Merhaba; Bugün 10 Aralık Evrensel
İnsan Hakları Günü.
15 Temmuz darbe girişimi
sonrası KHK lerin tüm yaşam biçimimizi şekillendirdiği şu dönemde Evrensel İnsan
Hakları her zamankinden fazla gündemimizi işgal etmesi gerekir diye
düşünüyorum. Bu amaçla aşağıda 2012 yılında durumum olarak İnsan Hakları
Gününde yazıp paylaştığım yazımı burada aynen paylaşıyorum.
Umarım üşenmeden okunur.
Çünkü bana göre bir hakkın savunulması için öncelikle o hakların ne olup
olmadığının doğru olarak bilinmesi gerekiyor. Unutmayalım hayatın hiçbir alanında
kimse kimseye bir hak vermez. Bütün haklar mücadeleyle kazanılmıştır. Tıpkı
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Dünya Halkları tarafından kabulünün
insanlığın uzun mücadeleleriyle sağlandığı gibi…ve bir ülkede İnsan Haklarından bahsedebilmenin ön koşulu da o ülkede demokrasinin egemen olmasıdır.
Yani bir ülkede demokrasi tesis edilmeden İnsan Haklarından bahsetmek bir yerde züğürt tesellisi gibi bir şeydir.
Buradan bakınca İnsan Hakları için mücadelenin demokrasi için mücadeleden ayrı düşünülemeyeceği gerçeği ortaya çıkıyor.
Yukarıda bahsettiğim gibi aşağıda 2012 yılında 10 Aralık İnsan Hakları Günü olarak yazıp paylaştığım yazı bu konuyu ayrıntılı olarak ele alıyor.
10 Aralık
2012 · İNSAN HAKLARI GÜNÜ
Günaydın; bilindiği gibi 10
Aralık 1948 yılında 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Paris'te
yapılan oturumda kabul edildi. Bu bildirge Magna Carte olark bilinir.
Her ne kadar bu bildirinin
hazırlanmasında 2. Dünya savaşına katılan devletlerin katkısı olduğu iddia
edilse de; bu bildirinin Paris'te yapılan bir toplantıda ele alınması, bireyin
özgürlüğünün ve yurttaş haklarının Fransız devrimi sonrası gündeme gelmesi
nedeniyle, asıl etki veya katkının o süreç olduğunun doğrulu inkar edilemez.
Yani bu bildiri sonuçta demokrasi ve aydınlanma için savaşım veren insanlığın
ortak eseridir.
Bu bildiriye göre bütün
insanlar insan hakları yönünden özgür ve eşit doğar. Bu bildiriyle ırk, din,
farklı siyasi görüş veya inanç, maddi durum farkı veya başka hiç farklılıkların
ayrımı kabul edilemez. Herkes bu haklardan eşit olarak yararlanır. İnsanların
çalışma hakları, yaşama hakları, barış içinde yaşama hakkı gibi temel haklar bu
bildiriyle güvence altına çalışılmıştır. Bu bildiri temelde altı maddeden
oluşur.
Türkiye Cumhuriyeti
Birleşmiş Milletler çerçecevesinde bu bildirinin tamamını kabul edip taraf
olduğu; bu maddeler şöyle; 1- Medeni ve Sosyal Haklar sözleşmesi,
2-Ekonomik, Sosyal Haklar Ulusla arası Sözleşmesi, 3- İŞKENCEYE KARŞI SÖZLEŞME,
4- IRK AYRIMCILIĞININ ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ, 5- KADINLARA KARŞI AYRIMCILIĞIN
ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ, 6- ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ.
Türkiye Cumhuriyeti bu
sözleşmeye yıllara göre kademeli olarak taraf olmuştur. Bu konuda aşağıda TMMOB nin
güzel bir çalışması. Onu burada paylaşıyorum. Toplumsal sorunlarla ilgili insanlar
olarak sürekli umutsuzluk pompalamaktan, toplumu Ferhat gibi dağları delme
zorluğuna yöneltme gayretlerinden vazgeçip; İnsan Hakları Bildirgesi diye hiç
dilimizden düşürmediğimiz bu bildirgeyi tümüyle okuyup, “Neyin ne olduğunun?
Nasıl olması gerektiğinin? Bunun için ne yapmak gerektiğinin?” farkına varıp, ö
yönde yoğunlaşmamızı dilerim. Umarım sonuna kadar okuma zahmetine
katlanırsınız. Şimdi okumak zor gelirse, kopyalayıp kaydetmenizi, müsait bir
zamanda incelemenizi öneririm. Bu yöntem iyi sonuç veriyor ?
İnsan haklarının tarihsel
gelişimi İnsan Hakları, insanoğlunun yerkürede ortaya çıkışı kadar eskidir.
Tarihin değişik evrelerinde hak ve özgürlükler değişik biçimlerde dile
getirilmiş ve savunulmuştur. Tarihten öğrendiğimiz ilk insan hakları düzeni
Sümerler‘dedir. İşçi, usta, işveren ilişkisini düzenleyen yazılı tabletler
bunun böyle olduğunu gösteriyor. Biçimi ne olursa olsun egemenliklere karşı, bu
egemenliklerin şiddet, baskı ve sömürüsüne karşı bireysel ya da toplu
direnişler, başka bir deyişle insan hakları mücadelesi de tarih boyunca
kesintisiz devam etmiştir. Spartaküs, Romalı köle tacirlerine, Prometheus,
mitolojik çağın tanrılarından ateşi çalarak tiranlığa karsı insanca
başkaldırarak bu mücadelenin sembolü olmuşlardır.
Yakın çağın bireysel
haklarla ilgili en önemli yazılı belgesi 1215 tarihli MAGNA CARTA (Yüce
Ferman)dır. Kanunsuz tutuklamaları, mala el konmasını, keyfi vergi alınmasını
yasaklamıştır. Yine İngiltere‘de anayasal düzenin temelini atan 1689 tarihli
Yargı Güvenceleri (Bill of Rights) parlamento ve vatandaş haklarını
belirlemiştir.
Thomas Jefferson tarafından
1776‘da yazılan on üç İngiliz sömürgesinin Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi
(Virginia Haklar Bildirgesi) ise eşitliği, politik özgürlükleri, hükümet
edenlerin sorumluluklarını düzenlemiştir. Bu beyanname, hükümetlerin halkın
refahı için varolduğunu, güçlerini halktan aldıklarını belirtir.
Fransa‘da feodalitenin
tasfiye edildiği ve şimdiki anayasal düzenin temelinin atıldığı 1789 Evrensel
İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi özgürlükleri, mülkiyeti ve yasa önünde
eşitliği güvence altına almıştır. Ünlü 16. maddesinde "hakların güvence
altına alınması sağlanmamış, kuvvetler ayrılığı belirtilmemiş bir toplum
anayasadan yoksun sayılır" ifadesi yer almıştır. Bildirge temel hakları
özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve zulme karşı direnme olarak sıralamıştır.
Yirminci yüzyıl ise insan hakları kavramının evrenselleşmesine tanıklık
etmiştir. Bu yüzyılda insan hakları konusunda temel olarak bir evrensel
bildirge ve üç bölgesel insan hakları sözleşmesi üretilmiştir.
İkinci Dünya savaşı
ertesinde yayınlanan 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile
Birleşmiş Milletler, faşizmin insanlık ailesine yaşattığı dramatik deneylerden
ve çektirdiği büyük acılardan sonra sosyalizmin de kazanımlarıyla tarihte yeni
bir dönemin başladığına işaret ediyordu. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile
birlikte BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve BM Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Sözleşmesi Dünya İnsan Hakları Anayasasını oluştururlar. Bildirge
ve sözleşmeleri ile Birleşmiş Milletler insan haklarını koruma ve geliştirmenin
yegane dünya forumunu oluşturur. İnsan hakları BM‘nin çeşitli organlarında
gözetilse de, insan hakları alanında karar üreten asıl organ İnsan Hakları
Komisyonu‘dur. Türkiye‘nin de dahil olduğu 53 ülke temsilcisinden oluşan
komisyonun işkence ile ilgili özel bir raportörü ve merkezi Cenevre‘de bulunan
İnsan Hakları Merkezi bulunmaktadır. Sivil toplum kuruluşları BM‘nin insan
hakları ve benzeri kurumlarında toplantılara katılabiliyor ve görüş
bildirebiliyorlar.
İlk bölgesel sözleşme
Avrupa Konseyi tarafından 3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe konulan ve insan
haklan kurallarının oluşturulması ve uygulanmasında en önemli yeri işgal eden
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir (AİHS). Bu Sözleşmeye bağlı sekiz protokol
imzalanmış ve altısı yürürlüğe girmiştir. Avrupa Konseyi insan hakları alanında
işlev görecek Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Divanı ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi uluslararası düzlemde bağlayıcı kararlar
üreten organlar oluşturmuştur.
1890 yılında oluşturulan
Pan-Amerikan birliği 1948 yılında ABD‘nin imza koymadığı Amerikan Devletleri
Örgütü (OAS) halini aldı. Bu örgütlenme içinde İnsan Hakları Amerikan
Devletleri Arası Komisyonu ve Amerikan Devletleri Arası İnsan Hakları Mahkemesi
oluşturuldu. 18 Temmuz 1978 tarihinde yürürlüğe giren Amerikan Sözleşmesi ve
Amerikan İnsan Hakları ve Ödevleri Beyannamesi, Güney Amerika ve Karayip
adalarında hukuk devleti ve insan haklarına saygıyı sağlama işlevini
sürdürüyor. 82 maddelik sözleşme AIHS ve BM Medeni Haklar Sözleşmesi‘nden izler
taşır.
Avrupa ve Amerika
örgütlenmelerinin ardından üçüncü bölgesel örgüt olarak 3 Eylül 1963 tarihinde
Afrika Birliği Örgütü (ABÖ) yürürlüğe girmiştir. ABÖ Şartı‘nın başlangıç
bölümünde tüm halkların kendi geleceklerini belirlemede devredilemez hakları
vurgulanmıştır. Afrika halklarının özgürlük, adalet, eşitlik ve onurunu zorunlu
hedefler olarak belirlemiş, halklar arasında kardeşlik ve dayanışma ile anlayış
ve işbirliğine değinilmiştir. Barış, güvenlik, bağımsızlık, egemenlik, toprak
bütünlüğüne bağlılık, yeni sömürgeciliğe karşı mücadele, devletlerarası
işbirliği ortak hedefler olarak saptanmıştır. ABÖ, 21 Ekim 1986 tarihinde de
Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi‘ni yürürlüğe koymuştur. Bu
sözleşme medeni ve siyasal hakların yanı sıra, ekonomik ve sosyal haklar ve
halkların haklarına da yer vermiştir. Sözleşme ile birlikte Afrika İnsan ve
Halkların Hakları Komisyonu kurulmuş ancak mahkeme süreci düzenlenmemiştir. 68
madde içeren ve AİHS, BM Medeni Haklar ve yine BM Ekonomik Haklar
Sözleşmelerinden etkiler taşıyan bu sözleşmenin diğerlerinden farkı birinci ve
ikinci kuşak hakların yanı sıra üçüncü kuşak hakları da düzenlemesidir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası
Avrupa sınırlarını belirleme ve Doğu-Batı ilişkilerini geliştirme amacıyla 33
Avrupalı ülke, ABD ve Kanada 1975 yılında Helsinki‘de Helsinki Sonuç Belgesini
imzalayarak Helsinki sürecini bir diğer deyişle Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Konferansı (AGİK) sürecini başlattı. Batı ülkeleri için temel insan haklarının
güvence altına alınması amacını taşıyan süreç, Avrupa‘daki etnik gerilimler,
milliyetçi tartışmalar ve Doğu Avrupa ülkelerinde ve eski Sovyetler Birliği‘nde
demokrasiyi geliştirme gibi konuları da çalışma alanı içine almıştır.
AGİK süreci 1989 Viyana
Belgesine kadar, Helsinki Danışmalarında saptanan üç temel gündem maddesi
üzerinde gelişmiş, Viyana Belgesi ve özellikle Yeni Avrupa için Paris Şartı‘nın
(Kasım 1990) imzalanmasından sonra ise AGIK‘in gündemi önemli ölçüde
değişmiştir. Helsinki Sonuç Belgesi‘nde insan hakları da ele alınmakta ve
"düşünce, inanç, din ve vicdan özgürlüğü de dahil olmak üzere insan
haklarına ve temel özgürlüklere saygı" başlığını taşıyan VII. ilke
çerçevesinde düzenlenmiştir. AGİK süreci Paris Şartı ile birlikte bir görüşme
sürecinden kurumsallaşmış bir yapıya doğru dönüşmeye başlamıştır. AGİK
belgeleri, Sonuç Belgesi‘nden başlayarak insan haklarına ilişkin uluslararası
belgelere göndermede bulunarak katılan devletleri bunlara uymaya ve taraf
olmaya çağırmaktadır. Sonuç belgesi katılan devletlere insan hakları ve temel
özgürlükler alanında BM Anlaşması‘nın amaç ve ilkeleri ile Evrensel Bildirge‘ye
uygun davranma, ayrıca bu alandaki uluslararası bildirge ve anlaşmalarda
tanınan yükümlülüklere uyma üstlenimi getirmektedir. Paris Şartı demokrasiyi,
katılan devletlerin uluslarının tek yönetim biçimi olarak ilan etmektedir,
"ideolojik boyutunu insan haklarının oluşturduğu bu modelin siyasal
temelini özgür seçimler, hukuksal temelini hukuk devleti, ekonomik- temelini de
pazar ekonomisi oluşturmaktadır". AGİK, Eylül 1991 tarihinde Moskova
Belgesi‘ni de yayınlayarak gerektiğinde ciddi insan hakları ihlallerinin olduğu
üye ülkeye inceleme heyeti göndermeyi öngörmüştür. Sekretaryası Prag‘da bulunan
teşkilatın Viyana İhtilaftan Korunma Merkezi, Varşova Demokratik Kurumlar ve
insan Hakları Bürosu gibi kurumları bulunmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının
pek katılamadığı AGİT sürecinde oluşturulan kurumlar, AGİT‘in bakanlar
konseyinin politik yönlendiriciliğinde ve AGİT parlamenterler meclisinin
denetiminde çalışmaktadırlar.
Temel Kişi Hak ve
Özgürlüklerini Güvence Altına Alan Uluslararası Belgelere Göre Hakların Tanımları,
YAŞAM HAKKI; İnsan haklarının en kutsalı, en dokunulmazı
olarak nitelendirilen Yaşam Hakkı, öldürülmeme hakkını ifade eder. Bu devletin,
bir yandan yetki alanı içinde bulunan bireyleri öldürmeme, diğer yandan da
diğer bireyler tarafından öldürülmelerini engelleme yükümlülüğü anlamına gelir.
Uluslararası insan hakları hukukunda birincil sırayı teşkil eden yaşam hakkı
ilkeleri insan hakları kapsamında bir haktır. Bu hak yasayla korunur, hiç kimse
bu haktan keyfi ya da kasıtlı olarak yoksun bırakılamaz, olağanüstü rejim
gerekçesiyle bu hakka aykırı önlem alınamaz. Yasadışı, keyfi ya da seri
infazların ve bunun bir özel türü olan kayıpların da yaşam hakkının devlet
tarafından ağır biçimde çiğnenmesini oluşturduğu kabul edilmektedir.
Birleşmiş Milletler
Evrensel Bildirgesi‘nin 3.maddesi, Türkiye‘nin taraf olmadığı Uluslararası
Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi‘nin 6.1 hükmü ve Türkiye‘nin taraf olduğu
10 Kasım l959 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi‘nin 37/a
maddesi ile Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi‘nin 2/1 maddesi yaşam hakkını
güvence altına alır.
İŞKENCEYİ ÖNLEME; Yalnız
fiziksel bütünlüğe değil, moral ve entellektüel bütünlüğü de ağır biçimde zarar
veren işkence insanlık onuruna karşı bir saldırı olarak nitelendirilmekte ve
uluslararası insan hakları hukukunda hiçbir kural dışılık tanımayan mutlak bir
yasağın konusunu oluşturmaktadır, işkence ile aralarında nitelik değil, derece
farkı bulunan zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı davranış ve cezalar da
işkence gibi mutlak olarak yasaklanmaktadır.
İşkenceyi yasaklamaya
ilişkin belgelerin en eskisi 1215 tarihli Magna Carta Libertatum‘dur. Daha
sonra 1776 tarihli Virginia İnsan haklan Bildirisi ve 1789 Fransız İnsan
Hakları ve Yurttaş Hakkı Bildirisi‘nde de işkenceyi yasaklamaya ilişkin
hükümler yer almıştır. Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi‘nin 5.maddesi, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 2, 3 ve 5.maddeleri, Amerikan İnsan Hakları
Sözleşmesi‘nin 5/2 maddesi işkence yasağı ile yakından ilgili maddelerdir.
Birleşmiş Milletlerin 9
Aralık 1975 tarihli İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi‘ne göre savaş, savaş tehdidi,
iç siyasal istikrarsızlık ya da benzeri diğer olağanüstü haller türünden hiçbir
istisnai koşulun işkenceyi haklı kılmadığı madde 2/2‘de ifade edilmiştir. Bunun
anlamı işkence yasağının olağan ya da olağanüstü olsun her koşulda, rejimde
geçerli olduğudur.
ÖZGÜRLÜK ve GÜVENLİK HAKKI;
Özgürlük hakkı ile kişinin fizik ya da beden özgürlüğü, yani fizik mekan içinde
hareket, yer değiştirebilme serbestisi ifade edilirken, güvenlik hakkı bu
özgürlüğe keyfi olarak karışılmasına karşı korunmayı içerir. Özgürlük ve
güvenlik hakkı, birbiriyle sıkı bağlantılı bir dizi hakkı içermektedir: Kişinin
tutuklanmasının nedenleri ve kendisine yöneltilen suçlamalar hakkında
bilgilendirilme hakkı, tutulma yada tutulmanın yargısal denetimi, diğer bir
deyişle tutulan ya da tutuklanan herkesin derhal yargıç önüne çıkarılarak
yargılanma ya da salıverilme hakkı, tutulma ya da tutuklamanın yasallığının
denetimi, yasaya uygun olmayan tutulma ya da tutuklama için tazminat hakkı
özgürlük ve güvenlik hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi‘nin 5. maddesi kişi özgürlüğüne devletin keyfi müdahalesini
önleme amacına yöneliktir.
ÖZEL YAŞAMA İLİŞKİN HAKLAR;
Temel öğeleri gizlilik ve bağımsızlık olan özel yaşama ilişkin haklar
birbirleriyle bağlantılı bir dizi hak içerir. Bunlar özel yaşamına saygı hakkı,
esas olarak kamusal bir faaliyete ayrılmamış ve üçüncü kişilerin giremediği bir
yaşamı ve buradaki insan ilişkilerini kapsayan, hukuksal düzeyde tanımlanabilir
olmayan çok geniş bir alanı içerir. Uluslararası sözleşmelerde açıkça yer
verilmeyen cinsel yaşam, özellikle cinsel tercihler, ya da kişisel verilerin
korunmasını içerir. Özel yaşama ilişkin hakların kapsamının devlet bakımından
karışmama yükümlülüğü kadar karışmaları önleme ve cezalandırma yükümlülüğüne de
özel bir önem kazandırır. AGİK kapsamında Moskova Belgesi devletin bireyin
kişisel alanına usulsüz ya da keyfi her tür karışmasının demokratik topluma
zarar vereceğini vurgulayarak özel yasamın, aile yaşamının, konutun,
haberleşmenin korunması hakkını doğrulamaktadır.
DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ
HAKKI; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 9 ve 10. maddeleri düşünceyi
açıklama hakkını koruma altına alır. AGİK çerçevesinde Kopenhag Belgesi de
herkesin iletişim hakkı da dahil olmak üzere düşünceyi açıklama özgürlüğü
hakkına sahip olduğunu bildirmektedir (parag. 1). Belgeye göre bu hak,
görüşlerini açıklama özgürlüğü olduğu kadar kamu otoritelerinin karışması
olmaksızın ve sınırlar hesaba katılmaksızın öğreni ve düşünceleri alma ve
aktarma özgürlüğünü de kapsamaktadır. Bu ifade AİHS‘nin ilgili hükmüne
koşuttur.Öte yandan Kopenhag Belgesi, bu özgürlüğün kullanılmasının özel bir
boyutunu da vurgulayarak belgelerin çoğaltılmasına ilişkin her türlü araca
ulaşma ve bunları kullanmaya hiçbir sınır getirilmemesi gerektiğini
bildirmektedir.
ADİL YARGILANMA HAKKI; Adil
yargılanma hakkı, uluslararası sözleşmelerde genel olarak herkesin davasının
yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, makul bir süre
içinde, kamuya açık olarak ve hakkaniyete uygun biçimde görülmesi olarak
düzenlenmektedir. Adil yargılama hakkı, sanık hakları ile suçsuzluk karinesi,
ceza yasalarının geriye yürümezliği gibi ilkelerle sıkı sıkıya bağlantılıdır.
SANIK HAKLARI; Savunmanın
güvenceleri olan sanık hakları, genel olarak suçlamanın nedeninden ve
niteliğinden en kısa zamanda, anladığı bir dilde bilgilendirilme hakkını,
savunmanın hazırlanması için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkını,
sanığın kendini savunma ya da kendi seçeceği bir müdafiin yardımından
yararlanma hakkını, tanıkların dinlenmesinde hak eşitliğini ve sanığın
gerektiğinde bir çevirmenin yardımından ücretsiz yararlanma hakkını
içermektedir.
VATANDAŞLIK HAKKI; Evrensel
Bildirge‘de tanımlandığı üzere, hem bir vatandaşlığa sahip olma, hem keyfi
olarak vatandaşlıktan yoksun bırakılmama, hem de vatandaşlığı değiştirme
haklarını içerir.
TOPLANMA ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI; Toplanma
özgürlüğü hakkı, barışçı ya da silahsız toplantı veya gösteri düzenleme ya da
bunlara katılmayı içerir. Bu hak düşünceyi açıklama özgürlüğü hakkının önemli
gerçekleşme biçimlerinden biridir ve esas olarak siyasi nitelikteki toplantı ve
gösterilere ilişkindir. Paris Şartı‘nda ayrım gözetmeksizin herkesin toplantı
düzenleme özgürlüğünün bulunduğu doğrulanmaktadır.
ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ
HAKLARI; Dernekleşme Hakkı ulusal hukuklardaki biçim koşullarından bağımsız
olarak, siyasi partiler, dinsel topluluklar, ticari ortaklıklar ve sendikalar
da dahil olmak üzere, kamu hukuku kişileri dışındaki her türlü örgütlenmeyi
içerir. Sendikalaşma hakkı çıkarlarını korumak üzere sendikalar kurma ve
bunlara katılma hakkının yanı sıra sendikalara üye olmama hakkını da içerir.
Sendika ile, çalışanların, ortak çıkarlarını temsil eden her türlü örgüt
kastedilmektedir.
SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI; Seyahat
özgürlüğü hakkı içinde dört farklı haktan söz edilmektedir.
l. Bir ülkenin sınırları
içinde dolaşma ve yerleşme;
2. Bir ülkeden ayrılma ve
bir ülkeye girme;
3. Bir ülkeden sınır dışı
edilmeme;
4. Sürgün edilmeme.
HABERLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI;
Türkiye‘nin taraf olduğu BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin 12.
maddesinde özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı kapsamında haberleşme
özgürlüğü zikredilir. "Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya
yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere
maruz kalamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanunla korunmaya hakkı
vardır." Aynı konu AİHS‘nin 8.maddesinde ve Türkiye‘nin taraf olmadığı BM
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi‘nin 1. maddesinde de işlenmiştir.
VİCDAN İTİRAZCILRI; Henüz
haklar listesine girmemiş olmakla birlikte kişisel inançları dolayısıyla
askerlik hizmetinin reddedilmesi bir hak olma yolundadır.
EKONOMİK SOSYAL ve KÜLTÜREL
HAKLAR; Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, 1948 BM Evrensel Bildirgesi‘nin
22-27 maddelerine, 1966/76 Ekonomik/Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası
Sözleşmesi‘ne, 1961 Avrupa Sosyal Antlaşması‘na ve 1954 Avrupa Kültürel
Anlaşması‘na konu olmuştur. Bu hakların anayasal ekseni sosyal adalet, sosyal
refah ve sosyal güvenlik olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik haklar mülkiyet,
sözleşme özgürlüğü ve özel girişim özgürlüğünü, sosyal haklar bireysel
nitelikte çalışma hakkı ve sosyal güvenlik haklarının yanı sıra toplu sözleşme,
grev gibi toplu haklarını içermektedir. BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi halkların ekonomik gelişmelerine kendilerinin serbestçe karar
vermeleri, doğal kaynak ve zenginliklerinin serbestçe kendilerinin işletme ve
kullanma hakları bulunduğunu ifade etmektedir. Kültürel hakların ilk tanımını
veren belge BM Evrensel Bildirge‘dir. Ayrıca UNESCO genel konferansı da 1966
yılında 11 maddelik bir Uluslararası Kültürel işbirliği Bildirgesi kabul
etmiştir. Bu Bildirgede her kültürün saygı görmeye hakkı bulunduğu, her halkın
kendi kültürünü geliştirme hakkı ve bütün kültürlerin insanlığın ortak mirasının
bir parçası olduğu belirtilmektedir. Avrupa Konseyince benimsenen yaklaşıma
göre kültürel farklılıkların korunması ve kültürel bakımdan farklı olma hakkı
demokratik, çoğulcu toplumların ön koşuludur.
KADIN HAKLARI; Kadın
hakları konusundaki en önemli belge Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından
18 Aralık l979 tarihinde kabul edilen "Kadınlara karşı her türlü
ayrımcılığın önlenmesi"ne ilişkin Sözleşmedir. Türkiye bu sözleşmeyi 24
temmuz 1985 tarihinde onaylamış ve 14 Ekim 1985 tarihinde Resmi Gazete‘de
yayınlayarak uygulamaya koymuştur. Sözleşme, taraf devletlerin özellikle
siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda olmak üzere bütün alanlarda
erkeklerle eşit olarak insan hakları ve temel özgürlüklerinden yararlanmalarını
ve bu hakları kullanmalarını garanti etmek amacıyla, kadının tam gelişmesi ve
ilerlemesini sağlamak için yasal düzenleme dahil bütün uygun eylemleri
alacaklarını ifade etmektedir (Madde 3). Türkiye bu sözleşmenin tabiyetin
korunması, kazanılması veya değiştirilmesinde eşit haklar içeren 9.maddenin
birinci fıkrasına, Adalet Divanı‘nın mecburi yargısını kabul etme konusundaki
29. maddenin birinci fıkrasına, medeni haklar bakımından kadınların erkeklerle
benzer hukuki ehliyete sahip olması ve kullanmasını içeren 15. maddesinin 2. ve
4. fıkralarına, ve evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayırımcılığı önlemeye
yönelik 16. maddenin (c),(d),(f) ve (g) fıkralarına çekince koymuştur.
ÇOCUK HAKLARI; Çocuk
Hakları Sözleşmesi, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler genel kurulunda
kabul edilmiş ve 2 Eylül 1990 tarihinde de uluslararası hukuk kapsamında
yürürlüğe girmiştir. Çocuk Hakları Sözleşmesi‘ne göre 0-18 yaş arasında bulunan
her kişi çocuk sayılmaktadır. Çocuk hakları sözleşmesinin temel eksenini
çocuğun yüksek menfaatinin sağlanması ve her türlü suistimale karşı korunması
oluşturur. 54 maddeden oluşan sözleşmenin 6.maddesi "Her çocuğun temel
yaşama hakkına sahip olduğunu" ve çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi
için sözleşmeye taraf devletlerin azami çabayı göstereceğini zikretmektedir.
Madde 37 ise hiçbir çocuğun işkence veya zalimce, insanlık dışı veya
aşağılayıcı muamele ve cezaya tabi tutulmayacağını, hiçbir çocuğun yasadışı ya
da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağını hükme bağlamıştır.
Sözleşme aynı zamanda çocuğun ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya
da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal,
ahlaksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte
çalıştırılmasına karşı korunma hakkının olduğunu da (Madde 32/1) kabul
etmektedir. Türkiye, sözleşmeyi 1990 yılında imzalamasına karşın ancak 1994
yılında 4056 sayılı yasa ile sözleşmeyi onaylamış ve 27.1.1995 tarihinde Resmi
Gazete‘de yayınlayarak uygulamaya Koymuştur. Türkiye, sözleşmenin temel olarak
azınlık haklarıyla ilgili olan ve kendi dilinde, dininde ve kültüründe eğitim
alma hakkını içeren 17, 29 ve 3O. maddeleri hükümlerine çekince koymuştur.
TÜRKİYE‘NİN ULUSLARARASI
SÖZLEŞMELERE GÖRE KONUMU;
Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Belgeleri ve Türkiye
Birleşmiş Milletler
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi‘nde yer alan kişisel ve siyasal haklar
listesi; yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, köleliğin, işkencenin ve
insanlık dışı ceza ve muamelelerin yasaklanması, kişilik hakkı, eşitlik ve
ayrım yasağı, keyfi tutuklama ve sürgün yasağı, doğru yargılama, suçsuzluk
varsayımı ve suç ve ceza kurallarının geriye yürümemesi, özel yaşamın
korunması, mülkiyet hakkı, düşünce, din, toplanma ve dernek hakları, serbestçe
dolaşma ve yerleşme, sığınma, sığınmacı haklarını içermektedir. Demokrasi
ilkesi, bildirgede özgün bir biçimde ifade edilmiştir. Bildirge sadece kişisel
haklara değil (2-21), ekonomik, sosyal ve kültürel haklara da yer vermektedir
(madde 22-27). Bildirgenin 28. maddesi, devletlere iç hukukta uygulama sorumluluğu
getirmektedir. 30. madde ise özellikle devletlerin sınırlama yetkisine bir
sınır getirmekte, sınırlama bahanesi ile özgürlüklerin yok edilmesini
yasaklamaktadır. Evrensel insan hakları kuralları Kişisel ve Siyasal Haklar
(1966) ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar (l 966) Sözleşmeleri‘nde
ayrıntılandırılmıştır. Her iki sözleşmede de halkların kendi durumlarını
belirleme hakkı ve ayrımcılık yasağı (ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi ve
sair düşünce, ulusal veya da toplumsal köken, servet, soy ya da benzer
durumların ayrım nedeni olmaması) ortak hükümler olarak yer almaktadır.
Türkiye, 27 Mayıs 1949 yılında Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi‘ni Resmi
Gazete‘de yayınlamış olmasına rağmen, Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesini imzalamamıştır. Birleşmiş
Milletler, 50‘nin üzerinde kural, ilke, sözleşme, bildirge, statü ve protokole
sahiptir. Türkiye‘nin imzaladığı belgeler ise sadece 17 adettir.
- Birleşmiş Milletler Anlaşması 15 Ağustos 1945 tarihli yasa ile onaylanmıştır.
- İnsan Hakları Everensel Beyannamesi 10 Aralık 1948‘de imzalanmış 6 Nisan 1949‘da yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulu Kararı, bildirgenin yayımından sonra okullarda ve diğer öğretim müesseselerinde okutulması ve yorumlanmasını öngörmüştür
- 25 Mayıs 1959 tarihli Kadınların Siyasi Haklarına Dair Sözleşme - Türkiye 1959
- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (BM
- Birleşmiş Milletler Anlaşması 15 Ağustos 1945 tarihli yasa ile onaylanmıştır.
- İnsan Hakları Everensel Beyannamesi 10 Aralık 1948‘de imzalanmış 6 Nisan 1949‘da yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulu Kararı, bildirgenin yayımından sonra okullarda ve diğer öğretim müesseselerinde okutulması ve yorumlanmasını öngörmüştür
- 25 Mayıs 1959 tarihli Kadınların Siyasi Haklarına Dair Sözleşme - Türkiye 1959
- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (BM
1981 - Türkiye Haziran
1985))
- Jenosit‘in Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme (BM 1948 – Türkiye Mart 1950
- Jenosit‘in Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme (BM 1948 – Türkiye Mart 1950
- Esaretin Men‘i Hakkında
(25 Eylül 1926 tarihli) Mukavelename – Türkiye
8 Haziran 1933- Kölelik,
Köle Ticareti, Köleliğe Benzer Uygulama ve Geleneklerin Ortadan Kaldırılmasına
Dair Ek Sözleşme - Türkiye 6.1.1964
- Mültecilerin Durumuna
Dair Sözleşme – Türkiye 26 Ağustos 1961 - Çocuk Hakları Bildirgesi - BM: 20
Kasım 1989 - Türkiye 1995 - İşkence ve Başka Zalimce İnsanlık dışı ya da Onur
kırıcı Davranış ya da Cezaya Karşı Sözleşme (BM: Haziran l987, Türkiye 25 Ocak
1988)
- Uluslararası Çalışma
Örgütü (ILO) 1948 - (çalışma politikasına ilişkin 122 no.lu sözleşme BM: 1964,
9.11.1976; 87 No.lu ILO sözleşmesi: örgütlenme özgürlüğü; 98 No.lu ILO
sözleşmesi:Sendika kurma ve toplu pazarlık hakkı,
- Tarım İşçilerinin Dernek Kurma ve Birleşme Haklarına Dair 11 Sayılı Sözleşme (24 Ekim 1960, Türkiye 24 Ekim 1960)
- Tarım İşçilerinin Dernek Kurma ve Birleşme Haklarına Dair 11 Sayılı Sözleşme (24 Ekim 1960, Türkiye 24 Ekim 1960)
- Örgütlenme ve Toplu
Pazarlık ilkelerinin Uygulanmasına İlişkin 98 no.lu (ILO) Sözleşme, Sendika
hakkını daha ileri düzeyde gerçekleştirme (18 temmuz 1951 - 8 Ağustos 1951)
- Zorla ya da Zorunlu
Çalıştırma Yasağı BM 17 Ocak 1979 - Türkiye 14 Aralık 1960)
- Çalışma yasasında
ayrımcılığın, özellikle kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması amacıyla
(ILO) tarafından benimsenen Çalışma ve Meslek Bakımından Ayrımcılığa ilişkin
111 no.lu sözleşme (BM: 15 Haziran 1960 - Türkiye: 13 Aralık 1966)
- Erkeklerle kadınların
eşit değerde iş için eşit ücretlendirilmesine ilişkin
100 no.lu sözleşme
(Türkiye: 13 Aralık 1966)
AVRUPA KONSEYİ İNSAN
HAKLARI BELGELERİ ve TÜRKİYE
3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye tarafından 10 Mart 1954 tarihinde onaylanmış ve 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe konmuştur. Usul ve haklar yönünden kurallar içeren sözleşmeye ek 11 protokol bulunmaktadır. Türkiye ölüm cezasının kaldırılmasını içeren 6 no.lu protokolü imzalamamış, 7 no.lu protokolü ise 1985 yılında imzalamış olmasına rağmen Resmi Gazete‘de yayınlamamıştır. Türkiye 29 Ocak 1987 tarihinde komisyona bireysel başvuru hakkını, 22 Ocak 1990 tarihinde de Divanın zorunlu yargı yetkisini tanımış bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye‘nin iç hukukunun temel haklar sistemini tamamlayan uluslararası bir koruma sistemidir. Sözleşme, taraf devletlerin iç hukuka etki bakımından hangi sistemi kabul ettiklerine bakmaksızın, tanıdığı hakların bu devletlerce güvenceye alınmış olması varsayımına dayanmaktadır. Sözleşmenin 60. maddesi. AİHS hükümleri iç hukukta tanınan veya öteki uluslararası belgelerde öngörülen hak ve özgürlükler alanını daraltıcı biçimde yorumlanamaz demektedir. Türkiye 26 Kasım 1987 tarihinde imzaya açılan ve 1 Şubat 1989 tarihinde yürürlüğe giren İşkencenin Önlenmesi Avrupa Sözleşmesi‘ni ilk onaylayan devlet olmuştur (26 Şubat 1988).
3 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye tarafından 10 Mart 1954 tarihinde onaylanmış ve 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe konmuştur. Usul ve haklar yönünden kurallar içeren sözleşmeye ek 11 protokol bulunmaktadır. Türkiye ölüm cezasının kaldırılmasını içeren 6 no.lu protokolü imzalamamış, 7 no.lu protokolü ise 1985 yılında imzalamış olmasına rağmen Resmi Gazete‘de yayınlamamıştır. Türkiye 29 Ocak 1987 tarihinde komisyona bireysel başvuru hakkını, 22 Ocak 1990 tarihinde de Divanın zorunlu yargı yetkisini tanımış bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye‘nin iç hukukunun temel haklar sistemini tamamlayan uluslararası bir koruma sistemidir. Sözleşme, taraf devletlerin iç hukuka etki bakımından hangi sistemi kabul ettiklerine bakmaksızın, tanıdığı hakların bu devletlerce güvenceye alınmış olması varsayımına dayanmaktadır. Sözleşmenin 60. maddesi. AİHS hükümleri iç hukukta tanınan veya öteki uluslararası belgelerde öngörülen hak ve özgürlükler alanını daraltıcı biçimde yorumlanamaz demektedir. Türkiye 26 Kasım 1987 tarihinde imzaya açılan ve 1 Şubat 1989 tarihinde yürürlüğe giren İşkencenin Önlenmesi Avrupa Sözleşmesi‘ni ilk onaylayan devlet olmuştur (26 Şubat 1988).
AVRUPA SOSYAL ANTLAŞMASI; 18
Ekim 1961 tarihinde Torino‘da imzalanan ve 26 Şubat 1965 tarihinde yürürlüğe
giren Avrupa Sosyal Antlaşması, AİHS ile bir bütün oluşturur. Başka bir deyişle
kişisel ve siyasal haklar ağırlıklı AIHŞ, Sosyal Antlaşma ile ekonomik ve
sosyal haklar açısından tamamlanmıştır. Hukuksal açıdan en az AİHS kadar
bağlayıcı olan Avrupa Sosyal Antlaşması dört bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölüm taraf devletlerin etkin bir biçimde gerçekleştirme sözü verdikleri 19 hak
ve ilke sıralar ve bunlar ikinci bölümde ayrıntılı biçimde düzenlenir. Esnek
bir yaklaşım izlenen Sosyal Antlaşma‘da taraf ülkeler birinci bölümde ilan
edilen ilkelerin tümünü uygun araçlarla izleyecekleri amaçların bildirgesi
sayarlar, ikinci bölümde yer alan yedi haktan en az besiyle kendilerini bağlı
sayarlar. Bunlar; çalışma hakkı, örgütlenme hakkı, toplu pazarlık hakkı (grev
hakkı dahil), sosyal güvenlik hakkı, sağlık ve sosyal yardım hakkı, ailenin
sosyal, yasal ve ekonomik korunma hakkı, çalışan göçmenlerin ve ailelerinin
korunma ve yardım görme hakkı olarak sıralanır. Ayrıca taraf devletler ikinci
bölümde yer alan haklardan 10 maddeden veya 45 fıkradan az olmamak koşuluyla
seçecekleri öteki kurallarla da kendilerini bağlayacaklardır. Avrupa Sosyal
Antlaşması Türkiye tarafından 14 Ekim 1989 yılında onaylanmıştır. 19 temel
sosyal haktan altısını tümüyle, ikisini de kısmen onay dışı bırakmıştır. Tamamı
onaylanmayan hükümler çalışma süreleri, dinlenme ve izin hakları, sendikal
örgütlenme hakkı, toplu pazarlık hakkı, çalışan kadınların hakları, özürlülerin
hakları. Bunların dışında ücretle ilgili 4. ve çalışan çocuklarla ilgili 8.
maddelerin bazı fıkraları da onay dışında tutulmuştur.
TÜRKİYE‘DE YAŞANAN İNSAN
HAKLARI SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
- Temel uluslararası
sözleşmelere taraf olmasına‘ rağmen Türkiye‘de insan haklarının geliştirilmesi
konusunda hiçbir ciddi çabaya girilmediği gözlenmektedir. Tam tersine bir çok
konuda insan hakları ihlallerinin sistematik ve yoğun olarak sürdürüldüğü bir
gerçektir. Bu durum gerek Türkiye‘deki gerekse uluslararası insan hakları
savunucuları tarafından izlenmekte ve belgelenmektedir.
- İhlallerin sistematik
olarak sürdürülmesinin en önemli dayanağı kişi temel hak ve özgürlüklerini
sınırlamayı asıl, özgürlüğü istisna haline getiren ve kutsal devlet anlayışını
her şeyin önüne çıkaran 1982 Anayasası ve bu anayasadan güç alan antidemokratik
kurumlaşmadır.
- 1995 yılında yapılan
değişikliklere karşın bu anayasada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi denetim
sisteminde yer almamızın bir sonucu olarak sözleşmeye aykırı maddeler halen
bulunmaktadır.
1. Yargıya başvuru yolunu kapatan
anayasal hükümler (Maddeler: 105, 125, 159, 129/3 ve Geçici 15. madde)
2. Yargıcın yetkisini
sınırlayan kurallar (Maddeler 152/3-125/6)
3. Antidemokratik temel hak
kuralları (Maddeler: 87, 26/3, 28, 30, 24/4, 42)
- Olağanüstü yönetim
usulleri başlığı altında yapılan düzenlemeler yönetime tanınan yetkilerin
genişletilmesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını beraberinde
getirmiştir. Bu durum olağan dönemlere de yansıtılmış, baskıcı olağanüstü dönem
fiili olarak devam ettirilmiştir.
- Türkiye‘de yaşam hakkı
güvence altına alınmamıştır. Bunun en önemli kanıtı ölüm cezasının halen ilga
edilmemiş olması ve AİHS‘nin konuyla ilgili ek 6 nolu protokolünün imzalanmamış
olmasıdır. Faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve kayıpların halen sürmesi
de kişinin yaşam hakkının korunmadığının kanıtlarıdır.
- Yasaklanmış olmasına
rağmen gerek sorgulama sırasında gerekse cezaevlerinde işkencenin sistematik
olarak sürüyor olması, işkence yapanlara karşı yargının işletilememesi bir yana
işkencecilerin ödüllendiriliyor olması, kötü muamelenin önlenmemesi, ihlallerin
münferit olay bağlamında değerlendirilmesi de kişi temel hak ve özgürlüklerinin
Türkiye‘de güvence altına alınmadığının en açık kanıtıdır. Bu taraf olunan
uluslararası sözleşmelerin de ihlali anlamına gelmektedir. Devlet Güvenlik
Mahkemeleri‘nin varlığı ve işleyişi yoluyla ikili hukuk sistemini yaratarak
adil yargılanma hakkını ortadan kaldırmış ve demokrasinin önüne engel
koymuştur.
- Gerek Terörle Mücadele
Yasası gerek Türk Ceza Kanunu maddelerine göre düşünceyi ifade etme özgürlüğü
yok edilmekte ve ağır suç kapsamında tutulmakta, insanlar cezaevlerine
konmaktadır. Ayrıca bu yasalarla kişinin özel hayatına ve haberleşmenin
gizliliği ilkelerine de müdahale olanağı sağlanmaktadır.
- Olağanüstü hal ilan
edilen bölgelerde ağır insan hakları ihlalleri yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Demokratik çözüm usulleri yerine uygulanmakta olan askeri tedbirler ve
sürdürülmekte olan savaş sonucunda zorla göç ettirme, köy boşaltmaları, faili
meçhul cinayetler, insan kayıpları, işkencenin ağır biçimde sürdürülmesi, etnik
kimlik ve kültürlerin reddi, temel hak ve özgürlüklerin başında gelen yaşama,
barınma, seyahat etme, adil yargılanma, düşünceyi ifade etme gibi hakların
önünü kesmiş, yaratılan köy koruculuğu, özel tim gibi kurumlaşmalarla
ihlallerin engellenmesi daha da güçleşmiştir. Tüm bunların yanı sıra, seçme ve
seçilme hakkı, vatandaşların iradelerine müdahale edilerek ortadan
kaldırılmıştır. Cezaevlerindeki tutuklu ve mahkumlar zorla
itirafçılaştırılmakta ve bu kişiler devlet eliyle kullanılarak demokrat
kişilere baskı yapmakta, faili meçhul cinayetler işletilmektedirler.
Çeteleştirilen bu itirafçılar her türlü yasadışı silah ve uyuşturucu
kaçakçılığında kullanılarak bölgede sorunların derinleşmesine neden olmaktadırlar.
Güvenlik soruşturması gibi hukuksal temeli olmayan bir yöntemle iş ve fırsat
eşitliği yok edilmektedir. Cezaevlerinde yargısız infazlar gerçekleştirilmekte,
suçlular ceza almamaktadırlar.
- Çocuk Hakları
Sözleşmesi‘nin hükümleri ihlal edilmekte, siyasi suçlu adı altında 18 yaşından
küçük olanlar DGM‘lerde yargılanmakta, işkence görmekte ve ağır cezalara
çarptırılmaktadır.
- Kişi temel hak ve
özgürlüklerine yönelik olarak gerçekleştirilen ağır hak ihlalleri karşısında
ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükler ikinci plana itilmek durumunda
kalmaktadır. Oysa ki insan hakları kavramı, ekonomik ve toplumsal eşitliğin
olmaması durumunda işlemeyecektir. İnsanların siyasi, ekonomik, bilgi edinme,
kamuoyunu bilgilendirme vb. hakları ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin olduğu
ortamlarda gerçekleştirilemez.
- İmzalanmış bir
uluslararası sözleşmenin varlığına rağmen Türkiye‘de kadınlar hem hukuk
karşısında hem de diğer yaşam alanlarında ayrımcılığa ve şiddete maruz
kalmaktadır. Erkek egemen siyasi partilerde kadınlar ancak kendilerine ayrılan
kotalar çerçevesinde siyasete aktif olarak katılabilmektedirler. Medeni
Kanun‘un bir çok maddesi (95,152,159) cinsel ayrımcılığın halen mevcut olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır. Gerek ev içinde gerek toplumsal yaşamda kadın yoğun
olarak şiddete maruz kalmakta ve özellikle aile içi şiddet erkeğe atfedilen
toplumsal rol açısından onaylanabilmektedir. Bu genel sorunların yanı sıra
Olağanüstü Hal Bölgesi‘nde yaşanan şiddet bölge kadınlarının durumunu daha da
ağırlaştırmaktadır.
TEMEK İNSAN HAKLARININ GÜVENCE
ALTINA ALINMASI İÇİN; l. Yaşam Hakkının güvence altına alınması sağlanmalı ve
ölüm cezası Anayasa‘dan ve diğer ilgili yasalardan çıkartılmalı ve AİHS‘nin EK
6 No.lu protokolü bir an önce imzalanmalıdır. Anayasa‘da kolluk güçlerinin öldürme
eylemine ilişkin düzenlemeler iptal edilmelidir. Faili meçhul cinayetler
durdurulmalı, faillerin bulunup yargılanması sağlanmalıdır.
2. İşkence görmeme hakkı
güvence altına alınmalı ve
- İşkence yapanlar
yakalanarak en ağır cezaya tabi tutulmalıdır. - Yargıç önünde tekrarlanmayan
ifadelerin delil sayılması önlenmelidir. - Her karakol bölgesnde, iktidar
partilerinin ve yürütmenin azınlıkta olacağı, gözaltına alınanların
yakınlarıyla, avukatlarının, diğer parti ve sivil toplum örgütü
temsilcilerinden ve sağlık personelinden oluşan denetleme komitelerinin
kurulması, bu komitelere dilediği saatte kolluk güçlerinin sorgulama yerine
girme, fotoğraf ve video kaydı dahil durum saptaması yapma, gözaltına
alınanları sağlık kontrolüne gönderme, bulguları kamuoyuna açıklama yetkileri
verilmelidir.
- Sorgulama süreci tamamen polis denetiminden ve ortamından çıkarılıp yargıçlık
kurumu içine sokulmalıdır. Polis, belge ve bilgi toplama işlevinden tamamen
arındırılarak doğrudan yargıçların denetiminde bir sorgulama sistemi
oluşturulmalı ve bu süreç içinde de sanığın ya da tutuklunun avukatı ile
ilişkilerinin önündeki engel kaldırılmalıdır.
3. Adil yargılanma sistemi
güvence altına alınmalıdır
4. Düşünceyi İfade Etme
Özgürlüğü güvence altına alınmalıdır ve
- Düşünceyi ifade etme
özgürlüğü önünde engel duran ve kaldırılan 141 ve 142. maddeleri ikame eden
Terörle Mücadele Yasası ve Türk Ceza Kanunu‘nun, Basın Kanunu‘nun yasaklayıcı
maddeleri ortadan kaldırılmalıdır.
- Olağanüstü Hal
Bölgesi‘nde yerlerinden zorla göç ettirilmiş olanların kendi yerleşim
bölgelerine dönmeleri sağlanmalı, gördükleri zarar ve ziyanların tazmin
edilmesi sağlanmalıdır.
5. TMY ve TCK‘nın değişik
maddelerinde kişinin özel hayatına ve haberleşmenin gizliliğine karışmayı
mümkün kılan her türlü muğlak ifade kaldırılmalıdır.Suç ve müdahalede
zorunluluk halleri ve biçimi herhangi bir yoruma yer bırakmayacak nitelikte
tanımlanmalıdır. Yargı kararı olmaksızın haberleşme özgürlüğü
kısıtlanmamalıdır.
6- Ana dilde eğitim hakkının
kullanımı sağlanmalıdır.
7- Siyasi partiler,
dernekler,sendikaların örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller ortadan
kaldırılmalıdır. Toplantı, gösteri ve yürüyüş yasaları, basın ve iletişim ile
ilgili yasalar yeniden düzenlenmelidir. Tüm çalışanların toplu sözleşmeli,
grevli sendikalaşma hakları tanınmalıdır.
8. Hukuk sistemi emekçi
halklar ve insanlık lehine yeniden oluşturulmalıdır. Cezaevlerindeki her türlü
anti-demokratik ve insan hakları ihlalleri içeren uygulamalar kaldırılmalıdır.
9. Yerinden yerel yönetim
ilkesi sağlanmalı, bireylerin yaşam çevrelerine ilişkin verilecek kararlara
katılımı sağlanmalıdır.
10. Seyahat özgürlüğü hakkı
hiçbir bölge ve yerleşim ayrımı yapılmaksızın özgürce kullanılmalıdır.
11. Ancak her şeyden
önemlisi savcısın sona erdirilmesi gerekmektedir ve demokratik bir düzene
erişebilmek, demokrasinin kurumlarını tesis edebilmek için her şeyden önce 1982
anayasası kişi temel hak ve özgürlüklerini temel alan bir yaklaşımla ve taraf
olunan ve taraf olunması gereken tüm uluslararası sözleşmeleri esas alarak geliştirilmelidir.
Yapılan değişiklikler iç hukuka aktarılmalı ve temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının önündeki engeller hem mevzuatlarda hem de uygulamada
kaldırılmalıdır. Kutsal devlet anlayışı yıkılarak kişi hak ve özgürlüklerinin
korunmasını temel alan bir anayasa oluşturulmalıdır. Böyle bir anayasanın
oluşturulması sürecine toplumun her kesimi etkin bir biçimde katılabilmelidir.
12. İnsan hakları, temel
hak ve özgürlükler çerçevesinde demokrasi konusunda kapsamlı, etkin eğitim
programlan gerçekleştirilmeli ve bu kültürün toplumun her kesiminde özümsenmesinin
temelleri atılmalıdır.
13. Ülkemizde insan
haklarının hayata geçirilmesi, egemen güçlerin kendiliğinden bunları teslim
etmeleri ile değil, demokrasi ve insan haklarının temel savunucuları ve teminatı
olan sivil ve demokratik kitle örgütlerinin mücadeleleri ve emekçilerin siyasi
örgütlenmesi ile hayata geçecek, korunacak ve sürekli kılınacaktır.
SAĞLIK; İkinci kuşak insan
haklarından olan sağlık hakkı, devletin sağlık hizmetleri alanında bireye karşı
olan sorumluluklarını düzenler. Sağlıklı yasam hakkı doğuştan kazanılmış en
temel bireysel ve toplumsal bir haktır. Demokratik yaşamın en temel unsuru olan
bu hak satılamaz, devredilemez ve tasarruf edilemez.
"Sağlık hakkı"
deyimi, sadece hastalanınca tedavi hizmeti alma hakkını değil; daha geniş bir
kapsamla, devlet tarafından herkese ücretsiz sağlık hizmeti sunulması anlamına
gelir. Günümüzde sağlık hizmeti anlayışı ise, halk sağlığı yaklaşımıyla,
herkese eşit, ulaşılabilir, elde edilebilir ve sağlığı koruyucu, geliştirici,
iyileştirici ve esenlendirici (rehabilitasyon) öğeleri olan bir hizmeti
tanımlamaktadır.
BM İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi‘nin yanı sıra bu konudaki en önemli metinlerden birisi 1966 tarihli
BM Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi‘dir. Bu
sözleşmede, "Herkesin varolan en yüksek fiziksel ve ruhsal standartlardan
yararlanma hakkı" kabul edilmesi "bu hakkın tam anlamıyla
gerçekleştirilebilmesi için alınması gereken önlemler", "hastalanma
durumunda tüm hizmetlerin ve ilginin sağlanabileceği koşulların yaratılabilmesi
için gerekli olan önlemler" olarak belirtilmiştir.
1982 Anayasası‘nda ise
sağlık hizmeti devletin yükümlülüğü olmaktan çıkarılmış ve sağlığı şu an
varolan sistemdeki antidemokratik uygulamaların ve toplumsal eşitsizliklerin en
yoğun yaşandığı bir alan haline getirmiştir. Sağlık alanında 1980‘lerden bu
yana değişik biçimlerde parça parça uygulamaya konulan özelleştirme Sağlık
Bakanlığı‘nın son şeklini verdiği yasa tasarısı ile artık kamu sağlık sisteminin
bütünüyle tasfiye edilmesi aşamasına getirilmiş bulunuyor.
1992 tarihli OECD Sağlık
Hizmetleri Reformu (The Reform of Health) başlıklı raporda sağlık hizmetlerinin
özelleştirilmesi tavsiye edilmektedir. Raporda sağlığın tümüyle özel sektöre
devredilmesinin bazı sakıncalarına değinmekle birlikte, rekabetçi piyasa
koşulları içinde sağlık hizmetini üreten ve tüketenlerin kendi yararlarını
düşünecekleri; piyasa koşullarının ekonomik etkinlik ve eşitliği sağlayan bir
işlev göreceği vurgulanmaktadır. Dünya Bankası ve OECD gelişmiş kapitalist
ülkelerde sürekli artmakta olan kamu sağlık harcamalarını azaltma iddiasıyla
özelleştirmeyi önerirken Türkiye gibi azgelişmiş bağımlı ülkelerde ise tedavi
hizmetlerinin özelleştirilmesi ile sağlığa piyasada ek kaynak yaratılacağı,
devletin tedavi hizmetleri yükünden kurtularak temel koruyucu sağlık
hizmetlerine kaynak ayırabileceği iddiasıyla özelleştirmeyi tavsiye etmektedir.
Türkiye‘de somut proje olarak ilk kez 1992 yılı başında ortaya atılan Sağlık
reformu aldatmacasının gerekçesi de aynen bu raporda öne sürülen gerekçelerdir.
Çünkü projenin gerçek sahibi Dünya Bankası diğer kapitalist ülkelerdir. Anarşik
üretim ve anarşik tüketim anlayışına sahip olan kapitalizm sağlık kurumlarını
da birer fabrika olarak görüp artı değer üretme anlayışı ile hareket
etmektedir. Sosyal Devlet ilkesini belirlemeyen hükümetlerin hepsi de sağlık
için yeterli kaynak ayırmamış ve gerekli düzenlemeleri yapmamışlardır. Ülke
kaynaklarının çoğunluğunu aşırı tüketime, silahlanmaya, diyanet işleri başkanlığına
ve çıkar gruplarının kullanımına ayıran hükümetler sağlığı özelleştirerek
sağlık sorunlarını çözeceklerini sanmaktadırlar. Sağlık hizmetlerinin devletin
sorumluluğundan alınarak özel sektöre devredilmeye başlanması, daha önce
tanımlanan "sağlık hakkı" nın ana özelliklerinden olan
erişilebilirliği yok etmekte, böylece sağlıkta eşitsizliği getirmektedir. Kar
oranlarının çok yüksek olabildiği ve "müşteri"nin hiçbir sektörde
olmadığı kadar bilinçsiz-bilgisiz ve umarsız olduğu sağlık sektörü, yatırımcılar
için çekici bir alan oluşturmaktadır. Sağlığın metalaşması ve sağlık
hizmetlerinin sadece kar getiren alanlarla sınırlandırılarak pazar ekonomisi
ile biçimlenmesi, sağlıkta özelleştirmenin doğal sonucudur. Bu koşullarda o
büyülü(!) rekabet ortamının kaliteyi arttıracağını ye sağlık hakkının herkes
tarafından elde edilebileceğini düşünmek, safdillik olur. Sağlık alanının
özelleştirilmesi sağlık hizmetlerinin belirli bölgelerde yığılmasına, bölgeler
ve yerleşimler arası hizmete erişim açısından eşitsizliğin artmasına, dar
gelirlilerin bu hizmete erişimini zorlaştırmaya ve giderek yoksun kalmasına,
sağlık personelinin işsizlikle karşı karşıya kalmasına yol açacaktır. Ülke
genelinde yaşanan sağlık sorunlarının yan ı sıra Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgeleri‘nde savaş koşulları nedeniyle sağlık sorunları bir kat daha
ağırlaşmaktadır. Sağlık ocaklarının ve hastanelerin kapalı tutulduğu bir çok
yerleşim birimi bulunmakta ve bu binalar farklı amaçlar için kullanılmaktadır.
Sağlık personeli sürgün edilmekte, faili meçhul cinayetlere kurban gitmektedir.
Savaşın bir sonucu olarak ortaya çıkan zorunlu göç ve göçün neden olduğu
yoksullaşma göç edenlerin zaten yetersiz olan sağlık hizmetlerine erişimini
daha da zorlaştırmaktadır. Gerek savaş koşulları gerek göç, insanlar üzerinde
psikosomatik ve fiziksel rahatsızlıkların oluşmasına, yetersiz altyapı bulaşıcı
hastalıkların artmasına kaynaklık etmektedir.
DEMOKRATİK GÜÇLER OLARAK
TALEPLERİMİZ;
1. Türkiye‘de yaşayan her
bireyin sağlık hizmetlerinden herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadan eşit ve
ücretsiz olarak yararlanması sağlanmalıdır.
2. Bireysel sağlık hakkının
korunması, geliştirilmesi kamunun sorumluluğunda olmalıdır. Kamu, sağlık
hakkını toplumsal ortak çıkarların yansıması olarak herkesin gereksinimleri
ölçüsünde güvence altına almalıdır. Sağlık hizmetleri için piyasa koşulları
kabul edilemez.
3. Türkiye‘de toplumsal
sınıflar arasında derin çelişkiler yaratılmıştır. Özelleştirme ve aile
hekimliği bu çelişkileri daha derinleştirebilir. Bu anlamda eşitlikçi,
sosyal/siyasal ve ekonomik dönüşümler zorunluluktur.
4. Türkiye‘ de sağlık
hizmetleri için ayrılan paylar yetersizdir. Bu oranlar WHO‘nun önerileri
doğrultusunda en az %5 ve %10 yükseltilmelidir.
5. Devlet elindeki
kaynakları özel sektöre ve askeri harcamalara aktarmak yerine sağlık
hizmetlerinin iyileştirilmesi için kullanmalıdır.
6. Sağlık hizmetlerinde
görevli olanlar, hastahanelerdeki personel ve yönetim branşıyla ilgili eğitim
almış yetkin kişilerden oluşmalıdır. Siyasal kadrolaşma ve yönetim terk
edilmelidir.
7. Sağlık emekçilerinin
örgütlenmelerinin önündeki engeller kaldırılmalı, hizmet üreten ve finanse eden
kurumların her düzeyinde eşit şekilde temsil edilmelidir. Keyfi sürgünlere son
verilmelidir.
8. Koruyucu sağlık ilkesini
benimseyen birinci basamak sağlık hizmetlerini düzenleyen 224 Sayılı
Sosyalleştirme Yasası‘nın önündeki engeller kaldırılarak, uygulamalara ağırlık
verilmelidir.
9. Hastaneler, birinci
basamak sağlık kurumlarına eğitim ve danışmanlık hizmetleri veren, araştırmalar
yapan kurumlar olmalıdır.
10. Göz altına alınmalarla
ilgili adli raporlar olmak üzere adli hizmetlerde hekimin bağımsızlığı
sağlanmalıdır.
11. OHAL Bölgesi‘nde ayrım
yapılmaksızın yeterli sağlık hizmetinin verilmesi sağlanmalıdır
12. Üniversitelerden
hastahanelere kadar sağlık personelinin tam gün çalışma prensibi kabul
edilmelidir.
13. Yerel yönetimler
toplumsal sağlığın korunması ve geliştirilmesi konusunda gerekli altyapı
tedbirlerini sağlamalı ve işleyiş devlet ve sivil toplum kuruluşları tarafından
denetlenmelidir.
14. İnsan sağlığını tehdit
eden kimyasal atıklar ve yatırımlar durdurulmalı gerekli denetim ve izleme
mekanizmaları sağlanmalıdır.
15. En köklü çözüm önerisi,
gerek makro gerekse mikro düzeylerde, demokrasinin tüm kanallarının
oluşturulması, korunması ve geliştirilmesidir. Sağlık hizmetleri halkın katılım
süreci içinde gerçekleştirilmelidir.
EĞİTİM GİRİŞ; Eğitim
kişinin zihinsel, bedensel, duygusal ve toplumsal yeteneklerinin,
davranışlarının istenilen doğrultuda geliştirilmesi ya da ona bir takım
amaçlara dönük yeni yetenekler, davranışlar ve bilgilerin kazandırılması
yolundaki çalışmaların tümüdür. Bu nedenlerle eğitim, bir ülkenin geleceğinin
temel taşlarının en önemlisidir. Gelişmekte olan ülkeler için temel sorun,
eğitimde kendi ulusal norm ve standartlarını yaratabilmektir.
Türkiye, cumhuriyet dönemiyle birlikte kendi ulusal eğitim modelini oluşturmaya çalışmış ve önemli başarılar kazanmış, ancak ana dilde eğitim politikası benimsenmediğinden eğitim modeli süreç içinde çıkmazlara girmiştir. Bu anti-demokratik tarzın düzeltilmesi gerekirken aksine 50‘li yıllarla birlikte başlayan dışa açılma politikaları ve içte gericiliğe verilen tavizlerle birlikte yürüyen emperyalizme teslimiyet, eğitimi bilimsel ve demokratik içeriğinden uzaklaştırarak, cumhuriyetin kuruluş felsefesine de aykırı bir şekilde 12 Eylülle birlikte uygulama şansı bulduğu ırkçı ve islamcı bir temele dayandırılarak hakim kılınmaya çalışılmıştır. Türk İslam sentezi diye ileri sürülen bu gerici ve ırkçı düşünceler, eğitim sistemimizin temelini oluşturmuş, demokratik ve yurtsever görüşlere sahip eğitim kadroları da baskı altına alınarak, birçoğu bu alanlardan çıkarılmış ya da uzaklaşmak zorunda bırakılmışlardır. Eğitim sistemini bugün yöneten kadrolar büyük oranlarda bu görüşlere sahip kadrolardır. Bugünkü haliyle sürdürülmeye çalışılan eğitim, ilgili alan ve kurumlarda birbirini anlamaktan uzak, ülkesine ve halkına yabancı, insani ve toplumsal değerlerden uzak, bireyci ve teslimiyetçi bir insan tipi yaratmaya yöneliktir. Yeni dünya düzeninin ekonomide yarattığı problemleri aşabilmek için, devlet her geçen gün kendine yük olarak gördüğü sosyal kazanımları geri almaya çalışmakta ekonomide olduğu gibi eğitimde de giderek daha fazla özelleştirmeye gitmektedir. Ticari bir meta haline dönüşmeye başlayan eğitim, giderek sadece varlıklı sınıfların yararlanabileceği bir hale gelmektedir. Devletin temel görevlerinden biri olarak eğitimde yaşanan bu süreçte, diğer taraftan dinci siyasal güçlerin alternatif yapılar oluşturarak, bilimsel anlayışlardan yoksun, demokrasi karşıtı şeriatçı bir gençlik yaratılmasına da destek olunmuştur. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri‘nde yaşanan savaş ve bu savaşın kurumsallaştırdığı yapılar zaten yetersiz ve anti-demokratik olan eğitim sistemini tamamen işlemez hale getirmiştir. Anadillerinde eğitim edinme hakkından yoksun bırakılmanın yanı sıra savaş ortamının yarattığı özel durum nedeniyle kapatılan okulların yanı sıra mevcut alanlardaki yetersiz eğitim olanakları nedeniyle de insanların eğitimden eşit faydalanma hakları ellerinden alınmış durumdadır. Zorunlu göçün yarattığı ekonomik, sosyal ve psikolojik çöküntü kendini eğitim alanında da göstermektedir. Bir yandan sürgünler diğer yandan eğitim emekçilerini de hedef alan faili meçhul cinayetlerle bölgede durum giderek çözümsüz kılınmıştır. Eğitim sorununda bugün yaşananlar, anlatılıp tarif edilme boyutunu tamamen aşarak doğrudan her ailenin yaşayıp tanıdığı bir toplumsal gerçek halini almıştır.
Türkiye, cumhuriyet dönemiyle birlikte kendi ulusal eğitim modelini oluşturmaya çalışmış ve önemli başarılar kazanmış, ancak ana dilde eğitim politikası benimsenmediğinden eğitim modeli süreç içinde çıkmazlara girmiştir. Bu anti-demokratik tarzın düzeltilmesi gerekirken aksine 50‘li yıllarla birlikte başlayan dışa açılma politikaları ve içte gericiliğe verilen tavizlerle birlikte yürüyen emperyalizme teslimiyet, eğitimi bilimsel ve demokratik içeriğinden uzaklaştırarak, cumhuriyetin kuruluş felsefesine de aykırı bir şekilde 12 Eylülle birlikte uygulama şansı bulduğu ırkçı ve islamcı bir temele dayandırılarak hakim kılınmaya çalışılmıştır. Türk İslam sentezi diye ileri sürülen bu gerici ve ırkçı düşünceler, eğitim sistemimizin temelini oluşturmuş, demokratik ve yurtsever görüşlere sahip eğitim kadroları da baskı altına alınarak, birçoğu bu alanlardan çıkarılmış ya da uzaklaşmak zorunda bırakılmışlardır. Eğitim sistemini bugün yöneten kadrolar büyük oranlarda bu görüşlere sahip kadrolardır. Bugünkü haliyle sürdürülmeye çalışılan eğitim, ilgili alan ve kurumlarda birbirini anlamaktan uzak, ülkesine ve halkına yabancı, insani ve toplumsal değerlerden uzak, bireyci ve teslimiyetçi bir insan tipi yaratmaya yöneliktir. Yeni dünya düzeninin ekonomide yarattığı problemleri aşabilmek için, devlet her geçen gün kendine yük olarak gördüğü sosyal kazanımları geri almaya çalışmakta ekonomide olduğu gibi eğitimde de giderek daha fazla özelleştirmeye gitmektedir. Ticari bir meta haline dönüşmeye başlayan eğitim, giderek sadece varlıklı sınıfların yararlanabileceği bir hale gelmektedir. Devletin temel görevlerinden biri olarak eğitimde yaşanan bu süreçte, diğer taraftan dinci siyasal güçlerin alternatif yapılar oluşturarak, bilimsel anlayışlardan yoksun, demokrasi karşıtı şeriatçı bir gençlik yaratılmasına da destek olunmuştur. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri‘nde yaşanan savaş ve bu savaşın kurumsallaştırdığı yapılar zaten yetersiz ve anti-demokratik olan eğitim sistemini tamamen işlemez hale getirmiştir. Anadillerinde eğitim edinme hakkından yoksun bırakılmanın yanı sıra savaş ortamının yarattığı özel durum nedeniyle kapatılan okulların yanı sıra mevcut alanlardaki yetersiz eğitim olanakları nedeniyle de insanların eğitimden eşit faydalanma hakları ellerinden alınmış durumdadır. Zorunlu göçün yarattığı ekonomik, sosyal ve psikolojik çöküntü kendini eğitim alanında da göstermektedir. Bir yandan sürgünler diğer yandan eğitim emekçilerini de hedef alan faili meçhul cinayetlerle bölgede durum giderek çözümsüz kılınmıştır. Eğitim sorununda bugün yaşananlar, anlatılıp tarif edilme boyutunu tamamen aşarak doğrudan her ailenin yaşayıp tanıdığı bir toplumsal gerçek halini almıştır.
EĞİTİMİN YENİDEN
YAPILANDIRILMASI; Demokrasi gerçek anlamını ancak özgür yurttaşların bilincinde
bulur ve gelişir. Çağdaş anlamda eğitimin amacı, bilimsel düşünme yetisine
sahip, sorgulayıcı, araştırıcı, yaratıcı ve özgür düşünüp karar verebilme
bilincine erişmiş bireyler yetiştirmek ve bu taban üzerinde toplumsal gelişmeyi
sağlamaktır. Totaliter yöntemlerle yönetilen toplumlarda ise eğitim özgür
yurttaşlar yerine otoriteye ve onun temsil ettiği ideolojiyi sorgulamadan kabul
eden tek tip bir toplum oluşturmaya yönelir. Bu nedenle eğitim, temel eğitimden
yüksek öğrenime, ana okullarından meslek edinme ve geliştirme eğitimlerine
kadar yaşamın her alanında bir bütün olarak ele alınmalıdır. Eğitim ve öğrenim
hakkı dil, din ve ırk farkı gözetilmeksizin temel yurttaşlık hakkıdır. Bu temel
hakkın kullanılması için eğitim alanı, laik, bilimsel ve demokratik düşünceler
ışığında, ülkenin ve halkın çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.
ÖNERİLER;
Bu düşünceler ışığında;
- Eğitim ve öğrenimin her
kademesi 22 yaşına kadar, hiçbir ayrıcalık gözetilmeden devlet tarafından parasız
olarak sağlanmalıdır.
- Türk-İslam ve her türlü
gerici görüşler terk edilerek, bu anlayışın tüm tortuları ve kadroları eğitim
alanından derhal uzaklaştırılmalıdır.
- Devlet dini eğitimin
tarafı olamaz. Devlet himayesinde dini eğitim veren bütün okul, kurs vb.
kurumlar kapatılmalıdır. Din dersleri eğitim programı içinde sosyolojik bakış
açısı ile bilimsel bir çerçevede Dinler Tarihi ve Felsefesi öğretimi şeklinde
seçmeli olarak verilmelidir.
- Yurttaşlığın gerçek
anlamını ve içeriğini gençlere kavratacak Yurttaşlık Bilgisi, İnsan Hakları ve
Özgürlükleri vb. ders olarak uygun bir şekilde işlenmelidir.
- Eğitim programlarında
çocuk, çevresini ve toplumu tanımaya yönlendirilmeli, özgür bir kişilik bilinci
verilmelidir. Özellikle kimsesiz, yoksul çocukların, tutuklu ve hükümlülerin
çocuklarının eğitiminde çıkabilecek problemler devlet kontrolü altında giderilmeli
ve yardımcı olunmalıdır.
- Orta öğretimde
öğrencileri yeteneklerine göre yönlendirebilecek eğitimli, uygun nitelik ve
nicelikte danışman ve rehberlik kadroları açılmalıdır. Mesleki- teknik ve
yüksek öğrenime yönelik olarak ikili yapı geliştirilerek yeniden
düzenlenmelidir.
- Eğitim programlarının
hazırlanması MEB‘in tekelinden çıkarılarak, üniversitelere ve ilgili diğer
kurum ve kuruluşlara bırakılmalıdır. Tespit edilen plan ve programlar MEB
tarafından uygulanmalı ve demokratik kurumların denetimine açık olmalıdır.
- Eğitim kadrolarının
ekonomik sorunları insanca yaşayabilecekleri ve hak ettikleri seviyede
çözülerek, zamanlarını tamamen eğitime vermelerinin koşulları yaratılmalıdır.
Bilimsel yayınları izleme ve meslekte gelişmeye dönük kurslar devlet tarafından
desteklenmeli ve teşvik edilmelidir.
- Gençlerin ve eğitim
kadrolarının demokratik bir hak olarak örgütlenme ve kendini ifade etmelerinin
önündeki tüm engeller ve kısıtlayıcı uygulamalar kaldırılmalı ve bu hakların
kullanılması yasalarla güvence altına alınmalıdır. Bu demokratik ve örgütlü
yapıların eğitim alanında söz hakları olmalıdır. Özellikle gençleri potansiyel
suçlu olarak gören anlayışlar terk edilmeli, gençliğin onurunu kırıcı baskılara
son verilerek, güvenlik güçlerinin eğitime müdahalesi önlenmeli ve özel güvenlik
birimleri de kaldırılmalıdır.
- Ülke kaynakları akılcı
kullanılarak, eğitime en büyük pay ayrılmalıdır. Savaşa, vakıf okullarına ve
Diyanet kurumlarına ayrılan paylar eğitime aktarılmalıdır.
- Herkesin anadilini
geliştirme ve anadilinde eğitim yapma hakkının fiilen gerçekleştirilmesi için
gerekli tüm tedbirler alınmalıdır.
- Eğitim amacı gütmeyen ve
birer ticari kuruluş haline gelmiş olan özel dershaneler ve okullar
kapatılmalıdır. Devlet, okullarda eğitim ve öğretim seviyesini ve kalitesini
yükselterek toplumun özel okul ve dershanelere olan gereksinimini ortadan
kaldırmayı amaçlamalıdır.
- Yabancı dilde eğitime son
verilmeli, dil öğretiminin daha uygun koşulları yaratılarak geliştirilmelidir.
- Ailenin eğitiminden
başlayarak, eğitim alanında çocuğun kişiliğinin özgürce gelişmesini engelleyen
otoriter disiplin anlayışı terk edilerek, her türlü onur kırıcı davranışa son
verilmelidir. Görsel medyanın çocuk psikolojisine yaptığı olumsuz etkiler göz
önüne alınarak, şiddet içeren ve toplumsal ahlaki değerlere aykırı yayınlar
yasaklanmalıdır.
- Ülkede var olan eğitim
eşitsizliklerinin kaldırılması için özellikle bu bölgelere öncelik verilerek
daha fazla eğitim olanakları devlet tarafından sağlanmalıdır.
- Bugünkü yapısıyla Yüksek
Öğrenim Kurumu kaldırılarak, özerk ve demokratik bir üniversite yasası
hazırlanmalıdır.
- Özellikle yüksek öğrenim
gençliğinin sosyal gereksinimleri ücretsiz olarak karşılanmalıdır. Üniversite
harçları, eğitime katkı payı, yardım gibi eğitime ayrıca kaynak yaratma
uygulamaları kaldırılmalıdır.
- Ülke geleceğinde önemli
bir rol oynayan üniversitelerin bilimsel, toplumsal, siyasal ve kültürel
alanlardaki araştırma, geliştirme, tartışma, bilimsel ve toplumsal üretim
merkez ve platformu haline dönüşmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
- Üniversitedeki döner
sermaye sistemi kaldırılarak, üniversite, sanayi, meslek örgütleri ve diğer
bilimsel kurumlar arasındaki işbirliğini geliştirecek yeni düzenlemeler
yapılmalıdır. Üniversitelerin ticari kurumlar haline gelmesi önlenmeli ve
uygulanmakta olan her türlü özelleştirme girişimine son verilmelidir.
- Üniversiteler toplumsal
gereksinimlere göre gerekli altyapısı hazırlanarak açılmalı, tamamen politik
amaçlarla altyapısı oluşturulmadan yeni üniversite açılmasına son verilmelidir.
- Üniversiteler arasındaki
altyapı eşitsizliği bölgesel ayrım yapılmaksızın giderilmelidir. Üniversiteye
giriş sınavları ortadan kaldırılarak üniversiteye erişim herkes için eşit
kılınmalıdır.
- Eğitim sistemi,
öğrencilerin yetenek ve becerilerini açığa çıkarıcı ve geliştirici bir biçimde
düzenlenmelidir.
BASIN ve YAYIN ÖZGÜRLÜĞÜ;
1. Basın ve yayın
özgürlüğü;
a) Düşünceyi ifade
özgürlüğü,b) Bilgi ve düşünceyi araştırma, elde etme ve yayma hakkından
kaynaklanır ve c) Katılımcı demokrasinin en temel unsurlarındandır.
2. Basın ve yayın yolu ile
düşünceyi ifade ya da doğru haber alma özgürlüğünün kısıtlanması ya da
yasaklanması;
a) Toplumu oluşturan
bireylerin farklı düşünceleri ve toplumu ilgilendiren haberleri öğrenmelerini
ve sağlıklı bir senteze ulaşmalarını,
b) Kendi düşüncelerini
topluma ulaştırabilmelerini,
c) Kendilerini ve toplumu
doğrudan ilgilendiren kararların oluşumuna katılmalarını engeller.
3. Ülkemizde; basın ve
yayın özgürlüğü Anayasa‘nın başlangıç ilkelerinden başlayarak, Terörle Mücadele
Yasası, RTUK Yasası ve ilgili ilgisiz 150 civarında yasanın kısıtlayıcı
hükümleri ve idarenin yasadışı uygulamaları ile fiilen ortadan kaldırılmış
durumdadır. Sistemin muhalif ya da zararlı kabul ettiği düşünceler ifade edildi
diye gazete toplatma, kapatma ya da bombalama, kitap toplatma ya da yakma,
radyo ve W istasyonlarını kapatma, canlı yayın sırasında müdahale, tutuklama,
tehdit ve öldürmeler günlük olağan uygulamalar haline gelmiştir.
4. Düşünce, Basın ve Yayın
özgürlüklerine çizilen bu sınırlar çerçevesinde ülkemizde; kendisini, şikayet,
özlem ve taleplerini ifade etmeleri önündeki yasal, demokratik ve barışçıl
kanalların kapatıldığı, yönetim seçeneklerini o kanallardan topluma sunmaları
yasaklanmış yazan, çizen ve düşünen kişilerin suç işlemekten başka yolu
kalmamıştır. Onların sistem tarafından o günün modasına uygun biçimde
"solcu", "komünist", "terörist" ya da
"bölücü" olarak nitelendirilmeleri aslında düşüncelerini ifade etmeye
çalışıyor oldukları gerçeğini değiştirmez.
5. Devletin TRT ve AA
üzerindeki vesayeti hem halkın doğru haber edinme hakkını hem de resmi görüş
dışındaki düşüncelerin ifade özgürlüğünü engellemektedir.
6. Ulusal Basın ve yayın
kurumlarında devletin desteği ile yaratılan tekelleşme halkın düşünce ifade ve
doğru haber alma haklarını tehdit eder düzeye ulaşmıştır. Teşvik uygulamaları,
brifingler ve benzeri yöntemlerle siyasi iktidarın doğrudan etkisi altında
bulunan tekeller dağıtım sektörünü de denetimleri altına almaları sayesinde
istenmeyen herhangi bir düşüncenin, haberin topluma ulaşmasını engellemeye
hizmet eden önemli bir mekanizma oluşturmuşlardır.
7. Yerel radyo ve TV
kuruluşlarının sayısında yaşanan patlama toplumda çok sesliliğin gelişmesi için
önemli bir potansiyel oluşturmakla birlikte, RTÜK tarafından uygulanan yasa
dışı baskılar, ihale yöntemiyle yayın kanallarının parası olana tahsisi, büyük
sermaye ve medya tekellerinin baskısı bu kuruluşların bağımsız varlığını tehdit
etmektedir.
Basın ve yayın özgürlüğünü
sağlamak için; l. Anayasa ve yasalarda basın ve yayın özgürlüğünü kısıtlayıcı
her türlü hüküm kaldırılarak mevzuat imzalanmış olan uluslararası sözleşmelere
uygun hale getirilmelidir.
2. Genellikle devlet
kurumlarından ve yetkililerinden kaynaklanan her türlü kısıtlama, tehdit ve
baskı girişiminin cezalandırılması yasal hükme bağlanmalıdır.
3. TRT, AA ve RTÜK‘ün
siyasi iktidarın vesayetinden kurtulmalarını sağlayacak, özerk kurumlar haline
gelmeleri için gerekli yasal tedbirler alınmalıdır.
4. Medya tekelleri yerine,
yerel medya kurumları ve özellikle ticari kazanç gözetmeyen kamu yayıncılığı teşvik
edilmelidir.
5. Radyo ve TV
habercilerinin sarı basın kartı almasını engelleyen mevzuat hükümleri kaldırılmalıdır.
6. Medya tekellerinin
sektörde çalışanları sendikasızlaştırma yönündeki baskılarına karşı önlem
alınmalıdır.
Sevgili arkadaşım; günün anlamı ve önemini tarihçesinden başlayarak anlattığınız güzel/uzun bir yazı. Bu yazıyı, yine kendi anlatımınızla öz olarak; "Bir ülkede demokrasi tesis edilmeden İnsan Haklarından bahsetmek bir yerde züğürt tesellisi gibi bir şeydir." diye dillendirmişsiniz. O halde bize hakların ve özgürlklerin kısıtlanmadığı bir dünya istemek bunun için mücadele etmek kalıyor. Herkesin insan ve inasan haklarının olduğu günlere...
YanıtlaSilMerhaba dostum. Yorumla katkınız için çok teşekkür ederim. Umarım kendini solda ifade edenler bu gerçeği görüp demokrasi için mücadeleyi ıskalamadan İnsan Hakları için mücadelenin önemini kavrarlar.
YanıtlaSil