3 Eylül 2016 Cumartesi

KURBAN PAYCISI DELİ HAYRİYE

                             


Az önce çıkmıştı Bilal’in kayın validesinin evinden. Oraya pay tembih etmeye girmişti. Ama öyle bir pot kırmıştı ki! Utanmıştı kendisinden ve gerisin geriye dönüp “gardeş sen benim deliliğime ver deminki lafım için” diye özür dilemeye çalışmıştı.

Bilal’in kayınvalidesi şu koca köyde ona en yakın davrananların başında geliyordu. Onun için ettiği laftan çok utanmıştı.

Yoksulluğun yarattığı çaresizliğin gözü kör olsun. O kadar çaresiz kalmasa ‘o lafı edermiydi hiç?’ Boş bulunmuş Bilal’in asker arkadaşı olan oğlu için “ha benim deli oğlan da Bilal gibi şehit olaydı da. Bana mayışıyla bi hayrı dokunaydı” demişti; demişti ama o anda pişman olmuştu ettiği laftan; çıkıp gitmişti kapıdan. Yukarıda yazdığım gibi sonra bu lafından çok pişman olmuş, utanmış geri gelip özür dilemişti.

Gerçi ne kadar özür dilese de “laf ağızdan, mermi namludan çıktıktan sonra ahın vahın para etmediğini bunca geçirdiği ömürde iyi biliyordu ya” neyse.

Zaten Bilal’in kayın validesi olgunlukla “önemli değil gardeş. Ben senin o lafı çaresizlikten ettiğini biliyom” dese de o sıra onları dinleyen Bilal’in oğlunu gücendirdiği için içinden kızmıştı Deli Hayriye’ye. Ama yine de onun çaresizliğini iyi bildiği için anlayış göstermişti.

“Yukarıda Allah var” deli meli; ama Hayriye kadın söylediklerinde çok haklıydı. Çünkü onların da köyün içinde durumları ötekilere göre biraz iyiyse bunu kızının kocasından aldığı şehit maaşına borçluydular. Zaten köyde onlar gibi her yıl rahatlıkla kurban kesen ailelerin içinde kendi kızı gibi kocası şehit olanların aileleri geliyordu.

Gerçi o şehit maaşının başında şehit olan gençlerin ana babasıyla eşleri az kavga etmemişti; ama devlet maaşın çoğunu eşlerine vermişti. Sonra kocası şehit olan kadınların hepsinin kocası askere gitmeden evlendiği için hepsi de eşlerine birer ikişer çocuk emanet bırakmıştı.

Kocası şehit olan eşlerin ‘hiç biri’ şehit maaşı aldıkları için “elin adamının ağzının kokusunu niye çekelim?” diye evlenmemişler; evde edepleriyle oturarak şehit kocalarından aldıkları maaşla kendilerini çocuklarını büyütmeye adamıştı.

Gerçi dul olarak onca yıl yaşamak kolay olmamıştı; ‘ama ne yapalım? Bu da onların kaderiydi.’ Sonra başka adama varıp yarın ahrette şehit olup cennete giden kocalarının kendileri için şefaatinden mahrum olmak da vardı. Kadınların hepsi biraz da bu kaygıyla evlenmemişti. Yani bu dünyaya zaten sıkıntı çekmek için gelmiş gibiydi hepsi. Bir de öteki dünyayı sıkıntıya sokmanın alemi yoktu.

Bu satırları okuyan kimileri “böyle saçma düşünce mi olur?” diye yazdıklarıma tepki duyabilir. Onlar da belki kendi durdukları yerden haklı olabilirler. Çünkü onlar özellikle köy yerinde köylünün ektiğinin diktiğinin zaten para etmediği bir dünyada yoksulluğun insanlarda hangi kaygılarla hangi düşünceleri oluşturduğunu; o düşüncelerin nasıl esiri olduğunu bilmezler.

Hem bilseler de; yani çoğu aslında o yaşamlarla yakından ilgili olsalar da; kestane gibi içinden çıkıp geldikleri yaşamları küçümseyerek kişilik bulmayı seçtikleri için bilmezden gelirler.

Neyse hikayemizin konusu zaten o insanlar değil; köyün belli başlı kurban paycısı Deli Hayriye ve içinde yaşadığı köydekiler.

Gerçekten eskiden herkes iyi kötü kurban kesecek durumda olduğu halde son yıllarda ‘ektikleri diktikleri para etmediği için’ köyde yaşayanların çoğunun durumu bozulmuş; dolayısıyla fitre ve kurban paylarına talibin sayısı artmıştı.

Onun için gedikli fitre ve payları toplayan Deli Hayriye son yıllarda Ramazan’da erkenden fitre toplamaya ve Kurban öncesi pay tembih etmeye çıkar olmuştu.

Gerçi köylü öteden beri Deli Hayriyeyi gözetirdi. Çünkü o ‘bir yerde’ bütün köyün gelini sayılırdı; yani o bu köyden değildi. Tepenin arkasındaki köylerden birindendi.

Kızlığında ilk görüşte aşık olduğu Ali’sine babası vermeyince bir gün nüfus kağıdını ve biriktirdiği paraları koynuna sokup Ali’sinin keçi güttüğü yere gitmiş “bubam beni sene vermecek. Hadi gaçalım” demiş kendi deyimiyle ‘Ali’sini ordan aldığı gibi gaçırmıştı’.

Onun bu hikayesi öyle üç beş satırla anlatılacak gibi değil. Ona aşk hikayesini yazmaya söz verdiğim için tıpkı “Leyla ile Mecnun’un” hikayesinde olduğu gibi uzunca “Hayriye ile Alinin” hikayesi başlığıyla yazıyorum. Şimdi laf denk geldiği için kısaca yazdım.

Yani kocasını kaçırdığı günden beri “deli Hayriye” diye ünlenen Hayriye kadın kocası Aliyi avda vurdukları günden sonra ondan emanet kalan kızı Emine ve oğlu Zeynel’i köylünün de yardımıyla bu köyde bir başına büyütmüştü.

O gün bugün köyde büyükler onu hep kendi gelinleri saydığı için “gelin” diye çağırmış yaşıtları veya kendini bilmez tazeler yüzüne olmasa ardından onun için “deli Hayriye” der olmuşlardı.

Hem zaten deli Hayriye bunu hep bilip durduğu için bir de “atın delisi rahvan, adamın delisi pelifan” olur dendiği için; kendi erkek olmasa da deliliği hep övgü olarak kabul edip kızmamıştı. Zaten yeri geldi mi? ‘bugün Bilal’in kayınvalidesine’ “hayrına bene deli Hayriye demeyola” diye kendi deliliğini kendi söylerdi.

Şimdi de kendinden fitre parasını harçlık olarak alıp giden oğlu Zeynel’in ardından bakarken bunlar aklından geçiyordu. Birden aklına Bilal’in kayınvalidesine “ha benim deli oğlan da esgerde şehit oleydi de mayışı galaydı. Bene bi hayrı dokunurdu” dediği geldi bin pişman oldu “töbe yarabbim. Bin kere töbe. Sen Zeynel’imi bene bağışla” diye tövbeler etti.

Oğlu Zeynel iyiydi hoştu; ama bir işin kulpundan tutmamıştı. Öyle olunca ona koca köyde kız veren olmamıştı.

'Hani evlenip de ona bir torun hediye edeydi; o da eller gibi ‘saçını süpürge edip’ o torununu büyütüp Bilal’in oğlu gibi büyük okullara göndereydi; ya da torun kız olursa onu hayırlı birine vereydi.' 

Hep bunları hayal etmiş; o öfkeyle ilenmişti Zeynel’e. Şimdi olduğu gibi sonra bin pişman olup tövbeler etmişti.

O şaşkınlık ve pişmanlıkla bir süre daha oğlunun ardından baktı. Evine geldi. Fitrelerden kızına ayırdığı para çıkınını aldı. Deli oğlan görüp onu da almasın diye saklamıştı o çıkını. Şimdi öte köyün sığır çobanına kocaya verdiği kızına o parayı vermek için gitmeyi düşünmüştü.

İçerinden bayramlarda giydiği eteğini giydi. Bürgüsünü örtündü; bayramlık lastik pabuçlarını giydi. Eskiden alışkanlığı olduğu gibi ‘yolda karşısına çıkacak itten, puştan’ kendini savunmak için hazır ettiği meşe sopasını eline aldı ve kızının olduğu köye doğru yola düştü.

Bu sırada içinden kızına “bu bayramda pek pay olmayacağını” söylemek geçti. Çünkü kızı ve torunları her kurbanda onun getireceği payları bekliyordu.

O düşüncelerle yürüdü gitti.








3 yorum:

  1. Gerisini merakla bekliyorum!

    YanıtlaSil
  2. Gerisi gelecek canım kızım. Hele siz merak ettikten sonra gerisi mecbur gelecek.:)

    YanıtlaSil
  3. Eğer insanlar; "hayırsız" dediği çocukları için bari "şehit olsa da maaşını alsam” noktasına gelmişlerse... Eğer yönetenler yoksulluğu yok etmeyi; paylarla, sadakalarla dualarla, iftar öğünleri ile çözmeyi düşünüyorlarsa…. Ve eğer yoksul insanlar onurlarını hiçe sayarak, kapı kapı dolaşıp dilenme anlayışına gelmişlerse….

    YanıtlaSil