12 Eylül 2016 Pazartesi

DATÇA'DA BİR GÜN (Yaşamın içinden fark ettiklerim)


Dün kardeşlm “abi biz Nevin’le yüzmeye gidiyoruz. Gelecekmisin?” deyince ‘bir düşündüm’ sonra “olur geleyim” dedim.

Düşünmeme neden sağlık nedeniyle denize girmeyecek olmamdı. Öyle olunca pek inmiyorum aşağıya. Kaldığım evin bahçesi çok güzel. Orada uzaktan denizi seyretmesi hoş oluyor; ama bugün onlarla indim aşağıya.
Onlar “sen dolaş istersen. Biz gideceğimiz zaman seni ararız” deyince ayrıldım onlardan. Bir süre dolaştım.

Datça çok güzel ve sakin bir yer. Eski Datça yukarıda. Her yerde olduğu gibi burada da insanlar denize uzak yerleşmiş. Turizm hızlanınca her yerde olduğu gibi burada da insanlar deniz kenarına yığılmış.

Küçük bir koyun etrafına çepeçevre sıralanmış evler. Önceleri konutmuş sanırım. Şimdi daha çok pansiyon… Tam deniz kenarına çay bahçeleri ve lokantalar sıralanmış. Oralarda çay bahçelerinde veya deniz kenarına konan banklara oturup denizi ve denizde yüzenleri seyretmek çok hoş oluyor.

O düşünceyle orada bir yere oturdum bir süre. Sonra çocuk oyun parkının üzerinde kardeşlerimin yüzdüğü yere yakın bir yerdeki bankta oturdum.

Oldum olası oyun oynayan çocukları izlemek çok hoşuma gider. Onların çocukça ‘kimseye takmadan’ kendi aralarında oynamasını; oyun alanlarını kardeşçe paylaşmasını izlemeyi çok severim.

O sırada o düşünce ve keyifle önümdeki telin arkasındaki çocukları izliyorum. Hemen yanımda başında türban denen örtüsü ve üzerinde koyu renk uzun ceketli bir bayan; yanında başında şapka olan bir genç kız, onun yanında bizim oraların kıyafetinde başında ‘akdastar’ olan yaşlıca bir kadın.

Siz şimdi “sen kendin gençmisin sanki?” diyeceksiniz. Yazayım. ‘Kadın benden yaşlı; seksenin üzerinde olduğu için’ öyle yazdım.

Neyse ‘bizim oraların kıyafetiyle’ diye yazdığım kadın bizim oralarda olduğu gibi başına kına yakmış. Ak saçlarıyla kınalı saçlar birbirine uymuş, hoş bir görüntü vermiş.

İçimden “bu kadın bizim oradan” dedim; ama onunla türbanlı kadın arasında bir bağ kuramadım. Öylesine onlara bakmıştım ki! Türbanlı kadın yaşlı kadına “teyze nerelisiniz?” deyince o “Buldurluyun gızım” dedi. Bu cevapla tahminim doğru olduğunu anladım ve kadına daha ilgiyle baktım.

Laf atacaktım vazgeçtim…

Yaşlı kadın “benim çocuk var burda. Onun yanına geldim” dedi. Türbanlı kadın “çocuğun memur mu” deyince “öğretmen” dedi sonra “benim adam gız erkek hepicini okutdu çocuklan da; başlana gurtadıla” dedi.

Türbanlı kadın derin bir iç çekti sonra “bizim orada erkek çocuklar okutulur. Kız çocuklar okula gönderilmez” dedi. Yaşlı kadın “benim adam gız erkek hepicini okutdu. Ozumanla gızla bek pantolun geymezdi. Benim adam tee ozuman gitti. İki gıza da kendi eliyle pantolon diktirip geydirdi” dedi.

Sonra kadının “bizim orada kız çocuklar okula gönderilmez. Yalnız erkek çocuklar okutulur” dediği aklına geldi sanırım; türbanlı kadına “sen nerelisin ya?” dedi. Türbanlı kadın “Ankaralıyım” deyince yaşlı kadın “içinden mi?” diye hayretle sordu.

Türbanlı kadın önce duraksadı; sonra “içinden” dedi.

Yaşlı kadın şaşırmıştı. Nasıl şaşırmasın ki? Ülkenin başkentide oturan biri “bizim orada kız çocuklar okutulmaz” diyor. O şaşkınlıkla “necep işmiş o ya? Gızla okudulma mı heç? Benim adam hepicini okutdu sağolsun. Bizim orda gız oğlan ayrılmaz. Hepici okudulur” dedi.
Sanırım kocası ölmüştü. Onun için di’li konuşuyordu.

Başı türbanlı kadın “öyle teyze… Keşke bizde de okutsalardı. Çok iyi olurdu” dedi; ama yaşlı kadının bu işe hala aklı ermemişti anlaşılan “cık cık” etti.

Bir süre sonra türbanlı kadın izin isteyip yanındaki şapkalı kızla kalkıp giderken fark ettim; yanındaki kızıymış. Kızı on beş on altı yaşlarında modern giyimli bir kızdı. Sanırım öğrenciydi. Çünkü elinde kitap vardı. Türbanlı kadın belli ki; kendine reva görülen kaderi kızına yaşatmayacaktı. Görüntüden anlaşılan buydu.

Bu sırada yaşlı kadın onun arkasından ‘sanki’ acıyormuş gibi baktı. Ya da bana öyle geldi.
Az sonra iki kadın geldi yanına. Kadınların yüzünden bizim oraların görüntüsü akıyordu ve ikisi birbirine çok benziyordu; ama yaşlı kadına hiç benzemiyorlardı. Belli ki yaşlı kadının biri gelini; öteki de gelinin kardeşiydi. Az sonra hafif göbekli ‘yaşlı kadına benzeyen’ bir bey gelince anladım bunu.

O bey gelince birlikte kalkıp gittiler.

Onların arkasından bakarken az önce yaşlı kadının ‘biraz da övünerek’ “benim adamla oğlan gız demedi. Çocuklan hepicini okutdu” deyişi ve türbanlı kadının iç çekerek “bizim orada kızlar okutulmaz. Yalnız erkek çocuklar okutulur. Keşke kızlar da okutulsaydı” deyişi; o sıcakta türbandan ziyade giydiği koyu renkli uzun cekete mahkum edilişi ve böylelerini görüp küfreden kendilerini ‘aydın, solcu’ veya ‘Atatürkçü’ diye tanımlayanlar aklıma geldi; “içim acıdı”.

Çünkü kendimizin de dahil olduğu kalabalıklar içinde ‘öylesine fark edilmeyen dramlar yaşanıyor ki!’

Sanırım o dramları fark edip birbirimizle aydın bir gelecekte buluşmayı beceremezsek hepimiz ‘bizim irademiz dışında’ bize sunulan geleceğe doğru savrulup gideceği 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder