27 Aralık 2016 Salı

"BEN SENE TİLKİYLE ASLANIN HİKAYESİNİ DEVEDİM Mİ?" sordu; sonra anlatmaya başladı.



Bir süre oradan buradan sohbet ettik. Sıkı “sıyasatcıydı”. Gündemle ilgili konuşuyorduk; durdu. Gülümesedi “sen gafanı yorma. Bizde vatan millet gaydası bitmez. Daa çok bağıra çığıra söyleriz bu gaydaları. Neysem; sen onu bunu bırak şindi. Nassın bakam? Gine tısılep durumun?” dedi.

Lafı değiştirmek istediğini anlamıştım. Zaten hep böyle yapıyordu. Lafı değiştirmek isteyince “ben sene bişe deyen mi?” diye başlayıp; ya bir hikaye, ya da bir fıkra anlatırdı.

Onda yakası açılmadık çok fıkra vardı. Bir de çok iyi gözlemciydi. Köyündeki çok basit olayları bir masal tadında anlatırdı.

Yeri denk düşerse; o hikayelerden burada paylaşırım. Yani şimdi yeri değil. Zaten o da konuyu benim ‘tısılaklığıma’ yani; nefes alma zorluğuma getirince artık gitmek vakti geldiğini anlamıştım.

Çay paralarını verip kalktık. O oğlunun yanına yürüdü. Giderken “İş gayıt galmadı. Ben oğlanla da çok gelip gidcen. Ozmana vakıt çok. Da çok laflarız” derken ‘sıyasat” sohbetleri için yanıma geleceği sinyalini verdi.

Neyse; oradan vedalaşıp ayrıldık. Ben eve, o oğluyla köyüne gitti. Epeydir gözükmüyordu. Dün öğleden sonra kapının zili çalınca ben tingildedim. Ne yalan söyleyeyim; aklıma o gelmişti; ama bizim evi bilmediği için içimden 'o değildir' dedim. 

Hem ben hastaydım; hanım da hafif grip. Yani ikimiz de hoşaf gibiyiz. Öyle olunca eşime “bırak açma; ‘kimse?’ çalar çalar gider” dedim. Hanım “olmaz. Evden olduğumuz anlaşılırsa ayıp olur” deyip kapıyı açtı. Asansör gelince bir baktık bizim dayı; yani tingildemem doğru çıkmıştı; yalnız evi nasıl bulduğuna şaşırdım.

Ben 'evi nasıl bulup geldi?’ diye düşünürken; o beni anlamış gibi “oğlanla geldim. Onun işi varıdı ben ‘tısıla bir uğreyen. 'Nasıl? bakam' deyi geldim” sonra gülümseyerek “sen şindi ‘bu adam burayı nasıl?’ buldu deyon” dedi; anlattı. Evin adresini birlikte çay içtiğimiz kahvenin garsonuna sorup öğrenmiş. Bunu anlattıktan sona “Benim elimden uçan da gaçan da zor gurtulur” deyip koltuğa oturdu.

Hanım şaşkın bakınca. Ona “gelin gızım sen heç telaş edme. Bi şey yicek içcek değilin. Bi nasgafa yapasan içerin; emme dört topaklı olsun. Ben senin adamıla laflımayı bek sevdim. Oğlan gelincek; dur şunu bi çaten deyi geldim” dedi.

Hanımın şaşkınlığı geçmişti. Gidip “hoş geldin” deyip elini öptü, “olur mu? Ben şimdi siz bir şeyler hazılarım” deyince o “töbosun olmaz. Ben sene nar eşisi getirdim; emme dadımlık. Sen gid onu dadına bi bak. Beğenirsen gine getirin. Kendi mahsulumuz. Yani gatgısız organik” dedi.

Sonra “sen benim nasgafayı getirive. Ben onu bek severin” dedi. Hanım bana baktı. Ben “dayı ne diyorsa onu yap” deyince o mutfağa dayıya ‘dört topaklı nasgafa’ yapmak için gitti.

O gidince dayı “ben buruya sıyasat için gelmedim” dedi. Hal hatır sormadan böyle lafa girince; belli ki bir şeyler anlatacaktı; bunun için giriş yapıyordu.

Güldü, kafasını salladı sonra “Sen bene inanmadın; biliyon; emme töbosun bugün sıyasat gonuşmecen" dedi sonra "ben sene aslanıla tilkinin hikayesini devedim mi?" diye sordu. Bu sırada neskafe gelmişti. Onu karıştırdı. Bir yudum alınca derin bir oh çekti. “Bu eyisi. Gayfıda verdikleri bulaşık suyu gibi; emme nedicen? Bizim orlada geçeri o” dedikten sonra eşime teşekkür etti.

Saati sordu. “Oğlan şindi çağırı” dedikten sonra “ben sene aslanına tilkinin hikayesini deveren” dedi.

Meraklanmıştım. Öyle ya benim yanıma neskafe içip hikaye anlatmaya gelmemişti ya.

Ben böyle düşünürken anlatmaya başladı.

“Bi tarihde aslan bi ağacın altında garnı tok oldundan; kesdiriyomuş. Ordan geçen tilki aslanın tok olduğunu anlayınca onun yanındaki ileşten usulca bebillenmeyi düşünmüş. Emme aslan uyanıp gözlene arılamış. Tilkiyi görüncek garnı tok oldundan bek gızmamış da gözüyle ‘noluyo?’ der gibi işaret etmiş.

Tabi tilki önce engibek olmuş. Sen de olsan öyle olursun. Emme tilki bu. Hemen aklına bir gurnazlık gelmiş. ‘Heç sayın aslan. Ben sene bi teklif getirdim onu decedim’demiş. Aslan hakır hakır gülmüş; emme güleken bile çok korkuncumuş. Tilki az daha altına gaçırıceken kendini toplamış ‘hana ben deyom ki! Sayın aslan buba. Sen bu avlara yakalecen deyi goşup yoruluyon’ deyince aslan ‘tabi goşcen. Goşmudan, uğraşmıdan garnımı nası doyuren? Senin gibi onun bunun malı hırsızlıyen mi? Sen onu mu deyon bene?’ derken baya da gızmış. Tilkiyi ‘sittiretcemiş’. Emme tilki bu galıveri mi? ‘Yoo! Esdağfuullah. Ben onu demedim’ demiş. Aslan ‘ne decesen de sittirol git! Keyfimi bozup durma’ deyince tilki ‘hana ben deyom ki. Avlan yerini ben örensem. Sona gelip sene devesem. Barabar gidsek ben ava senin üsdüne ürküdsen da çabık avlanırdın. Onu deyom’ demiş. Aslan bi düşünmüş; aklı yatmış; emme tilkiyle ortakcı olup gendini güccüldüce aklına gelince canı sıkılmış ‘ne yani? Sen bene şindi ortaklı mı teklif ediyon?’ demiş. Tilki işin gıvamına geldiğini; aslanı razı ediceni anlamış. ‘Yok aslan buba. Ne münasebet? Ne ortaklı? Ben haddimi bilirin… Hana ben deyon ki; sen avdan bene bi kırtık atıverisin bene yete o’ deyince aslan bi düşünmüş. ‘Olubilir. Avı govalamıdan yakalıcen. Bundan acık da onu atıvecen. Hem gosgoca aslana kim tilkiyle ortak olmuş der ki’ demiş; tilkinin teklifi gabıl edmiş.

Ve barabar yaşamıya başlamışla. Tilki gidip avın yerini öğreniyo. Tabi tilkiden kim gaçar? Kimse oralı olmuyo. O da usulca gelip aslana deveyo. Barabar avı goleyce avleyola. Bi kenara çekilip yerken de aslan tilkiye az çok bişele atıveriyomuş.

Onlan bu barabarlığı öteki hayvanları şaşırdmış tabi. Emme aslana kim bişey sorabilir ki? Tilkiye sorsula o çalımla ‘heç; ortak olduk’ deyip; başka bi şey demeyomuş.

Derken bi gün gine aslan tilkinin gurnazlığıyla bi av yakılamış. Bi gayanın altına çekilip barabar yeyolarımış. O sıra nolduysa olmuş yer sallanmış. Yer sallanınca aslan şaşırmış; kükreyek gayanın altından çıkıp gaçmış. Tilki de çok korkmuş gaçıcek; emme o sıra guyru daşa kısmış. Aslanın arkasından pevkirdemiş galmış. Millet bakmış aslan kükreyek gaçıyo; ardında tilki sankim aslana pevkirdeyo. Tabi işin aslını bilmedin herkes şaşırmış galmış.

Neysem tilki bu sıra guyru gurtarmış tabi. Gidicek. Yerin sallanması durmuş. Av oldu gibi duruyo.  Oturup güzel bi garnını doyuruyo. Bakıyo garşıda çakalla bakışo. Akraba sayılır. Onlara çağırıp ‘gelin siz de garnızı doyurun’ deyo. Çakal, akbaba hepsi toplaşmış galanı yemeye başlamış.

Emme hepsinin aklında aslanın bağırarak gaçışı galmış…

Çakalın biri çekinerek ‘Şey! Tilki gardeş. Aslan neye bağırıp giddi öyle?’ deyince tilki ‘ha o mu? Nolcek? Aç gözlü. Bakdım benim payı da gonuyo. Bi pençe addım. Neye uğradığını şaşırıp gaçdı giddi’ deyo.

Buna ordakilen heç biri inanmeyo; emme ‘bize ne ya?’ deyip beleş gelen avı afiyetle yemişle” diye sözünü bitirip sonra neskafeden bir yudum daha içti. Benim yüzüne baktığımı görünce “ne bakıyon? Aslan nedmiş? deyon haral’ deyip güldü.

Sonra “Nedsin? Tilkinin çakala dedini duyup çok gızmış. Ormanda gördüğü her hayvana ‘işin aslı öyle değil; şöyleydi deyi’ çok anladmış; emme bek inanan olmamış her hal” dedi.

Benim anlamamış gibi baktığımı görünce “ne bakıyon? Her zaman sıyasat olmaz ya! Bu sefer ‘sene bi hikaye anleden’ dedim. Sen bundan ne anlasan anla. O senin bilcen şey” dedi.

Neskafe bitmişti. Bu sırada telefonu çaldı. Baktı. “Oğlan kapıya gelmiş. Bene müsade” deyip kalktı. 

Bu sırada eşim elinde tepsiyle kapıdaydı. Onları görünce “bunla alıcem olsun gelin gızım. Benim gelip gidmem bundan keri da çok olur. Ozman yerin” dedi. Geldiği gibi hızlıca vedalaşıp gitti.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder