Adını kimse pek bilmezdi. Herkes “hacı dayı” derdi. Hacı dayının hacılığı başındaki hacı takkesinden geliyordu.
Buraya sevkinden önceki cezaevinde bir arkadaşı hediye etmiş. Ona da hacıya giden kardeşinden hediye gelmiş.
Hacı dayı külahını anlatırken gevrek gevrek gülerdi. “Nasip” derdi. “Her şey nasip işi. Ben bu mapusa düşmesem ‘kimbilir?’ hacıya belkim gidimezdim. Belki de köyden biri hacıya gidip geldiğinde bu takkeyi bene hediye edince giyerdim. Emme orda bene 'bi takke geydim deyi' kimse hacı demezdi. Şinci burda takdım başıma takkeyi oldum hacı dayı. Takkeli hacı” diye anlatırdı tatlı tatlı.
Ufak tefek biriydi. Güneş görmediği için yüzü beyazdı; ama cildinin zeminine bakınca kavruk yani tarımla uğraşan insanların yaşadığı yerden olduğuydu. Kır seyrek bıyıkları (kendi öyle söylerdi) hacılığa denk düşen ‘accık seyrek’ çenesinin hemen altında sakalı vardı. Bir eli hep sakalında sanki sıvazlar gibiydi. Bir şey anlatırken de hep sakalını sıvazlar, geçmişi anlatırken muzip bir dalgınlığa bürünürdü.
Yalan olmasın; kendi ifadesine göre hapse girdiğinde devir İnönü devriymiş. Onların köyünde afyon ekimi yapılırmış. Onların köyünün, evinin geçim kaynağı da genelde afyon ekiminden kazandıklarıymış. Devlet her yıl bunların ektiği afyonun kozalaklarını satın alırmış.
Yasak olsa da köylerde ürettikleri kozağın sütünü kendi sağıltanlar olurmuş. Yani eroinli hap yaparlarmış. İhtiyarların cebinde hep bu haptan bulunur, arada bir baş ağrısı vb. ağrı olunca, uykusu kaçınca kendi imalatları mercimek büyüklüğündeki haptan bir tane yutarlarmış.“Kötülükten değil canım ‘ehtiyaçtan’ tabi” demişti gülümseyerek.
Neyse; sütü alınmış afyondan haşhaş çıkarırlarmış. Bu haşhaş o yörenin temel besinlerindenmiş. Pekmezleyince ‘bek’ güzel olurmuş. Yufkanın arasına dürünür yerlermiş. İçine de yine mevsimine göre afyon otu, karakavuk, yeşil soğan koyarlarmış.
Oralarda çocuklar uyumazsa bu haşhaşlı pekmezden yedirirler ve çocukların rahat uyumasını sağlarlarmış. İntiharlar da o mercimek büyüklüğündeki afyon haplarıyla olurmuş.Parmaklarıyla göstererek ‘üç dört dene yuddun mu? işin tamam’ derdi.Bu anlattıkları o yöre köylerinde rutin yaşam. Anlatması da köyünü, yaşamını çok özlemesinden ve pişmanlığından…Pişmanlığı cezaevine esrardan girdiği için.
“A gahbolu, evin, yerin var, tarlılan var, işin gaydın yerinde. Evlenip çoluk çocuğa garışmışsın. Netcedin o gadar paraya tamah edip düzenini bozdun?” diye kendine çok kızardı. Kendine yönelik bu eleştiriyi kimsenin yanında yapmazdı. Mırıldanmalarla özeleştiri veya kendini yargılamayı voltada pire gibi gidip gelirken yapardı.
Onun mırıltısını duyanlar ya dua ya da türkü mırıldanır sanıyordu. Ben de o sıralar çok gencim. Meraklıyım da. Bu nedenle volta sahasında az ona yakın volta attığım sırada mırıltılardan bu yakınmaları duyup, anlamıştım.
O yıllar cezaevleri şimdiki gibi “moderen” değil tabi. Benim kaldığım cezaevi de ‘sanırım’ eskiden padişahların hayvan tavlası falanmış galiba. Koğuşlar ahırdan bozma gibi; zemin topraktı. Tutuklu koğuşunun ağası odasına çektiği her tutukludan ‘aya bastı parası’ alırken koğuşun dibine beton attıracağını falan söylerdi.
Volta sahası da orta yerde küçük bir meydanlık… Öyle olunca asıl volta atma hakkı ağır mahkumların. Öteki gibi hırsızlık veya yancılıktan tutuklanan mahkumlar avluya çıkınca duvar diplerinde tüneşirdi.
Ben öğrenci olduğum için biraz havalıydım. Daha doğrusu tutuklu koğuşun ağası öğrenci olduğumu öğrenince gülümseyerek “Ooo! Sizden korkulur be” deyip benden ‘ayak bastı parası’ almayıp yanında voltaya çıkardıktan sonra biraz havalanmıştım. Tabi idamla yargılanan Fehim beyin elindeki sigaraya ‘sigaramı yakmak için’ elimi uzatınca ilk dersimi kibarca almıştım. Fehim bey “delikanlı burada en büyük hakaret birinin elindeki sigaraya el uzatmaktır” diye kibarca uyarmıştı.
Neyse işte o günden sonra torpilli biri olarak ben de ağır mahkumlarla volta sahasında gidip geliyordum. Herkesin bir volta sahası vardı. Kimse kimsenin voltasını kesemezdi. Bunu da Fehim beyle volta atarken ondan öğretmiştim. ‘Ondan sonra belki bahsederim.’
İşte bu Hacı dayı kendine duvarın dibinde bir volta sahası seçmiş orada ‘pire gidip geliyor’ o sıra bir şeyler mırıldanıyordu. Meraklanıp ona yakın volta atarken duymuştum bunu.Bir gün onların koğuşunda onunla baş başa sohbet eden mırıltıları duyup, anladığımı hissettirdim.
Hacı dayı mırıltılarını anladığımı fark edince “ula gençle, sizin hakkınızdan kimse gelimez. Baksana ajan gibisin maşallah” demiş ve gevrek gevrek gülmüştü. Sonra “ben sene her şeyi dipden dırnağa anladayın da marakın galmasın” demiş ve anlatmıştı.
O köyünde işinde aşında yaşayıp giderken; afyon denetçilerinden ‘onlara “afyon golcusu” denirmiş’ biri bunun aklını çelmiş. “Bu işte iyi para var. Birlikte afyon kaçakçılığı yapalım” demiş. İşte öyle başlamış Hacı dayının ‘kendi deyimiyle ayağının boka batması’ yoldan çıkışı.
O sıra kazandıkları yetmemiş; işi esrar üretmeye çevirmişler. Velhasıl sonunda bir ihbar üzerine ahırda esrarı elerken yakalanmış. Haliyle yargılanmış müebbet hapis cezası almış.
“O guda yıl geçti. Af maf çıkdı emme ben çıkımadım” derdi.
Çünkü cezaevinde hiç ‘tek’ durmamış ki… Her yeri gezmiş. Buna Sinop da dahil. Kendi ufak tefekti. Ama hala çok çevikti.O gün “Benim böğün belalı gine gelir. Varen ben accık berbere giden” dedi ve gitti.
O sırada yanıma gelen bir mahkum anlattı. Hacı dayının belalısı karısıymış. Kadıncağız hacı dayının geride bıraktığı üç çocuğu büyütmüş. Bu sırada hacı dayı hangi cezaevine giderse karısı mutlaka arkasından gelir, uzaksa bir ev tutar orada kalırmış. Yani hac dayının peşinde geçen bu kadar yıl.
Hacı dayı sonra anlatmıştı. O karısını ve çocuklarını babasına bırakmış. Kardeşlerine de “yengenize sahap çıkın” demiş. Halleri vakitleri de yerindeymiş. Hacı dayı kendi kendine ‘çok ceza alırsam boşarın… Varır bir helal süd emmişe. Bubam gilde yardım eder. Geçinir gider’ demiş.
Müebbet alınca da ilk görüşmeye gelen karısına bu durumu anlatmış. “Benden yana serbestsin. Boşan bak hayatına. Ben sene gine burladan arka çıkarın. Yol uzun arkamda sürünüp durma” demiş.O bunu demiş; ama ‘garı kendini yere addırı addırı vemiş’ “Sen bene boşacen deyemi aldın? Ben çocuklama elin adamın evinde mi böyüden?” diye feryat etmiş. Uzun lafın kısası hacı dayının karısı o yıldan beri peşindeymiş.
Az sonra berberden gelen Hacı dayı koğuşuna hazırlık için giderken yanımdaki mahkumun bana her şeyi anlattığını anlamıştı. Yeni damat gibi az mahcup; gülümseyerek koğuşuna girdi.
Sayın Şenel; bu güzel öykünüz için teşekkür ederim.
YanıtlaSilMerhaba Emin bey. Hatırımda kalan hoş bir anıydı. Öykü olarak paylaşmayı düşündüm. Güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
YanıtlaSil