20 Eylül 2016 Salı

ŞAPLA ŞEKERİ KARIŞTIRMAK YA DA ÇIKINTILIK YAPMAK


“Şapla şekeri karıştırmak” bir deyimdir. Şap ve şeker birbirine renk ve biçim olarak çok benzeyen ancak işlevleri farklı olan maddedir. Birinin yerine diğerinin kullanılması istenmeyen sonuçlar doğurur. Yani herkes ikisi de doğru yerde doğru kullanılınca amaca hizmet eder. Bunun gibi insan davranışlarında veya kimi ifadelerde yersiz yanlışlık arzu edilen sonucu vermediği gibi istenmeyen sonuçlarıyla yarar yerine zarar bile verir.

Çıkıntılık yapmak da benzer anlamda; yersiz ifade ve davranışları anlatan yerel bir deyimdir. Kişiler istenmeyen davranışta bulununca “çıkıntılık yapma” diye uyarılır.

Burada kastedilen çoğunluğa ters düşen davranıştır.
“Peki bu sözlerin yazıya konan resimle ne alakası var?” diye tepki gösterilebilir. Bana göre çok alakası var.

Şortuyla otobüse binen bayana tekme atan kişiye haklı olarak gösteriliyor.

Ancak; sosyal medyadaki haberlere göre bu tepki sanki sadece kadının otobüse şortuyla binmesine tepkiye dönüşüyor gibi. Örneğin kimi erkeklerin şortla otobüse binip tepki gösterdiği veya 25 Eylül’de kadınların belediye otobüslerine şortla binerek bu tekme olayına tepkilerini ifade edeceği; kimilerinin bu tepkilere sosyal medyada “doğru” diye onayladığı görülüyor.

Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerek. Halka “o kadının şortla otobüse binmesi sizce doğru mu?” diye soran bir anket yapılsa halkın ezici çoğunluğunun buna “doğru değil” cevabı vereceği kesindir.

Aynı insanlara “peki o kişinin şort binen bayana tekme atması doğru mu?” diye sorulsa kadının şortla otobüse binmesini yanlış bulanların önemli kesiminin “ona neymiş?” diye tepki vermesi muhtemeldir.

Buradan anlaşılan ‘bir olay doğru anlatılabilirse; doğru sonuç alınacağıdır’

Yani buradan anlaşıldığı gibi; sorun bir bayanın özgürce şortuyla belediye otobüsüne binip binmemesi değil; her hangi bir kişinin bir başkasının özgürlüğünü kaba gücüyle veya başka şekilde müdahale etmesinin doğru olup olmadığıdır.

Bunun doğru tarifi “herkesin kendi sınırları içinde özgür olması; kimsenin kimsenin yaşam biçiminden inancını yaşamasına kadar farklı yaşamasını kimsenin karışamaması ancak bu kişisel özgürlüklerin yasalarla güvence altına alınmasının laiklik olduğudur”

Yani burada öne çıkarılması gereken kadınların şortuyla otobüse binmesi değil; bir bayanın şortuyla özgürce belediye otobüsüne binmesinin; umuma açık yerlerde bulunmasının, başını örtmesi veya örtmemesinin; yani herhangi bir kişinin ötekinin yaşam biçimine karışmamasının yasalarla güvence altına alınmasıdır.

Şortuyla otobüse binen o bayana veya Bornova’da olduğu gibi kıyafetine bakıp bayana saldırılmasının özellikle bayanların toplumdan soyutlanmasını arzulayanların yarattığı siyasi iklim olduğu; bu düşüncenin sonunda başörtülü veya başörtüsüz bütün kadınların özgürlüğünü tehdit edeceği çevremizde devlet yönetiminde dinin etkin olduğu İslam cumhuriyeti tanımlanan devletlerden örnekler vererek anlatılabilir. Orta çağ karanlığında Avrupa’da Hristiyan din adamlarının devlet yönetiminde etkin olduğu dönemlerde de kadının özgürlüğünün kısıtlandığı örnekleriyle anlatılabilir. 

Yani laikliğin İnsan haklarının temel ilkesi olarak kabulüne kadar toplumların özgürlüğünü kısıtlamada öncelik hep kadının özgürlüğünü kısıtlama olduğu.  

Buradan anlaşıldığı gibi toplumun en küçük örneği olan ailede çocuğun eğitiminde; dolayısıyla toplumun geleceğini belirlemede en etkin birey olarak kadının özgürlüğüne müdahale aslında toplumun özgürlüğüne müdahaledir. 

Bu nedenle insanlığın uzun özgürlük mücadeleleri sonucu laiklik anlayışının benimsenme sürecinde kadın, kadının özgürlüğü hep önemli bir argüman olmuştur. 

Burada önemli  olan da bu gerçeğin doğru bir dille anlatılmasıdır.

Ancak o zaman İstanbul’da şortuyla otobüse binen kadına saldıran veya Bornova’da kadına saldıran veya kadının başörtüsü nedeniyle onu aşağılayan düşünce üzerinden mahkum edilebilir.

Burada ancak milyonların alışkanlıkları veya kimi özellikleri doğru gözetilerek onlara doğrular doğru bir ifade ve yaklaşımla anlatılırsa onların desteği sağlanabilir.

Yoksa kimi çıkıntılık ifade eden söz ve davranışlarla doğru olan şeyler halk kitlelerinde yanlış olarak değerlendirilebilir.

Demokrasi mücadelesi ancak milyonların çoğunluğunun katılmasıyla başarıya ulaşır. Yoksa halk kitleleri bugün olduğu gibi ‘olduğu yerde debelenir kalır’ bunun sonuçlarından herkes zarar görür.

Tabi burada öncelikle doğrunun ne olduğunun doğru bilinmesi gerekir… Örneğin laiklik kavramının doğru bilinmesi gerekir…

Bugün laikliği savunan on kişiye “laiklik nedir?” diye sorulsa dokuzunun “laliklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demektir” diye cevap vereceği kesin.

Buradan anlaşılacağı gibi şu anda asıl sorun da budur. Yani laikliğin laikliği savunanlar tarafından bile doğru bilinmemesidir.

Onun için sürekli toplumun inanç değerlerini tartışma, türban takan veya kapalı giyinen kadınların tiye alınması marifetmiş gibi görülüyor.

Oysa merak edip laikliğin ilk olarak toplum tarafından kabul edilerek yaşam biçimine dönüştüğü Fransa veya diğer laikliği içselleştirmiş toplumlarda “laikliğin nasıl anlaşıldığına?” bakılsa kendi yanlışları açıkça görülecektir.

Bugün laiklik deyince “Atatürkçülük” veya “Kemalistlik” diye anlayanlar aslında Mustafa Kemal Atatürk’ü hiç anlamayanlardır. Atatürk’e hakaret etmeyi marifet sananlar da onlarla aynı yanlışta buluşanlardır.

Fransa’da olduğu gibi laik yaşam savunulunca “o bize şimdi uygun değil” zavallılığını gösteren de az değildir. Oysa laiklik İnsan Haklarını temel alan evrensel bir kavramdır. Laik toplumlarda devlet bütün inançlara ve diğer farklılıklara karşı tarafsızdır. Devlet adına kamuya hizmet verenler de tarafsızdır. Yani kamuda hizmet verenler inancını belli eden kıyafet giyemezler; işaret taşıyamazlar.

O ülkelerde bu tarafsızlık; yani devletin tarafsızlığı ve kişisel özgürlükler yasal güvence altına almıştır.

Mustafa Kemal cumhuriyetin kuruluş sürecinde dinin yönetime referans olmasını isteyenlere karşı laik çağdaş toplum anlayışını benimsemiş; Latin alfabesini kabul ettirdikten sonra Millet Mektepleri ve okuma yazma kurslarıyla halkın aydınlanıp tıpkı Fransa ve diğer ülkelerde olduğu gibi laikliğin toplumsal kabule dönüşmesini hedeflemiştir. Ancak bunun gerçekleşmesine ne çabaları ne de ömrü yetmemiş; bütün çabalara karşı 1923 ten sonra dinin yönetimde referans olmasını isteyenlerin ve çıkarları için buna destek olanların mücadelelerine devam etmekten geri kalmayacağını fark edince 1937 yılında laikliği anayasal güvence altına almıştır. Burada yazdıklarım o sürecin çok kısa özetidir. 

Neyse; sonuç olarak yazarsam bugün endişe edilen sürece karşı demokrasi ve kişisel hak ve özgürlükler doğru bir dille halka anlatılıp halkın kabulü ve desteği sağlanmadıkça demokrasi ve demokratik yaşam hep tehdit altında kalacaktır.

Şortla otobüse binen bayana tekme atana tepki olarak bayanların şortlarıyla otobüslere doluşması veya ‘örneğin Diyanetin sonradan sitesinden sildiği 2009 yılında babanın kızına şehvet duymasının olağan olduğunu ifade eden sapık görüşleri örneğinde olduğu gibi’ medyaya bilerek; toplumu tartıştırarak ayrıştırmak için servis edilen absürd paylaşımlara tepki olarak sıradan insanların inanç değerlerini tartışma; kadını giydiği türban vb.  kıyafetleri üzerinden aşağılamak ancak dini siyasete alet etmek isteyenlerin değirmenine su taşımak olur.

Onun için şapla şekeri karıştırmadan, çıkıntılıklardan vazgeçip demokrasi ve demokratik değerlerin savunulması toplumsal geleceğimizi karartma tehlikesine karşı doğru mücadele edilmesi yurttaş sorumluluğu taşıyan herkesin öncelikli görevidir.

Sayfama düşen 'bence şapka şekerin karıştırılması anlamına gelen kimi çıkıntılık ifade eden' şortlu kadına saldırıya gösterilen veya gösterilecek olan tepkiler bende yukarıda yazdığım düşünceleri oluşturdu. 'Farkındayım' yazım biraz uzun oldu; ancak bu konular öyle efe donu gibi kısa kesip atılmıyor; çünkü bu günümüzden çok geleceğimizi çok ilgilendiriyor.


Son yazacağım "bu uzun yazımı okuma zahmetine katlanan herkese kocaman bir MERHABA"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder