Bu sırada Ramiz
dayı Temur efendiyle Birol gecikince onları aramaya çıkmayı bile düşünmüştü ki;
karşıdan onları görünce rahatladı.
Acelesi “keraat
vakti” yaklaşmıştı. Bir an önce onlarla beraber eve gidip Birol’ün kendini
Kosta’nın meyhaneye getirmesini isteyecekti. Çünkü Ferhat çavuşla Kosta’nın
orada buluşmayı kararlaştırmışlardı ve içkili araba kullanmayı sevmezdi.
Birol arabasıyla
gelip onun yanında durdu. Temur efendiyle indiler. Ramiz dayının “nerede
kaldınız?” demesine meydan bırakmadan gittikleri köyü Hasan dayıyı onun
sohbetini, o köyün Alevi köyü olduğunu ayrıntılı anlattı.
Ramiz dayı
Birol’ün anlattıklarını dinleyince biraz hayret etti. Yakında Alevi köyü
olduğunu bilmemesine şaşırdı. Çünkü Ferhat çavuş da söylememişti. Halbuki
Ferhat çavuş da Sivaslı ve Aleviydi.
İçinden bunu
Ferhat çavuşa sormayı geçiriyordu. O sırada akşam postasını satan çocuk
bağırarak “Yazıyoor! Atanın Selanik’teki evini yaktıklarını yazıyor!”
yanlarından geçiyordu. Ramiz dayının haber dikkatini çekmişti. Çocuğa seslendi.
Bir gazete istedi. Çocuk gazeteyi verirken “al abi oku. Rumlar Atanın evini
yakmış” diye bilgi veriyordu.
Ramiz dayı çocuğa
kızdı. “Sus ortalığı velveleye verme. Nerden biliyorsun Rumların yaktığını. Hem
onlar Rum değil Yunanlı” diye çocuğa fırça atınca çocuk biraz çekinmişti “abi
bana ne kızıyor. Matbaadan öyle bağırıp gazteyi satmamı istediler” diye kendini
savundu.
Bu sırada Ramiz
dayı aklından hızla Kosta, Marangoz Hristo ve Kadıköy’deki diğer Rumları
geçirdi. Ne zamandan beri zaten huzursuzdular. Şimdi bu haberle fırsatçılar
Rumlara saldırabilirdi. Bunları düşününce Birol’e “çalıştır arabayı arkamdan
gelin” dedi.
Birol’ün bir şey
sormasına fırsat bırakmadan önce Hristo’nun marangoz dükkanına yöneldi. Dükkan
kapalıydı. Oradan Kosta’nın meyhaneye yöneldi. Aklında fırsatçıların ilk oraya
saldırabileceği gelmişti. Bunu Kosta’ya haber vermeye ve ona meyhaneye
kapattırıp kendi evine götürmeyi aklından kuruyordu.
Bu düşünceyle
Kosta’nın meyhaneye girdi. Etrafta kimsenin olmadığını görünce rahatlamıştı.
İçerde Kosta ve
eşi Elena akşam hazırlığı yapıyordu. Kızı Eftelya ve oğlu Aleks’te onlara
yardım ediyordu.
Ramiz efendi
arkasından gelen Birol ve Temur efendiyle telaşla meyhaneye girip oranın da boş
olduğunu fark edince kendine “ne bu telaş Ramiz efendi?” diye soran Kosta’ya
“bırak şimdi sen soruyu. Hadi kapatın dükkanı gidiyoruz” dedi.
Kısaca gazete
haberini ve niye telaşlandığını anlattı.
Çok şey
anlatmasına gerek yoktu. Çünkü daha gazete haberini verince Kosta ve eşi Elena
durumu anlamış telaşlanmıştı.
Onlara merakla
bakan kızına ve oğluna “haden çabuk olun. Ramiz efendi ne diyorsa onu yapın”
dedi.
Hem Kosta’nın
çocukları hem Birol ve Temur efendi bir tehlikenin olduğunu anlamışlardı; ama
bu telaşı anlamıyorlardı. Bu sırada Kosta’nın çocukları babalarının verdiği
talimatla dolaptaki eti ve diğer bozulacak mezeleri alıp çarçabuk paketlediler.
Ramiz efendi
Birol’e “siz Aleks’le gidin Kosta’nın annesini ve babasını alıp bize geçin. Ama
ihtiyarları korkutmayın sakın” dedi.
Onun bu
duyarlılığı hem Kosta’yı hem Elena’yı çok duygulandırmış ağlamaklı olmuşlardı.
Kosta “sağ ol
Ramiz efendi. Her şeyi düsünmüssün” deyince Ramiz dayı “aynını biz de Bulgaryada
yaşadık Kosta efendi. Biz de yaşadık bu kaçışları” dedi.
Her şey hazır
olmuştu.
Birol, Temur
efendi ve Aleks kapıdan çıkarken Ramiz dayı Birol’e aşağıdan bahçelerden
taraftan gelip. Kimseyi meraklandırmayın” dedi sonra Kosta’ya “benim ev bahçe
içinde. Etrafta bahçeler var. Sizin bizde oluğunuzu kimseler bilmez” diyerek
Kosta ve Elena’nın aklındaki son endişeleri de giderdiler.
Kosta ve Elena
endişeliydi. Çünkü ‘Onlara saldırmayı düşünenler Ramiz dayının evinde
olduklarını bilse oraya da saldırabilirler’ diye düşünüp endişelenmişlerdi.
Ramiz dayı son
açıklamayı yaptıktan sonra “hadi müşteri falan gelmeden çıkalım” dedi.
Birol ve Temur
efendi Aleksle Kosta’nın eve giderken Elena ve kızı elinde dükkandan aldıklarıyla
Ramiz dayının dolmuşa bindiler.
Kosta dolaptan üç
dört şişe de şarap ve rakı alıp çıktı. Elindekileri ona şaşkınlıkla bakan Ramiz
dayının eline verip kapıyı kilitledi. Sonra kepenkleri indirip onları da
kilitledi. Bu sırada daha önce kullandığı “cenaze nedeniyle dükkan bir hafta
kapalı” yazan tabelayı kapıya asmıştı.
Ramiz dayının
baktığını görünce “ne bakarsın be Ramiz efendi. Doğru değil mi cenazeye
gittiğimiz. Kim bilir belkim senin evinden cenazemiz çıkar bizim” deyip arabaya
bindi.
Onun bu sözleri
Ramiz dayıyı yıllar öncesine götürmüştü. O sıralarda aynı telaşla dükkanını
kapatan Birol’ün babası ona ve aile efradına “iyi bakın buraya. Belki bir daha
göremeyiz. Yolda 'kim kalır? Kim devam eder?' ancak yüce Allah bilir” demişti. Onun için
Kosta’nın sözleri içine işlemişti. Ama beklemenin zamanı değildi. Aceleyle
arabayı çalıştırıp evine doğru yıllandı.
Eve vardıklarında
daha Birol gelmemişti. Ramiz dayı karısına kısa bir açıklama yapıp bahçenin
koca kapısını kapattı ve Kostay’la eşini ve kızını eve buyur etti. Az sona
aşağı bahçe kapısından Birol gözüktü. O da bahçeye girince kapıyı kapattı ve
evin önüne geldi.
Aleksle birlikte
Kostanın babasının ve annesinin arabadan inmesine yardım ettiler ve birlikte
eve çıktılar.
O sırada radyoda
Şişli ve Taksim’de Rumlara ait ev ve iş yerlerinin yağmalandığı haberleri vardı.
Elena bu haberleri
duyunca Şişli’de oturan kız kardeşi ve ailesi aklına geldi. Sessizce ağlıyor
Kosta onu teselli etmeye çalışıyordu. Tabi kızı da annesiyle birlikte
ağlıyordu.
Geçmişte aynı
kaygı ve telaşı yaşamış olan Ramiz dayının ailesi de duruma çok üzülmüş; evin
içinde bir matem havası vardı.
Ama Ramiz dayı çok
sevdiği dostu Kosta ve ailesini olası tehlikeden kurtarmış olmanın iç huzuru
içindeydi. Bu sırada Kosta’nın aklına marangoz Hristo geldi. “Ya Hristo ne
yaptı acaba?” deyince Ramiz efendi “sana gelirken onun dükkanına uğradım
kapalıydı” dedi ve devam etti. “Onlar Remzi ustanın komşusu. Remiz usta onlara
sahip çıkar. Siz sıkmayın canınızı” dedi.
Kosta Ramiz
efendinin Hristo’yu da düşünmesine çok duygulanmıştı. Dokunsanız ağlayacaktı.
“Çok sağol Ramiz efendi. Her seyi düsünmüssünüz” dedi.
Ramiz efendi “biz
dostuz be Kosta. Dostluklar öyle kolay oluşmuyor. Bizde ‘dostluklar pazara
kadar değil, mezara kadardır’ diye bir söz vardır” deyince Kosta gülümsedi; ama
ortalıkta hala kasvetli bir hava vardı.
Ramiz efendi bu kasvetli
havayı dağıtmak “canınızı bu kadar sıkmayın; ucunda ölüm yok be ya. Kendini
bilmez birilerinin yaptığı kışkırtıcılıktan başka bir şey değil bu. Hele önce
karnımızı bir doyuralım; yarın gider Elena’nın kardeşini ben Şişli’de arar
bulurum be ya” dedi.
Bu sırada
yukarıdan elinde börek tepsisi ile inip gelen Birol’ün annesi tepsiyi Ramiz
efendinin hanımına verirken olayı anlamaya çalışıyordu; kısa sürede Ramiz
efendi arkadaşı ve ailesini eve saklamak için getirdiğini fark edince hiç
telaşlanmadan konuklara “hoş geldiniz” dedi; sonra “bu telaş niye Allah
aşkına?” diye sordu.
Ramiz efendi
ablasına olanı biteni kısaca anlatınca Birol’ün annesi ağarmış saçlarının
verdiği olgunlukla “hiç endişe etmeyin. Ramiz anlatmıştır; biz bunların daha
beterini yaşadık. Burada size bir
şeycikler olmaz” diye konukları teselliye çalışıyordu.
Onun bu sözlerine
Elena “öyle dersiniz efendim de; Şişli’de kardeşim ve ailesi var. Yarına kadar
kardeşimin ve ailesinin başına kimbilir neler gelecek?” deyince Ramiz efendi
“Korkmayın madam. Şişli’de de iyi insanlar vardır. Hem bu saatte karşıya geçmek
tehlikeli... Ortalık anacık babacık günü gibi kaynaşıyor. Yarın olsun, hayır
olsun. Ablamın söylediği gibi size burada bir şeycik olmaz. Yarın onları da
alır geliriz. Üst kat müsait. Burası var. Hep birlikte olayların yatışmasını
bekleriz; öyle değil mi abla?” dedi. Onun bu sözlerine Birol’ün annesi ve
Kosta’da destek verince Elena biraz yatışmıştı.
O sıra yemek
hazırlama telaşındaki Ramiz efendinin hanımı Elena’ya “siz mutfağa buyurun
Elena hanım. Yengemle bana orada tarif edin de sizin şu meşhur mezelerden
yapalım. Malum Ramiz efendinin keraat vakti” deyince Ramiz efendi ve Kosta
gülüştü. Böylece ortaklıktaki sıkıntılı hava azalmıştı.
Elena Ramiz
efendinin hanımının ortalığı yatıştırmak ve kendini teselli etmek için bu
manevrayı yaptığını anlamıştı. Ortalığı fazla germemek için Ramiz efendinin
kardeşi ve hanımıyla mutfağa gitti.
Onların arkasından
bakan Kosta “bravo be Ramiz efendi. Yenganım ortalığı çabuk sakinleştirdi;
ablanız da çok olgun hanımefendi. Hemen duruma hakim oldu” deyince
Ramiz efendi gözü
mutfak kapısındayken ona “ee! Kosta efendi… Ablam ve ben; biz ailecek böyle
telaşlara alışkınızdır” dedi. Bütün olan bitene Ramiz efendinin küçük kızı ve
oğlu şaşkınlıkla bakıyordu.
Ama aldıkları
terbiye gereği büyüklerinin yanında lafa girmiyorlardı.
Küçük kızı mutfağa
annesine yardım için gidince arkasından hepsi gülüştü. Kosta “Ramiz efendi
bakıyom kizin hamarat olacak maşallah” deyince Ramiz efendi o sıra yanında
kendine bakan oğluna sarılıp “ee! Annesi ve halası çok hamarat onlardan görmüş”
dedi ve “bu ikisi benim canım” diye devam etti. Birol’ün baktığını görünce
“yeğenim de ablamın bana armağanı oğlum kadar sever güvenirim” diye Birol’ün de
gönlünü aldı.
Dayısının bu
sözleri zaten sarışın beyaz yüzlü olan Birol’ün yüzünü kızartmaya yetmişti.
Bu havada yemek
sofrası kurulana kadar Ramiz efendi balkan savaşı sonrası yaşadıkları göç
serüvenini en ince ayrıntısına kadar anlattı.
Üç kadının ve
Kosta’nın kızının marifetiyle ortaya güzel mezelerle donanmış güzel bir sofra
çıkmıştı.
Ramiz efendi
“içeriz değil mi Kosta?” deyince Kosta “içeriz be mori. Bu kasveti ancak içki
alır” dedi.
Ramiz efendi
Elena’nın anne ve babasına baktı ve “izin var mı efendim?” diye sorunca
Elena’nın babası biraz hüzünlü “için be oğlum. İçin kasvetinizi dağıtın. Demin
dediniz ya ‘yarın ola hayrola’. Yarın her şey geçer insallah” dedi.
Ramiz efendi
Elena’nın babasının “insallah” deyişine ve annesinin masum melek gibi yüzüne
baktı içi kıyıldı. İçinden “bu memleketin insanları bunlar. Kimin ne hakkı var
onları böyle üzüp tedirgin etmeye’ diye geçiriyordu.
Ayrıca bu Selanik
işinin de bir sabotaj olduğuna inanıyordu. Çünkü Zeytinburnu’nda dostlarından
orada özellikle Kazlıçeşme’de işçilerin ayakta olduğunu; işverenlerin işçileri
polis marifetiyle yıldırmak için her gün olay çıkarttıklarını duymuştu.
Menderes hükümeti
halkla ters düştükçe sertleşiyordu. Bu Selanik olayı da yeni baskı oluşturmalar
için pekala dümen olabilirdi.
Ramiz efendi
kendilerinin göçten yaşadıklarını düşünüp bu sonuca varıyordu.
Çünkü onları da
Bulgarlar ve Sırplar Balkanlardan kaçırtmak için her gün olay çıkarıp suçu
Türklerin üzerine yıkıyor; bu şekilde onların baskı görüp yılmasını sağlamaya
çalışıyordu. Osmanlı da o sıra Balkanlarda çok zayıfladığı için yerel
yönetimlerin bu olaylar nedeniyle Türkleri suçlamasına seyirci kalıyordu.
Bu Selanik işinin
de kokusu yakından çıkacaktı. Ramiz efendi öyle düşünüyordu.
O gece yarısına
kadar radyo hep Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını öne çıkarıp
İstanbul’un her semtinin ayakta olduğunu; Rumların ev ve işyerlerinin
yağmalanıp ateşe verildiğini ve olaylar nedeniyle tutuklananlar olduğunu
söylüyordu. Radyo spikerinin ses tonu ve haber veriş biçiminden ‘sanki’ “Rumlar
bunu hak etti” gibi bir anlam çıkıyordu.
Yine radyo
haberlerinde olayların özellikle Beyoğlu ve Şişli’de yoğunlaştığını söylemesi
Elena’nın ve ailesinin paniğe kapılıp üzüntüsünün artmasına neden
oluyordu.
Üzülmekte de çok
haklıydılar. Çünkü; o olaylarla ilgili araştırmacı yazar Ayşe Hür’ün araştırmasına
göre 6-7 Eylül olaylarında her yer yıkılıp tahrip edilmesi sonucu “Türk
basınına göre 11 kişi ölmüştü. Yaralı sayısı resmi rakamlara göre 30 gayri
resmi rakamlara 330 dü. Sadece Balıklı Hastanesinde 60 kadın tecavüz nedeniyle
tedavi görmüştü. Resmi rakamlara göre 5300’ü aşkın, gayrı resmi kaynaklara
göreyse 7 bine yakın bina saldırıya uğramıştı. En büyük tahribat Beyoğlu’nda
yaşanmıştı. Eminönü, Fatih, Şişli, Beşiktaş, Sarıyer, Kadıköy, Adalar, Üsküdar,
Bakırköy izlemişti.”
Radyo haberlerinin
kasvetli havasında yemeğe başlandı. Ramiz efendinin sakinliği ve söylediği
sözler odadaki kasvetli havayı biraz dağıtmıştı. Onun “yarın ben sabahtan gider
kardeşine bakarım” demesi Elena’yı biraz teskin etmişti.
Ramiz efendi
sabahleyin karşıya Elena’nın kardeşinin akıbetini öğrenmek için giderken yanına
kendi eşini alacaktı. Çünkü eşi Elena’nın kardeşiyle daha önce birkaç kere
karşılaşmış; yani onu tanıyordu.
Elena da Şişli’de
kardeşinin oturduğu apartmanın adını ve apartmanın altındaki Türk bayan kuaförün
adını verdi. “O bayan kardesimle çok samimidir” dedi.
Gece ilerleyince
Ramiz efendi ve eşi Kosta ve Elena’ya “siz yukarıda ablamgilin misafiri olun.
Anne ve babanız yaşlı; yukarı çıkıp yorulmasın. Onları burada ağırlayalım.
Eftelya’da bizim küçüklerin odada kalsın. Aleks de Birollerle kalır. Yarın
kardeşinizi getirince alt kat, üst kat bir ayarlama yaparız” dedi.
Ramiz efendinin
konukları böyle paylaştırması üzerine Birol ve annesi Kosta ve eşini ve Aleksi
tabi Temur efendiyi yukarı buyur ettiler.
Ramiz efendi aşağıda kalan yaşlı anne babaya
lavabo ve tuvaletin yerini tarif edip; bir ihtiyaçları olursa mutlaka onları
uyandırmalarını tembih ettiler.
Konuklar yattıktan
sonra bir süre daha masada eşiyle kalan Ramiz efendi eşine konuklara gösterdiği
yakınlık için teşekkür etti ve eşinin sofrayı toplamasına yardım etti. Sabahtan
erken kalkmak için odalarına çekilip yattılar.
Bu sırada üst
katta odalarında Elena Kosta’ya kardeşi için çok endişelendiğini söylerken
Kosta da onu teselli etmeye çalışıyordu.
Alt katta anne ve
babası ise olayların şaşkınlığı içinde çaresiz birbirine sarılıp uyudular.
Aleks Birol ve
Temur geç saate kadar sohbet etti. Birol Aleks’e hiç korkmayın; burada sizi
kılınıza zarar gelmez derken Aleks ona teşekkür etti ve asıl üzüntüsünün annesi,
teyzesi ve kuzenleri olduğunu söyledi.
Neden sonra yarın
Ramiz efendinin getireceği haberi beklemek üzere yattılar. Birol Temur efendiye
“tertip ben yarın dolmuşumla aşağı ineceğim. İstersen sen yat uyu deyince Temur
efendi “olmaz ben de geleyim” diyecekti; Aleks’in evde yalnız kalacağı aklına
gelince “olur tertip. Biz de Aleksle birlikte laflarız” diye cevap verdi. Temur
efendinin bu duyarlılığı hem Birol’ü hem de Aleks’i memnun etmişti. Birlikte
vurup kafayı uyudular.
Sabah erkenden
kalkan Ramiz efendi ve eşi gitmek için hazırlanırken Birol de kalkıp geldi.
Dayısına “dayı ben dolmuşla aşağı inip ne olup bittiğine bakayım. İkimiz de
olmazsak millet şüpheye kapılır diye düşündüm. Temur da Aleksle evde kalacak”
deyince dayısı Birol’ün bu duyarlılığına “aferin; iyi düşünmüşsün. Onlar ve
Eftelya bizim çocuklarla evde vakit geçirir. Beni soran olursa ‘karşıda bir
akraba hastalanmış; onu ziyarete gitti dersin. Aşağı inince Ferhat’a uğra. Ona
durumu anlat. Onun ağzı sıkıdır. Ayrıca bilmesi de lazım” dedi. Birol “o saatte
Ferhat amca orda olur mu?” deyince Ramiz efendi “olur tabi. Kahveyi hep Ferhat
kendi açar” diye cevapladı.
Birlikte; iki
dolmuş peş peşe yola çıktı. Birol Kadıköy’e inerken Ramiz efendi arabayı
Üsküdar Harem’e çevirdi. Oradan arabalı vapurla karşıya geçecekti.
Birol yoldan yolcu
alarak Kadıköy’e geldi müşterileri indirdi ve arabasıyla Ferhat’ın kahveye
gitti.
Ferhat’ın kahve
henüz tenhaydı. Dayısının söylediği gibi kahveyi Ferhat çavuş kendi açmış ve o
sıra yedeğe su dolduruyordu. Birol’ü görünce son maşrapayı da yedeğe döktü ve
ocağın altındaki ateşin artması için közleri karıştırıp alevlendirdi ve
Birol’ün yanına geldi; “yedeğe su koydum; çayı az sonra vereyim” deyip yanına
oturdu ve “Ramiz ne yaptı?” dedi.
Birol dayısının
tembih ettiği gibi dün olanları anlattı ve “sabah Elene teyzenin kardeşi için
karşıya geçti” dedi.
Onu sakince
dinleyen Ferhat efendi o sıra gelip selam vererek çay isteyen tanıdık
müşterisine “yedek soğuk az sonra veririm” derken Birol’e “öyle mi? Çok
üzüldüm. Ramiz çok severdi o teyzesini” dedi. O sıra meraklı tanıdık “hayırdır
Ramiz efendinin teyzesine ne olmuş?” deyince Ferhat çavuş “hastalanmış
kadıncağız, hastaneye kaldırmışlar. Ramiz de oraya gitmiş de onu diyordum
Birol’e” diye cevapladı.
Meraklı tanıdık
Birol’e dönüp “geçmiş olsun amcam. Dayına geçmiş olsun dileğimi ilet” dedi ve
ileride cam kenarına giderken Birol Ferhat çavuşun sözlerine ve ani manevrasına
şaşkınlığını belli etmeden meraklı tanıdığa “çok sağ ol amca. Söylediklerinizi
dayıma iletirim” dedi.
Bu sırada meraklı
tanıdık ilerideki masasına oturmuş. Yanında oturana Ramiz dayının teyzesinin
hastaneye kaldırıldığını söylüyordu.
Böylece Ferhat
çavuşun manevrası akşam kadar Ramiz efendinin görünmeyişine merak eden tanıdık
herkesin merakını gidermesini sağlamıştı.
Ferhat çavuş yedek
kaynayınca kalktı ilerde çay bekleyen altı müşteriye ve iki de kendilerine
sekiz çay doldurdu. Bu sırada Birol kalkıp “amca ben götüreyim çayları” deyip
müşterilerin çaylarını tepsiye koyup götürünce Ferhat çavuş onun arkasında
“Ramiz böyle cevval yeğeni olduğu için çok şanslı” diye geçiriyordu.
Birol çayları
verip geldi. Ferhat çavuşla birlikte çayları içtiler. Bu sırada Birol Kosta’nın
ve Elena’nın ve Elena’nın anne babasının durumunu anlattı. Ferhat çavuş aynı
Ramiz efendi gibi “bu işte hükümetin parmağı vardır. Son günlerde sıkışınca
sertleşmeye başladılar. Yakında bu işin kokusu çıkar. Allah vere de çabuk
çıksın. Bir ihtiyacınız olursa ben hazırım” dedi. Birol izin isteyip giderken onun
ardından yüksek sesle “dayına selamımı ilet. Geçmiş olsun. Bana ihtiyacı olursa
haber versin” demeyi de ihmal etmedi.
Onun sesini duyan
kahvedeki Ramiz efendiyi tanıyanlar böylece Ramiz efendinin hasta teyzesi için
karşıya geçtiğini öğrenmişti ve hiç birinin aklına başka bir şey gelmedi; ama o
gün akşama kadar konuşulan Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanması ve İstanbul’daki
Rumlar; onlara yapınan saldırı, çoğunun kaçıp gittiği ve tabi ‘Kosta’nın nereye
kaybolduğu?’ konuşuldu.
Kadıköy’ün yerli
halkı ve Kosta’nın müşterileri “buradaki Rumların o işle ne alakası var?” diye
Rumlara yönelik saldırıları eleştiriyordu.
Özellikle
iktidardan menfaati olan ve kahveye Anadolu’dan gelen işçilerden kendilerine
işçi bulmaya gelen işçi simsarı veya inşaat kalfası vb. kişiler ‘İstanbul’un
asıl sakinin Rumlar olduğunu kendilerinin İstanbul’a ‘dün’ geldiğini unutup’
“arsız kiracı mal sahibini evinden kovarmış” atasözünde olduğu gibi “Rumların
burada ne işi var? Defolup gitsinler” demeye gelen tepkiler gösterirken
Kadıköy’ün yerli halkı özelikle Kosta’nın müşterileri bunlara karşı çıkıp
Kosta’nın doğma büyüme Kadıköylü olduğunu savunuyordu.
Bu sırada yine de
Kadıköy’de çeşitli yerlerde Rumlara ait ev ve iş yerlerine saldırılar olmuştu.
Beyoğlu, Şişli başta olmak üzere Rumların yoğun olduğu diğer semtlerde de
saldırılar aratarak devam ediyordu.
Ramiz efendi ve
eşi arabalı vapurla karşıya geçtiler. Ramiz efendi eskinden çokça gidip geldiği
için Şişli tarafını iyi biliyordu. Bu nedenle Elena’nın verdiği adresi kolay
buldu ve arabayı kenara çekti.
Önce Elena’nın
kardeşinin evine gitmeyi düşündüler. Ancak radyoda Şişli’de olaylar olduğu
söylendiği için önce Elena’nın bahsettiği kuaförü arayıp ondan bilgi almanın
uygun olduğunu düşünüp ve kuaförün dükkanını buldular.
Ramiz efendi
arabasıyla kuaförün önüne geldi ve eşine başını yaptırma bahanesiyle kuaföre
gidip Elena’nın kardeşinin durumunu öğrenmesini söyledi ve “duruma bak. Kuaför
bayan yalnızsa ona Elena’nın kardeşini sor. Bir terslik olursa ben seni arabada
bekliyorum” dedi. Eşi onun bu sözleri üzerine arabadan inip kuaföre girdi.
İçeride yalnız
kuaför vardı. Ona ‘Elena’nın söylediği ismini söyleyip’ size bakmıştım dedi.
Bayan kuaför tanımadığı bir bayanın ismini söylemesinden rahatsız olmuştu; “af
edersiniz sizi çıkaramadım” dedi. Ramiz efendinin eşi “sizi bir tanıdık tavsiye
etti; karşıdan geliyorum” deyince kuaför gülümseyerek “hangi müşterimmiş beni
tavsiye eden?” diye sordu. Ramiz efendinin eşi kuaförün yalnız ve dışarıda
eşinin kendini beklemesinin verdiği güvenle “hamfendi size gerçeği söyleyeyim.
Biz buraya madam Elena’nın kardeşini aramak için geldik. Elena sizin kardeşinin
dostu olduğunu söyledi” dedi.
Onun bu sözleri
üzerine rengi atan kuaför itiraz edip tanımadığını söyleyecekti; ama Ramiz
efendinin eşi devamla “o madam beni tanır efendim” deyince güven geldi ve
rahatladı.
“Hanım efendi.
Sizden kuşkulandığım için beni bağışlayın; ama malumunuz olduğu üzere ortalık
çok karışık. Madam çocuğu ve eşiyle bana sığındılar” dedi.
Ramiz efendinin
hanımı bu sözler üzerine rahatlamıştı. “Öyleyse nerede iseler onları alıp
gidelim” deyince kuaför “burada; benim evimde. Kapı da hemen arka tarafta; ama
onları nasıl götüreceksiniz? Ortalık çok karışık” dedi. Ramiz efendinin hanımı
“dışarıda beyim dolmuşunda bekliyor efendim” deyince Kuaför “o zaman buyurun”
deyip arka aralıktaki kapıyı açtı ve “içerideler; siz söyleyin hazırlansınlar.
Dışarı sakinken hemen alıp gidin” dedi.
Kapıdan içeri
girdiklerinde Elena’nın kardeşi Ramiz efendinin hanımı tanımış ağlayarak ona
sarılıyordu. Kuaför “bayanlar sizi almaya gelmiş. Bir an önce hazırlansanız iyi
edersiniz” dedi.
Bunun üzerine
Elena’nın kardeşi kocası ve çocukları telaşla giyindiler. Gece evlerinden
kaçarken yanlarına sadece çok gerekli eşyalarını koydukları iki valizi
almışlardı. Onu aldılar ve “o zaman biz hazırız” dediler.
Çabuk dükkana
geçtiler ve çabucak kuaföre teşekkür edip vedalaştılar ve süratle dışarıda
Ramiz efendinin açtığı kapıdan dolmuşa bindiler. Ramiz efendi ve eşi de binince
dolmuşu çalıştırdı.
Arkalarından
kendilerine ‘gözü yaşlı’ el sallayan kuaföre el sallarken akıllarında “Acaba
bir daha bu semte ve evimize dönebilecek miyiz?” sorusu ve içlerinde doğup
büyüdükleri ve tüm zamanlarını geçirdikleri bir semtten kaçarcasına gitmenin
acı burukluğu vardı.
Ramiz efendi
dolmuşuyla caddeye çıktığında elleri sopalı bir gurubun hemen önlerindeki
sokağa girdiğini gördü. Dikiz aynasından bakınca Elena’nın kardeşinin ve
kocasının elleriyle yüzlerini saklamaya çalıştığını görünce “lütfen rahat
oturun. Öyle yaparsanız dikkat çekersiniz. Hem evelallah beni kimse durduramaz”
deyince Elena’nın kardeşinin beyi özür dileyip “haklısınız” dedi ve eşiyle
koltuğa geri yaslandılar.
Ramiz efendinin
eşi arkaya döndü “korkmayın artık Maria. Ablan sizi çok merak ediyordu görünce
çok sevinecek” dedi.
Ramiz efendi de
hızla Şişli’den çıkarken “Ayşe doğru söylüyor Madam. Siz dün neler oldu? Onları
anlatın isterseniz” deyince eşinden önce Hristo “ah be beyim. Bilseniz ne
korkunçtu o anlar” dedi.
Kocası aşağıda
çalıştığı pastanede radyodan Selanik olayını öğrenince patronuna eve çıkmak
istediğini söylemiş. Patronu da haberi duyunca onun için endişelendiğini
söyleyip “aman Hristo kardeşim dikkatli olun. Ne olur olmaz evde kalmayın
bugün” dedikten sonra “istersen eşini ve çocukları al gel bize gidelim” demiş.
Hristo bey ona teşekkür etmiş “ben hele eve bir çıkayım” demiş.
Burada durdu
“zaten kaç zamandır böyle bir söylenti vardı. Bize karşı bir olay
çıkarılacağını benim patron birkaç gün önce duymuş” dedi ve devam etti.
Hristo bey eve
çıkınca telaşla eşine durumu anlatıp “bu gece evde kalmayalım. Benim patron
öyle dedi. İstersen alalım çocukları ona gidelim” deyince eşi telaşla “eyvah.
Ama oraya gittiğimizi gören olur. Olmaz” demiş sonra oturdukları apartmanın
altındaki kuaförün çok samimi arkadaşı olduğunu söyleyip “ona gidelim” demiş.
Telaşla iki küçük
çantaya acil ihtiyaçlarını ve evdeki kıymetli ziynetlerini alıp aşağı inmişler.
Apartmandan çıkmadan kuaförün kapısını çalmışlar. Çünkü kuaförün sokağa açılan
kapısı dükkanın kapısıymış. Dükkanın içinden ve apartmanın içinden kuaförün
evine giriş kapısı varmış.
Kapının zilini iki
üç kere çalmışlar. Kuaför o sıra dükkanda bir müşterisinin saçını yapıyormuş.
Kapıyı kuaförün küçük kızı açmış. Bunlar hemen içeri girmişler; kendilerine
şaşkın bakışlarla bakan kuaförün küçük kızını sakinleştirmişler sonra çocukla
birlikte odaya girmişler. Maria kuaförün kızına dükkanda müşteri olup
olmadığını sormuş. Müşteri olduğunu öğenince kıza “kim?” diye sormuş. Küçük
kızdan müşterinin kim olduğunu öğrenince de rahatlamış. Çünkü o bayanla da çok
samimiymiş. Küçük kızdan bu bilgiyi alınca dükkan kısmına geçmiş.
Kuaför onun
arkadaki evinin kapısından girip geldiğini görünce merakla bakarken Maria
kısaca durumu anlatmış. “Biz bu gece sende misafir olacağız” demiş.
Kuaför bunu
duyunca çok heyecanlanmış, telaşla dükkanın dışına çıkıp bakmış; sonra içeri
gelmiş. Ona “olur tabi Maria. Başımın üstünde yeriniz var” demiş.
O sıra kuaförde
saçını yaptıran bayan da çok telaşlanmış. Çünkü onların kapı komşusu da Rum’muş.
Kuaföre “Eyvah; saçım şimdi kalsın. Şimdi benim komşu da zordadır. Ben eve
gidip onları evime misafir edeyim” diye telaşla çıkmış.
Kuaför de dükkanı
kapatıp Maria’yla eve gelmişler.
Bunu anlatırken
Ramiz efendi “peki gece bu evlere saldıranlar kimdi? Tanıyormusunuz?” deyince
Maria eşine dönüp “Hristo anlatsın. O daha iyi biliyor” dedi. Bunun üzerine
Hristo “yok be beyim. Tanımayız hiç birisini. Bizim sokakta herkes birbirini
çok sever. Bizim arkadaslardan çıkmaz öyle serseri” dedi.
Ramiz efendi “peki
de; sanırım hep sizin evlere saldırmışlar. Bunu nasıl bilmişler?” deyince
Hristo bey “kuaför hanım söyledi. Sabah aşağı indiğinde komşu çerezci var. O
soylemis. Saldıranları yüzü maskeli biri tek tek bize ait evleri ve dükkanları
göstermis. Yalnız yüzleri maskeli olduğu için kimler olduğunu bilememis” dedi.
Gerçekten de durum
öyleydi. (Bu Öykü Yolculuğunda ellilerden başlayarak İstanbul’a Anadolu’dan göç
edelerin izinden gidip İstanbul’u anlatırken kurguladığım öykü sürecinde öykü
kahramanlarının yaşadığı süreci kendi gerçekliği üzerinde anlatmak istediğim
için o gerçekliği yazan kimi kaynaklardan yararlanmaya çalıştım.
Burada araştırmacı
yazar Ayşe Hür’ün Radikal’de 6-7 Eylül olaylarını anlatan yazıdan bir bölümünü
‘konuya denk düştüğü için’ olduğu gibi aldım.)
Ayşe Hür’ün
yazısında verdiği 6-7 Olayları üzerine doktora çalışması yapan Dilek Güven’in
aktardığı bazı tanıklıklar şöyleydi:
“Bir Rum
arkadaşımın dükkânının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum.
Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkânın bir Türk’e ait olduğunu
söyledim. Saldırgan bunun imkânsız olduğunu, çünkü ismin listede olduğunu
belirti. Ben de ‘O zaman listede bir hata olmuştur’ dedim. Ellerindeki
listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaralan vardı. Kendi aralarında sürekli
birbirlerine talimat veriyorlardı. ‘Bu ev bir Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkânı
yağmalayın, şu eve girin’ vs.”
“Yüksekkaldırım’da
bir Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkanının tabelasıyla değiştirdi.
Yahudi’nin dükkanına hiçbir şey olmadı ama Türk'ün dükkanı yağmalanmıştı. Sonra Yahudi o komşusuna dedi ki ‘Ne yapalım, senin insanların bunu yaptılar.’ Ama garip
hatalar da oluyordu. Benim bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin
üzerinde Doçent Dr. diye bir levha yazılmıştı. Doçent kelimesini gayrimüslim
bir isim zannedip muayenehanesini tahrip etmişler.”
“Tünel’de Cevat
Bey’e ait bir kumaş dükkanı vardı. Adam Türktü, ama onun da iş yerini
yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli
olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamları durdurmaya çalıştı.”
“Bizim evimiz,
Beyoğlu’ndaki Kalyoncu Sokak’taydı. Şiddet olayları patlak verdiğinde, kapıcı
Mehmet, anneme ‘Korkmayın Madam, bizim evde saklanabilirsiniz’ dedi. Eline bir
Türk bayrağı aldı dış kapıyı kilitledi ve binanın önünde durdu. İlk
saldırganlar geldiğinde onlara burada Rum oturmadığını söyledi ve adamlar
gerçekten de evimizi yağmalamadan gittiler. 2. kattaki Madam Katina’yı, 3.
kattaki Maria’yı ve 4. kattaki Anton’u korumuş olan Mehmet sonra binadan çıktı.
Türk bayrağını bıraktı; eline bir odun parçası aldı ve caddenin karşısındaki
gayrimüslimlere ait dükkân ve evlere saldırmaya başladı. Ben onu evimizin
penceresinden izleyebiliyordum.”
“Yayamın (annemin)
evindeyken orada gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu.
Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı.
Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler,
ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak çanak
binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar,
sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür ve gaz, tuz ve
şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş,
bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılamaz hale
getirilmişti” diye anlatıyor o sıra olanları.
Arabada olayları
anlatan Hristo bey de “valla içlerinde ölen arkadaslar bile varmıs” dedi. Onlar
böyle konuşurken çocuklar korkuyla annelerine sarılıyordu.
Bunu fark eden
Ramiz efendi “geçmiş olsun. Korkmayın artık bişey olmaz” derken dikiz
aynasından Hristo beye çocukları işaret etti.
Hristo bey de
çocuklarının korkuyla annelerine sarıldığını görmüştü. Onun için sustu. Ramiz
efendi çocukların korkusunu almak için “iyi sizin çocuklar benim evi çok
sevecek. Kocaman bahçemiz, içinde çeşitli meyve ağaçları var. Orada benim
çocuklarla salıncak binerler. ‘Öyle değil mi? Siz de salıncak severmisiniz?”
diye çocuklara seslendi.
Ramiz beyin kalın
babacan sesle söyledikleri çocukların korkusunu biraz olsun yatıştırmıştı. Onun
sorusuna “biz salıncağı çok severiz. Bizim park var. Orda annemiz bize salıncak
bindirirdi” deyince Ramiz efendi kahkaha attı “oldu be ya. Benim çocuklar sizi
çok sevecek” dedi.
Ondan sonra sohbet
‘havadan sudan’ konulara dönüştü. Bu şekilde Sirkeci’ye geldiler ve dolmuşla
arabalı vapura bindiler. ‘Ne olur olmaz?’ diye arabadan aşağı inmediler. Zaten
arabaların çoğu kamyondu. Dolmuş kamyonların arasına kaybolmuştu.
Bu şekilde sağ
salim Harem’e ulaştılar; oradan “ver elini Fikirtepe” deyip arka yollardan
Ramiz efendilerin evine aşağıdan bahçelerin içinden geçip aşağıdaki büyük
kapıdan girdiler. Arabanın sesini duyan Elena ve kızı koşarak aşağı indi ve
dolmuşun yanına koştular. Elena ve eşi onlara sarıldılar. Hepsi ağlıyordu.
Onlara bakan Ramiz
efendi de kendilerinin Balkanlardan göçe mecbur kalıp İstanbul’a geldikleri
sırada en son Fikirtepe’de bu bahçeye gelişlerini hatırlamıştı.
O bu duygular
içindeyken yanlarına gelen Elena kardeşine sarılıp “ah be Maria sizin için ne
çok korktum bilemezsin” dedi. Ramiz efendi gülümseyerek “Madam ben size
Şişli’de de iyi insanlar var demiştim. Bak haklı çıktım” dedi. Bunu duyan Elena
elinin tersiyle gözünün yaşını silerken “ah be Ramiz efendi. Sizin bu
dostluğunuz olmasa ne yapardık” diye ona teşekkür ediyordu.
Birlikte eve doğru
yürüdüler. Ramiz efendi ileride Ferhat Çavuşun hanımını gördü “Aysel hanım
gelmiş” dedi. Evin önüne varınca Ramiz efendinin hanımı Ferhat çavuşun hanımına
“hoş geldin Ayselciğim” dedi.
Aysel hanım “hoş
bulduk canım. Birol Ferhat’e durumu anlatınca o da duramamış geldi. Bana ‘git
bak. Misafirler kalabalık olursa birazını biz misafir ederiz’ dedi” diye geliş sebebini açıkladı.
Onu dinleyen Ramiz
efendi “tabi be ya. Koca Ferhat sağolsun candır. Ama bizim ev geniş. Bahçede
ekmek evi de var. Duruma bakalım; ona göre bir şeyler yaparız. Hele eve bir
çıkalım” dedi. Hep birlikte Ramiz eve girdiler.
Onlar eve girerken
Hristo beyin çocukları şaşkın bakınıyordu. Ramiz efendinin kızının ve oğlunun
kendilerinden oldukça büyük olduğunu görüp büzülmüşlerdi. Ancak Ramiz beyin
kızı hemen ablalığa, oğlu da ağabeyliğe soyunmuş çocukları kucaklayıp ağaçların
oradaki salıncaklara götürüyordu. Bu sırada arkalarından teyze kızı Eftelya ile
teyze oğulları Aleks koşup geldi. Çocuklar onları da görünce üzerlerindeki
ürkekliği atıp koşarak salıncaklara bindiler.
Elena ve Maria
birbirlerine sarılmış gözleri yaşlı çocuklarının arkasından bakarken Ramiz
efendi Hristo’yu eve buyur etti. Birlikte eve girdiler.
Olaylar o gün de özellikle
Beyoğlu ve Şişli çevresinde olmak üzere çoğu yerde akşama kadar devam etti.
Evlerin ve dükkanların yağmasına devam edildi. Nihayet ertesi gün polis yağmaya
katılanlara müdahale etti. Bazılarını tutukladılar.
Ancak yine de
olaylar hafta boyunca özellikle gece de devam etti. İzmir başta olmak üzere
diğer birçok ilde de benzer durumlar yaşanıyordu. Bir süre sonra hükümet
sıkıyönetim ilanına karar vermiş; en sonunda da “bu işte komünist parmağı var”
denip içlerinde Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, Nihat Sargın, Kemal Tahir
gibi iktidarca komünist diye mimlenenler tutuklanmıştı.
Olayların asıl
tertipçileri Ayşe Hür’ün yazısından aldığım bilgiye göre içlerinde kimi CHP
milletvekillerinin de olduğu DP milletvekilleriydi. Bunlara yardım edenler
“Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) ile Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ydi.
KTC Başkanı, Hürriyet gazetesi yazarı ve avukat Hikmet Bil 1952’de Adnan Menderes
ve Fuad Köprülü’nün Atina ziyaretinde resmî heyete davet edilecek kadar
iktidara yakın biriydi. Yönetim kurulu üyelerinden Kamil Önal ise MAH (dönemin
Mit’i) üyesi bir başka gazeteciydi. Cemiyetin diğer önemli isimleri Dr.
Hüsamettin Canöztürk, Orhan Birgit, Ahmet Emin Yalman, Dr. Ziya Somer, Nevzat
Karagil gibi CHP’ye yakın isimlerdi. Devletin maddi yardımda bulunduğu bu
örgütlerle hem DP teşkilatlarının hem de tekstil, şişe-cam, motorlu taşıtlar,
deri-kundura, tütün-içki, gemi, su gibi çeşitli işkollarında faaliyet gösteren
sendikaların ilginç ilişkileri vardı”
Yine Ayşe Hür’ün
araştırmasına göre “bunlardan ayrı olarak bütün gazeteler özellikle o sıra
30.000 civarında trajı olan İstanbul Ekspres gazetesiydi. Bu gazete Selanik
olaylarını verirken o kağıt sıkıntısında 300 bin baskı yapmış.
“Olayların biraz
öncesinde veya olaylar sırasında İstanbul’da Uluslararası Karşılaştırmalı Hukuk
Bilimleri Kongresi, Bizans Tarihçileri Kongresi, Uluslararası Üniversite
Dernekleri Kongresi ve Uluslararası Kriminologlar ve Polisler Kongresinin
olduğunu unutmak, bu olayı tezgâhlayanların işlediği en büyük hataydı. Çünkü o
sırada hükümet ciddi ekonomik sorunlarını çözmek için Dünya Bankası’na ve
uluslararası para piyasalarına bel bağlamış durumdaydı ve uluslararası kamuoyunun
saygın temsilcileri ve onları izleyen yabancı basın Türkiye’deki vandallığa
bizzat şahit olmuşlardı. Yani evdeki hesap çarşıya uymamıştı.
Yunanistan’da
yayımlanan Vradini gazetesinin 9 Eylül 1955 tarihli nüshasındaki şu ifadeler iç
acıtıcıydı: “Zaman geçer fakat insanlar değişmez. Büyük Kemal; köylü
vatandaşlarını medeni insanlar haline sokmak istedi. Fakat bunda muvaffak
olamadı. Onlar yine barbar olarak kalmıştır. Kilise yakmak, ev yağma etmek
onların milli endüstrisi olarak kalmıştır.”
Sonuç olarak
bindirilmiş kıtalarla Rumlara karşı büyük bir terör eylemine girişilmiş. 8
Eylül günü Beyoğlu’ndaki tahribatı yerinde izlemek için İstiklal Caddesinde
yürüyen Celal Bayar gördüğü manzara karşısında etrafındakilerin duymasına
aldırmadan yanındakilere ‘işi fazla abartmışız’ derken olayın tamamen tezgah
olduğunu en üst makam olarak onaylıyordu.”
Bunlardan
anlaşılacağı üzere 6-7 Eylül olayları iktidarın düzenlediği bir komploydu.
Çünkü; DP iktidarı iktidara gelirken halka yaptığı vaatleri kulak arkası etmiş;
etrafında oluşan çıkar çevresiyle özellikle inşaatçı kesimiyle İstanbul’un
güzelim doğasının ve tarihinin yağmasına başlamıştı.
İşçi çevrelerine
verdiği sendikalaşma hakkını hepten unutmuştu. O sıra Anadolu’dan koşup gelip
İstanbul'daki fabrikalarda çalışan haklarını arayacak özgürce kendi seçtikleri
sendikalar yerine işverenle anlaşan sarı sendikalara üye olmaya zorlanan işçiler
çok kötü koşullarda çok düşük ücrete çalıştırılıyordu. Birçok yerde o düşük
ücretleri bile alamayan çok işçi vardı.
İşçilerin
yoğunlaşmasıyla oluşan gece kondu bölgelerinde amansız bir yaşam kavgası vardı.
Yol yok, su yok. Aileler aç perişandı.
Bu sırada
fabrikalarda patronlar biraz hakkını arayan işçiyi hemen kapının önüne koyuyor
sarı sendikalardan başka sendikalaşma girişimini başlamadan bastırmaya
çalışıyordu. Arkadaşları işten çıkarılan işçiler de arkadaşlarının işe alınması
için yer yer direnişe geçmiş; olaylar gece kondu semtlerine de sıçramış;
oralarda kadın erkek, çoluk çocuk herkes ayaktaydı.
6-7 Eylül
olaylarının yaşandığı sırada özellikle Kazlıçeşme barut fıçısı gibiydi. Hükümet
polis baskısıyla işçilerin artan direnişlerinin önüne geçemiyor, gecekondu
mahallerineyse hiç giremiyordu.
Tam o sıra
tezgahlanan 6-7 Eylül olayları sonrasında ilan edilen Sıkı Yönetimle hükümet yükselen
işçi direnişini bastırmaya çalışmış; ama yine başarılı olamıyordu.
Çünkü Kazlıçeşme’de
başlayan işçi direnişleri İstanbul’un her yerinde; Hasan çavuşun Ankara
asfaltında çalıştığı fabrika başta olmak üzere o taraftaki bütün fabrikalara sıçramıştı.
Ramiz efendinin
evindeyse Kosta eşi Elena oğlu Aleks kızı Eftelya, Elena’nın kardeşi Maria,
kocası Hristo ve çocukları şimdilik hayatlarından memnundu.
Ramiz efendi
teyzesinin hasta olduğu bilgisinin ardına sığınıp üç gün evde konuklarıyla
kaldı. Birol sabahları dolmuşla aşağı iniyor; dolmuşçuluk yaparken akşama kadar
olaylarla ilgili bilgi toplayıp, akşam merakla bekleyen dayısına ve konuklara o
bilgileri anlatıyordu. Ferhat çavuş da her gün kahvesine gidiyor; akşamları da
mutlaka eşiyle Ramiz efendilere geliyordu. Gelirken pazardan aldığı meyve, et
benzeri şeyleri alıp geliyor, Ramiz efendiye konuk ağırlamada yardımcı
oluyordu.
Üç gün sonra akşam
üzeri Ramiz efendi Kosta’ya “ben biraz aşağı ineceğim” deyip izin aldı ve
dolmuşa atlayıp Kadıköy’e geldi.
Ramiz efendiyi
tanıyan dostlarının bazıları gelip ‘teyzesi için’ geçmiş olsun demeye devam
ediyordu.
Ramiz efendinin o günden bu yana yalan duruma çok canı sıkılıyor;
teyzesi için ‘geçmiş olsun’ diyene dalgınlıkla “ne teyzesi?” deyip sonradan
kendini toplayıp üzüntüden kendini dağıttığını söylemek zorunda kalıyor ve bu
durumdan çok rahatsız oluyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder