30 Eylül 2016 Cuma

"SEFER USTA" ya da yeni adıyla "HACİ SEFER BEY"

Hikayelerimi okuyanlar bilir. Hemen hepsi gerçek yaşam öyküleri üzerine benim kurguladığım öykü kahramanlarının hikayeleridir.

Yani hikayelerimde “Hangi öykü kahramanı gerçek? Hangisi kurgu?” ben de karıştırıyorum.

Aşağıda hikaye ettiğim “Sefer Usta” ya da yeni adıyla “Haci Sefer bey” de "ÖYKÜLERLE YOLCULUK" başlıklı uzun hikayemdeki kişilerden biri.

Neyse hikaye şöyle.

Sanki bayram arifesi gibi her yerde ‘mıh’ gibi insanlar habire kaynaşıyordu.

Hastafendi onlara bakarken içinden “bu insanların hepsi ayrı bir yerden gelmiş… Ama hepsi doğma büyüme buralı gibi alışkın adımlarla dolaşıyorlar” diye geçirdi.

İstanbul’da hemen herkesin biraz tanıştıktan sonra “aslen nerelisin?’ dediği aklına gelince; gördüğü kalabalığın aslen bir yerlerde doğup, sonradan İstanbul'a geldiğine adeta ikna oldu.

İçinden "acaba içlerinde doğma büyüme insanlar var mı?" diye geçiriyor; etrafta kaynaşan insanlara bakarken 'doğma büyüme İstanbullu olanları' tahmin etmeye çalışıyordu.

Gözünün kuyruğuyla yandaki adama bakınca göz göze geldiler.

Kır saçlı, zayıf yüzü olan, renkli gözlü kendinden oldukça yaşlı bir beydi...

Gülümseyerek bakarken elindeki bastonu işaret edip "ha punu çok erken almışsın eline da!" dedi.

Hastafendi adamın bu sözüne bozulmuştu; ama belli etmeden "ha bunu ele almanın yaşı kaç beyefendi?" deyince kır saçlı adam gülümsemesini hafiften kahkahaya çevirdi "Ne kızaysun yeğenim?" dedi.

Adamın hoş hali Karadeniz şivesi Hastafendinin hoşuna gitmişti.

Gülümseyerek "hastayım; ondan bastonsuz yapamıyorum beyefendi. Anlatabildim mi?" dedi.

O öyle söyleyince adam birden durgunlaştı “kusura kalma yeğenim. Orda öyle dalmış bakaysun da, laf atayum dediydum. Hani konuşmak içun da” dedi.

Bu şekilde sohbet başlamıştı…

Adam Sürmeneliymiş. Adı Sefermiş. Eskiden herkes ona Sefer usta dermiş. Hacıya gidip gelince artık herkes Hacı Sefer beydemeye başlamış.

Bunu söyledikten sonra gülümsedi. “yani senin anlayacuğun kırk yıllık Sefer usta oldi Hacı Sefer bey” dedi.

İstanbul’a altmış iki yılında babasıyla birlikte ailecek gelmişler. 

Yani ‘İstanbulun taşı toprağı altın’ deyip buraya gelen herkes gibi aynı umutlarla gelmişler.

“Gelduk bu pok yiyen yer bakduk ki! Altun maltun yok. Çalışırsan doyaysın, Yoksa acundan kebersen kimse pakmayu” dedi.

Babası inşaat ustasıymış…

Bunlar dört oğlan üç kız kardeşmiş. Oğlanların hepsi baba mesleğini meslek seçmiş. Kız kardeşlerini de hayırlısıyla baş göz etmişler.

“Yani yegen boyle geldik bu pok yiyen yere. Geluş o geluş. Kazık çaktuk ha puraya” dedi.

O bunları anlatınca Hastafendi çıktığı İstanbul yolculuğunda yeni yol arkadaşı bulmanın sevinciyle “siz geldiğinizde İstanbul bu kadar değildi herhalde” diye kışkırtıcı bir laf attı. Aslında İstanbul’un yıl yıl nüfusunu, altmış iki de nüfusun kaç olduğunu biliyordu.

Ama kışkırtması işe yaramıştı. Hacı Sefer veya Sefer Usta o böyle deyince bir şeyler bilip söylemenin heyecanıyla “yok be yegen. İstanbul o zaman ha pu kadar” derken iki avucunu açıp göstermişti. “Ne oldiysa çok sonra oldi. Biz geldiğimizde ha buralar yok idi. Hep bağ bahçeyidi buralar. Zengin evleri varidi. Biz geldik Üsgüdar’a. Orada babamun emice oğli varidi. O karşiladi bizi. Üç beş gün onda kaldik. Ev eve üstünde olmayu. Babam gitti bir ev tutti. Oradan başladuk işe. Önce başkalarının inşaatlarında çalıştuk. Sonra yap sata girduk. Yani mutayit olduk senin anlayacağun. Oyle de kalduk” dedi.

Hastafendi “nerelerde inşaat yaptınız?” diye sordu. O “her yerde. İstanbul bom boş idi. Ankara yolunda fabrika inşaatları varidu. Oradan başladuk işe. Sonralaru Pendik civarında, floryada ha puralarda çok inşaat yaptuk. Benim bu gördiğin çok inşaatta imzam varidur. Yani İstanbul’i biz kurduk desek yalan olmaz da” dedi.

Zaten inşaat tayfasının çoğu Karadenizliymiş. “Bizim insanumuz kurbetçidir. Burada çok hamşerum var” dedi.

Hastafendi "ama İstanbul’da en çok Sivaslı varmış" deyince o gülümsedi "kim saymuşu ki buni da. Doğri bizden sonra o taraftan çok gelen oldi. Amma bana göre İstanbul Karadenizlilerden sorulmali. Çünkü biz kurdik bu şehri" dedi.

Babası hakkın rahmetine kavuşunca kardeşleri birbirinden ayrılmış. “Artıkın hepimiz eyi yüzüci olmuş iduk. Deduk; ‘herkes kendi takasinin kaptanu olsun. Sadece talgada hasar görene yardım edelum.’ Boylece herkes kendi işini kurdi. Hepsi mutayıt oldi. Benim de üç oğlan oldi. İkisunu okuttim. Muyendis oldi. Oteki benim yanumda kaldi. Sonra muyendis olanlar gelince birlikte şirket kurdilar. Penu emeklu ettiler. Oyle oldi” dedi.

Oğlanlar işin başına geçince Sefer Usta ‘almış kariyi gitmiş haciya’

“Boylece Sefer Usta Oldi Hacı Sefer bey” dedi; sonra güldü “beyliği kimi duşürmüş de biz bulduk ki! Ha pu da ellerun yakiştirması da” dedi gülümseyerek.

Hastafendi "niye siz bey olmayacksınız ki? Beylerin kuyruğu kulağı mı varmış ki?" deyince Haci Sefer bastı kahkahayı. Sonra bulundukları yeri fark etti “ula yeğen benu gültürüp maskara ettun da! Amma haklisun da; alacağın yok” dedi gülümsemesine devam ederek.

Hastafendi "Sefer amca onca yıldır İstanbul’dasın ama şiven hiç değişmemiş" deyince o yine bu defa hafif kahkaha attı. “Nasul değişsun ki yegen. Ana dilum da. İnsana anasından iki miras kalur. Piru ana süti, oteki ana dili” dedi.

Sonra devam etti. “Sen şimdu oğlanlar nasıl konuşayu deyicaksun. Ha pak onlar İstanbulca konişir. Neden bileymusun? Kurbet adamun anadilunu unutturur. Ana südi desen şimdu mamalar çıkınca o da bittu. Anladun mu şimdi ne teduğumi?” deyince Hastafendi “valla çok iyi anladım. Dediğin gibi zaman ve mekan her şeyi etkiliyor, değiştiriyor” deyince o "zaman buni eyu mi eddu, yoğusam koti mu? İşte mesala bunda tabi" dedikten sonra çocuklarının aldığı eğitimle dilleri değişse de karakterleri, ahlakının değişmediğini söyledi."“Hepisu yerinde sağolsin. Saygida sevgide hiç kusir işlemezler" dedi.

Çocukları işin başına geçince ona "baba artık senin dinlenme zamanın. Biz işi yürütürüz" demiş. O da "boylece emeklu olmiş."

Evi yukarıda Moda’daymış... Orada kendi evi dışında bir dairesi, bir dükkanı varmış. Onların kirası, bir de bağkur maaşı yetip de artıyormuş. Çocukları kendi kardeşleri gibi ayrılmamış. Birlikte kurdukları inşaat şirketinde çok büyük inşaatlar yapıyorlarmış.

Hastafendi "Sürmene’ye gidip geliyor musun?" deyince "gitmez olurmiyim hiç. Orada kenduma bir ev yaptum da. Kariyle yazları gidip orada kalayruz. Memleket topraği da. İnsan unutamayı. Çocuklara tedum ki kariyle benu olince koye gömün. Topağına hasret kalduğum Süremen’nin olince doyayum taprağina" dedi. O bu sözleri söyleyince Hastafendinin aklına Temur efendinin çocuklarına "beni köyüme gömün" dediği geldi.

Bu sırada karşıdan eşinin mağazadan çıktığını görünce Hacı Sefer’e "amca muhabbet iyiydi. Ama eşimin işi bitmiş. Benim de ilaç zamanı. İzninle kalkacağım" dedi.

Hacı Sefer gülümseyerek "tabi kari dedin mu? Akan sular durur. Buralara yolin düşerise belki yine karşılaşuruz" dedi.

O kendi yoluna, eşinin koluna giren Hastafendi kendi yoluna yürüdü gitti.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder