkanlığı neredeyse yok denecek kadar azdır.
Yukarıda yazdığım gibi ‘kişinin oynamak için canı çekse de’ uzun ısrarlar sonu oyuna katılması bizim folklorik eğlence alışanlığı olmayışındandır. Genelde erkek erkeğe veya kadın kadına ilişkiler yaygın olduğu için kadınların veya kızların erkeklerle birlikte eğlenmesinde hemen cinsellik aranır hoş karşılanmaz. Sonuç olarak yukarıda da yazdığım gibi aile içi eğitimden başlayarak devletin verdiği eğitimde devam eden kişiliğin baskılaması sonucu kendini sosyal, kültürel ve tabi siyasal olarak ifade etmeden çekingen bireylerin oluşturduğu bir toplum haline gelmişiz. Belki istenen de budur.
İşte bu da bizim toplumsal yapımızı saran uzayıp giden gecenin kaçınılmaz sonucudur.
Bu gecenin karanlığını aşma çabaları cumhuriyetin kuruluşundan sonra çağı yakalamak ve çağdaş değerlere sahip haline gelebilmek için telaşla uygulamaya sokulan Millet Mektepleri ve okuma yazma kursları ne kadar istense de sürekli eskinin devamını isteyen çevrelerin engellemesiyle karşılaşmış; ama buna rağmen o çabalar hatırı sayılır bir sonuca ulaşmış; ancak bu çabalar siyasal olarak örgütlenmede zayıf kalınca zaman içinde eskinin devamından yana olanlar ön alır duruma gelmiş ve Türkiye Halkı olarak alaca karanlığın içinde kitlenip kalmışız.
Sonuç olarak toplumun en bilinçli veya aydınlanmış kesimlerinin bir mizansenin hikaye edilmesindeki çekingenliği aşamamışız.
Nevin Sen’in burada kendi hikayesinden küçük bir bölümü aşağıdaki gibi hikaye etmesini ben bu anlamda çok önemsiyorum.
NEVİN SEN’in Hikayesi.
“Öğretmen okulu sınavlarına katılmak için annemin çırağı olan ablamla onun öğretmenlik yaptığı köyde iki hafta kaldık. Bu köy Aşağı ve Yukarı Kırlı diye iki ayrı konumdaydı. Biz Aşağı Kırlıda öğretmen lojmanında kalıyorduk. İlk defa köyde bu kadar uzun kaldım.
Benim doğup büyüğüm kaza bu köye göre şimdiki büyük şehirleri aratmıyordu. Kazamızda iki tane ilkokul bir tane ortaokul vardı. Sinema, fırın, memur lokali, kütüphane, çarşı, bir de gölümüz vardı.
Köyde herkes sabah olunca ya eşekleriyle ya da arabalarıyla tarlaya gidiyor! Akşam güneş batınca tüm yaşam dinlenmeye çekiliyordu.
Tüm köyün üzerine koyu renk bir örtü gibi gecenin karanlığı çöküyordu! Bazı akşamlar köyün ileri gelenlerine misafirliğe gidiyorduk.
Ben ablayla abinin arasına girip arkama etrafa bakmadan gidiyordum. Karanlığın içindeki en küçük bir şey beni korkutmaya yetip artıyordu..Benim bu korkumu köyde duymayan kalmamıştı.
Evlerine gittiğimiz yaşlı amca nine beni torunu gibi seviyordu.
Nine bir akşam bir hikaye anlattı. İki köy arasında bir gurk tavuk geceleri civcivlerini güdermiş. Gece yolculuk edenler görürmüş onu. Yukarı köyden bir nine çocuklarını sırayla Yemene, Çanakkaleye askere göndermiş. Dört oğlu da gittiği savaştan dönmemiş. O nine akşama kadar iki köy arasındaki çeşme başında çocuklarının yolunu gözlemiş tüm yaşamı boyunca. Çok ağıtlar yakmış çeşme başında.
O öldükten sonra geceleri bir gurg tavuk çeşmenin oralarda yavrularını gütmeye başlamış. İşte o gün bu gün geceleri o yola gidilemezmiş.
Çocuk aklımla o neneye acır içimden dualar okurdum.
O köyde bana anlatılan hikayeler doğa üstü güçlerin bizi cezalandırmak için geceyi kullandığı fikri uyandırmıştı. O zifiri karanlık gecelerde bulut yoksa yıldızlar irili ufaklı göz kırparak ‘korkma biz buradayız’ der gibi ışıl ışıl ışıldardı. Yıldızları izlerken karanlığı unuturdum.
Köy öğretmeni olmak için gittiğim ilk köyde karanlıktan korkmamayı öğrendim.
Gittiğim okul karanlıktan korkmamamı karanlıkla nasıl mücadele edileceğini öğretti bana. Karanlığın düşmanının bilim olduğu, köylerdeki çocukların bilgilerle donatılınca birer yıldız gibi ışıl ışıl ışıldaması içimdeki karanlık korkusunu yok etti zaman içinde…
Son zamanlarda yaşananlar yüzünden içimi yine aynı korku sarmaya başladı! Umarım ve dilerim içi pırıl pırıl o köy çocukları ışıl ışıl ışıldamaya devam eder. Ülkenin tepesine çöken karanlığı bir bir yırtıp insanlara umut olurlar…
Hikayemi buraya kadar okuyan herkese kocaman bir MERHABA!”
Nevin Sen’in hikayesi bu kadar.
Geçen bölümde benim de o mizanseni hikaye edeceğimi yazmıştım. Bu bölümde o hikayeyi yazarken ‘dileğim hepimizin kendimizi ‘ama ön yargılardan arınmış doğru ve öfkesiz ifadelerle’ ifade etmekten kaçınmadığımız bir toplumsal yapıya ulaşmamız.’ Çünkü toplumu saran gecenin karanlığından kurtulup aydınlanmış ve çağı yakalayan toplumlar ligine çıkabilmemizin bence anahtarı bundur.
Mizansenin Hikayesi;
Orada ben önce kahramanları isimlendirmeyi düşünürüm.
Öyle olunca yerdeki eğe kemiğini fark edip dışarıda öfkeyle dolaşan devekuşunu kovalamayı düşünen kişinin adına Ali; diğer korkuyla ona bakan kişileri de Birol ve Işık olarak isimlendireceğim. Kucağında çocuk olan kadına Emine çocuğa da Hasan ismini vereceğim ve şöyle hikaye edeceğim.
Bir süre önce Ali yanında Birol ve Işık Emine’yi de yanlarına alarak yiyecek aramaya çıktılar. Daha çok ağaçlardan meyve toplayarak ve birbirleriyle kavga ederken ölen hayvan ölülerini yiyerek beslenen gurup henüz düşünerek hareket etme döneminde değildi. Kendileri gibi diğer hayvanlardan farklı davranarak gelişen türden üremişlerdi. Bu değişim onların fiziksel özelliklerinde de değişim yaratmıştı. Düşünce sistemi işlemeye başladıkça fiziki yönden eski özelliklerini yavaş yavaş kaybediyorlardı. Öyle olunca diğer hayvanlara karşı ancak birlikte mücadele etme yeteneklerini geliştirdikçe etkili olabiliyorlardı.
Bu değişim hepsinde aynı olmuyordu kuşkusuz. Bir kısmı meyve toplayarak varlıklarını sürdürmeye çalışırken; bir kısmı da eski özelliklerini koruyarak başka hayvanları avlayarak karınlarını doyuruyor ve varlığını sürdürüyordu. Bu iki pekala birlikte yaşabiliyor ve kendi aralarında kendiliğinden oluşan işbirliğiyle bu birlikteliklerini sürdürebiliyordu.
Ali bu nedenle diğerlerinden daha güçlü avcı gelenekten geliyordu. Birol ve Işık meyve toplayarak yaşamını sürdürdüğü için vahşi hayvanlara karşı daha çekigendi.
Emine bu beraberlikleri sırasında Ali ile girdikleri cinsel ilişki sonucu Hasan’ı doğurmuştu. Ali bu nedenle kendiyle birlikte Emine ve Hasan’ın da güvenliğinden ve beslenmesinden kendini sorumlu tutuyordu.
Birlikte yaşayıp giderken o gün hep kaldıkları mağaranın yanında bir deve kuşuyla karşılaştılar.
Deve kuşu mağaranın girişinde bir kovuğa çıkardığı yumurtalarını korumak için oradaydı.
Ali yerden aldığı bir ağaç parçasıyla deve kuşunu kovalamayı düşündü. Çünkü deve kuşu orada olduğu sürece sürekli kaldıkları mağaraya girme olanağı yoktu.
Onun bu davranışına ürküntüyle bakan Birol istemeden Ali’ye destek olmayı düşünürken Işık korkarak olduğu yerde kaldı. Çünkü böyle kavgalara hiç girmemişti. Ali Emine ve kucağındaki Hasan’ın korku dolu bakışları görünce hırsla deve kuşuna saldırdı. Bu sırada Birol de saldırdı.
Yumurtalarını koruma kaygısıyla bunlara direnen deve kuşu bir gaga darbesiyle Birol’ü sakatladığı sırada Ali arkadan dolanıp deve kuşunun başına elindeki ağaç parçasını bütün gücüyle vurdu. Bu darbe sonucu sersemleyen deve kuşu yere yıkıldığı sırada Ali Emine ve Hasan’ı kapıp mağaraya girdi. Arkasından gelen Birol ve Işık’la birlikte hızla mağaranın kapısını oradaki kayalarla örterken deve kuşunun iki yumurtasını görüp; onları da kapıp içeri sığındılar.
Bir süre sonra kendine gelen deve kuşu yumurtalarının eksildiğini fark edince çılgına döndü; günlerdir mağaranın önünden ayrılmıyor; arada bir homurtuyla karışık sesiyle öfkesini kusuyordu.
İşte o günden beri sadece deve kuşunun iki yumurtasını paylaşarak beslenen gurup mağaranın içinde köşede biriken su birikintisinden susuzluklarını giderseler de açlıktan ayakta kalacak halleri kalmamıştı. Tabi Hasan da Emine’nin memesinde süt kalamadığı için üç gündür sütsüzlükten sarkmış memeyi emiyordu. Memeden nerdeyse kan gelecek durumdaydı.
Bunları fark eden Ali deve kuşunu kovmadan orada ölüp gidecekleri kaygısıyla daha önce avlayıp geldiği öküzün eğe kemiğini yerde gördü. Onu silah olarak kullanırsa deve kuşunu kovabileceği aklına geldi. Son bir gayretle o eğe kemiğini alıp dışarı çıkarken Işık korkuyla büzülürken daha önce sakatlansa da Birol yine ona destek olmak için yerden bir ağaç parçası aldı; birlikte dışarı çıkıyorlardı. O sıra Ali’nin aklına deve kuşunu öldürüp etini pekala yiyecekleri geldi. Arkasından gelen Birol’le deve kuşuna saldırdılar. Birol yandan saldırıp deve kuşunun dikkatini dağıttığı sırada Ali elindeki eğe kemiğini arka arkaya deve kuşunun başına vurup onu öldürdü.
Sonra Birol’le birlikte sevinçle deve kuşunun ölüsünü mağaraya taşıdılar. Işık onlara katılmadığı için orada büzülmüş duruyordu. Onu da çağırdılar birlikte deve kuşunu parçalayıp yediler. Bu sırada yumurtadan çıkalı epey olan deve kuşunun üç yavrusu korkuyla oradan kaçıştı.
Onların arkasından bakan Ali kendi de öldürülse Hasan’ın böyle çaresiz kalacağını düşünürken kendine yardım eden Birol’e “böyle birlikte olursak bizi kimse yenemez” dedi. Deve kuşunun etinden utanarak yiyen Işık’a “sen de bizimle beraber ol. Üçümüz daha güçlü oluruz” dedi. Bu sırada Emine’nin sütlenen memesini ‘corp corp’ içen Hasan bebe sanki açlıktan irileşen gözlerini Ali’ye dikmiş minnetle bakıyor gibiydi.
Bu olay belki ilk insanlar arasında bilinçli dayanışmanın yararını gösteren ilk örnekti. Diğer vahşi insanlar da onlardan görüp öğrenerek birlikte yaşamanın yollarını keşfetmeye başladı.
Burada belgeselde izlediğim hayvan davranışlarından yola çıkarak insanın belirleyici özelliğinin kendi arasında oluşturduğu iş bölümü sırasındaki statüleşme olduğunu gördüm. Çünkü hayvanlarda da kendini, özellikle yavrusunu savunma iç güdüsel davranışlar sıkça gözlenir.
Örneğin geçenlerde izlediğim bir belgeselde su içen anne babun kucağında yavrusuyla bir timsahın hücumuna uğradı. Orada anne babun kendini ve yavrusunu timsahtan kurtarmaya çalışırken baba babun koştu geldi ve hiç çekinmeden timsaha saldırdı. Bu sırada anne babun kolundan ağır yara alarak timsahtan kurtuldu. Karşıda çaresiz timsahın ağzındaki yavrusuna bakınırken baba babun saldırılarını sürdürdü. Kama gibi dişlerini timsaha saplayınca canı acıyan timsah ağzındaki yavruyu bırakıp kaçtı. Timsanın bıraktığı yavru sanırım ölmüştü. Baba babun eline aldığı yavruyla yanında yaralı anne babun ağaçların arasında kayboldu.
O sıra onlara korkuyla bakan bir çok babun yardımlarına koşmadı.
Aslında babunlar Ali ve Birol örneğinde olduğu gibi birlikte davranabilse pekala su içilen bölgedeki timsahları kaçırtıp kendileri için güvenli bölge oluşturabilirdi.
Sanırım insanla kendine en yakın hayvanı ayıran bu bilinçli iş bölümü. Yani insanlar bilinçli iş bölümünü geliştirdikçe; yani birlikte tehlikelere karşı davranmayı öğrendikçe onları tehdit eden tehlikeleri bertaraf edebildiler. Sanırım insanın bu niteliği zaman içinde; ancak çok yavaş gelişmiş. Öyle olduğu için binlerce yıldan bu yana sürekli kendinden daha kurnaz ve güçlü olanların onlara biçtiği yaşamı kabullene gelmişler.
Ali ile Birol arasındaki birlikte bilinçli iş bölümünü insanlaşmanın ilk adımı olarak görürsek ondan sonraki süreç de insanlaşma süreci olmuştur. İnsan bilinçlendikçe insanlığını; daha doğrusu yaşamını geliştirip iyileştirmiştir.
Geçen hafta paylaştığım bölümdeki mizanseni ben kısaca böyle hikayeleştirmeyi düşündüm. Sonra okuyunca hikayenin benim özlemini duyduğum insan davranışlarının gelişim sürecini örnekleyen bir hikaye olduğunu gördüm.
Zaten o mizansene bakarak benim yazdığım hikaye veya Nevin Sen’in yazdığı hikaye gibi herkes ‘konu ne olursa olsun’ aslında kendi hikayesinden örnekleyerek hikayesini yazar.
Bunun günümüzde bizim edebiyatımızda en özgün örneği Yaşar Kemal’in roman ve hikayeleridir. Yaşar Kemal o hikayelerin hepsinin içine kendi yaşamını; o yaşam sürecinde duyup gördüklerini gizlemiştir. Onun hikayelerini dikkatlice okuyan herkes bunu fark edecektir.
Ben de kendi çapımda bir süredir uzun kısa pek çok hikaye ve bir kaç tane roman yazdım. Onların hepsinin içinde bir yerlerinde kendi hikayemin yer aldığını biliyorum.
Buradan “yer yüzü edebiyatında yer alan yazarların hepsinin yazdıkları toplumsal yapı içinde kendilerine düşen yaşam biçiminin içinden gözlemledikleriyle kendi öykülerinin harmanıdır” desek sanırım yalan olmaz.
Uzayan Gecenin Hikayesinde buraya gelmemizin nedeni dünyada bütün insanlar aslında toplumsal yapı içindeki statüsünün ona belirlediği yaşamın içinde kendi hikayesini yaşar. İlkel toplumdan günümüzdeki bilişim çağı toplumuna kadar bütün süreçte bu böyledir.
Kimi topluluklar hala geçmiş dönemlerin kendine biçtiği rolün içindeki kendilerine düşen kısmın hikayesini yaşarken kimi topluluklar gayretleriyle o dönemlerin kendine biçtiği rolü reddederek kendine biçtiği rolün hikayesini yaşamaya başlamıştır. Buna biz “insanın ve toplumun aydınlanması” diyoruz.
Öteki toplumlar hala kendilerinin inanç, töre, adet, gelenek, görenek veya kast vb. diye sokulduğu sınırların içinde o sınırların yarattığı ön yargı duvarları arasında oluşan körleşmenin sisi içinde bir hayatı yaşıyor.
Buradan rahatlıkla insanın geçmiş yaşam biçimlerinin düşüncesini kitleyen ön yargı kilitlerini ancak aydınlanmayla kırabileceğini; yaşamını örten ve tüm zamanlarda etkin olan uzayan gecenin karanlığından ancak böyle kurtulup aydınlığa çıkabileceğini söyleyebiliriz.
Buradan bakınca “Uzayan Gecenin Hikayesi” bir yerde ilk insanlardan bu yana insanlığın hikayesidir.
Dolayısıyla ilk insandan bu yana insanlığın oluşturduğu toplumların ve toplumsal yapılarda oluşan statüleri ve bunların toplumların etkisini etraflıca incelemeden Uzayan Gecenin Hikayesi
bitmeyecektir.
Benim burada yapmaya çalıştığım kısa öykülerle tüm zamanlarda gezinip insanlığın yaşadığı süreçleri tanıyarak Uzayan Gecenin Hikayesini yazmak.
Onun için bu hikayeyi okuyanlara kimi mizansenlerle veya kendi hikayelerinden bölümlerle katılarak bu hikayeyi birlikte yazmayı önerdim.
Önerim sürekli geçerlidir. Umarım bu hikayeyi yazarken arkadaşlarım Nevin Sen örneği olduğu gibi bu hikayeye bir şekilde katılırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder