“Şapla şekeri
karıştırmak” bir deyimdir. Şap ve şeker birbirine renk ve biçim olarak çok
benzeyen ancak işlevleri farklı olan maddedir. Birinin yerine diğerinin kullanılması
istenmeyen sonuçlar doğurur. Yani herkes ikisi de doğru yerde doğru kullanılınca
amaca hizmet eder. Bunun gibi insan davranışlarında veya kimi ifadelerde yersiz
yanlışlık arzu edilen sonucu vermediği gibi istenmeyen sonuçlarıyla yarar
yerine zarar bile verir.
Çıkıntılık yapmak da
benzer anlamda; yersiz ifade ve davranışları anlatan yerel bir deyimdir. Kişiler
istenmeyen davranışta bulununca “çıkıntılık yapma” diye uyarılır.
Burada
kastedilen çoğunluğa ters düşen davranıştır.
“Peki
bu sözlerin yazıya konan resimle ne alakası var?” diye tepki gösterilebilir.
Bana göre çok alakası var.
Şortuyla
otobüse binen bayana tekme atan kişiye haklı olarak gösteriliyor.
Ancak;
sosyal medyadaki haberlere göre bu tepki sanki sadece kadının otobüse şortuyla
binmesine tepkiye dönüşüyor gibi. Örneğin kimi erkeklerin şortla otobüse binip
tepki gösterdiği veya 25 Eylül’de kadınların belediye otobüslerine şortla
binerek bu tekme olayına tepkilerini ifade edeceği; kimilerinin bu tepkilere sosyal
medyada “doğru” diye onayladığı görülüyor.
Şimdi
eğri oturup doğru konuşmak gerek. Halka “o kadının şortla otobüse binmesi sizce
doğru mu?” diye soran bir anket yapılsa halkın ezici çoğunluğunun buna “doğru
değil” cevabı vereceği kesindir.
Aynı
insanlara “peki o kişinin şort binen bayana tekme atması doğru mu?” diye
sorulsa kadının şortla otobüse binmesini yanlış bulanların önemli kesiminin “ona
neymiş?” diye tepki vermesi muhtemeldir.
Buradan
anlaşılan ‘bir olay doğru anlatılabilirse; doğru sonuç alınacağıdır’
Yani
buradan anlaşıldığı gibi; sorun bir bayanın özgürce şortuyla belediye otobüsüne
binip binmemesi değil; her hangi bir kişinin bir başkasının özgürlüğünü kaba
gücüyle veya başka şekilde müdahale etmesinin doğru olup olmadığıdır.
Bunun
doğru tarifi “herkesin kendi sınırları içinde özgür olması; kimsenin kimsenin
yaşam biçiminden inancını yaşamasına kadar farklı yaşamasını kimsenin
karışamaması ancak bu kişisel özgürlüklerin yasalarla güvence altına
alınmasının laiklik olduğudur”
Yani
burada öne çıkarılması gereken kadınların şortuyla otobüse binmesi değil; bir
bayanın şortuyla özgürce belediye otobüsüne binmesinin; umuma açık yerlerde
bulunmasının, başını örtmesi veya örtmemesinin; yani herhangi bir kişinin
ötekinin yaşam biçimine karışmamasının yasalarla güvence altına alınmasıdır.
Şortuyla
otobüse binen o bayana veya Bornova’da olduğu gibi kıyafetine bakıp bayana
saldırılmasının özellikle bayanların toplumdan soyutlanmasını arzulayanların
yarattığı siyasi iklim olduğu; bu düşüncenin sonunda başörtülü veya başörtüsüz
bütün kadınların özgürlüğünü tehdit edeceği çevremizde devlet yönetiminde dinin
etkin olduğu İslam cumhuriyeti tanımlanan devletlerden örnekler vererek anlatılabilir.
Orta çağ karanlığında Avrupa’da Hristiyan din adamlarının devlet yönetiminde
etkin olduğu dönemlerde de kadının özgürlüğünün kısıtlandığı örnekleriyle
anlatılabilir.
Yani laikliğin İnsan haklarının temel ilkesi olarak kabulüne kadar toplumların özgürlüğünü kısıtlamada öncelik hep kadının özgürlüğünü kısıtlama olduğu.
Buradan anlaşıldığı gibi toplumun en küçük örneği olan ailede çocuğun eğitiminde; dolayısıyla toplumun geleceğini belirlemede en etkin birey olarak kadının özgürlüğüne müdahale aslında toplumun
özgürlüğüne müdahaledir.
Bu nedenle insanlığın uzun özgürlük mücadeleleri
sonucu laiklik anlayışının benimsenme sürecinde kadın, kadının özgürlüğü hep önemli bir argüman olmuştur.
Burada önemli olan da bu gerçeğin doğru bir dille anlatılmasıdır.
Ancak
o zaman İstanbul’da şortuyla otobüse binen kadına saldıran veya Bornova’da kadına saldıran
veya kadının başörtüsü nedeniyle onu aşağılayan düşünce üzerinden mahkum edilebilir.
Burada ancak milyonların alışkanlıkları veya kimi özellikleri doğru gözetilerek onlara
doğrular doğru bir ifade ve yaklaşımla anlatılırsa onların desteği sağlanabilir.
Yoksa
kimi çıkıntılık ifade eden söz ve davranışlarla doğru olan şeyler halk
kitlelerinde yanlış olarak değerlendirilebilir.
Demokrasi
mücadelesi ancak milyonların çoğunluğunun katılmasıyla başarıya ulaşır. Yoksa
halk kitleleri bugün olduğu gibi ‘olduğu yerde debelenir kalır’ bunun
sonuçlarından herkes zarar görür.
Tabi
burada öncelikle doğrunun ne olduğunun doğru bilinmesi gerekir… Örneğin laiklik
kavramının doğru bilinmesi gerekir…
Bugün
laikliği savunan on kişiye “laiklik nedir?” diye sorulsa dokuzunun “laliklik
din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demektir” diye cevap vereceği
kesin.
Buradan anlaşılacağı gibi şu anda asıl sorun da budur. Yani laikliğin laikliği savunanlar tarafından bile
doğru bilinmemesidir.
Onun
için sürekli toplumun inanç değerlerini tartışma, türban takan veya kapalı
giyinen kadınların tiye alınması marifetmiş gibi görülüyor.
Oysa
merak edip laikliğin ilk olarak toplum tarafından kabul edilerek yaşam biçimine
dönüştüğü Fransa veya diğer laikliği içselleştirmiş toplumlarda “laikliğin
nasıl anlaşıldığına?” bakılsa kendi yanlışları açıkça görülecektir.
Bugün
laiklik deyince “Atatürkçülük” veya “Kemalistlik” diye anlayanlar aslında
Mustafa Kemal Atatürk’ü hiç anlamayanlardır. Atatürk’e hakaret etmeyi marifet
sananlar da onlarla aynı yanlışta buluşanlardır.
Fransa’da
olduğu gibi laik yaşam savunulunca “o bize şimdi uygun değil” zavallılığını
gösteren de az değildir. Oysa laiklik İnsan Haklarını temel alan evrensel bir
kavramdır. Laik toplumlarda devlet bütün inançlara ve diğer farklılıklara karşı
tarafsızdır. Devlet adına kamuya hizmet verenler de tarafsızdır. Yani kamuda
hizmet verenler inancını belli eden kıyafet giyemezler; işaret taşıyamazlar.
O
ülkelerde bu tarafsızlık; yani devletin tarafsızlığı ve kişisel
özgürlükler yasal güvence altına almıştır.
Mustafa
Kemal cumhuriyetin kuruluş sürecinde dinin yönetime referans olmasını
isteyenlere karşı laik çağdaş toplum anlayışını benimsemiş; Latin alfabesini kabul ettirdikten sonra Millet Mektepleri ve okuma yazma kurslarıyla halkın
aydınlanıp tıpkı Fransa ve diğer ülkelerde olduğu gibi laikliğin toplumsal
kabule dönüşmesini hedeflemiştir. Ancak bunun gerçekleşmesine ne çabaları ne de
ömrü yetmemiş; bütün çabalara karşı 1923 ten sonra dinin yönetimde referans
olmasını isteyenlerin ve çıkarları için buna destek olanların mücadelelerine
devam etmekten geri kalmayacağını fark edince 1937 yılında laikliği anayasal
güvence altına almıştır. Burada yazdıklarım o sürecin çok kısa özetidir.
Neyse; sonuç
olarak yazarsam bugün endişe edilen sürece karşı demokrasi ve kişisel hak ve
özgürlükler doğru bir dille halka anlatılıp halkın kabulü ve desteği
sağlanmadıkça demokrasi ve demokratik yaşam hep tehdit altında kalacaktır.
Şortla
otobüse binen bayana tekme atana tepki olarak bayanların şortlarıyla otobüslere
doluşması veya ‘örneğin Diyanetin sonradan sitesinden sildiği 2009 yılında babanın kızına şehvet duymasının
olağan olduğunu ifade eden sapık görüşleri örneğinde olduğu gibi’ medyaya bilerek; toplumu tartıştırarak ayrıştırmak için servis edilen
absürd paylaşımlara tepki olarak sıradan insanların inanç değerlerini tartışma;
kadını giydiği türban vb. kıyafetleri
üzerinden aşağılamak ancak dini siyasete alet etmek isteyenlerin değirmenine su
taşımak olur.
Onun
için şapla şekeri karıştırmadan, çıkıntılıklardan vazgeçip demokrasi ve demokratik
değerlerin savunulması toplumsal geleceğimizi karartma tehlikesine karşı doğru
mücadele edilmesi yurttaş sorumluluğu taşıyan herkesin öncelikli görevidir.
Sayfama düşen 'bence şapka şekerin karıştırılması anlamına gelen kimi çıkıntılık ifade eden' şortlu kadına saldırıya gösterilen veya gösterilecek olan tepkiler bende yukarıda yazdığım düşünceleri oluşturdu. 'Farkındayım' yazım biraz uzun oldu; ancak bu konular öyle efe donu gibi kısa kesip atılmıyor; çünkü bu günümüzden çok geleceğimizi çok ilgilendiriyor.
Son yazacağım "bu
uzun yazımı okuma zahmetine katlanan herkese kocaman bir MERHABA"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder