Merhaba; toplumların demokratik
toplum olarak hukuk güvencesinde barış içinde mutlu refah yaşama kavuşmasının
yolunun toplumsal aydınlanmadan geçtiği bilinen bir doğrudur.
Avrupa toplumunun aydınlanması;
yani Hıristiyan din adamlarının ‘din budur’ dayattığı karanlıktan kurtulması
‘bilindiği gibi’ on dördüncü yüz yılın ortasında matbaa makinesinin icadı ve
kitlesel yayına başlamasıyla birlikte başladı. Avrupa toplumu özellikle eğitim
yoluyla kitapla buluştukça inanç diye dayatılan cehaletin karanlığını yırtarak
bugünkü refah toplumu haline gelmeyi başardı.
Osmanlı İmparatorluğu da aslında
1492 yılında İspanya’dan kaçıp Osmanlıya sığınan Yahudiler vasıtasıyla 1492
yılında matbaayla tanıştı.
Yani Avrupa toplumunda kırk yıl
sonra. Ancak halkın tanışması 1836 yılında oldu.
Çünkü 1492 yılında padişahlar Yahudilere matbaayı ancak gayrı Müslim olanların dilinde yayın yapma şartıyla kullanma izni verdi.
Yani 1492 yılından itibaren
Osmanlı’da matbaa İbranice, Yunanca, Bulgarca, Sırpça, Ermenice yayın basarken
Osmanlının asıl tebası Anadolu halkının dilinde yani Osmanlıca; Türkç, Kürtçe
ve Arapça baskı yapması yasak oldu.
1836 dan sonra Osmanlıca ve
Türkçe kullanıma geçen matbaa da ancak İstanbul çevresindeki varlıklılara
hizmet verdi. Çünkü eğitim olanağı onların vardı. Anadolu yine inanç diye
dayatılan cehaletin karanlığında kaldı.
Sanırım buna neden olan Osmanlının Anadolu beyliklerini yıkarak kurulmasıydı.Yani Osmanlı hep kendini var eden tabanında korkmuştu. Haksız da sayılmazlardı. Çünkü Osmanlıda iktidar mücadelesi yapan şehzadeler hep desteği Anadolu'da yani asıl köklerinde aramıştı.
Onun için ben Anadolu
aydınlanmasının cumhuriyetin kurucu kadrosu içinde uzun tartışma ve mücadeleler
sonunda galip gelen Mustafa Kemal’in 1928 yılında Latin alfabesinin kabulünü
sağlaması ve aynı yıl aynı ayda alınan kararla açılan okuma yazma kursları ve
Millet Mektepleriyle başladığını düşünüyorum.
Tabi bu süreç de çok kolay
başlamadı. Örneğin hilafetin kaldırılmasına ve Latin alfabelerine karşı çıkan
Kazım Karabekir, Cumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi vb. o sıra tolum önderi
olanlar Latin alfabesiyle halkın okuma yazma öğrenmesini olanaksız görüp ‘25-30
yılda tutarsa öpüp başa konması gerekir’ demişti.
Ama Mustafa Kemal ve onun
çabalarına destek veren arkadaşları okuma yazma kursları ve Millet
Mekteplerinin yılda 500 bin kişiye okuma yazma öğretmesini hedeflemiş ve
cumhuriyetin onuncu yılında; yani 1933 yılında yaklaşık iki buçuk milyon kişiye
okuma yazma kursu vererek hedefine ulaşmıştır.
Tabi bu da kolay olmamıştı.
İnanç diye cehaletin karanlığını savunanlar, cumhuriyete düşman olanlar
toplumun her kademesinde direnç göstermiştir aydınlanmaya.
“Millet Mekteplerinden Köy
Enstitülerine Ötekilerin Hikayesi” başlıklı uzun hikayede konu ettiğim bir
kasaba ve 25 köyünde verilen aydınlanma ve eğitim mücdelesi ve çıkan engeller
bütün ülkenin tamamında yaşandı. Yani tamamen kurgu olan o hikaye Anadolu aydınlanması
gerçeğinde bire bir yaşandı.
Hikayenin ilerleyen bölümlerinde
yaşanmış anekdotlarla Köy Enstitülerine giden süreci anlatacağım.
Burada iki anekdotu
paylaşacağım. Henüz tanışma fırsatı bulamadığım sayfa arkadaşım Meral Demirkan
hanımın Köy Enstitüsünün ilk mezunlarından olan babası Köy Enstitüsüne kayıt
olduğu sırada babasının arkadaşları “Mıdık oğlunu bakamadı da oğlanı okutmaya
gönderdi” diye Meral hanımın dedesiyle dalga geçmişler; ama babasının ve
dedesinin eğitim şevkini kıramamışlar.
Köy Enstitüsü mezunu olan
sevgili öğretmenim Neşet Kazanoğlu da kendisinin Köy Enstitüsüne gidişinin
tesadüf olduğunu söylemişti.
O sıra köyün muhtarı olan babası
büyük oğlu Enver’i ortaokul tahsili için şehre göndermiş. Diğer büyük oğlu
Adil’i de evlendirince oğlu Neşet’e “oğlum abelen giddi. Sen okumeve gari.
Köyde bene yardım et” deyince Neşet öğretmen ilkokulu bitirdikten sonra
babasının yanında kalmış. Ancak babası bir yıl sonra vefat edince annesi oğlu
çiftçilikten kurtulsun diye onu terzi çıkarklığına vermiş.
Neşet öğretmen terzinin yanında
geçirdiği dört yılın sonunda o sıra Gönen Köy Enstitüsü dördüncü sınıf
öğrencisi olan köylüsü Hasan Özkan ona “Neşet sen öğretmen okuluna gitsene”
diyor. O da “nasıl olacak? Anam razı gelmez. Hem bende oraya gidece para yok”
deyince Hasan Özkan “ben ananı razı ederim. Yol paranı da ben karşılarım”
diyor. Dediği gibi Neşet öğretmenin anasını razı ediyor ve yol parasını
karşılayıp onu Gönen Köy Enstitüsüne götürüyor.
Neşet öğretmen bana bunu
gülümseyerek anlatırken “sağolsun Hasan Özkan benim öğretmen olmamı sağladı”
demişti.
Yukarıda yazdığım gibi Anadolu
aydınlanması, Anadolu aydınlanmasının ilk fenerleri okuma yazma kursları,
Millet Mektepleri ve Anadolu aydınmasının meşaleleri Köy Enstitüleri, oralarda
köy çocuklarının okuması ve dönüp köylerini aydınlatması öyle çok kolay olmadı.
Yani Osmanlı padişahlarının fermanlarıyla 400 yıl eğitimi yasaklanan Anadolu halkı bugün hala
karanlığa direniyorsa Cumhuriyetin kuruluş yıllarında büyük mücadele ve
özverilerle başlatılan ve yürütülen aydınlanma hamlesinin başarılı etkisinin
sonucudur.
Her zaman öne çıkardığım şey;
toplumsal barışa, huzura ve kalkınmış ülkelerin refah seviyesine ulaşmamızın
yolu toplumsal aydınlanmadan geçer.
Bunun anlayabilmek de ancak
yukarıda özetlediğim süreci doğru anlamaktan geçer.
Bu yazımı sabırla buraya kadar
okuyan herkese buradan kocaman bir MERHABA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder