6 Eylül 2016 Salı

ANADOLU AYDINLANMASININ HİKAYELERİNDEN

Merhaba; toplumların demokratik toplum olarak hukuk güvencesinde barış içinde mutlu refah yaşama kavuşmasının yolunun toplumsal aydınlanmadan geçtiği bilinen bir doğrudur.

Avrupa toplumunun aydınlanması; yani Hıristiyan din adamlarının ‘din budur’ dayattığı karanlıktan kurtulması ‘bilindiği gibi’ on dördüncü yüz yılın ortasında matbaa makinesinin icadı ve kitlesel yayına başlamasıyla birlikte başladı. Avrupa toplumu özellikle eğitim yoluyla kitapla buluştukça inanç diye dayatılan cehaletin karanlığını yırtarak bugünkü refah toplumu haline gelmeyi başardı.

Osmanlı İmparatorluğu da aslında 1492 yılında İspanya’dan kaçıp Osmanlıya sığınan Yahudiler vasıtasıyla 1492 yılında matbaayla tanıştı.

Yani Avrupa toplumunda kırk yıl sonra. Ancak halkın tanışması 1836 yılında oldu.

Çünkü 1492 yılında padişahlar Yahudilere matbaayı ancak gayrı Müslim olanların dilinde yayın yapma şartıyla kullanma izni verdi.

Yani 1492 yılından itibaren Osmanlı’da matbaa İbranice, Yunanca, Bulgarca, Sırpça, Ermenice yayın basarken Osmanlının asıl tebası Anadolu halkının dilinde yani Osmanlıca; Türkç, Kürtçe ve Arapça baskı yapması yasak oldu. 

1836 dan sonra Osmanlıca ve Türkçe kullanıma geçen matbaa da ancak İstanbul çevresindeki varlıklılara hizmet verdi. Çünkü eğitim olanağı onların vardı. Anadolu yine inanç diye dayatılan cehaletin karanlığında kaldı. 

Sanırım buna neden olan Osmanlının Anadolu beyliklerini yıkarak kurulmasıydı.Yani Osmanlı hep kendini var eden tabanında korkmuştu. Haksız da sayılmazlardı. Çünkü Osmanlıda iktidar mücadelesi yapan şehzadeler hep desteği Anadolu'da yani asıl köklerinde aramıştı.

Onun için ben Anadolu aydınlanmasının cumhuriyetin kurucu kadrosu içinde uzun tartışma ve mücadeleler sonunda galip gelen Mustafa Kemal’in 1928 yılında Latin alfabesinin kabulünü sağlaması ve aynı yıl aynı ayda alınan kararla açılan okuma yazma kursları ve Millet Mektepleriyle başladığını düşünüyorum.

Tabi bu süreç de çok kolay başlamadı. Örneğin hilafetin kaldırılmasına ve Latin alfabelerine karşı çıkan Kazım Karabekir, Cumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi vb. o sıra tolum önderi olanlar Latin alfabesiyle halkın okuma yazma öğrenmesini olanaksız görüp ‘25-30 yılda tutarsa öpüp başa konması gerekir’ demişti.

Ama Mustafa Kemal ve onun çabalarına destek veren arkadaşları okuma yazma kursları ve Millet Mekteplerinin yılda 500 bin kişiye okuma yazma öğretmesini hedeflemiş ve cumhuriyetin onuncu yılında; yani 1933 yılında yaklaşık iki buçuk milyon kişiye okuma yazma kursu vererek hedefine ulaşmıştır.

Tabi bu da kolay olmamıştı. İnanç diye cehaletin karanlığını savunanlar, cumhuriyete düşman olanlar toplumun her kademesinde direnç göstermiştir aydınlanmaya.

“Millet Mekteplerinden Köy Enstitülerine Ötekilerin Hikayesi” başlıklı uzun hikayede konu ettiğim bir kasaba ve 25 köyünde verilen aydınlanma ve eğitim mücdelesi ve çıkan engeller bütün ülkenin tamamında yaşandı. Yani tamamen kurgu olan o hikaye Anadolu aydınlanması gerçeğinde bire bir yaşandı.

Hikayenin ilerleyen bölümlerinde yaşanmış anekdotlarla Köy Enstitülerine giden süreci anlatacağım.

Burada iki anekdotu paylaşacağım. Henüz tanışma fırsatı bulamadığım sayfa arkadaşım Meral Demirkan hanımın Köy Enstitüsünün ilk mezunlarından olan babası Köy Enstitüsüne kayıt olduğu sırada babasının arkadaşları “Mıdık oğlunu bakamadı da oğlanı okutmaya gönderdi” diye Meral hanımın dedesiyle dalga geçmişler; ama babasının ve dedesinin eğitim şevkini kıramamışlar.

Köy Enstitüsü mezunu olan sevgili öğretmenim Neşet Kazanoğlu da kendisinin Köy Enstitüsüne gidişinin tesadüf olduğunu söylemişti.

O sıra köyün muhtarı olan babası büyük oğlu Enver’i ortaokul tahsili için şehre göndermiş. Diğer büyük oğlu Adil’i de evlendirince oğlu Neşet’e “oğlum abelen giddi. Sen okumeve gari. Köyde bene yardım et” deyince Neşet öğretmen ilkokulu bitirdikten sonra babasının yanında kalmış. Ancak babası bir yıl sonra vefat edince annesi oğlu çiftçilikten kurtulsun diye onu terzi çıkarklığına vermiş.

Neşet öğretmen terzinin yanında geçirdiği dört yılın sonunda o sıra Gönen Köy Enstitüsü dördüncü sınıf öğrencisi olan köylüsü Hasan Özkan ona “Neşet sen öğretmen okuluna gitsene” diyor. O da “nasıl olacak? Anam razı gelmez. Hem bende oraya gidece para yok” deyince Hasan Özkan “ben ananı razı ederim. Yol paranı da ben karşılarım” diyor. Dediği gibi Neşet öğretmenin anasını razı ediyor ve yol parasını karşılayıp onu Gönen Köy Enstitüsüne götürüyor.

Neşet öğretmen bana bunu gülümseyerek anlatırken “sağolsun Hasan Özkan benim öğretmen olmamı sağladı” demişti.

Yukarıda yazdığım gibi Anadolu aydınlanması, Anadolu aydınlanmasının ilk fenerleri okuma yazma kursları, Millet Mektepleri ve Anadolu aydınmasının meşaleleri Köy Enstitüleri, oralarda köy çocuklarının okuması ve dönüp köylerini aydınlatması öyle çok kolay olmadı.

Yani Osmanlı padişahlarının fermanlarıyla 400 yıl eğitimi yasaklanan Anadolu halkı bugün hala karanlığa direniyorsa Cumhuriyetin kuruluş yıllarında büyük mücadele ve özverilerle başlatılan ve yürütülen aydınlanma hamlesinin başarılı etkisinin sonucudur.

Her zaman öne çıkardığım şey; toplumsal barışa, huzura ve kalkınmış ülkelerin refah seviyesine ulaşmamızın yolu toplumsal aydınlanmadan geçer.

Bunun anlayabilmek de ancak yukarıda özetlediğim süreci doğru anlamaktan geçer.

Bu yazımı sabırla buraya kadar okuyan herkese buradan kocaman bir MERHABA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder