3 Eylül 2016 Cumartesi

Öykülerle Yolculukta 6-7 Eylül Olayları




Bu sırada Ramiz dayı Temur efendiyle Birol gecikince onları aramaya çıkmayı bile düşünmüştü ki; karşıdan onları görünce rahatladı.

Acelesi “keraat vakti” yaklaşmıştı. Bir an önce onlarla beraber eve gidip Birol’ün kendini Kosta’nın meyhaneye getirmesini isteyecekti. Çünkü Ferhat çavuşla Kosta’nın orada buluşmayı kararlaştırmışlardı ve içkili araba kullanmayı sevmezdi.

Birol arabasıyla gelip onun yanında durdu. Temur efendiyle indiler. Ramiz dayının “nerede kaldınız?” demesine meydan bırakmadan gittikleri köyü Hasan dayıyı onun sohbetini, o köyün Alevi köyü olduğunu ayrıntılı anlattı.

Ramiz dayı Birol’ün anlattıklarını dinleyince biraz hayret etti. Yakında Alevi köyü olduğunu bilmemesine şaşırdı. Çünkü Ferhat çavuş da söylememişti. Halbuki Ferhat çavuş da Sivaslı ve Aleviydi.

İçinden bunu Ferhat çavuşa sormayı geçiriyordu. O sırada akşam postasını satan çocuk bağırarak “Yazıyoor! Atanın Selanik’teki evini yaktıklarını yazıyor!” yanlarından geçiyordu. Ramiz dayının haber dikkatini çekmişti. Çocuğa seslendi. Bir gazete istedi. Çocuk gazeteyi verirken “al abi oku. Rumlar Atanın evini yakmış” diye bilgi veriyordu.

Ramiz dayı çocuğa kızdı. “Sus ortalığı velveleye verme. Nerden biliyorsun Rumların yaktığını. Hem onlar Rum değil Yunanlı” diye çocuğa fırça atınca çocuk biraz çekinmişti “abi bana ne kızıyor. Matbaadan öyle bağırıp gazteyi satmamı istediler” diye kendini savundu.

Bu sırada Ramiz dayı aklından hızla Kosta, Marangoz Hristo ve Kadıköy’deki diğer Rumları geçirdi. Ne zamandan beri zaten huzursuzdular. Şimdi bu haberle fırsatçılar Rumlara saldırabilirdi. Bunları düşününce Birol’e “çalıştır arabayı arkamdan gelin” dedi.

Birol’ün bir şey sormasına fırsat bırakmadan önce Hristo’nun marangoz dükkanına yöneldi. Dükkan kapalıydı. Oradan Kosta’nın meyhaneye yöneldi. Aklında fırsatçıların ilk oraya saldırabileceği gelmişti. Bunu Kosta’ya haber vermeye ve ona meyhaneye kapattırıp kendi evine götürmeyi aklından kuruyordu.

Bu düşünceyle Kosta’nın meyhaneye girdi. Etrafta kimsenin olmadığını görünce rahatlamıştı.

İçerde Kosta ve eşi Elena akşam hazırlığı yapıyordu. Kızı Eftelya ve oğlu Aleks’te onlara yardım ediyordu.

Ramiz efendi arkasından gelen Birol ve Temur efendiyle telaşla meyhaneye girip oranın da boş olduğunu fark edince kendine “ne bu telaş Ramiz efendi?” diye soran Kosta’ya “bırak şimdi sen soruyu. Hadi kapatın dükkanı gidiyoruz” dedi.

Kısaca gazete haberini ve niye telaşlandığını anlattı.

Çok şey anlatmasına gerek yoktu. Çünkü daha gazete haberini verince Kosta ve eşi Elena durumu anlamış telaşlanmıştı.

Onlara merakla bakan kızına ve oğluna “haden çabuk olun. Ramiz efendi ne diyorsa onu yapın” dedi.

Hem Kosta’nın çocukları hem Birol ve Temur efendi bir tehlikenin olduğunu anlamışlardı; ama bu telaşı anlamıyorlardı. Bu sırada Kosta’nın çocukları babalarının verdiği talimatla dolaptaki eti ve diğer bozulacak mezeleri alıp çarçabuk paketlediler.

Ramiz efendi Birol’e “siz Aleks’le gidin Kosta’nın annesini ve babasını alıp bize geçin. Ama ihtiyarları korkutmayın sakın” dedi.

Onun bu duyarlılığı hem Kosta’yı hem Elena’yı çok duygulandırmış ağlamaklı olmuşlardı.

Kosta “sağ ol Ramiz efendi. Her şeyi düsünmüssün” deyince Ramiz dayı “aynını biz de Bulgaryada yaşadık Kosta efendi. Biz de yaşadık bu kaçışları” dedi.

Her şey hazır olmuştu.

Birol, Temur efendi ve Aleks kapıdan çıkarken Ramiz dayı Birol’e aşağıdan bahçelerden taraftan gelip. Kimseyi meraklandırmayın” dedi sonra Kosta’ya “benim ev bahçe içinde. Etrafta bahçeler var. Sizin bizde oluğunuzu kimseler bilmez” diyerek Kosta ve Elena’nın aklındaki son endişeleri de giderdiler.

Kosta ve Elena endişeliydi. Çünkü ‘Onlara saldırmayı düşünenler Ramiz dayının evinde olduklarını bilse oraya da saldırabilirler’ diye düşünüp endişelenmişlerdi.

Ramiz dayı son açıklamayı yaptıktan sonra “hadi müşteri falan gelmeden çıkalım” dedi.

Birol ve Temur efendi Aleksle Kosta’nın eve giderken Elena ve kızı elinde dükkandan aldıklarıyla Ramiz dayının dolmuşa bindiler.

Kosta dolaptan üç dört şişe de şarap ve rakı alıp çıktı. Elindekileri ona şaşkınlıkla bakan Ramiz dayının eline verip kapıyı kilitledi. Sonra kepenkleri indirip onları da kilitledi. Bu sırada daha önce kullandığı “cenaze nedeniyle dükkan bir hafta kapalı” yazan tabelayı kapıya asmıştı.

Ramiz dayının baktığını görünce “ne bakarsın be Ramiz efendi. Doğru değil mi cenazeye gittiğimiz. Kim bilir belkim senin evinden cenazemiz çıkar bizim” deyip arabaya bindi.

Onun bu sözleri Ramiz dayıyı yıllar öncesine götürmüştü. O sıralarda aynı telaşla dükkanını kapatan Birol’ün babası ona ve aile efradına “iyi bakın buraya. Belki bir daha göremeyiz. Yolda 'kim kalır? Kim devam eder?' ancak yüce Allah bilir” demişti. Onun için Kosta’nın sözleri içine işlemişti. Ama beklemenin zamanı değildi. Aceleyle arabayı çalıştırıp evine doğru yıllandı.

Eve vardıklarında daha Birol gelmemişti. Ramiz dayı karısına kısa bir açıklama yapıp bahçenin koca kapısını kapattı ve Kostay’la eşini ve kızını eve buyur etti. Az sona aşağı bahçe kapısından Birol gözüktü. O da bahçeye girince kapıyı kapattı ve evin önüne geldi.

Aleksle birlikte Kostanın babasının ve annesinin arabadan inmesine yardım ettiler ve birlikte eve çıktılar.

O sırada radyoda Şişli ve Taksim’de Rumlara ait ev ve iş yerlerinin yağmalandığı haberleri vardı.

Elena bu haberleri duyunca Şişli’de oturan kız kardeşi ve ailesi aklına geldi. Sessizce ağlıyor Kosta onu teselli etmeye çalışıyordu. Tabi kızı da annesiyle birlikte ağlıyordu.

Geçmişte aynı kaygı ve telaşı yaşamış olan Ramiz dayının ailesi de duruma çok üzülmüş; evin içinde bir matem havası vardı.

Ama Ramiz dayı çok sevdiği dostu Kosta ve ailesini olası tehlikeden kurtarmış olmanın iç huzuru içindeydi. Bu sırada Kosta’nın aklına marangoz Hristo geldi. “Ya Hristo ne yaptı acaba?” deyince Ramiz efendi “sana gelirken onun dükkanına uğradım kapalıydı” dedi ve devam etti. “Onlar Remzi ustanın komşusu. Remiz usta onlara sahip çıkar. Siz sıkmayın canınızı” dedi.

Kosta Ramiz efendinin Hristo’yu da düşünmesine çok duygulanmıştı. Dokunsanız ağlayacaktı. “Çok sağol Ramiz efendi. Her seyi düsünmüssünüz” dedi.

Ramiz efendi “biz dostuz be Kosta. Dostluklar öyle kolay oluşmuyor. Bizde ‘dostluklar pazara kadar değil, mezara kadardır’ diye bir söz vardır” deyince Kosta gülümsedi; ama ortalıkta hala kasvetli bir hava vardı.

Ramiz efendi bu kasvetli havayı dağıtmak “canınızı bu kadar sıkmayın; ucunda ölüm yok be ya. Kendini bilmez birilerinin yaptığı kışkırtıcılıktan başka bir şey değil bu. Hele önce karnımızı bir doyuralım; yarın gider Elena’nın kardeşini ben Şişli’de arar bulurum be ya” dedi.

Bu sırada yukarıdan elinde börek tepsisi ile inip gelen Birol’ün annesi tepsiyi Ramiz efendinin hanımına verirken olayı anlamaya çalışıyordu; kısa sürede Ramiz efendi arkadaşı ve ailesini eve saklamak için getirdiğini fark edince hiç telaşlanmadan konuklara “hoş geldiniz” dedi; sonra “bu telaş niye Allah aşkına?” diye sordu.

Ramiz efendi ablasına olanı biteni kısaca anlatınca Birol’ün annesi ağarmış saçlarının verdiği olgunlukla “hiç endişe etmeyin. Ramiz anlatmıştır; biz bunların daha beterini yaşadık.  Burada size bir şeycikler olmaz” diye konukları teselliye çalışıyordu.

Onun bu sözlerine Elena “öyle dersiniz efendim de; Şişli’de kardeşim ve ailesi var. Yarına kadar kardeşimin ve ailesinin başına kimbilir neler gelecek?” deyince Ramiz efendi “Korkmayın madam. Şişli’de de iyi insanlar vardır. Hem bu saatte karşıya geçmek tehlikeli... Ortalık anacık babacık günü gibi kaynaşıyor. Yarın olsun, hayır olsun. Ablamın söylediği gibi size burada bir şeycik olmaz. Yarın onları da alır geliriz. Üst kat müsait. Burası var. Hep birlikte olayların yatışmasını bekleriz; öyle değil mi abla?” dedi. Onun bu sözlerine Birol’ün annesi ve Kosta’da destek verince Elena biraz yatışmıştı.

O sıra yemek hazırlama telaşındaki Ramiz efendinin hanımı Elena’ya “siz mutfağa buyurun Elena hanım. Yengemle bana orada tarif edin de sizin şu meşhur mezelerden yapalım. Malum Ramiz efendinin keraat vakti” deyince Ramiz efendi ve Kosta gülüştü. Böylece ortaklıktaki sıkıntılı hava azalmıştı.

Elena Ramiz efendinin hanımının ortalığı yatıştırmak ve kendini teselli etmek için bu manevrayı yaptığını anlamıştı. Ortalığı fazla germemek için Ramiz efendinin kardeşi ve hanımıyla mutfağa gitti.

Onların arkasından bakan Kosta “bravo be Ramiz efendi. Yenganım ortalığı çabuk sakinleştirdi; ablanız da çok olgun hanımefendi. Hemen duruma hakim oldu” deyince

Ramiz efendi gözü mutfak kapısındayken ona “ee! Kosta efendi… Ablam ve ben; biz ailecek böyle telaşlara alışkınızdır” dedi. Bütün olan bitene Ramiz efendinin küçük kızı ve oğlu şaşkınlıkla bakıyordu.

Ama aldıkları terbiye gereği büyüklerinin yanında lafa girmiyorlardı.

Küçük kızı mutfağa annesine yardım için gidince arkasından hepsi gülüştü. Kosta “Ramiz efendi bakıyom kizin hamarat olacak maşallah” deyince Ramiz efendi o sıra yanında kendine bakan oğluna sarılıp “ee! Annesi ve halası çok hamarat onlardan görmüş” dedi ve “bu ikisi benim canım” diye devam etti. Birol’ün baktığını görünce “yeğenim de ablamın bana armağanı oğlum kadar sever güvenirim” diye Birol’ün de gönlünü aldı.

Dayısının bu sözleri zaten sarışın beyaz yüzlü olan Birol’ün yüzünü kızartmaya yetmişti.

Bu havada yemek sofrası kurulana kadar Ramiz efendi balkan savaşı sonrası yaşadıkları göç serüvenini en ince ayrıntısına kadar anlattı.

Üç kadının ve Kosta’nın kızının marifetiyle ortaya güzel mezelerle donanmış güzel bir sofra çıkmıştı.

Ramiz efendi “içeriz değil mi Kosta?” deyince Kosta “içeriz be mori. Bu kasveti ancak içki alır” dedi.

Ramiz efendi Elena’nın anne ve babasına baktı ve “izin var mı efendim?” diye sorunca Elena’nın babası biraz hüzünlü “için be oğlum. İçin kasvetinizi dağıtın. Demin dediniz ya ‘yarın ola hayrola’. Yarın her şey geçer insallah” dedi.

Ramiz efendi Elena’nın babasının “insallah” deyişine ve annesinin masum melek gibi yüzüne baktı içi kıyıldı. İçinden “bu memleketin insanları bunlar. Kimin ne hakkı var onları böyle üzüp tedirgin etmeye’ diye geçiriyordu.

Ayrıca bu Selanik işinin de bir sabotaj olduğuna inanıyordu. Çünkü Zeytinburnu’nda dostlarından orada özellikle Kazlıçeşme’de işçilerin ayakta olduğunu; işverenlerin işçileri polis marifetiyle yıldırmak için her gün olay çıkarttıklarını duymuştu.

Menderes hükümeti halkla ters düştükçe sertleşiyordu. Bu Selanik olayı da yeni baskı oluşturmalar için pekala dümen olabilirdi.

Ramiz efendi kendilerinin göçten yaşadıklarını düşünüp bu sonuca varıyordu.

Çünkü onları da Bulgarlar ve Sırplar Balkanlardan kaçırtmak için her gün olay çıkarıp suçu Türklerin üzerine yıkıyor; bu şekilde onların baskı görüp yılmasını sağlamaya çalışıyordu. Osmanlı da o sıra Balkanlarda çok zayıfladığı için yerel yönetimlerin bu olaylar nedeniyle Türkleri suçlamasına seyirci kalıyordu.

Bu Selanik işinin de kokusu yakından çıkacaktı. Ramiz efendi öyle düşünüyordu.

O gece yarısına kadar radyo hep Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını öne çıkarıp İstanbul’un her semtinin ayakta olduğunu; Rumların ev ve işyerlerinin yağmalanıp ateşe verildiğini ve olaylar nedeniyle tutuklananlar olduğunu söylüyordu. Radyo spikerinin ses tonu ve haber veriş biçiminden ‘sanki’ “Rumlar bunu hak etti” gibi bir anlam çıkıyordu.

Yine radyo haberlerinde olayların özellikle Beyoğlu ve Şişli’de yoğunlaştığını söylemesi Elena’nın ve ailesinin paniğe kapılıp üzüntüsünün artmasına neden oluyordu. 

Üzülmekte de çok haklıydılar. Çünkü; o olaylarla ilgili araştırmacı yazar Ayşe Hür’ün araştırmasına göre 6-7 Eylül olaylarında her yer yıkılıp tahrip edilmesi sonucu “Türk basınına göre 11 kişi ölmüştü. Yaralı sayısı resmi rakamlara göre 30 gayri resmi rakamlara 330 dü. Sadece Balıklı Hastanesinde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştü. Resmi rakamlara göre 5300’ü aşkın, gayrı resmi kaynaklara göreyse 7 bine yakın bina saldırıya uğramıştı. En büyük tahribat Beyoğlu’nda yaşanmıştı. Eminönü, Fatih, Şişli, Beşiktaş, Sarıyer, Kadıköy, Adalar, Üsküdar, Bakırköy izlemişti.”

Radyo haberlerinin kasvetli havasında yemeğe başlandı. Ramiz efendinin sakinliği ve söylediği sözler odadaki kasvetli havayı biraz dağıtmıştı. Onun “yarın ben sabahtan gider kardeşine bakarım” demesi Elena’yı biraz teskin etmişti.

Ramiz efendi sabahleyin karşıya Elena’nın kardeşinin akıbetini öğrenmek için giderken yanına kendi eşini alacaktı. Çünkü eşi Elena’nın kardeşiyle daha önce birkaç kere karşılaşmış; yani onu tanıyordu.

Elena da Şişli’de kardeşinin oturduğu apartmanın adını ve apartmanın altındaki Türk bayan kuaförün adını verdi. “O bayan kardesimle çok samimidir” dedi.

Gece ilerleyince Ramiz efendi ve eşi Kosta ve Elena’ya “siz yukarıda ablamgilin misafiri olun. Anne ve babanız yaşlı; yukarı çıkıp yorulmasın. Onları burada ağırlayalım. Eftelya’da bizim küçüklerin odada kalsın. Aleks de Birollerle kalır. Yarın kardeşinizi getirince alt kat, üst kat bir ayarlama yaparız” dedi.

Ramiz efendinin konukları böyle paylaştırması üzerine Birol ve annesi Kosta ve eşini ve Aleksi tabi Temur efendiyi yukarı buyur ettiler.

 Ramiz efendi aşağıda kalan yaşlı anne babaya lavabo ve tuvaletin yerini tarif edip; bir ihtiyaçları olursa mutlaka onları uyandırmalarını tembih ettiler.

Konuklar yattıktan sonra bir süre daha masada eşiyle kalan Ramiz efendi eşine konuklara gösterdiği yakınlık için teşekkür etti ve eşinin sofrayı toplamasına yardım etti. Sabahtan erken kalkmak için odalarına çekilip yattılar.

Bu sırada üst katta odalarında Elena Kosta’ya kardeşi için çok endişelendiğini söylerken Kosta da onu teselli etmeye çalışıyordu.

Alt katta anne ve babası ise olayların şaşkınlığı içinde çaresiz birbirine sarılıp uyudular.

Aleks Birol ve Temur geç saate kadar sohbet etti. Birol Aleks’e hiç korkmayın; burada sizi kılınıza zarar gelmez derken Aleks ona teşekkür etti ve asıl üzüntüsünün annesi, teyzesi ve kuzenleri olduğunu söyledi.

Neden sonra yarın Ramiz efendinin getireceği haberi beklemek üzere yattılar. Birol Temur efendiye “tertip ben yarın dolmuşumla aşağı ineceğim. İstersen sen yat uyu deyince Temur efendi “olmaz ben de geleyim” diyecekti; Aleks’in evde yalnız kalacağı aklına gelince “olur tertip. Biz de Aleksle birlikte laflarız” diye cevap verdi. Temur efendinin bu duyarlılığı hem Birol’ü hem de Aleks’i memnun etmişti. Birlikte vurup kafayı uyudular.

Sabah erkenden kalkan Ramiz efendi ve eşi gitmek için hazırlanırken Birol de kalkıp geldi. Dayısına “dayı ben dolmuşla aşağı inip ne olup bittiğine bakayım. İkimiz de olmazsak millet şüpheye kapılır diye düşündüm. Temur da Aleksle evde kalacak” deyince dayısı Birol’ün bu duyarlılığına “aferin; iyi düşünmüşsün. Onlar ve Eftelya bizim çocuklarla evde vakit geçirir. Beni soran olursa ‘karşıda bir akraba hastalanmış; onu ziyarete gitti dersin. Aşağı inince Ferhat’a uğra. Ona durumu anlat. Onun ağzı sıkıdır. Ayrıca bilmesi de lazım” dedi. Birol “o saatte Ferhat amca orda olur mu?” deyince Ramiz efendi “olur tabi. Kahveyi hep Ferhat kendi açar” diye cevapladı.

Birlikte; iki dolmuş peş peşe yola çıktı. Birol Kadıköy’e inerken Ramiz efendi arabayı Üsküdar Harem’e çevirdi. Oradan arabalı vapurla karşıya geçecekti.

Birol yoldan yolcu alarak Kadıköy’e geldi müşterileri indirdi ve arabasıyla Ferhat’ın kahveye gitti.

Ferhat’ın kahve henüz tenhaydı. Dayısının söylediği gibi kahveyi Ferhat çavuş kendi açmış ve o sıra yedeğe su dolduruyordu. Birol’ü görünce son maşrapayı da yedeğe döktü ve ocağın altındaki ateşin artması için közleri karıştırıp alevlendirdi ve Birol’ün yanına geldi; “yedeğe su koydum; çayı az sonra vereyim” deyip yanına oturdu ve “Ramiz ne yaptı?” dedi.

Birol dayısının tembih ettiği gibi dün olanları anlattı ve “sabah Elene teyzenin kardeşi için karşıya geçti” dedi.

Onu sakince dinleyen Ferhat efendi o sıra gelip selam vererek çay isteyen tanıdık müşterisine “yedek soğuk az sonra veririm” derken Birol’e “öyle mi? Çok üzüldüm. Ramiz çok severdi o teyzesini” dedi. O sıra meraklı tanıdık “hayırdır Ramiz efendinin teyzesine ne olmuş?” deyince Ferhat çavuş “hastalanmış kadıncağız, hastaneye kaldırmışlar. Ramiz de oraya gitmiş de onu diyordum Birol’e” diye cevapladı.

Meraklı tanıdık Birol’e dönüp “geçmiş olsun amcam. Dayına geçmiş olsun dileğimi ilet” dedi ve ileride cam kenarına giderken Birol Ferhat çavuşun sözlerine ve ani manevrasına şaşkınlığını belli etmeden meraklı tanıdığa “çok sağ ol amca. Söylediklerinizi dayıma iletirim” dedi.

Bu sırada meraklı tanıdık ilerideki masasına oturmuş. Yanında oturana Ramiz dayının teyzesinin hastaneye kaldırıldığını söylüyordu.

Böylece Ferhat çavuşun manevrası akşam kadar Ramiz efendinin görünmeyişine merak eden tanıdık herkesin merakını gidermesini sağlamıştı.

Ferhat çavuş yedek kaynayınca kalktı ilerde çay bekleyen altı müşteriye ve iki de kendilerine sekiz çay doldurdu. Bu sırada Birol kalkıp “amca ben götüreyim çayları” deyip müşterilerin çaylarını tepsiye koyup götürünce Ferhat çavuş onun arkasında “Ramiz böyle cevval yeğeni olduğu için çok şanslı” diye geçiriyordu.

Birol çayları verip geldi. Ferhat çavuşla birlikte çayları içtiler. Bu sırada Birol Kosta’nın ve Elena’nın ve Elena’nın anne babasının durumunu anlattı. Ferhat çavuş aynı Ramiz efendi gibi “bu işte hükümetin parmağı vardır. Son günlerde sıkışınca sertleşmeye başladılar. Yakında bu işin kokusu çıkar. Allah vere de çabuk çıksın. Bir ihtiyacınız olursa ben hazırım” dedi. Birol izin isteyip giderken onun ardından yüksek sesle “dayına selamımı ilet. Geçmiş olsun. Bana ihtiyacı olursa haber versin” demeyi de ihmal etmedi.

Onun sesini duyan kahvedeki Ramiz efendiyi tanıyanlar böylece Ramiz efendinin hasta teyzesi için karşıya geçtiğini öğrenmişti ve hiç birinin aklına başka bir şey gelmedi; ama o gün akşama kadar konuşulan Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanması ve İstanbul’daki Rumlar; onlara yapınan saldırı, çoğunun kaçıp gittiği ve tabi ‘Kosta’nın nereye kaybolduğu?’ konuşuldu.

Kadıköy’ün yerli halkı ve Kosta’nın müşterileri “buradaki Rumların o işle ne alakası var?” diye Rumlara yönelik saldırıları eleştiriyordu.

Özellikle iktidardan menfaati olan ve kahveye Anadolu’dan gelen işçilerden kendilerine işçi bulmaya gelen işçi simsarı veya inşaat kalfası vb. kişiler ‘İstanbul’un asıl sakinin Rumlar olduğunu kendilerinin İstanbul’a ‘dün’ geldiğini unutup’ “arsız kiracı mal sahibini evinden kovarmış” atasözünde olduğu gibi “Rumların burada ne işi var? Defolup gitsinler” demeye gelen tepkiler gösterirken Kadıköy’ün yerli halkı özelikle Kosta’nın müşterileri bunlara karşı çıkıp Kosta’nın doğma büyüme Kadıköylü olduğunu savunuyordu.

Bu sırada yine de Kadıköy’de çeşitli yerlerde Rumlara ait ev ve iş yerlerine saldırılar olmuştu. Beyoğlu, Şişli başta olmak üzere Rumların yoğun olduğu diğer semtlerde de saldırılar aratarak devam ediyordu.

Ramiz efendi ve eşi arabalı vapurla karşıya geçtiler. Ramiz efendi eskinden çokça gidip geldiği için Şişli tarafını iyi biliyordu. Bu nedenle Elena’nın verdiği adresi kolay buldu ve arabayı kenara çekti.

Önce Elena’nın kardeşinin evine gitmeyi düşündüler. Ancak radyoda Şişli’de olaylar olduğu söylendiği için önce Elena’nın bahsettiği kuaförü arayıp ondan bilgi almanın uygun olduğunu düşünüp ve kuaförün dükkanını buldular. 

Ramiz efendi arabasıyla kuaförün önüne geldi ve eşine başını yaptırma bahanesiyle kuaföre gidip Elena’nın kardeşinin durumunu öğrenmesini söyledi ve “duruma bak. Kuaför bayan yalnızsa ona Elena’nın kardeşini sor. Bir terslik olursa ben seni arabada bekliyorum” dedi. Eşi onun bu sözleri üzerine arabadan inip kuaföre girdi.

İçeride yalnız kuaför vardı. Ona ‘Elena’nın söylediği ismini söyleyip’ size bakmıştım dedi. Bayan kuaför tanımadığı bir bayanın ismini söylemesinden rahatsız olmuştu; “af edersiniz sizi çıkaramadım” dedi. Ramiz efendinin eşi “sizi bir tanıdık tavsiye etti; karşıdan geliyorum” deyince kuaför gülümseyerek “hangi müşterimmiş beni tavsiye eden?” diye sordu. Ramiz efendinin eşi kuaförün yalnız ve dışarıda eşinin kendini beklemesinin verdiği güvenle “hamfendi size gerçeği söyleyeyim. Biz buraya madam Elena’nın kardeşini aramak için geldik. Elena sizin kardeşinin dostu olduğunu söyledi” dedi.

Onun bu sözleri üzerine rengi atan kuaför itiraz edip tanımadığını söyleyecekti; ama Ramiz efendinin eşi devamla “o madam beni tanır efendim” deyince güven geldi ve rahatladı.

“Hanım efendi. Sizden kuşkulandığım için beni bağışlayın; ama malumunuz olduğu üzere ortalık çok karışık. Madam çocuğu ve eşiyle bana sığındılar” dedi.

Ramiz efendinin hanımı bu sözler üzerine rahatlamıştı. “Öyleyse nerede iseler onları alıp gidelim” deyince kuaför “burada; benim evimde. Kapı da hemen arka tarafta; ama onları nasıl götüreceksiniz? Ortalık çok karışık” dedi. Ramiz efendinin hanımı “dışarıda beyim dolmuşunda bekliyor efendim” deyince Kuaför “o zaman buyurun” deyip arka aralıktaki kapıyı açtı ve “içerideler; siz söyleyin hazırlansınlar. Dışarı sakinken hemen alıp gidin” dedi.

Kapıdan içeri girdiklerinde Elena’nın kardeşi Ramiz efendinin hanımı tanımış ağlayarak ona sarılıyordu. Kuaför “bayanlar sizi almaya gelmiş. Bir an önce hazırlansanız iyi edersiniz” dedi.

Bunun üzerine Elena’nın kardeşi kocası ve çocukları telaşla giyindiler. Gece evlerinden kaçarken yanlarına sadece çok gerekli eşyalarını koydukları iki valizi almışlardı. Onu aldılar ve “o zaman biz hazırız” dediler.

Çabuk dükkana geçtiler ve çabucak kuaföre teşekkür edip vedalaştılar ve süratle dışarıda Ramiz efendinin açtığı kapıdan dolmuşa bindiler. Ramiz efendi ve eşi de binince dolmuşu çalıştırdı.

Arkalarından kendilerine ‘gözü yaşlı’ el sallayan kuaföre el sallarken akıllarında “Acaba bir daha bu semte ve evimize dönebilecek miyiz?” sorusu ve içlerinde doğup büyüdükleri ve tüm zamanlarını geçirdikleri bir semtten kaçarcasına gitmenin acı burukluğu vardı.

Ramiz efendi dolmuşuyla caddeye çıktığında elleri sopalı bir gurubun hemen önlerindeki sokağa girdiğini gördü. Dikiz aynasından bakınca Elena’nın kardeşinin ve kocasının elleriyle yüzlerini saklamaya çalıştığını görünce “lütfen rahat oturun. Öyle yaparsanız dikkat çekersiniz. Hem evelallah beni kimse durduramaz” deyince Elena’nın kardeşinin beyi özür dileyip “haklısınız” dedi ve eşiyle koltuğa geri yaslandılar.

Ramiz efendinin eşi arkaya döndü “korkmayın artık Maria. Ablan sizi çok merak ediyordu görünce çok sevinecek” dedi.

Ramiz efendi de hızla Şişli’den çıkarken “Ayşe doğru söylüyor Madam. Siz dün neler oldu? Onları anlatın isterseniz” deyince eşinden önce Hristo “ah be beyim. Bilseniz ne korkunçtu o anlar” dedi.

Kocası aşağıda çalıştığı pastanede radyodan Selanik olayını öğrenince patronuna eve çıkmak istediğini söylemiş. Patronu da haberi duyunca onun için endişelendiğini söyleyip “aman Hristo kardeşim dikkatli olun. Ne olur olmaz evde kalmayın bugün” dedikten sonra “istersen eşini ve çocukları al gel bize gidelim” demiş. Hristo bey ona teşekkür etmiş “ben hele eve bir çıkayım” demiş.

Burada durdu “zaten kaç zamandır böyle bir söylenti vardı. Bize karşı bir olay çıkarılacağını benim patron birkaç gün önce duymuş” dedi ve devam etti.

Hristo bey eve çıkınca telaşla eşine durumu anlatıp “bu gece evde kalmayalım. Benim patron öyle dedi. İstersen alalım çocukları ona gidelim” deyince eşi telaşla “eyvah. Ama oraya gittiğimizi gören olur. Olmaz” demiş sonra oturdukları apartmanın altındaki kuaförün çok samimi arkadaşı olduğunu söyleyip “ona gidelim” demiş.

Telaşla iki küçük çantaya acil ihtiyaçlarını ve evdeki kıymetli ziynetlerini alıp aşağı inmişler. Apartmandan çıkmadan kuaförün kapısını çalmışlar. Çünkü kuaförün sokağa açılan kapısı dükkanın kapısıymış. Dükkanın içinden ve apartmanın içinden kuaförün evine giriş kapısı varmış.

Kapının zilini iki üç kere çalmışlar. Kuaför o sıra dükkanda bir müşterisinin saçını yapıyormuş. Kapıyı kuaförün küçük kızı açmış. Bunlar hemen içeri girmişler; kendilerine şaşkın bakışlarla bakan kuaförün küçük kızını sakinleştirmişler sonra çocukla birlikte odaya girmişler. Maria kuaförün kızına dükkanda müşteri olup olmadığını sormuş. Müşteri olduğunu öğenince kıza “kim?” diye sormuş. Küçük kızdan müşterinin kim olduğunu öğrenince de rahatlamış. Çünkü o bayanla da çok samimiymiş. Küçük kızdan bu bilgiyi alınca dükkan kısmına geçmiş.

Kuaför onun arkadaki evinin kapısından girip geldiğini görünce merakla bakarken Maria kısaca durumu anlatmış. “Biz bu gece sende misafir olacağız” demiş.

Kuaför bunu duyunca çok heyecanlanmış, telaşla dükkanın dışına çıkıp bakmış; sonra içeri gelmiş. Ona “olur tabi Maria. Başımın üstünde yeriniz var” demiş.

O sıra kuaförde saçını yaptıran bayan da çok telaşlanmış. Çünkü onların kapı komşusu da Rum’muş. Kuaföre “Eyvah; saçım şimdi kalsın. Şimdi benim komşu da zordadır. Ben eve gidip onları evime misafir edeyim” diye telaşla çıkmış.

Kuaför de dükkanı kapatıp Maria’yla eve gelmişler.

Bunu anlatırken Ramiz efendi “peki gece bu evlere saldıranlar kimdi? Tanıyormusunuz?” deyince Maria eşine dönüp “Hristo anlatsın. O daha iyi biliyor” dedi. Bunun üzerine Hristo “yok be beyim. Tanımayız hiç birisini. Bizim sokakta herkes birbirini çok sever. Bizim arkadaslardan çıkmaz öyle serseri” dedi.

Ramiz efendi “peki de; sanırım hep sizin evlere saldırmışlar. Bunu nasıl bilmişler?” deyince Hristo bey “kuaför hanım söyledi. Sabah aşağı indiğinde komşu çerezci var. O soylemis. Saldıranları yüzü maskeli biri tek tek bize ait evleri ve dükkanları göstermis. Yalnız yüzleri maskeli olduğu için kimler olduğunu bilememis” dedi.

Gerçekten de durum öyleydi. (Bu Öykü Yolculuğunda ellilerden başlayarak İstanbul’a Anadolu’dan göç edelerin izinden gidip İstanbul’u anlatırken kurguladığım öykü sürecinde öykü kahramanlarının yaşadığı süreci kendi gerçekliği üzerinde anlatmak istediğim için o gerçekliği yazan kimi kaynaklardan yararlanmaya çalıştım.

Burada araştırmacı yazar Ayşe Hür’ün Radikal’de 6-7 Eylül olaylarını anlatan yazıdan bir bölümünü ‘konuya denk düştüğü için’ olduğu gibi aldım.)





Ayşe Hür’ün yazısında verdiği 6-7 Olayları üzerine doktora çalışması yapan Dilek Güven’in aktardığı bazı tanıklıklar şöyleydi:

“Bir Rum arkadaşımın dükkânının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkânın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. Saldırgan bunun imkânsız olduğunu, çünkü ismin listede olduğunu belirti. Ben de ‘O zaman listede bir hata olmuştur’ dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaralan vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. ‘Bu ev bir Rum’un, şu Ermeni’nin, bu dükkânı yağmalayın, şu eve girin’ vs.”

“Yüksekkaldırım’da bir Yahudi, o kargaşada kendi levhasını bir Türk dükkanının tabelasıyla değiştirdi. Yahudi’nin dükkanına hiçbir şey olmadı ama Türk'ün dükkanı yağmalanmıştı. Sonra Yahudi o komşusuna dedi ki ‘Ne yapalım, senin insanların bunu yaptılar.’ Ama garip hatalar da oluyordu. Benim bir profesör arkadaşım vardı. Muayenehanesinin üzerinde Doçent Dr. diye bir levha yazılmıştı. Doçent kelimesini gayrimüslim bir isim zannedip muayenehanesini tahrip etmişler.”

“Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkanı vardı. Adam Türktü, ama onun da iş yerini yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamları durdurmaya çalıştı.”

“Bizim evimiz, Beyoğlu’ndaki Kalyoncu Sokak’taydı. Şiddet olayları patlak verdiğinde, kapıcı Mehmet, anneme ‘Korkmayın Madam, bizim evde saklanabilirsiniz’ dedi. Eline bir Türk bayrağı aldı dış kapıyı kilitledi ve binanın önünde durdu. İlk saldırganlar geldiğinde onlara burada Rum oturmadığını söyledi ve adamlar gerçekten de evimizi yağmalamadan gittiler. 2. kattaki Madam Katina’yı, 3. kattaki Maria’yı ve 4. kattaki Anton’u korumuş olan Mehmet sonra binadan çıktı. Türk bayrağını bıraktı; eline bir odun parçası aldı ve caddenin karşısındaki gayrimüslimlere ait dükkân ve evlere saldırmaya başladı. Ben onu evimizin penceresinden izleyebiliyordum.”

“Yayamın (annemin) evindeyken orada gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür ve gaz, tuz ve şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti” diye anlatıyor o sıra olanları.



Arabada olayları anlatan Hristo bey de “valla içlerinde ölen arkadaslar bile varmıs” dedi. Onlar böyle konuşurken çocuklar korkuyla annelerine sarılıyordu.

Bunu fark eden Ramiz efendi “geçmiş olsun. Korkmayın artık bişey olmaz” derken dikiz aynasından Hristo beye çocukları işaret etti.

Hristo bey de çocuklarının korkuyla annelerine sarıldığını görmüştü. Onun için sustu. Ramiz efendi çocukların korkusunu almak için “iyi sizin çocuklar benim evi çok sevecek. Kocaman bahçemiz, içinde çeşitli meyve ağaçları var. Orada benim çocuklarla salıncak binerler. ‘Öyle değil mi? Siz de salıncak severmisiniz?” diye çocuklara seslendi.

Ramiz beyin kalın babacan sesle söyledikleri çocukların korkusunu biraz olsun yatıştırmıştı. Onun sorusuna “biz salıncağı çok severiz. Bizim park var. Orda annemiz bize salıncak bindirirdi” deyince Ramiz efendi kahkaha attı “oldu be ya. Benim çocuklar sizi çok sevecek” dedi.

Ondan sonra sohbet ‘havadan sudan’ konulara dönüştü. Bu şekilde Sirkeci’ye geldiler ve dolmuşla arabalı vapura bindiler. ‘Ne olur olmaz?’ diye arabadan aşağı inmediler. Zaten arabaların çoğu kamyondu. Dolmuş kamyonların arasına kaybolmuştu.

Bu şekilde sağ salim Harem’e ulaştılar; oradan “ver elini Fikirtepe” deyip arka yollardan Ramiz efendilerin evine aşağıdan bahçelerin içinden geçip aşağıdaki büyük kapıdan girdiler. Arabanın sesini duyan Elena ve kızı koşarak aşağı indi ve dolmuşun yanına koştular. Elena ve eşi onlara sarıldılar. Hepsi ağlıyordu.

Onlara bakan Ramiz efendi de kendilerinin Balkanlardan göçe mecbur kalıp İstanbul’a geldikleri sırada en son Fikirtepe’de bu bahçeye gelişlerini hatırlamıştı.

O bu duygular içindeyken yanlarına gelen Elena kardeşine sarılıp “ah be Maria sizin için ne çok korktum bilemezsin” dedi. Ramiz efendi gülümseyerek “Madam ben size Şişli’de de iyi insanlar var demiştim. Bak haklı çıktım” dedi. Bunu duyan Elena elinin tersiyle gözünün yaşını silerken “ah be Ramiz efendi. Sizin bu dostluğunuz olmasa ne yapardık” diye ona teşekkür ediyordu.

Birlikte eve doğru yürüdüler. Ramiz efendi ileride Ferhat Çavuşun hanımını gördü “Aysel hanım gelmiş” dedi. Evin önüne varınca Ramiz efendinin hanımı Ferhat çavuşun hanımına “hoş geldin Ayselciğim” dedi.

Aysel hanım “hoş bulduk canım. Birol Ferhat’e durumu anlatınca o da duramamış geldi. Bana ‘git bak. Misafirler kalabalık olursa birazını biz misafir ederiz’ dedi”  diye geliş sebebini açıkladı.

Onu dinleyen Ramiz efendi “tabi be ya. Koca Ferhat sağolsun candır. Ama bizim ev geniş. Bahçede ekmek evi de var. Duruma bakalım; ona göre bir şeyler yaparız. Hele eve bir çıkalım” dedi. Hep birlikte Ramiz eve girdiler.

Onlar eve girerken Hristo beyin çocukları şaşkın bakınıyordu. Ramiz efendinin kızının ve oğlunun kendilerinden oldukça büyük olduğunu görüp büzülmüşlerdi. Ancak Ramiz beyin kızı hemen ablalığa, oğlu da ağabeyliğe soyunmuş çocukları kucaklayıp ağaçların oradaki salıncaklara götürüyordu. Bu sırada arkalarından teyze kızı Eftelya ile teyze oğulları Aleks koşup geldi. Çocuklar onları da görünce üzerlerindeki ürkekliği atıp koşarak salıncaklara bindiler.

Elena ve Maria birbirlerine sarılmış gözleri yaşlı çocuklarının arkasından bakarken Ramiz efendi Hristo’yu eve buyur etti. Birlikte eve girdiler.

Olaylar o gün de özellikle Beyoğlu ve Şişli çevresinde olmak üzere çoğu yerde akşama kadar devam etti. Evlerin ve dükkanların yağmasına devam edildi. Nihayet ertesi gün polis yağmaya katılanlara müdahale etti. Bazılarını tutukladılar.

Ancak yine de olaylar hafta boyunca özellikle gece de devam etti. İzmir başta olmak üzere diğer birçok ilde de benzer durumlar yaşanıyordu. Bir süre sonra hükümet sıkıyönetim ilanına karar vermiş; en sonunda da “bu işte komünist parmağı var” denip içlerinde Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, Nihat Sargın, Kemal Tahir gibi iktidarca komünist diye mimlenenler tutuklanmıştı.

Olayların asıl tertipçileri Ayşe Hür’ün yazısından aldığım bilgiye göre içlerinde kimi CHP milletvekillerinin de olduğu DP milletvekilleriydi. Bunlara yardım edenler “Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) ile Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ydi. KTC Başkanı, Hürriyet gazetesi yazarı ve avukat Hikmet Bil 1952’de Adnan Menderes ve Fuad Köprülü’nün Atina ziyaretinde resmî heyete davet edilecek kadar iktidara yakın biriydi. Yönetim kurulu üyelerinden Kamil Önal ise MAH (dönemin Mit’i) üyesi bir başka gazeteciydi. Cemiyetin diğer önemli isimleri Dr. Hüsamettin Canöztürk, Orhan Birgit, Ahmet Emin Yalman, Dr. Ziya Somer, Nevzat Karagil gibi CHP’ye yakın isimlerdi. Devletin maddi yardımda bulunduğu bu örgütlerle hem DP teşkilatlarının hem de tekstil, şişe-cam, motorlu taşıtlar, deri-kundura, tütün-içki, gemi, su gibi çeşitli işkollarında faaliyet gösteren sendikaların ilginç ilişkileri vardı”

Yine Ayşe Hür’ün araştırmasına göre “bunlardan ayrı olarak bütün gazeteler özellikle o sıra 30.000 civarında trajı olan İstanbul Ekspres gazetesiydi. Bu gazete Selanik olaylarını verirken o kağıt sıkıntısında 300 bin baskı yapmış.

“Olayların biraz öncesinde veya olaylar sırasında İstanbul’da Uluslararası Karşılaştırmalı Hukuk Bilimleri Kongresi, Bizans Tarihçileri Kongresi, Uluslararası Üniversite Dernekleri Kongresi ve Uluslararası Kriminologlar ve Polisler Kongresinin olduğunu unutmak, bu olayı tezgâhlayanların işlediği en büyük hataydı. Çünkü o sırada hükümet ciddi ekonomik sorunlarını çözmek için Dünya Bankası’na ve uluslararası para piyasalarına bel bağlamış durumdaydı ve uluslararası kamuoyunun saygın temsilcileri ve onları izleyen yabancı basın Türkiye’deki vandallığa bizzat şahit olmuşlardı. Yani evdeki hesap çarşıya uymamıştı.

Yunanistan’da yayımlanan Vradini gazetesinin 9 Eylül 1955 tarihli nüshasındaki şu ifadeler iç acıtıcıydı: “Zaman geçer fakat insanlar değişmez. Büyük Kemal; köylü vatandaşlarını medeni insanlar haline sokmak istedi. Fakat bunda muvaffak olamadı. Onlar yine barbar olarak kalmıştır. Kilise yakmak, ev yağma etmek onların milli endüstrisi olarak kalmıştır.”

Sonuç olarak bindirilmiş kıtalarla Rumlara karşı büyük bir terör eylemine girişilmiş. 8 Eylül günü Beyoğlu’ndaki tahribatı yerinde izlemek için İstiklal Caddesinde yürüyen Celal Bayar gördüğü manzara karşısında etrafındakilerin duymasına aldırmadan yanındakilere ‘işi fazla abartmışız’ derken olayın tamamen tezgah olduğunu en üst makam olarak onaylıyordu.”

Bunlardan anlaşılacağı üzere 6-7 Eylül olayları iktidarın düzenlediği bir komploydu. Çünkü; DP iktidarı iktidara gelirken halka yaptığı vaatleri kulak arkası etmiş; etrafında oluşan çıkar çevresiyle özellikle inşaatçı kesimiyle İstanbul’un güzelim doğasının ve tarihinin yağmasına başlamıştı.

İşçi çevrelerine verdiği sendikalaşma hakkını hepten unutmuştu. O sıra Anadolu’dan koşup gelip İstanbul'daki fabrikalarda çalışan haklarını arayacak özgürce kendi seçtikleri sendikalar yerine işverenle anlaşan sarı sendikalara üye olmaya zorlanan işçiler çok kötü koşullarda çok düşük ücrete çalıştırılıyordu. Birçok yerde o düşük ücretleri bile alamayan çok işçi vardı.

İşçilerin yoğunlaşmasıyla oluşan gece kondu bölgelerinde amansız bir yaşam kavgası vardı. Yol yok, su yok. Aileler aç perişandı.

Bu sırada fabrikalarda patronlar biraz hakkını arayan işçiyi hemen kapının önüne koyuyor sarı sendikalardan başka sendikalaşma girişimini başlamadan bastırmaya çalışıyordu. Arkadaşları işten çıkarılan işçiler de arkadaşlarının işe alınması için yer yer direnişe geçmiş; olaylar gece kondu semtlerine de sıçramış; oralarda kadın erkek, çoluk çocuk herkes ayaktaydı.

6-7 Eylül olaylarının yaşandığı sırada özellikle Kazlıçeşme barut fıçısı gibiydi. Hükümet polis baskısıyla işçilerin artan direnişlerinin önüne geçemiyor, gecekondu mahallerineyse hiç giremiyordu.

Tam o sıra tezgahlanan 6-7 Eylül olayları sonrasında ilan edilen Sıkı Yönetimle hükümet yükselen işçi direnişini bastırmaya çalışmış; ama yine başarılı olamıyordu.

Çünkü Kazlıçeşme’de başlayan işçi direnişleri İstanbul’un her yerinde; Hasan çavuşun Ankara asfaltında çalıştığı fabrika başta olmak üzere o taraftaki bütün fabrikalara sıçramıştı.  

Ramiz efendinin evindeyse Kosta eşi Elena oğlu Aleks kızı Eftelya, Elena’nın kardeşi Maria, kocası Hristo ve çocukları şimdilik hayatlarından memnundu.

Ramiz efendi teyzesinin hasta olduğu bilgisinin ardına sığınıp üç gün evde konuklarıyla kaldı. Birol sabahları dolmuşla aşağı iniyor; dolmuşçuluk yaparken akşama kadar olaylarla ilgili bilgi toplayıp, akşam merakla bekleyen dayısına ve konuklara o bilgileri anlatıyordu. Ferhat çavuş da her gün kahvesine gidiyor; akşamları da mutlaka eşiyle Ramiz efendilere geliyordu. Gelirken pazardan aldığı meyve, et benzeri şeyleri alıp geliyor, Ramiz efendiye konuk ağırlamada yardımcı oluyordu.

Üç gün sonra akşam üzeri Ramiz efendi Kosta’ya “ben biraz aşağı ineceğim” deyip izin aldı ve dolmuşa atlayıp Kadıköy’e geldi.

Ramiz efendiyi tanıyan dostlarının bazıları gelip ‘teyzesi için’ geçmiş olsun demeye devam ediyordu. 

Ramiz efendinin o günden bu yana yalan duruma çok canı sıkılıyor; teyzesi için ‘geçmiş olsun’ diyene dalgınlıkla “ne teyzesi?” deyip sonradan kendini toplayıp üzüntüden kendini dağıttığını söylemek zorunda kalıyor ve bu durumdan çok rahatsız oluyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder