23 Eylül 2016 Cuma

ÖLECEĞİNE KAFAYA TAKMIŞTI BİR KERE


Bir sabah o haldeyken birinin “yaslı gittim şen geldim” diye marş söylemesiyle irkildim. “Ne oluyor?” diyecektim marş bitmiş “Çarşambayı sel aldı” türküsü başlamıştı.

Böyle hiç beklenmedik durumlarda sabırlıyımdır. “Ne oluyor?” anlamadan kolay tepki vermem. Onun için “kim acaba bu?” bu sorusuyla gözlerim kapalı cevap bulmaya çalışırken o türküden türküye geçiyor, arada bir de marşa takılıyordu.

Sesi de biraz yanık ve gaydalı olunca hoşuma da gitmişti. Öyle sersem gibi yatarken değişiklik olmuştu benim için. O nedenle gözlerim kapalı hiç tepki vermeden “nerede duracak?” diye bekliyordum.

Dayanamadım gözlerimi araladım; baktım çakır gözlü, çilli yüzlü, avurtları çökük, kıvırcık sarışın saçlı ince orta boylu bir adam. Kıyafetin bizim oraların giysisine beziyordu. O haliyle tanışmış gibi gelmişti.

Gözlerimi araladığımı görünce “abi kusuruma bakma. Rahatsız ettim galiba” dedi. Güldüm. Adam sabahın beşi türkü mırıldanıyor sonra “kusura bakma rahatsız ettim abi” diyor. ‘Siz olsanız ‘ne tepki verirdiniz?’ bilmem; ama adamın o garip hali ve sesinin gaydası bende bir hoşluk yaratmıştı. "Yok abim. Ne rahatsızlığı? Hoşuma bile gitti. Sesin de güzelmiş" dedim.

O şaşırmış halde baktı ‘acaba dalga mı geçiyorum?’ diye. Dalga geçmediğimi anlayınca “sağol abi ya. Öteki odadaki arkıdeş çok gızdıydı bene. Emme sen gızmadın; sağol” dedi. O öyle deyince anladım ‘ne olduğunu?’

Anlaşılan geldiği odada bunun böyle türkü mırıldanmasına öteki hasta çok tepki gösterip hemşirelere şikayet etmiş. Hemşireler de ‘o saatte ne yapsın?’. “Bunu Erdoğan beyin odaya götürelim. O idare eder” deyip benim odaya getirmişler.

Ben bu hastanenin gedikli hastasıyım. Yani sıkça gelip yatılı tedavi oluyorum. O sıralarda bütün hemşire ve doktorlarla tanış olduk. Laptopa bir şeyler yazmam ve kitap okumam ilgilerini çekmişti. Sorunca ‘yaşadıklarımı yazarak vakit geçirdiğimi’ söylemiştim. Sürekli tedavimi yapan ‘sanırım karşılıklı edebiyata ilgimiz nedeniyle’ doktor hanım da benim için “Erdoğan bey yazardır. Ayrıca çok naif biridir. Saygı gösterirseniz memnun olurum” gibilerden bir şeyler söylemişti galiba; çünkü gerçekten 'yazarmışım gibi' saygı bile gösteriyorlardı.

Tedavim sırasında özellikle öğrencilere gösterdiğim sabır nedeniyle seviyorlardı bile. Bir iki sefer ‘içlerinde Aydınlı da vardı’ zor hastalara denk gelince onlarla kolay anlaştığımı görüp memnun da olmuşlardı. Çünkü tedaviye geldiklerinde o zor hastaların onlara zorluk çıkarmasını önlüyordum.

Aslında öyle hastalar benim için çok ilginç geliyordu. Öykü yazmaya soyununca öykülerimdeki insan manzaraları için iyi de oluyordu onlarla beraber kalmak benim için.

Neyse uzatmayayım; bizim arkadaş da oda arkadaşıyla problem yaşayınca yukarıdaki nedenlerle benim odama getirmişlerdi. Zaten az sonra tedavi için gelen hemşire onunla sohbet ettiğimi görüp “oo! İhsan beyle iyi anlaşmışsınız” diye memnuniyetini belirtince anlaşılmıştı tahminimin doğruluğu.

Arkadaş potporisine ara verdiği sırada rahatsızlığını sordum. "Bilmiyon. Doktorla ciğerimden parça aldılar. Tahlil gelince söylecekle hastalığımı; emme ben biliyon kanserin" dedi. Bunu o kadar sakin söylemişti ki; şaşkınlıkla yüzüne baktım.

O şaşırdığımı görünce “önemli değil abe. Benim zaten dört yıl ömrüm galdı” demesi beni temelli şaşırtmıştı. İlginç de bulmuştum onu; ama ‘dört yıl ömrüm galdı” deyince canım da acımıştı. "Allah göstermesin abim. Nerden çıkardın onu?" dedim. "Bizim sülalede atmış yaşında ölünüyo. Benim de yaşım elli altı. Ondan deyon" dedi.

O öyle deyince benim merakım artmıştı. Benim daha meraklandığımı görünce açıklama yapma gereği duydu "misal bubam atmışında vefat etti. Anam da öyle… Dayım da öyle. Gıgam da atmışında gitti" dedi; sonra "yanim benim de ondan dört sene ömrüm galdı deyon. Hem yaşeceme yaşadım. Daha fazlasına ne lüzum var?" dedi.

Ben bir şeyler söyleyecektim; ama İhsan dört yıl sonra ölmeye kesin karar vermişti. Ne söylenirdi ki? Lafı değiştirmek için “sen siktiret ölmeyi, biri iki türkü söyle de içimiz açılsın” dedim. Gözleri açıldı "Essah mı deyon?" diye sorunca “tabi, Essah deyom” diye onun şivesiyle cevap verdim. O da "şu Dirmilin çalgısından" başladı, "Gaydırı gubbak Cemile" derken arada bir "Yaslı gittim şen geldim" veya "dağ başını duman almış" diye marşlar mırıldanarak devam etti. Kahvaltı gelince benim kahvaltıyı da alıp geldi. Serumu merumu olmayınca ‘sağolsun’ bana yardımcı oldu.

Ben biraz toparlandığım için refakatçi kalan kardeşime ve gündüzleri gelen eşime "siz gelmeyin. Ben bir şey olunca çağırırım" diye ısrar ettiğim için refakatçim yoktu. Arada bir telefonla sorunca "gelmeyin" diyordum.

Neyse o şekilde İhsan’la akşamı ettik. O sırada onun Uşaklı olduğunu ve şeker fabrikasından emekli olduğunu öğrendim.

"Çift çubuk yok mu?" deyince "cık" etti. Sonra "üç beş dönüm gır tarlası var" dedi. Onu ekip ekmediğini sorunca "eksen nolcek abe? Çiftçinin malı para mı ediyo? Ekmek elli guruş. Günde dört ekmek yeyoz. Aylık ekmek parası atmış lira ediyo. O gadar para için değer mi tarlanın gahrını çekmeye. Eksem attım tohumu anca garşılıyon" dedi sonra "emme ben gine ekiyon. Kendim için değil tabi. Ekdimi tarlıda goyuyon. Gurtla guşla, başıboş inek dana bebilleniyo; ben de sevap gazanıyon" dedi.

Sizin anlayacağınız sinema veya tiyatro seyreder gibi İhsan’ı izleyerek; arada bir sohbet ederek akşamı buldum. Sürekli mırıldanması olmasa lokum gibi biri. ‘Eee! O kadar kusur kadı kızında da olurmuş’ onun için ‘dıngırdamasına’ katlandım

Akşam oldu. ‘Sağ olsun’ benim yemek tepsisini getirdi götürdü. Tuvalete gidip gelmem yardımcı oldu. Bu sırada hemşire geldi bana "Erdoğan bey sizin damar yolu değişmesi lazım. Ama ben gececi arkadaşa not bıraktım. O değiştirecek" deyip gitti. Damar yolu buluna buluna bende damarlar delik deşikti. Onun uğraşmamak için arkadaşına o işi havale ettiğini anlamıştım.

Neyse yemekten sonra biz İhsan’la laflıyoruz. Derken saat onda gelen hemşire tedavi sırasında "sizin damar yolu değişecekmiş. Gece on ikide serum değiştirirken yapalım onu" dedi.

Uzatmayayım saat on ikide tekrar gelen hemşire damar yolunu değiştirip başka yerden açtı. İğneyi çıkardığı yere pamukla bastırırken bana "sizin ilaçlar kanınızı çok inceltmiş. Bir süre sıkıca basın pamuğu" diye tarif edip gitti.

Bu sırada İhsan "pravo abe. Herkes sene tanıyo" deyince güldüm "buraların gediklisi oldum da ondan" dedim. Yüzünde benim için acıma ifadesi belirdi "senin iş de zor be abe. Allah acısın sene”" dedi ve türkü mırıldanmaya geçti.

Onu şaşkınlıkla izliyordum. ‘Dört sene sonra ölmeyi kafaya takmış; kanser riski var’ bana "senin işin de zor abe. Allah acısın sene" diyor.

Ona öyle şaşırmış bakarken damara bastığım pamuğun ıslandığını fark ettim. Baktım ‘kıpkırmızı kan’. İhsan’a "koş hemişerden pamuk al gel. Benim kan durumuyor" dedim; baktı "hakkadden öyle" deyip koştu; ‘ne söylediyse?’ hemşire koşarak geldi. Baktı "ay sizin kan çok incelmiş. Ondan zor pıhtılaşır. Siz şu pamuğu basın" dedi yedek de üç dört parça pamuk bırakıp telaşla çıktı.

Telaşı koca serviste iki hemşire vardı. Bir de doktor vardı; ama o da hem acile hem servise bakıyordu. Yani işleri zordu. Onun için İhsan’ın hemşireyi çağırmasına kızmıştım. Düşündüğüm gibi hemşire bu nedenle telaşla gitti. Arkasından bakan İhsan’a "Allah asıl bunlara acısın İhsan. Bunların işi çok zor" dedim ve niye zor olduğunu anlattım.

Bu sırada damara bastığım pamuk yine kan olmuştu. Ben sabırla öteki pamuğu bastım. Bir süre sonra ‘öteki öteki’ derken son pamuğu bastım; ‘kan yine durmazsa’ diye İhsan’a "kan durmayacak galiba. Hemşireden pamuk isteyiver. Müsait olunca bir uğrasın" dedim. O "olur abe" deyip çıkarken dışarıdan "imansızlarrr!" bir kükreme geldi, ardından küfürler arasında "yakdınız bizi! Babamı öldürdünüz" diye bağırış yükseldi.

İhsan telaşla bana bakınca "gel; şimdi meşgullerdir. Biraz sonra haber ver… Sen şu dolaptan peçete getir" dedim.

Dışarıdaki ses gibi kükreyiş veya çığlıkları çokça duyduğum için anlamıştım. Birinin babası ölmüş ‘can acısıyla’ hemşire veya doktorlara bağırıyordu.

O sese diğer odalarda olan iki hemşire koştu. Sanırım doktor da gitti. Ses içeriden odadan geliyordu. İhsan’a "çık bakalım ne var?" dedim. Gidip geldi "abe adam doktorula hemşirelere odaya sokmuş. Çıkartmıyo. Kapıda pulisle var. Uğraşıyola" dedi.

Anlaşılmıştı. Ölen hastaya hasta yakının zorlamasıyla kalp masajı yapılıyordu; ama ben tecrübeyle biliyordum. O saatten sonra ‘giden zor geri gelir’; onun için peçeteleri bastıra bastıra sabırla bekliyordum. Ama adam hemşire ve doktorları odadan çıkartmıyordu; benim kan da durmamıştı. Bu gidişle kan kaybından ben ölecektim. Onun için İhsan’a "abim git bak şunlara. Benim durum sakat; söyle biri gelsin" dedim.

"Baken" diye çıktı hemen geri döndü "abe pulis var" dedi. "Oğlum polisler sana ne yapacak. İçeride hasta ağırlaştı de" desem de "hı ı! Abe. Ben pulislere bişey deyemen" diyor başka bir şey demiyor. Kendim kalkıp gidemiyorum. Bağırdım "ulan oğlum polisler seni sikecek mi? Git şunları çağır" diye; ama o "ben pulisden, esgerden çok korkarın abe" deyip gitmiyordu.

Ne yapacağımı şaşırmıştım. ‘Neyse ki!’ o adam babasının geri gelmeyeceğine inanıp doktor ve hemşireleri serbest bıraktı. Tam kapının önünden geçiyorlardı İhsan canlandı "abe adam goyvedi onlara" deyip koştu hemşireyi çağırdı. Hemşire benim durumu görünce telaşlandı doktoru çağırdı. Kan gurubumu sordular. "Bilmiyorum" dedim. Hemşire koştu içine kan konan cam kap getirdi; sızan yere dayayıp cam kabı doldurdu; sonra kan gurubumu öğrenmek için koştu. O sırada doktor "şükredin kanama burada oldu" dedi. Yüzüne şaşkınlıkla baktığımı görünce "evde uykuda bir yere çarpsan, kanasa. Farkında olmadan ölür giderdin. Bak kan gurubunu da öğreneceksin" deyince; düşündüm; doktor haklı. Anladım ki bana ‘hiç itiraz etmeden’ şükretmek düşmüştü.

Derken bu sayede kan gurubumun sıfır gurubu RH pozitif olduğunu öğrendim. Bu sırada hemşire ‘içine kan pıhtılaştırıcı ilaç konmuş’ dört ünite kan getirdi; onu verdiler damardan ve sabaha karşı kan sızışı da durdu. Böylece kurtuldum.

O sırada İhsan suçlamış gibi "abe valla ben pulisden çok korkarın da ondan öyle şey eddim" diye özür diler görünce canım acıdı "yok abim. Sağol hemşireyi de sen bulup geldin ya!" diye onu teselli ettim. 

Çünkü sıradan kitlelerin asker ve polisten; devletten ne kadar ürktüğünü biliyordum.

Sabah kahvaltısı sonrası sekreter geldi "Erdoğan bey özel oda demiştiniz. Boşaldı geçmek istermisiniz?" deyince "oh!" çektim. Çünkü o saatten sonra İhsan’la tadım olmayacaktı. "Olur" dedim. Yine İhsan’ın yardımıyla özel odaya geçtim.

İki gün sonraydı. Kapı açıldı. İhsan yanında bir kadın çıkıp geldiler. Karısıymış. Öyle söyledi. "Abe ben çıkıyon Helallaşmaya geldim" dedi. "Tahlilin sonu ne oldu?" dedim. "Kansermişim abe. Tedavimi Uşak hasdanesinde yapıcemişim" dedi.

Bunu "bir şeyim yokmuş" der gibi söylemişti. Canım acıdı "dert etme. Tıp ilerledi. İnşallah Uşak’taki tedaviyle iyileşirsin" dedim. Omuz silkti "önemli değil be abe. Zaten dört yıl ömrüm galdıydı. Ha accık da erken olur. Sen hakkını helal et. Çok hakikatli abeymişsin" dedi; sonra benim bir şey söylememi beklemeden yanında sessizce bekleyen karısına "hade; vakitlice gidem de köyün arabasına yetişem" dedi; birlikte çıkıp gittiler.
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder