Selam verip geldi. Yüzü gözü şişmiş, çok öfkeliydi. Belli ki çok derdi vardı. Aylar önceydi. Yine böyle selam verip gelmişti. Oğluna kız isteyeceklermiş; "onun telaşındayız" demişti.
Bu yörenin kadınları genelde dominant olur. Her ne kadar "evin reisi erkek" dense de kadınlar daha baskın olur. Özellikle evliliğin on yılından sonra evin idaresi tümüyle kadına geçer.
Erkek bu duruma biraz dirense de; sonunda kadının egemenliğini kabullenir. Ayrıca bu işine de gelir. Çünkü kadınlar çok anaç olduğundan evin; özellikle maddi sorunlarının hallinde önemli görev üstlenir. Pazar alışverişi, çocukların eğitimini hep kadınlar üstlenir.
Eğer çiftçi veya havyan yetiştiricisi aileyse; o işlerde de sorumluluk da, zahmete katlanmak da hep kadına aittir.
Erkeğin görevi evin görünürde reisi olarak dışarıya karşı eşinin ve çocuklarının güvenliğini sağlamak ve fiziki güç isteyen kimi işlerde kadına yardımcı olmaktır. Yoksa ekmek, biçmek, hayvanlara bakmak, sütlerini sağmak, bu sütleri değerlendirmek hep kadınlara aittir.
Erkekler çoğu zamanlarını adına kahve denilen yalnızca erkeklerin gittiği çeşitli kağıt oyunlarının oynandığı yerlerde geçirir.
Yine bu yörenin erkeğinin bir diğer özelliği de içkiye düşkünlükleridir.
Bu kadın da o tarif ettiğimiz dominant kadınlardandı. Oğlunun evlenme çağı gelince oğluna kız bulmak ona kalmıştı. Oğlunun kiminle evleneceğine o karar vermişti. Ancak soranlara “birbirlerini görmüş beğenmişler, bize de gidip istemek düşer” demişti.
Doğru; oğlu kızı görüp beğenmişti; ama öncesinde bu kadın kendi kafasından üç dört aday belirlemiş ‘beğenmediklerini elemiş’ o kızda karar kılınca da oğluna göstermiş. O garibim de ne yapsın? Evde hep anasının kesip biçmesine alıştığı için anasının gösterdiği kızı almaya kendini mecbur hissetmiş ve “olur beğendim; gidip isteyin” demişti.
İşte o sıralar bu komşusuna misafir gelen kadın olup biteni “bi tamam” komşusuna anlatmıştı.
Komşusu da az dedikoducu değildi. Kadının önünden gidivermiş; diğer aday kızlarda ‘ne kusur bulup da beğenmediğini? Bu kıza nasıl karar kıldığını? Kızla anlaşıp anlaşamayacağını?’ hep sorup öğrenmiş ve kafasının bir yerine not etmişti.
Çünkü bu kadınla ilerde araları açılırsa bu bilgileri kullanacaktı.
O kadın da bunu bildiği halde boş bulunup her şeyi bu komşusuna anlatmış, sonunda düştüğü tuzağı fark etmişti. Yani bu dedikoduları ileride kendine karşı kullanabileceğini sezmişti. Düzeltmek için “yok gardeş; Allah için hepsi iyi gızdı. Sen benim laflara gulak asma. Sen de tanırsın onları. Hem ben onlarla anlaşamacamdan değil, gönlümü bu gız çektiği için bunda garar gıldım. Bilirsin ben çok uyumluyundur. Allah için şu mahallede hiç kötü olduğum kimse yoktur” demişti. O sıralarda saç saça kavga ettiği yan komşusu aklına gelince “gerçi bizim yan gomşuyla azıcık dırlaştık. Yalnız gardeş biliyosun; o da benim adamın adını çıkarmaya kakmıştı. Hem sonra biz onlan barıştık” diyerek durumu kurtarmaya çalışmıştı
Evine geldiği komşusu da onu dinlerken içinden “tabi canım o senin kocana iftira atmıştı. Yoksa senin adam melaike… At bakalım. Senin adamın kırdığı fındık bini aştı” diye geçiriyordu.
Gerçekten kocası çok çapkındı. Yan komşunun dediği doğruydu; ama o kabullenememiş o kadınla kavga etmişti. Sonra eve gelen kocasına bir yığın laf söyleyince de bir güzel dayak yemişti.
Siz şimdi ‘bu kadınlar dominant dedin; ama kocası kadını dövmüş. Bu nasıl dominantlık?’ derseniz sizde biraz haklı sayılırsınız.
Yalnız buradaki kadınların dominantlığı kocalarının tekerine çomak sokmadıkları sürece geçerlidir. Yoksa içkisine, kumarına veya hovardalığına karışınca iş değişir. Hem sonra bunlar erkeğin doğal hakkıdır. Haliyle kimse doğal hakkına karışılmasını istemez. Karışınca da “cıngar” çıkar tabi.
Hem kocalar da eşlerinin ev gezmesine, dedikodusuna, evdeki işlere, evlenecek olanların kesip biçmesine karışmaz. Eğer onlar da bunlara karışmaya kalkarsa kadının tepki hakkı doğar.
Gerçi kadınlar kocalarının yaptığı gibi kocalarının ağzını burnunu dağıtamazlar; ama bir dırdıra başladılar mı? O her şeye bedeldir.
Kocalar da bunu bildikleri için karılarının alanına hiç girmezler. Bunlar yazılı olmayan; hayatın içinde kendiliğinden oluşan anlaşmalardır. Her iki taraf buna uyduğu zaman geçimleri gülüm balım olur.
İşte bu kadın da tek tük kavga veya tartışmanın dışında kocasıyla gül gibi geçinip gidiyordu. O sıralar kendi görev alanına giren oğluna kızma bulma işini tamamlamış, mutluluktan uçuyordu.
Kendine “dur ayol! Öyle çok sevinip belli etme. Sonra gelini almadan şımartacaksın” veya “dur kardeş! Dereyi görmeden paçaları sıvama. ‘Kim geliniyle dünürüyle geçinmiş?’ de sen geçineceksin?” dedikleri zaman da “hı ı kardeş, bildiğin gibi değil. Gelinim lokum gibi. Hele dünürüm sanki kardeşim. Öyle iyi anlaşıyoruz ki! Gören şaşıp kalıyor. Her gün ya ben ordayın, ya onlar bizim evde. Valla düşmanları çatır çatır çatlatıyoruz” demişti.
Neyse; kızı isteme işi bitmiş; sıra nişana gelmişti. Nişan öncesinde geline alınacak takılar gündeme gelince iki dünür ilk atışmasını orada yapmıştı. Bereket kocalar olgun davranıp araya girince evlenme işi daha nişan öncesi bozulmaktan kurtulmuştu.
Yalnız iki kadın dünür bu çatışmayı kafalarına yazmıştı...
Kızın anası içinden oğlanın anasına “hele bi nikah olsun o zaman sen görürüsün hanyayı konyayı. Kızı bir kurarım; oğlunun evine zor giresin sen” diye geçirirken, oğlanın anası da “hele bir nikah olsun; ben senin kızın burnundan bu yaptıklarını fitil fitil getirtmezsem ne olsun” diye içinden kurmuştu; ama konu komşuya bu hırlaşmayı hiç duyurmamışlardı.
Çok meraklı olan şimdi evine geldiği komşu sıkıştırınca “yok canım, azıcık bi pürüz çıktı. İki dünür şıppıdak halettik” diye geçiştirmişti.
İşte böyle bıçaklar bilenmiş olarak düğün günü gelip çatmıştı. Her şey iyi gidiyordu. Burada adet düğün öncesi nikah kıyılır; sonra düğün tutulurdu.
Onlar da çocuklarının nikahını kıymışlar ve oğlanın anası düğün için önceki gün salona girerken dünürünün onu hiç insan yerine koymadığını görünce aklı tepesine çıkmıştı. Gelin olacak da oğluyla salona geldikten sonra hiç ona bakmadan gidip gelin masasına kurulmuştu.
O gece millet dans edip düğünün keyfini çıkarmış: o sıra bu geliniyle anasının çalımından, kendine hiç yüz vermeyişinden dolayı sinirinden neredeyse çatlayacak hale gelmiş, tansiyonu fırlamış zor bela düğünün sonuna getirmişti.
Bir de düğün sonunda gelini alıp oğluyla evine götüreceğini umarken kepaze oğlu ona sormadan karısını balayını götürmeye kalkmaz mı? İşte o zaman olanlar olmuş; her iki kadın dünür daha çalgıcılar oradayken nerdeyse saç saça kavga etmişler kocaları onları zor ayırmıştı.
Bu sırada da oğlu onlar kavga ederken karısını alıp; arabaya atlayıp balayına gidince bu kadın oracıkta bayılmıştı.
Neden sonra evinde gözlerini açmış; sonra karşılaştığı durum karşısında ağlamaktan içini dışına çıkmış, sabahı zor etmişti.
Sabahleyin kocası “dur yahu gelin gelmeden kaynanalığa başladın. Sen benim anama çok mu saygı gösteriyordun?” deyince adeta çıldırmış vaziyette kocasına saldırmıştı. Tabi kocasından bir güzel de dayak yemişti.
Kocası öfkeyle gidince ‘yüzü göz şiş’ dertleşmek için doğru komşusuna koşmuş; komşusuna ‘onun ilerde bunları kendine karşı kullanacağını düşünmeden’ olanı biteni hıçkıra hıçkıra anlatıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder