3 Aralık 2016 Cumartesi

HALİM SELİM romanımdan on ikinci bölüm



Neyse ağanın sırf dem yarım bardaktan biraz fazla çayıyla, üstüne su çektiği Halim’in çayını eski tutukluya verdi “şu yarım çay ağanın, öteki de o ayının” dedi.

 

Eski tutuklu “anladım” dedi ve çayı dökmemek için dikkat ederek tepsiyle ağanın odasına giriyordu. Etrafa göz gezdireceğim derken az daha çayı döküyordu.

 

Çünkü ağanın odasına ilk kez giriyordu. Kaç gündür bu odayı merak ediyordu. Onun için etrafa bakarken sendeleyince ağa “yavaş yeğen önüne bak” diye uyardı. Eski tutuklu kendine gelip yarım çayı ağaya, öteki çayı da Halim’e verdi ağaya “başka bi emrin var mı ağam?” dedi. Ağa eliyle “sağol hadi git “der gibi yaptı.

 

Eski tutuklu çıkarken, iyice meraklanan ağa Halim’e “ee anlat bakam yeğen şu babanı” dedi.

 

Halim “bubasını” anacığını, nineciğini ve o yıllarda yaşadıklarını anlatmayı çok seviyordu. Ağa “ee anlat yeğen” deyince Halim şöyle bir düşündü. Nereden başlayacağını düşünüyordu. Nereden başlayacağına karar verince anlatmaya başladı.

 

“Benim bubacım pelifanmış ağam. Adı da senin adın gibi Bilal’miş. İbiram oğlu Bilal Pelifan. Pelifan soy ismi değilmiş. Bizim soy ismimiz Selim’miş. Hatta ninecim benim adımı halim selim bi adam olsun deyi Halim goymuş. Ben ninecimin dedi gibi pek öyle halim selim biri değildim. Hele başımın olmadı yere götümü sokunca, adıma çok ters geldim. Neyse orasını sona anladen. Bubam hakkaden eyi pelifanmış. Bizim orlada biçok güleş dutmuş. Onun yenildini gören hiç olmamış. Valla tevatir değil; bizim orda kime sorsam öyle derdi. Ben bunları hep ninecimden duydum.

 

Bubamın çoban durduğu Hacı Veli de eski pelifanlardanmış. Kendi gocayınca, güleşe de meraklı olunca, bakmış benim bubacım güleşlede önüne geleni deviriyo; ninecime gelmiş. Çünkü ötürüklü didem ozmanla çokdan ölmüşmüş.

 

Sen şindi ötürüklü diden de kim decen. Onu da sırası gelince anladıcen. Şindi ağam, Hacı Veli ninecime gelmiş; ‘Nutuya gelin ben senin oğlanı çok beğeniyon. Biliyosun ben eski pelifanım. Hemi de eyi pelifandım. Emme sen de biliyosun; çünküm senin başındı da vadır, gurt gocayınca köpeklen maskarası olurmuş. Ben gocamış pelifan olunca, ona buna masgıra olurun deyi, hiç kimsiye çatıp güleş dutmeyon. Emme içimde gurt va ya! Ben de senin oğlanı kendime çoban dutcen, o benim hem çobanım, hem pelifanım olcek. Onu gendi oğlum gibi bakıp beslecen ki, çayırda sırtı yere gelip, bene ele güne mahcub edmesin. Hani demesinle Hacı Veli’nin pelifanı çayırlarda, göbe yokarda garılar gibi yatmasını bek seviyor deyi. Ben senin oğlanı gördüm, o benim tam gençlim gibi’ demiş.

 

Ninecim içinden ‘halt etmişsin sen. Benim tosunum kim sen kim?’ derken, ona ‘doğru söylüyosun Hacı Veli, ben de isderin; emme benim bu gocoğlanın kendinin he demesi ilazım’ demiş.

 

Ağam şindi sen ‘dayım, ninecin içinden geçeni sen nerden biliyonda öyle deyon’ decesin. Sen de haklısın; emme yalınız ninecim bene her şeyi, içinden geçenlere bile hep anladdıydı da ordan biliyon. Sonacıma; Hacı Veli ninecime ‘eyi deyon Nutuya gelin. Sen oğlana bi güzel anlat, bene habar verin” demiş gitmiş dedi.

 

Burada soluklandı Bilal ağaya “sıkıyosam anladmeyem, yoğusam benim laf bidmez. Çünküm bunla öyle kısa kesilcek şeyler deyil. Çünküm işin içinden iş çıkıyor. Savcı bey bile, ifademi tam alayın deyi heç kesmeden dinledi” dedi. Bilal ağa, Halim’in bu sözlerini duyunca şaşırmıştı. “Yani sen savcıya bu Hacı Veli’yi, pelifan olduğunu falan hep, şimdi bana anladdın gibi anladdın da o dinledi ha?” diye şaşkınlıkla sordu. Halim Bilal ağanın neye şaşırdığını anlamamıştı. “Tabi anladdım ya. Anacımı, onun küllü suyla çamaşır yıkadını her bi şeyi heç esiksiz annaddım. Çünküm benim suçumu anlamaları için her bi şeyi bilmileri lazımmış, bunu bene gomiser dediydi” dedi. Bilal ağa daha şaşırmıştı “yani komiser de bunları dinledi, sana bunları savcıya da anlad dedi öylemi?” diye sordu. Halim “tabi gomiser öyle dedi ağam. Hadda ben bunları savcı beye annadırken oruya biri geldiydi, o da hakimmiş. Çünküm o oraya gelince savcı beyim aya kakıp ‘buyur hakim bey’ dediydi de, işde o bilem dinnediydi. Akşam yemeni yemeye gittikden keri o bi da gelmediydi. Yani o hakim bilem çoğunu orda dinnediydi, sonra savcı bey beni o hakime yollayınca, o hakim galanını orda dinnediydi” dedi.

 

Bilal ağa içinden “hiç böyle bi şey ne duydum; ne de gördüm. Allah, Allah” diye geçirirken Halim de içinden “sen de bişeyi kısa kesivemeyosun. Mamıdın çorabı gibi uzadıkça uzadıyosun. Benim bubamın adı da Bilal de bitir gahberif. Adam sene gırmeyen deyi, bişe de deyemedi, susub galdı” diye kendine kızıyordu.

 

Bilal ağaya “dayı gusura bakma ben nafı uzadıp canını sıkdım. Ne eden bu da benim huyum, bi başladım mı bitiremeyon” dedi.

 

Bilal ağa Halim ikide bir “dayı” demesinden de çok hoşlanmıştı. Çünkü belki şimdi Halim’in yaşında ablalarından, en küçük ablasının bir oğlu vardı. Bilal ağanın sırtından hiç inmez “dayı dayı” derken de çok tatlı olurdu.

 

O zamanlar ağa falan değil,; Keskenli Halil’in oğlu Bilal diye tanırlardı. Babası oğlum olsun diye diye tam sekiz kızı olduktan sonra Bilal ağa olmuştu. Onun için evde herkesin sevdiği insandı.

 

Bilal ağa’nın o yeğeni aklına gelmişti. Halim “sıkıyosa anladmeyen” deyince; bir de komiser, savcı ve hakim de “dinlediydi” deyince Bilal ağa onların bile sıkılmadan dinlediği hikayeyi merak etmişti. Ayrıca burada “vakit de geçmek bilmediği için” Halim’e “yeğen; bak sana yeğen diyom. Sen bundan sonra benim has yeğenim gibisin. Bana hep dayı diyecen. Ben bunu yalnız sana müsaade ediyom. Çünkü sen de gördün, öteki mahkumlar bana hep ‘ağam’ der. Çünkü ben bu goğuşun ağasıyım. Seni onlardan farklı dudutuyom. Şimdi sen ‘dayı nerden bu samimiyet?’ dersen, onu ben sana sonra anladıcem. Konuşma sırası sende. Hakimin, savcının, komiserin sıkılmadan dinlediği şey hiç beni sıkar mı? Onlar kim ben kimim?  Daha Reşit’de mememeni yapıp gelmedi. Hele sen anlatmıya devam et. Menemen gelince orda keser, menemeni yer ondan sonra devam ederiz” dedi.

 

Halim’in, Bilal ağanın bu uzun sözlerinden aklında kalan “sen bana hep dayı diycen, çünkü benim has yeğenim gibisin” sözleriydi. Bu sözleri duyunca “pulislikten atılma dayıcığı aklına gelmiş, yüreği cız etmişti. İçinden “ömrü uzun olası dayım, şindi kimbilir ne ediyor” diye geçirdi. Bilal ağaya “onu da anladen mi” diye düşündü. “Şindi sırası değil. Necep olsa sıra onuda gelcek” dedi. Sonra “eyi dayı; sen dinlecen deyosan, ben de anladırın. Çünküm ben hep o günleri anladırken hatırleyon, hatırladıkçı da içim bi çeşid oluyor. Yani içim gıpır gıpır ediyor, sevinçlen doluyor” dedi.

 

Bilal ağa içinden “bu ne saf oğlan böyle? İçinde hiç al, fel yok. Nasıl görünüyorsa içi de öyle gibi” diye geçirdi. Sonra Halim’e “anlad dayım, anlad. Seni dinlerken ilk defa ta yirmi yıl öncülerine giddim. Anlad sen, hiç kesmeden anlad” dedi.

 

 

Halim “eyi öyleysem” dedi ve anlatmaya devam etti.

 

“Sonacıma Nutuya ninecim. ‘Bak burda ninecimin adının Nutuya olduğunu ilk sene deyon, çünküm yeri geldi de ondan’. Çünküm Nutuya ninecim bene ‘her lafı yerinde gonuş ki, lafın davılcı ossuruna gidmesin’ dediydi. Neysem Bilal dayı, Hacı Veli bunlara deyib giddikden sona bubacım gayfiden gelmiş. ‘Sizin orala nasıl?’ bilmeyon bizim oralarda adamla; accık yetişkin deliganlıla bile hele gışın hep gayfeye gider. Sen şindim belkim ‘gayfıda her gün bok işleri mi varımış? Evlende çolunna çocuğunna otursularımış ya!’ decesin. Öyle deyon; emme nerde öyle çoluğunna çocuğunna oturcek ev. Hepi topu bi gözcük ev. Garıla dört gözle gocalanın gayfeye gitmileni isdermiş. Çünküm onla da ya bi gomşuya gider; ya da gelen bi gomşuyla laf gaynadırlarımış. Ninecim ‘o garıla öyle oturup birbirleriyle naf gaynatmazsa, akıllanı oynadırlar’ derdi. Neysem bubacım gayfıdan gelince ninecim bubacıma ‘Hacı Veli, böyün buruya geldi, böyle böyle’ dedi, ben de ‘şöyle şöyle dedim’ deyi her bişeyi anladmış. Bubacım ‘valla ana bu tam piyango. Neden dersen ben de gara gara düşünüyodum. Yarın evlencen; eldi yok, avucdu yok deyi. Valla tam piyango olur deseydin ya’ demiş. Ninecim bubacıma şöyle bi bakmış” derken Halim Bilal ağaya “ninecinin bubacına” baktığı gibi bakmış. Bilal ağanın içi titremişti.

 

Çünkü Halim’in bakışı ona kendi anasını, babasını hatırlatmıştı.

 

Neyse, Halim “işde dayı, ninecim bubacıma, ‘a akılsız oğlum. Hemen olur deseydim, Hacı Veli’de bunna işsiz ölüb galmış der, seni depi depi gullanırdı. Ne olursa olsun, kendini accık ağır, şöyle dirhem dirhem satıcen ki, değerin olsun. Neden? Çünküm elma armut okkayla satılırken, altın dirhem dirhem satılır. Çünküm altın her bişeyden gıymatlıdır da ondan’ demiş.  Neysem Bilal dayı” dedi.

 

Halim, Bilal dayı dedikçe, Bilal ağa bir hoş oluyordu. Çünkü ablaları, onların çocukları, köyü, gençliği aklına geliyordu. Bunlar aklına gelince de içinden “yaşşa kocoğlan beni alıp alıp, harman savurur gibi savuruyorsun, amma çok güzel oluyor” diye geçiriyordu. Tabi Halim bunları duymuyordu.

 

Halim bu sırada anlatmaya devam etti. “bubacım ninecime ‘gız ana, senin düşündünü kimsile düşünmez; emme gurnuguduzsun ha’ demiş. Ninecim, bubacım öyle deyince, kıs kıs gülmüş. ‘Sen şu ananı ne sanıyon. Ben dengime çataydım, ozuman kimse beni dutumazdı’ demiş. Bubacım, ninecim öyle deyince ‘gız ana ozman ben kimin oğlu olcedim?’ demiş. Ninecim de ‘a benim goca kafalı pelifan oğlum. Hayrına atın delisi rahvan, adamın delisi pelifan olur dememişle. Ben nafın gelişi öyle dedim. Ben senin dideni bek sevedim. Ötürüklüydü mötürüklüyd; emme adamın hasıydı. Herkeslerden evvel ıradıyoyu o aldıydı. Sen benim her lafın arkasına dakılıp galma. İşini yarıceni al, gerisini at. Yoğusam o gaca gafan bile gazan gibi şişe sonra’ demiş. Ben bunlara sonradan, hep ninecimden dinnediydim” demişti.

 

Bu sırada Reşit’te menemeni alıp geldi “buyrun ağam sıca sıcağına yiyin” dedi. Bilal ağa Halim’e “yeğen sen lafını unudma şu menemeni bi güzel yiyelim; sonra da Reşit’in kahvesini içelim ondan sonra anladırsın. Nasıl olsa geceler uzun, başka bi iş de yok” deyince Halim “olur dayı. Sen münasibi neysen bilirsin. Sen dinnecek ol ben heç unutman” dedi. Reşit’in getirdiği menemeni bi güzel yediler. Reşit’e de, ona yetecek kadar alıkoydular. Bilal ağa Reşit’in hazır tuttuğu ıslak mendille elini, ağzını sildi Halim’e verdi. Halim de elini ağzını sildi. Bu sırada Reşit iki kahve yapmıştı. Ağa orta şekerli içiyordu. Reşit sormadan Halim’e de orta şekerli yaptı. Çünkü Bilal ağa Reşit’e ilk “kahve yap” dediğinde “orta şekerli olsun orta şekerliyi adam olanlar içer” demişti. Reşit onların kahvelerini verdi. Menemen çanağını aldı. İçinde ağasının ona ayırdığı menemeni bir güzel afiyetle yedi. ‘Sağolsun ağa ona tam yetecek kadar ayırmıştı.’ Menemeni yedi bitirdi “ağam kesene bereket” deyip usulca menemen çanağını alıp çıktı.

 

Koğuşta su olmadığı için koğuş kapısı da kapandığından çanağı sidik tenekesinin yanına koydu. Sulukçu, yani sidik tenekesini sabah götürüp atan adam Reşit’e “hop Reşit ağa kendi pislini de bana atdırma” dedi. Reşit her zaman yemek bulaşıklarını sidik tenekesinin yanına kor; her seferinde sulukçu aynı lafı söylerdi. Onun için “sen işine bak” der gibi elini sallayıp Bilal ağanın odaya girdi. Çünkü Halim’in son laflarını o da duymuş, gerisini kaçırmak istemiyordu.

 

Sulukçu “sidik tenekesini döken adam” dedik. Siz şimdi “o da neymiş?” diyeceksiniz. O yıllarda koğuşlarda tuvalet lavabo falan yoktu. Mahkumlar ‘büyük abdest ihtiyaçlarını gündüzden giderir’ gece ‘küçük abdesti’ yani işeme ihtiyaçlarını koğuşun köşesindeki tenekede giderirdi. Siz şimdi “ıshal olanlar ne oluyor?” diyeceksiniz.  Valla onlarda herhalde donuna yapıp, erkenden koğuş kapısı açılınca da umumi tuvalette temizleniyordur. Yani bence öyle… Sonra meydancı vardı. O da koğuşun temizliğini yapardı. Bunlar, sulukçu ve meydancılar fakir mahkumdur ve hafif cezalıdır. Bunların geçimini koğuş ağaları sağlardı. “Pekii onların bundan kazancı ne?” derseniz. Başından beri anlattıklarımı iyi okumamışsınız demektir. Cezaevinde paran, pulun, adamın, arkan ne kadar çoksa itibarın da o kadar çok olur rahat edersin. Yoksa gecen, gündüzün cehennem olur. Yani o zamanlar öyleydi.

 

Neyse, Reşit menemen çanağını bırakıp geldiğinde Bilal ağa ve Halim’de kahvelerini yeni bitirmişti. Reşit kahve boşlarını kaptığı gibi ocağa koyup geldi. Bu sırada Bilal ağa Halim’e “şindi anlad bakalım” dedi ve Reşit’in sarıp verdiği esrardan bir nefes çekti. Halim de anlatmaya başladı. Yalnız Halim, ağanın içtiği şeyi pek sigaraya benzetememişti. “Dayı sorması ayıp olmasın? O içdin sigara mı?” dedi. Bilal ağa, Halim’in esrar ne bilmediğini anlamıştı. “Sen bunları merak edip anlama dayım. Sen da çok mapus yatıcan. Biri böyle bi şey sarar da iç bakalım derse, sakın içme. Bok yemeye alış buna alışma” dedi.

 

Halim içinden “iyi de, ne olduğunu yine demedi. Şindi ben de sorup durmeyen. Dediği gibi ben nasıl olsa bunu sonra öğrenirin” dedi.

 

Bu sırada ninesinin “çok merak edip durma, sonram burnun bokdan gurtulmaz” dediği aklına gelmişti.

 

Kendine lafa başlasın diye bakan Bilal ağaya “sonacıma Bilal dayıcım, ninecimle bubacım Veli ağanın teklifini bek beğenmişle. Ninecim, bubacıma ‘sen şindi yarın olunca Veli ağanın evine git. Ona de ki. ‘hacı emmi sen anama böyle böyle demişsin. Çok sağ ol. Eğerkim beni güleşdirip, beni oğlummuş gibi dutcesen ben de sen sankim bubammışın gibi her işine sarılırın de’ demiş. Bubacım da ‘eh anam yarın gidem, öyle deyem bakam’ demiş. Demiş emme sabaa gada gıpır gıpır uyuymamış. Ninecim bene, ben büyüdümde öylü dediydi. ‘Kimbilir tosunum ne düşündü de, sabaa gada öyle gıpır gıpır ağıp, döndüydü. Belkim Hacı Veli’ye çobanlık yapaken, Hacı Omar’ın Osman’ın oğlanlanın bıçaklayıp öldürce içinde doğduydu da, sabaa gada ağıp, dönüp durduydu’ dedi.”

 

Bilal ağa, Halim böyle deyince biraz merakla “demek senin babanı da birileri bıçaklayıp öldürdüydü ha??” diye sordu.

 

Çünkü onun babası da, Bilal ağa çok küçükken bıçaklanıp öldürülmüştü. Bilal ağa da su anlaşamazlığı yüzünden iki kişiyi bıçaklayıp öldürmüştü. Onlar aklına geldiği için öyle sormuştu.

 

Halim “öyle oldu dayı da, daha onlara sıra gelmedi. Ben sırası gelince onu da; yani bubamı ‘kim? Niye bıçakladı?’ hep anlatcen” diye Bilal ağanın sorusunu cevapladı. “Sonacıma” dedi. Bilal ağa bu sırada esnedi. Halim “dayı uykun geldiyse kesen” dedi. Bilal ağa “yeğen bu zıkkım uykumu getirdi. Yaşlanıyom artık, eskisi gibi keyf de vermiyor. Günler çuvala mı girdi? Sonra devam ederiz” dedi. Bilal ağa ne içtiyse Halim’in de kafası “bi çeşit” olmuş, uykusu gelmişti.

 

Bu sırada Bilal ağa Reşit’e “yeğen şurda yatıcak, orayı hazırla” diye ranzayı gösterdi. Reşit biraz kızmıştı. Çünkü orası ona aitti. Bilal ağaya “ben nerde yatıcam?” der gibi baktı. Bilal ağa Reşit’in bakışından anlamıştı. Biraz kızarak “bakıb durma çabuk hazırla. Sen de şurda gıvrılır yatarsın” dedi.

 

Reşit hemen kalktı, içinden ‘tabi oğlum sen burada uşaksın. Ağa nerde derse orda yatarsın. Koskoca koğuş ağası, misafirini sokağa mı atıcakdı? Seninde hiç kafan çalışmıyor. Boşu boşuna ağayı kızdırdın’ diye söyleniyordu. Ama hiç belli etmedi, hemen Halim’in yatağını hazırladı. Ağanın yatağını hazırladı. Kendine de bir yer hazırladı. “Buyurun ağalar” dedi. Halim ayağını falan yıkamayı düşünüyordu. Askerde öyle alışmıştı. Bakındı, kimse oralı değil, içinden ‘buranın adeti de bu her hal’ dedi.

 

Ağa çoktan yatmıştı. “hadi iyi geciler yeğen” dedi. Halim de “iyi geciler dayı” dedi. Reşit her ikisine de “iyi gecieler ağalar” dedi. Az sonra her üçü de horlamaya başlamıştı.

 

Tam burada Halim “bugünlük buguda yeter. Şindi mapusluk günlene dakılıp galmanın alemi yok. Yarın iş var, bi de babuç ölçüsü vericen” dedi. “babuç ölçüsü vericen” deyince içi bir çeşit olmuştu. Yorganın içindeki ayaklarını birbirine sürttü “hadi bakam sizi de gün doğdu. Ellen ayağı gibi gıcır gıcır babuç yüzü görcesiniz. Siz hayatta postal, bi de çarık hariç doru dürüst babuç yüzü görmediniz. Yarın babuç giyince gıymatını bilin ha” diye çocuk gibi sevinerek ayaklarına söyleniyordu. Tırnaklarını kesdiği aklına geldi. “O iş de tamam. Ayaklama kim bakarsa baksın mesele galmadı” dedi. “Yarın haftı sonu, akşam gelince doğru Metin’in yanına. Kasıdan bi yüzlük çekerin. Bol bol yeter” dedi. Sonra “bi de Pazar günü hamama gide bi güzel kesilenirin. Tellak Amad bene özlemişdir. Valla tam bi aydır hamam yüzü görmüyon. Eh nedek, usdalını bi güzel gösdersin” dedi. Tellak Ahmet aklına gelince çok sevindi. Çünkü tellak Ahmet, Halim’i keselerken çok coşuyordu. “Mübarek” diyordu, “ben böyle kiri hiç kimside görmedim. Valla tellaklın keyfine sende varıyom gocoğlan” diyordu. İçinden ‘eh tellak Amat, bazar gün gören bakam varcen keyfi. Valla bu sefer üsdü parı isdecen’ diye söylenirken keyfi iyice arttı. Nuri daha gelmemişti. “yıkılcek duvara ne dayasan boşuneymiş. Bunnan işi bene göre bitmiş” dedi, sonra “bene ne ya? Anaları değilin, bubuları değilin” dedi. Zaten uykusu da gelmişti. Kalktı lambayı söndürdü. Vurdu kafayı yattı. Az sonra da homurtuyla karışık kükremeye başlamıştı.

 

Sabaha karşı yine rüya görüyordu herhalde. Yüzü bir asılıyor, bir gülümsüyordu. Erkenden uyandı. Biraz şaşkın bir hali vardı. “Hayırdır işallah” dedi.

 

Gerçekten rüya görmüştü. Rüyasında o kadını görmüştü. Kadın canavar olmuş onu kovalıyordu. Ayağında patronunun yeni diktirdiği ayakkabılar vardı. Kadından kaçarken ayağındaki ayakkabılardan biri parçalanıp çıkmıştı. Orada ayağı bir taşa çarpmıştı. Oturup ayağına bakarken bir tırnağının kanadığını görmüştü. O kadın da kaybolmuştu. Taşın üstüne oturdu. “Allah Allah hiç acımıyor” derken, parçalandı diye üzüldüğü pabucunu yanında görünce çok sevinmişti. Bu sırada uyanıverdi. Onun için şaşkın “hayırdır işallah” demişti. Ayağını kaldırdı baktı baktı tırnağında hiç kan falan yoktu. Öteki ayağına baktı orada da tırnak sağlam, ayağında kan falan yoktu. Ayakkabıyı daha diktirmediği aklına geldi. “O neyidi öyle?” dedi. Yine “hayırdır işallah” dedi. Bu rüyayı nasıl yoracağını düşündü, içinden çıkamadı. Kime sormalı diye düşünürken “tabi oğlum sen o garıyı iki de bir aklına getirirsen, başına kimbilir ne bokla gelecek? Bu rüya sene “ayanı denk al” deyi habar veriyor” dedi.

 

Baktı Nuri horul horul uyuyordu. “Yine kimbilir nerlerde fener söndürdü. Bunun sonu da çok kötü. Hiç öyle rüyayla korkutmaya falan lüzum yok. Söndürdü fener, onun sonunu zaten gösteriyo” dedi.

 

Çabucak kalkıp giyindi. “senin, onu bunu dakılmanın alemi yok. İş güç sahabı insansın. Sen işini bak işini” diye kendi kendine söylenip nasihat ederken çoktan pantolonu giymişti. Tuvalete girdi çıktı, işini güzelce gördü. Bu gün işerken zorlanmamıştı. Ona sevindi. “Hayırdır işallah, benim porosdat kendi kendine geçiyo herhal” dedi. Sonra lavaboda soğuk suyu yüzüne çarpa çarpa yıkadı. Buz gibi soğuk su, ona rüyayı falan unutturmuştu. Gömleğini giydi. Yalancı tokyo terlikleri ayağına geçirdi, terliğe “çoğu gitti, azı galdı. Accık da dayan sene güze bir türbe yabdırıveren” dedi.

 

Çünkü bu gün ayakkabı ölçüsünü mutlaka verecekti. “En çok çarşambaya diker nasıl olsa. Geç olucek derse dayı işde geydim, geycem hepsi bu, bak da onu göre derin” diye aklından geçirdi.

 

Hızla pansiyondan çıkıp giderken onu ağzı kıpır kıpır söylenirken gören hem katip, hem çaycı, birbirinin yüzüne bakarak “ne bunun telaşı?” dediler.

 

Çaycı, katipten önce “bi bok yiyor; amma yakında dumanı tüter” dedi.

 

Katip, çaycının kendinden önce “bi bok yiyor; amma yakında dumanı tüter” dediğini duymuş, sanki kendi söylemiş gibi olmuştu. ‘Hah şöyle oğlum. Sen söy, say beni de rahatlat. Sen benim maşam ol ki, bu laflan tehlikesi bana zarar vermesin’ diye içinden söylendi.

 

Halim bu sırada çoktan Dostlar Meyhanesini geçmişti. Orada falan hiç oyalanmadı. İçinden ‘işallah babışçı açıktır’ diye söyleniyordu. Pabucun ölçüsünü verecekti. Akşamüzeri de cebine kasadan çekip koyduğu yüz lira ile doğru bitpazarına gidecekti. Şöyle kendine münasip bir, iki gömlek, bir, iki pantolon, bir de ceketle, monta benzer bir şey alırsa keyfine diyecek olmazdı.

 

Halim bu ümit ve düşüncelerle ayakkabıcının dükkanının önüne geldi. Baktı kapalıydı. “hay Allah” dedi, “şansı bak, bidaha nezman gelen acıba?” diye düşünüp yürümüştü; arkasından bir seslenen olunca durdu, baktı. Seslenen ayakkabıcıydı. Çok sevindi “nerdesin dayı ya?” dedi. Ayakkabıcı gülümseyerek “ben daha geç gelirdim; amma senin patron senin erkenden geleceni deyince ondan böyle erken geliyorum” dedi.

 

Halim içinden “bizim patron da emme düşünceli adam. Benim erken erken gelcemi bile bilmiş, helal olsun valla. Ben bunun hakkını nasıl ödeycen bilmiyom” dedi, sonra “emme ben de görevimi aynı onun dedi gibi cib ciddi yapıyon. Bu öyle herkezin yiyece bok değil” diye kendini de altta bırakmıyordu.

 

Ayakkabıcı dükkanının kapısını besmeleyle açtı girdi. Arkasından Halim girdi. Dükkan küçücüktü. Halim gibi iki daha olsa başka kimse sığmazdı. Adam hemen yere bir karton attı. “Bas bakam şunun üstünü de, ayağın ölçüsünü alalım” dedi. Halim terlikten ayağını çıkarıp kartona bastı. Basınca ayağı “bazlama gibi” iyice yayılmıştı.

 

Ayakkabıcı “hey maşallah, bunca yıldır ayakkabıcıyım böylesini görmedim” dedi. İçinden de “vay bunun anacının haline, çaputu çıkmışdır valla” diye geçiriyordu.

 

Halim, ayakkabıcı “hay maşallah böylesini ilk defa görüyon” deyince “valla dayı herkes öyle deyo. Emme netcen Allah bene böyle yaradmış. Benim elimden gelen bi şey yok” dedi.

 

Ayakkabıcı “yanlış anlama kınamıyorum yeğenim. Amma hakikaden ayağın pek büyük, buna nasıl kalıb bulacağım bilmiyorum” dedi.

 

Halim “valla esgerde komutanın ayakkabıcısı bene galıb bulduydu” dedi.

 

Ayakkabıcı ayakkabı kalıplarını gösterdi. “Bak en büyüğü şu. Ben bu galıbı bi kere kullandım. Bi ayakkabı mağazası vitrine süs diye koymak için bir çift ayakkabı istediydi. Ona yapıverdim. Mesela o kalıp elli numaraya denk geliyor. Senin ayaklar maşallah o ayakkabıya bile girmez. Onun için öyle diyorum. Çaresiz o kalıba bir şeyle ilave edicem” dedi. Ayağın şeklini kartona güzelce çizdi. İçinden ‘o kadar büyük, amma hiç de biçimsiz gözükmüyor’ diye geçirdi.

 

Halim “tamam mı dayı?” dedi. Ayakkabıcı “tamam yeğen. Ben kalıp işini falan halleder, senin ayana lök gibi oturucak bi ayakkabı dikerim” dedi. Halim “bu nezmana olur dayı?” dedi. Ayakkabıcı “dur yeğen. Ne bu bayram çocukları gibi acelen, ben dikince haber veririm” dedi.

 

Halim ayakkabıcının “ne bu bayram çocukları gibi acelen?” lafından bir şey anlamamıştı. Çünkü onun bayramlarda, öyle yeni ayakkabısı olmamıştı. O bayramlarda yalnız çörek toplardı. Bu çörek toplamalardan da aklında yalnız ebenin iri iri güzel gözlü kızıyla köy katibinin bal rengi buğulu gözlü kızıyla çörek toplaması, bir de elini öpünce “ninecinin” eline yirmi beş kuruş sıkıştırması kalmıştı. Diğer çocuklar gibi öyle zengin “hediyeli mediyeli” bayram anısı hiç yoktu.

 

İçinden ‘bu ayakkabıcının da apışarasını fazla sidik yakmamış’ diye geçirirken aklında ayakkabıcının “ben dikince haber veririm” dediği kalmıştı. “Dayı eyi deyonda, işde bütün babıç, mabıç hepsi bu. Bak bugün yarın şurası gobdu gopucek. Onu göre düşün, az çabık yap” dedi.

 

Ayakkabıcı Halim’e acımış, içinden ‘garibim bu ayakkabıyı rüyasında bile görüyordur, en iyisi işi gücü boşlayıp bunu dikmeli’ derken Halim’e “gördüm yeğen, sen demeden gördüm. Senin patron da ‘elini çabuk dut’ diye tembih etti. Sen meraklanma ben hafta içinde sene ayakkabıyı giydiririm” dedi. Halim sevinmişti. İçinden ‘benim patron adam valla’ derken ayakkabıcıya “yaşa dayı, ayaklam sene hep dua edicek” dedi. İşe geç kalıyordu. “Hadi sene hayırlı işler” dedi ve büroya yollandı.

 

İş hanının önünden içeri girerken lokantacıyı lokanta önünde görünce içinden “bunun bi işi var herhalde, yoğusam gosgoca lokanta patronunun erkenden bok işi mi var?” dedi. Sonra “bene ne ya? Bi de bunu mu düşüncen” dedi, asansöre binip yukarı büroya geldi. Kapıyı açıp girdi. Hemen önce patronun odasına çeki düzen verdi. “Patrona söyleyip, önümüzdeki hafta temizlikçi garıyı çağırmalı” dedi.

 

Çünkü patronu ona “sen her gün gelince ortalığı toplarsın. Ama dipden tırnağa temizlik için, haftada veya on beş günde bir, temizlikçi kadın çağırırsın. Camları falan o silip temizler” demiş, Halim de “patron ben temizlikçi garıyı nerden bulcen ya?” deyince patronu “sen kat görevlisine söyle o bulur” demişti.

 

Burada çalışmaya başlayalı üç ay olmuştu. Bu sürede temizlikçi kadın üç dört kere ancak gelmişti. Çünkü ortalık pek öyle batmıyordu. Tozu da o alıyordu. Gerçi önceleri “bene garı işi yabdırıyo” diye patrona çok söylenmişti. Ama “tabi sen toz alcen. Her gün bi garı gelib toz alırsa, bunu para mı yete? Sonra adam sene buruya süs olsun deyi almadı herhalde” diye kendini eleştirmişti.

 

Zaten bunu her zaman yapar, fırsat bulunca kendini hemen yargılardı. Çünkü nineci ona “insan olan insan her akşam kendiyle mahkileşmeli ki başkası ayıbını yüzüne vurmasın. Başkası senin ayıbını yüzüne vurub da utandırmasın” derdi.

 

Gerçi nineci ona “her akşam” diye söylemişti. Ama o her an kendiyle mahkemeleşirdi.

 

Ne yapsın? Huyu böyleydi. Neyse Halim böyle düşüne, konuşa ortalığı topladı kendine bir çay söyledi, geçip yerine oturdu ve işine başladı. Yani cip ciddi oturuyordu.

 

Az sonra garson Ali çayı getirdi. Halim’i heykel gibi görünce hemen çayı bırakıp sıvışacaktı. Halim “hop hop az yaveş ol” deyince Ali “zıngıdak” durdu. Halim “çayı öteki niye getirmedi de sen getirdin bakam?” dedi. Ali şaşırmıştı “hangi öteki abi?” dedi. Halim “bilmimezliği vurdurup da insanı gızdırma, çarkını sıçarın ha” dedi. Ali Halim böyle sert çıkınca “ha sen Cengiz’i mi diyosun abi?” dedi. Halim “bak, çark işini duyunca birden nasıl aklına geldi. Onu deyon. Dün gelen garsonu deyon, çabık onu buruya gönder” dedi. Ali “tamam abi gönderen” deyip fırladı.

 

Asansöre bindi, soluk soluğa çay ocağına girdi. Ocakçı “hop oğlum arkandan kovalayan mı var?” dedi. Ali hala soluk soluğaydı. Kendine “ne o korkak, yine o ayıdan mı korkdun?” diyen öteki çaycı garsonu Cengiz’e “sen geç dalganı. Oğlum sen boku yedin. Ayı sene çağırıyor. Git bakalım da ver hesabını” deyince Cengiz korkusundan az daha düşüp bayılacaktı. Ali’ye “sakın o kadından size anladdığımı duymasın?” dedi. Ali az önce kendiyle dalga geçen Cengiz’den intikam alma fırsatı bulmuştu. “Valla orası bana muşaf. Amma ondan, amma seni seviceği geldiğinden çabuk gelsin dedi. Sıkıyorsa gitme” dedi.

 

Ocakçı bu ikisinin hep böyle birbiriyle uğraşmasından usanmıştı, “şimdi ikinize de başlıycam ha. Bırakın şu zevzekliği” dedi. Sonra korkudan titreyen Cengiz’e “sen de öyle sıtma dutmuş gibi titreyip durma da, git bak. Korkma, seni yemez. Duyduysa ben öyle bi şey demedim götlenden uyduruyola falan de, git seni bi şey yapımaz” dedi. Cengiz ocakçıdan da çekiniyordu, ama “hıı sene demesi golay, parpıyı yiyicek benim” dedi ve asansöre yürüdü.

 

Ocakçı arkasından “bana demesi golaymış, sen de durdun yerde adamın dedikodusunu yapmayıver” diye söylendi. Aslında Cengiz’e merakla sorup anlattıran oydu; ama şimdi de böyle konuşuyordu.

 

Bu sırada Cengiz korkuyla Halim’in çalıştığı büronun kapısından girip tam kapıda durdu. Aklınca Halim bir şey yapmaya kalkarsa kaçıp, kurtulacaktı. Halim Cengiz’i görünce “kapıda durmu da şöyle içeri gir” dedi. Cengiz içinden “şindi hapı yudduk” dedi. Halim “gir oğlum gir korkma sene yicek değilin. Gel şöyle de sene bi şe sorucen” deyince Cengiz biraz rahatlamıştı. “Valla Halim abi ben kimsiye bi şey demedim. Onna götlenden uyduruyordur” derken Halim “dur oğlum yaveş, şindi herkes duyucek, Kim neyi uyduruyomuş, de baken” deyince Cengiz’de “şafak attı.” Halim’in onun yaptığı gevezelikten haberi olmadığını anladı. “Hani sen bana dünkü o kadından kimsiye bahsetme dedin ya onu diyordum” dedi. Halim “hah ben de onu sorcedim. Sen kimsiye bi şe demedin de mi?” dedi.

 

Cengiz Halim’in hiçbir şeyden haberi olmadığını anlamış, iyice rahatlamıştı. “Töbe abi. Sen ne dediysen ben ona uydum. Töbe kimsiye bi şey demedim” dedi.

 

Halim “eferin, ben de sene yine onu decedim” dedi sonra “sen demin onna götlenden uyduruyor dedin. Onla kim, neyi uyduruyor ki” diye sorunca Cengiz yine paniğe kapılmış, içinden “kendi ağzınla yediğin boku temizli bakalım” diye kendine kızıyordu. Hemen kendini topladı. ”Ha o mu? Hani kadın ordan geçerken herkes kim bu kadın diye merak edip konuşmuşdu da onu diyom. O kadını lokantacı tanıyormuş. O kadın Yavuz beyin dosdu dediydi de” deyince Halim daha meraklanmıştı. Cengiz devam etti. “Lokantacı biliyormuş. O kadın senin patronun fayizinle para verip sona borcunu ödeyimeyince, intihar eden adamın karısıymış” dedi.

 

Halim’in aklı karışmış, kulakları uğulduyordu. İçinden “bu adam ne yumurdluyo böyle? Kim fayizciymiş? Kime vermiş? Kim intihar etmiş?” diye düşünürken aklı temelli karışmıştı. Cengiz’e “sen öyle azını götünü dağıtma. Şindi bi çakarın da bok herif. Benim patrona, öyle bok atıcek insanın ben ciğerini söker alırın. Sittir git şurdan” deyince, Cengiz neye uğradığını şaşırıp, soluğu asansörde aldı. Soluk soluğa çay ocağına girdi.

 

Ocakçı “dur oğlum, noluyor sizi böyle? Oraya giden arkasından it geliyor gibi soluk soluğa geliyor. Olmaz böyle, şuna gidip bi de ben konuşayım” deyip, önlüğünü çıkardı tam ocaktan çıkıyordu ki. Cengiz  “Dur patron gitme. Senin bilmediğin çok şey var” deyince durdu. “Oğlum sen azında ne geveliyosun. Neymiş benim bilmediğim çok şey öyle” dedi.

 

Cengiz hala soluyordu. “Patron valla iş senin bildin gibi değil” deyince ocakçı “şimdi bi çakıcem görücen gününü. Söyle oğlum neymiş o? İnsanı çatlatma” diye kızarak sordu.

 

Cengiz “valla patron bu iş çok karışık… O ayı patronunun fayizci olduğunu bilmiyor bir. Sona o kadının fayizinle para verip, ödeyemeyince intihar eden adamın karısı olduğunu bilmiyor iki. Üçüncüsü de, o adamın, patronu sıkıştırınca utancından kendini öldürdüğünü bilmiyor” deyince, ocakçı “vallamı diyosun len?” dedi.

 

Cengiz “hem valla, hem billa doğru söylüyom patron. Aynen öyle. Ayının bi boktan haberi yok” dedi. Ali “oğlum adama ayı deyip durma; şimdi ondan haberi olucak ozuman görücen anan şamını” deyince Cengiz hışımla Ali’ye baktı. “valla patron bu sümsük beni ispiyonluycak herhalde” dedi.

 

Ocakçı “yine eşşek gibi eğeşmeye başladınız, şimdi ikinize de başlıycam ha” dedi.

 

Bu sırada lokantacı da yukarıdaki mühendise bir kez daha gidip “arabanın fiyatını biraz daha düşürdüğünü” söylemek için asansöre gidiyordu. Ocakçı “patron bi dakka” deyince durakladı “ne oldu bi şey mi var?” derken çay ocağına girdi.

 

Ocakçı “çok şey var” dedi. Lokantacı merakla ocakçıya bakıyordu. Ocakçı “hem de çok şey var. Senin patronun ayının bi şeyden haberi yokmuş” deyince lokantacı “tingidek” düştü.

 

Ocakçı  “senin patronun” deyince kimi kastettiğini anlamıştı; ama anlamamış gibi davrandı. İçinden kendi kendine ‘bi bok yedin herkes duymuş’ diye geçirirken, “benim patron kimmiş ya?” dedi.

 

Ocakçı içinden ‘kurnaz anlamamış gibi davranıyor’ derken “hiç canıım! Yavuz beyden bahsediyom” dedi.

 

Lokantacı, ocakçının bu sözlerinde bir alay sezmişti; ama ne söyleyeceğini merak da ediyordu.

 

Lokantacının bilmediği bir şey vardı. Pastaneci dün dedikodu yapıp lokantacıyla ilgili, bildiklerini anlatacak kimseyi bulamayınca, çay ocağına gelmiş ocakçıya bildiği her şeyi “benden duymuş olma” diye, bir bir anlatmış “lokantacı bu gidişle ‘dünya ahret kardeşim olsun’ karısını bile Yavuz beye kaptırır” demiş; sonunda “aman ha! Benden duymuş olma” diye sıkı sıkı tembih etmişti.

 

Tabi lokantacının bunlardan haberi olmadığı için, ocakçıya “Yavuz beye nolmuş?” dedi.

 

Ocakçı içinden ‘efendi sanki bilmiyormuş gibi, bizi kekiğe yayıyor’ diye geçirirken, lokantacıya “hiç ne olucak? dün Yavuz bey gittikten sonra dostu ayının yanına gelmişdi ya. Ayı da bizim Cengiz’e kimseye bi şey deme demişdi ya” dedi. Lokantacı işin ucunun kendine dayanacağını sanki sezmişti. “Eeee!” dedi. Ocakçı “eesi. Bizim salak ayı sıkıştırınca ağzından gaçırmış” deyince lokantacı az kalsın bayılacaktı. “ağzından ne kaçırmış?” dedi.

 

Ocakçı lokantacının paniğini sezmiş, biraz tadını çıkarmak istiyordu. “Hiç canım, senden duyduklarını. Senin patron faizciymiş. Fayize para verdiği adamların karılarına dadanıyormuş demeye getiren lafla etmiş” dedi.

 

Lokantacının içine büyük ateş düşmüştü. İçinden “eyvah oğlum yandın. Bunların hepsinin her şeyden haberi var. Sen en iyisi elini çabuk tut da, bu gün Yavuz beye her şeyi anlat. Yoksa halin harap” diye geçirdi. Ocakçıya çok şaşırmış gibi, “hayret valla burda herkes her şeyi biliyor, herkes ayaklı gazete gibi valla” dedi. “cık-cık” diyerek lokantaya döndü.

 

Ocakçı, lokantacının arkasından “sen daha çok cık-cık edicen canım” diye dalga geçerek söylendi.

 

Hem Ali, hem Cengiz daha genç olduğu için böyle “alengirli” işlere aklı almıyordu. Her ikisi de ağız birliği yapmış gibi “neyin cıkcığı usda?” dediler. Ocakçı “bunları sizin aklınız ermez hadi işinize” dedi. Her ikisi de “sanki senin aklın çok eriyor” dedi; ama içlerinden kendilerine söyledikleri için ocakçı duymamıştı.

 

Bu sırada Halim, çaycı garsonu Cengiz’in söyledikleri karşısında şaşkına dönmüştü. Cengiz’i kovalayınca bir başına kalmıştı. “Yok ya! Bunların hepsi namıssız, akşama gadar orda garılar gibi laf gaynadıyolar. Zaten ninecim de ‘bu insanla öyle birbirlenin guyulanı gazar, emme sonunda aynı guyuya gendileri de düşünce şaşa galırla derdi’ diye yine “nineciğini” anarak rahatlamıştı. Ama “ya söyledikleri doğruysa” dedi. Sonra “yok ya! Benim patron akşama gadar, milletin derdine çare olmuya çalışıyo, öyle şey yabmaz” diyerek kendine patronunun dürüst biri olduğuna inandırmaya çalışıyordu.

 

Ama içine kurt düşmüştü. Bundan çok da rahatsızdı. “hep o garı. Şeytan gibi patronu o başdan çıkarmışdır. Az galsın bene bile başdan çıkarıyodu. Valla ninecimin dediği çok doğru… Garı kısmı şeytan gibidir. Ne gibisi, şeytanın ta kendisidir. Adem’e bile almayı yedirip cennedden govduran kim?” dediği aklına gelince sürekli kendine patronun masum olduğuna inandırmaya çalışıyor; ama böyle yeni mazeretler uydurmaya çalıştıkça şüphesi artıyordu.

 

O böyle düşünürken epey vakit geçmiş patronla ilgili şüpheleri Cengiz’in söyledikleri falan hep aklından çıkmıştı. Şimdi ayakkabıyı, yeni pantolon ve gömleği ve alırsa ceket veya montu düşünüyordu.

 

Hepsini aynı anda giydiği aklına geldi. Lokantacı, pastaneci, çaycılar, kat görevlisi, hatta patron bile şaşıracaktı. Pansiyondakileri hiç saymıyordu. Çünkü onlar ilk görecekti. Hele o kıyafetlerle Dostlar Meyhanesine girdiğini hayal etti. “Gariple şaşırıp galcekle” diye düşündü.

 

Çünkü onlara “zavallı garip kişiler” diye hep canı acırdı.

 

Kaç kere onlara, kuşlu Caminin parkında, naylon çadırlarda yatıp kalkan adem babalara Tombalacı Nuri acıyıp, yarım ekmek ciğer yaptırıverdiğinde Halim de “al şudu benden osun” deyip cebindeki son parasını vermişti.

 

Çünkü Allaha şükür. Onun işi gücü yerindeydi, yatacak yeri de vardı. Bunları düşünüyordu. “Bu hafta mutluka hamama gidmek ilazım. Yoğusam bitlencen” dedi.

 

Bir keresinde hapishanede bitlenmiş, bitten arınmak için çok uğraşmıştı. Onu hatırlayınca güldü “ne günledi beh” dedi. Bu sırada patronun geldiğini fark etti. Hemen kendini toplayıp ayağa kalktı. Patron “o kocoğlan, yine erkencisin” dedi durdu; “babuç ölçüsünü verdin mi?” dedi. Halim “verdim, sağol patron. Hem anam hem bubamsın sağol. Senin hakkını ‘nası ödüycen?’ bilmiyon valla” dedi.

 

Patron bu sırada odasına giriyordu. Döndü “dediklerimi yap yeter” deyip odasına girdi kapıyı kapadı.

 

Halim “hiç unudurmun, unudman valla” derken, patron içeri girince laf ağzında kalmıştı. Kendine kızdı “ayı gibi gafan şarzedip de sen bişe deyinceye gadar, adam çokdan içeri giriyor” diye söylenerek diyafona gitti “bi sade gave, bi çay çabık olsun” dedi.

 

Aşağıda sesini tanıyorlardı. Garson Ali “tamam abi” dedi; ocakçıya “ayı göreve başladı” diye gülerek söylenince, ocakçı “cıvıdmayın ulan. Önce cıvıdıyosunuz, sonra viyak-viyak ağlaşıyosunuz” dedi. İçinden “bunların kulağını bi çekmek lazım. Patron gelince söylüycem” diye söylendi.

 

Çünkü çay ocağının patronu yandaki iş hanının kapıcısıydı. Adam Kayserli çok kurnaz biriydi. Hem bu iş hanının, hem öbür iş hanının çay ocaklarını o işletiyordu. Bu ocakçı da onun asker arkadaşının kayın biraderiydi.

 

Asker arkadaşı “bizim gayın senin ocakların birinde çalışsın, sağlam adamdır” deyince bu ocakçıyı işe almıştı. Çok da memnundu. Ocakçı bunu bildiği için içinden “bunların kulağını çekmek lazım” demişti.

 

Kahve, su ve çayı bu sefer Ali götürmüştü. Büroya girince Halim kafasını sallayıp “ben size sorucen nasıl olsa” diye homurdandı. Ali içinden “eyvah yandık” derken, Halim’in çayı bıraktı, içeri girdi patronun kahve ve suyunu bırakıp geri geri çıktı. Halim’e korkuyla bakarak, yavaş bir sesle “valla abi, hep Cengiz olucek götlek, bi de lokantacı. Hep onla öyle dediler” derken. Halim “hepiniz aynı bokun soyusunuz, siddir git” deyince, hemen asansöre binip indi.

 

Aşağıda hem ocakçı, hem de Cengiz merakla onu bekliyorlardı. İkisi birden “noldu, bi şey dedi mi?” diye sordular. Ali, Cengiz’e bakarak “bunla hep Cengiz’in marifedi dedim” diyecekti, kendini tuttu, “hiç, ‘ben sizi nasıl olsa?’ sorucan dedi, sonra da sittir git deyip beni govaladı” dedi.

 

Cengiz’den önce ocakçı “bi bok yediniz azcık dikkatli olun. O iyice azıdır sizi bi şey yapmıya kalkarsa, ben patrona söylerin, icabına bakar” deyince Ali “şimdi durup dururken beni niye garışdırıyosun. Ben zaten, bunlar hep Cengiz’le lokantacının marifet dedim” der demez Cengiz üstüne Ali’nin üstüne atılıp “galleş herif, sen kayassımın da öyle diyon” diye bir yumruk savurdu. Ali eğilince yumruk ocakçının omzuna geldi. Ali çoktan kaçıp, iş hanının dışına çıkmıştı.

 

Yumruğu omzuna yiyen ocakçı hışımla Cengiz’in üstüne yürüdü. Cengiz de “valla ben sana vurmucedim. Hep o puşt eyilince öyle oldu” diyerek Ali’nin peşinden, ocakçının önünden o da iş hanının dışına çıktı. Ocakçı da her ikisinin ardından “ulan ben size gününüzü gösdericem” diye geldi.

 

Lokantacı ve pastaneci, önce Ali’nin sonra Cengiz ve ocakçının birbirini kovalayarak geldiğini görünce çok şaşırmışlardı. Her ikisi de “bunlara noluyor böyle?” diye söyleniyordu.

 

Ocakçı soluk soluğa yanlarında durdu. Ali ve Cengiz’in arkasından “siz kaçın bakam, nasıl olsa gelceğiniz yer burası, ozman gösteririn gününüzü” derken hem lokantacıya, hem pastaneciye “bütün bokluklar sizden çıkıyor. Hele sen pasdacı gelip böyle böyle diye anladdın herkesi birbirine düşürdün, ayıboluyo valla” dedi.

 

Bu sırada pastaneci gözüyle kaşıyla, ocakçıya lokantacıyı gösterip sus işareti yapıyordu. Ocakçı “sen gözünü kaşını ne oynadıp duruyosun öyle?” deyince lokantacı “ne oluyor burda yahu?” dedi.

 

Ocakçı pastanecinin “sus anlatma” işaretlerine rağmen Lokantacıya “ne olucak? Güya sen bu ayının patronundan fayizinle para almışsın. ‘Dünya ahret kardeşi olsunmuş’ amma sen bi gün o patrona karını kapdırıca gününü görcekmişsin. Bu seni çok uyarmış; amma sen dinlememişsin. Gelip bunları bizim orda anladınca, sen de gelip o kadının kim olduğunu anladınca bizim serseriler ayıya bunları anladınca olan olmuş; ayı öyle ‘ben sizin günü gösderirim’ deyip duruyormuş. Benim garsonlar da korkudan birbirine girdi, ara yerde bi yumruk da ben yedim sayenizde” deyip çay ocağına doğru yürüdü.

 

Lokantacı arkasından “hey bi dakika, bunları size hep o mu anladdıydı?” dedi.

 

Bu sırada pastaneci dükkanına girmişti. İçinden ‘hay senin yapıcan işi. Herkese her şeyin söylenmeceni bi türlü öğrenemedin. Çık bakam işin içinden çıkabilirsen’ diye kendine söyleniyordu. Ocakçı lokantacıya “bak, seninki suçunu bilip nasıl tüyüyor. Ben de dedigodu yapıyor oluyorum; amma doğruyu mezarda mı söylücem? Valla o, dün mü neydi senden önce gelip bunları anladdıydı. Valla o iyi arkıdaş değil, onu göre ayanı denk al” dedi.

 

Sonra “bana göre senin karıyı da gözden geçiriyor. Lafının çalımından öyle anladım” da diyecekti “şimdi bunları gatıp garışdırmış olmuyeyim” diye kendini tutup çay ocağına geldi.

 

Lokantacı ocakçının arkasından bakıp kalmıştı. “Gidip şu pastaneciye bi çatayım” diye düşündü; hemen vazgeçti. “her şeyin sırası var” diye içinden söylenip lokantaya giriyordu. Pastaneci duramamış, kapıya çıkmıştı. Ocakçının gittiğini ve lokantacının yalnız olduğunu görünce “neler yumurtladı o düzenbaz?” dedi. Lokantacı “asıl düzenbaz sensin” diyecekti; yine “şimdi sırası değil” diyerek kendini tuttu, “doğru bizim oğlan. Zibidi kendini bi bok zannediyor, olup olucağı alt tarafı bi ocakçı, muhatap olmumak lazım” dedi. 

 

Pastaneci “bu bir şey bilmiyor” diye düşünerek rahatlamıştı. “Doğru bizim oğlan. Bırak muhatap olmayı; ara sıra haddini bildircen. Ne demişle hadsize haddini bildirmek, öksüze kaftan giydirmek de sevapmış” dedi. Lokantacı “hıı bizim oğlan doğru diyosun” dedi; ama içinden ‘asıl hadsiz sensin. Bi gün senin haddini, biri esaslı bildirip çok sevaba giricek’ diye geçirerek “ben içeri bi bakayım” deyip lokantaya girdi. Pastaneci de pastaneye girdi.

 

Bu sırada Ali pastaneciyle lokantacının ocakçı için “zibidi, haddini bildirmek lazım” dediklerini hep duymuş, içinden “yaşasın gider ocakçıya bunları söyler, kurtulurum. Hem yumruğu ona ben değil Cengiz vurduydu” diye iş hanından içeri girip ocağa yönelmişti.

 

Ocakçı “sen gel bakayım” diye söylenirken Ali daha erken davranıp “valla abi lokantacıyla, pastaneci seni çekişdirip duruyolar” deyince, ocakçı meraklanmıştı; “ne diyorlarmış arkamdan?” diye sordu. Ali bire bin katıp onların söylediğini abartarak ocakçıya söyledi.  Ocakçı da “ben onlara zibidi kimmiş gösterim” dedi ve “şu Cengiz’i de çağır, biz işimize bakam. Bırakalım kim kimin karısına ne etcese etsin. Biz o karıların çobanı mıyız?” dedi.

 

Ali rahatlamıştı, Cengiz’e bakmaya dışarı çıktı. Cengiz, Ali’yi görünce “şimdi ben sana gösterin, ocakçıyı da bana düşman ettin” diye Ali’nin üzerine yürüyünce Ali “dur oğlum. Sayemde yırddın, ocakçı sana gızmıyor artık. Onun gızıcek başka insanları var” deyip, Cengiz’e olup, biteni kısaca anlattı, “hadi sayemde yırtdın” dedi. Cengiz “ne sayende ulan? Her şey senin başın altından çıkmıyor mu?” diye yine Ali’ye saldıracaktı ocakçının artık kendine kızmayacağını düşünüp, kendini tuttu. Ama Ali’nin Halim’e söylediklerinin hesabını, Ali’den sormayı da aklından çıkarmamıştı.

 

Her ikisi de çay ocağına suçlu gibi geldi. İkisi de ocakçıya “aman bunları patrona söyleme” diyecekti ocakçı daha önce davranıp “bi da böyle bok yerseniz, gider patrona hepsini anladırın” deyince ikisi de rahatlayıp, “sağol abi” dediler.

 

Burada işler bir şekilde yatışıp, şimdilik yoluna girmişti. Yukarı da ise Halim’in Ali’ye “ben size sonra sorucen siddir git” dediğini duyan patron merakla dışarı çıkmış “ne oluyor Halim efendi arpan fazlı mı geldi?” diye biraz kızarak sordu. Halim porton böyle deyince hemen ayağa kalkmış “yok valla patron benlik bi şey yok. Aşşada bu götlekle öyle laf gaynadıyor da onu deyodum” dedi. Aslında “senin için fayizci, onun bunun garısına, gızına musallat olup başdan çıkarıyor deyola” diyecekti, kendini tutup başka şey söylemişti.

 

Patron “sana ne oğlum? Sana ne? Öyle onla, bunla muhatap olup değerini düşürme. Ufak iş dutma. Onlar senin ayarında mı ayıp” deyip içeri girmiş, içinden “bunun yemi fazla gelmeye başladı. Çok şımartmaya gelmiycek” diye söylenip “acaba dünkü para; bi de pabuç çok mu oldu?” diye düşündü. “Adam sen de; çok azıdırsa korsun kapının önüne, görür gününü” deyip yerine oturdu. “Şimdi bunların sırası değil, az sonra lokantacı gelicek, ben onu düşüneyim” deyip Halim’i  “şimdilik” aklından çıkardı.

 

Halim de dışarıda patron en son “onlar senin ayarında mı? ayıp” dediği aklına geldi. Ayağa kalktı önce durakladı sonra “söylümek lazım” deyip kapıyı çalıp odaya girdi. Esas duruşta cipciddi “doğru söyleyon patron, bi da ben kimseyle muhatap olmam söz. Ben işime bakarın, kusuruma bakma” dedi. Patron bakıp kalmıştı. İçinden “aferin ayıya, böyle konuşmasını da biliyor” derken, “tamam tamam sen işine bak yeter” dedi. Halim dışarı çıktı ve yerine oturdu. “Hah şöyle, tabi canım patron doru söylüyor. Ben kim? Onla kim? Herkes accık yerini bilcek” deyip, cipciddi oturarak işine başladı.

 

Arada bir o kadın veya Cengiz’in sonra Ali’nin söyledikleri aklına geliyor, içinden ‘unud oğlum. Seni ne elin üç oğlaklı, beş geçisinden. Sen işine bak” diye kendine kızıyordu.

 

Bu sırada patron odasında lokantacının defterini nasıl düreceğini düşünüyordu. Aşağıda da lokantacı Yavuz beyle ne konuşacağını düşünüyordu.

 

Yavuz bey dışarı çıktı. Halim bu sırada tam da o kadını düşünüyordu, patronu karşısında görünce ayağa fırladı az kalsın önündeki masayı devirecekti.

 

Yavuz bey Halim’in dalgınlıktan öyle ayağa fırladığını görüp “yavaş ayı yavaş; yine aklın nerlerde?” dedi.

 

Halim “valla, billa burdayın” derken Yavuz bey “tamam tamam burda olduğunu görüyorum. Kendini topla sonra karışmam” dedi ve “lokantacı gelecek. Başka kim gelirse gelsin patron yok deyip kapıdan döndürcen” dedi. İçeri giriyordu Halim “yengi gelirse ne diyem?” dedi. Yavuz bey “o gelmez, sen benim dediğimi yap gerisini karıştırma” deyip içeri girdi.

 

Halim arkasından içinden ‘bunu noluyo böyle? Barut gibi. Ben zaten işimi bakdım için öyle dedim’ dedi. Sonra yine içinden ‘sene ne elin garısından salak. Adam sene ne deyorsa onu bak. O garı da gelse patron yok der savarın’ dedi; ama güldü ‘öyle deyip bok savasın. Garı yapışak. Bi yapışdı mı çıkmeyo” diye mırıldandı hemen kendini topladı içinden ‘ne garı? Emme bi içim su. Aynı ozumanki garı gibi fıkır fıkır’ derken, tarlabaşındaki kadını hatırlamıştı.

 

Aradan geçen yirmi beş küsur yıla rağmen o kadını unutmamıştı. Çünkü ömrü hayatında birlikte olduğu tek kadın oydu. Bunları düşünerek yerinde oturuyordu.

 

Bu sırada aşağıda lokantacı kendi patron masasına oturmuş öyle hesap yapıyordu.

 DEVAM EDECEK


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder