24 Aralık 2016 Cumartesi

"İKİ ÇİFT LAFIN BELİNİ KIRALIM DA YARENLİK OLSUN" dedim




Merhaba; nihayet yün çorapları çektim ayağıma. “Yün çorapları çektim ayağıma” dedim. Çünkü yün çorabı giyince ‘çorabı ayağıma çektim’ denir.

Bu yün çoraplar koyun, keçi yününden el örgüsüdür.

Eskilerden bizim orada kadınların elinde örgü şişi ‘torbasında yün ipliği’ işte kayıtta sürekli bir şey ‘daha çok çorap’ örer/di. Çünkü o yıllar henüz fabrika işi çoraplar yaygın değildi. Sonra onlar daha çok naylon iplikle örülmüş çoraplar. Yani sentetik. Ayağı ısıtmaz. 

El örgüsü yün çorap öyle mi? Yalın ayak kara bassan da ayağını üşütmez. Çok çok ıslanır. Çıkarır sobanın veya ocağın yanında kurutup tekrar giyersin. Eskiden o yün çorapların üstüne çarık giyerlermiş. O şekilde karda kışta çok rahat dolaşırlarmış.

Bizim oralarda koyun keçi boldu/r. Tabi eskiden. Onun için kelimeyi böldüm. Ben hatırlıyorum çocukluğumda bir çok ailenin koyun keçi sürüsü vardı. Onun için yün bol. Eğir eğir iplik yap; sonra iplerden kazak, çorap ör; giysin çoluk çocuk.

Eskiyince; yani bir yerinden delinince korkma; aşı yapıverirler oraya; sorun olmaz.

Benim ailem; daha doğrusu babam hep esnaf olduğu için bizde koyun keçi olmadı; ama anam hamarattı. Hem terzilik vardı; hem de örgücülük. Onun için biz diğer ailelerin çocuklarına göre daha şanslıydık.

Anam eskilerimizi ustaca yama yapar, büyüklerinkini küçültür ve hep temiz ütülü giydirirdi. Bu arada yün çorabımız da olurdu.

Tabi zamanla her şey değişti. Kadınlar "hanımlaştı." Eskisi gibi 'elinde şişi' çorap kazak örene veya elinde tengireği yün eğiren kadına pek; hatta hiç rastlanmıyor artık.

Gerçi bizim oralarda çok eskilerden elinde örgü şişi çorap kazak örme veya elde tengirek yün eğirme işini erkekler de yaparmış.

Bu dediğim daha eskilerden. "Gayfeye gidene gumarcı bu" dendiğinde veya "gayfeye gitme" daha çok ileri yaşlarda olanların hakkı olduğundan özellikle genç evli erkekler elde örgü şişi çorap kazak örerek veya tengireğiyle yün eğirerek 'hana vakıt geçsin deyi' vakit geçirirmiş. 

Yani etraftan "ne o oğlum seni garı tengireği eline vermiş gine" diye kendiyle dalga geçmeye hazırlananlara 'peşin peşin' "ula vakıt geçmeyo da aldım elime tengireği" veya "şişi" diye baştan savunmaya geçermiş.

Aslında söylediği yalan da değil. Şimdiki gibi öyle "salon salomanje ev nerede?" Hepi topu bi göz ev. Yani evde fazladan istese de 'hele akşamları' erkeğe oturacak yer yok. Sonra şimdilerin televiyonu zaten yok. "Irdadıyo" o da parası olan bir iki kişide var.

Onlar 'sağ olsunlar' yaz günleri pencere önüne koydukları "ıradıyoyla" köye naklen yayın yaparmış. Tabi keyfi olursa. Olmazsa "çat" kapatır O sıra pencereye yakın "ıradıyo" dinleyenler bakar kalırmış. Onun için kendilerine oyalanacak bir şey ararlarmış.

Ya kemik dikmeci gibi, göt kazmacı gibi 'sonraları daha küçük yaştakilerin oynadığı' oyunları oynar ya da yukarıda elde şiş veya tengirek çorap, kazak örer veya yün eğirirmiş.

Tabi bunlar harmanda arta kalan uzun yaz günlerinin ritüeliymiş köy ve kasabalarda.

Kış geldi mi bunlar adına 'tırkaz' denen varlıklı köylülerin hayvan ahırlarının yanında köyün gençleri için ayırdıkları odalarda toplaşırmış. Özellikle gençler.

Yeni yetişip gelenlere oralar da yasakmış. Onlar 'tırkazlara' yakın yerlerde içeride kendilerinden büyüklerin yarenliğine kulak kabartır; duyan duyamayanlara duyduklarından naklen anlatır. Onlar duyan daha keyifli gülüşürmüş.

İşte o zamanlar yazdan yünden eğirilip elde örülen kazak ve çoraplar çok işe yararmış. Hele benim roman kahramanı Halim Selim gibi kocaman ayağına giyecek pabuç bulamayanlar o yün çorapları giydikten sonra ayağına geçirdikleri çarıkların üstüne eskimiş kazaklardan da sarar öyle rahat edermiş oralarda. Yoksa kendi de ayakları da mafolurmuş. 

Tabi bu dediklerim epey eski zamanlardan. Mesela benim babamın çocukluğunda yaşadıklarından aklında kalıp anlattıklarından. Onun için "miş" diye yazdım.

Ben bu konuda da çok şanslıyım. Yüz yaşını geçen bir dedenin yüz yaşına 'merhaba' diyen bir babanın oğluyum.

Rahmetli babam son yıllarında 'ben de istediğim için' anlatmıştı bunları. Maksat yarenlik olunca "hana burda öyle şey eddim"

Neyse benim bu yün çorabımı Nefi halam benim için örmüş; anama “bunları Erdoğan'a gönder de giysin” demiş. Anam da o sıra telefonda “Nefi sana çorap örmüş” diye haber vermişti. Sonra memlekete gidince halamın bana ördüğü çorabı vermişti. Tabi o sıra yaz günü; yün çorap giyilmez. Ben de ‘havalar soğursa giyerim’ diye düşünmüştüm.

Gerçi benim kaldığım şehirde öyle 'yün çoraplık' soğuk olmuyor; ama ben bayramlık pabuç alınan çocuğun 'bayram gelince giyerim onları’ heyecanıyla bayramı dört gözle beklediği gibi bu yün çorapları giymek için havanın soğumasını dört gözle bekliyordum. Nihayet havalar 'accık' soğudu; ben de eşime “ver şu halamın ördüğü çorabı giyeyim” dedim ve 'ayağıma çektim’ o çorapları.

Tabi o sıra bir çeşit duyguya kapıldım. Yıllar var ki! Bu yün çoraplardan giymemiştim. Onun için değişik geldi; sanki böyle sokağa çıksam olurmuş gibi geldi yani. O keyifle yazıyorum bu satırları. Onun için hikayenin adını da ‘Yarenlik’ koydum. Okuyanlarla bir yerde yarenlik edeceğim.

Yarenliğin ne olduğunu çoğu kişi bilmez. Bizim oralarda sohbete ‘yarenlik’ derler. Konuşup dertleşeceğin kişiye de ‘yaren’ derler.

Bilirsiniz; Özay Gönlüm’ün üçlü sazı vardı. Adını da “yaren” koymuştu. Çünkü o da sazıyla yarenlik ederdi.

Şimdi ben de konuşup dertleşmek için içimde kendi kendime ettiğim bu yarenliği kağıda döktüm.

‘Konuşup, dertleşmek’ dedim. 

Öyle tabi. 'Gecenin bi vaktinde' yaptığıma başka ne  denir ki? Eskilerden aklıma gelenleri burada yazıp; bir yerde kendi içimde yarenlik; yani eskilerin deyimiyle ‘hasbihal’ yenilerin deyimiyle ‘sohbet’ edeceğim. Daha doğru deyimle kendi içimdeki kendimle 'iki çift lafın belini kırdıktan sonra bu yarenliğe sizinle devam edeceğim.'

‘İki çift lafın belini kırıp yarenlik etmek’ da bizim oraların bir deyimidir. Kişi birine ziyarete gittiğinde veya birini sohbete çağırdığında “yav gel; iki çift lafın belini gıram da yarenlik olsun” der.

Şimdi ben de öyle yapıyorum.

Neyse; Nefi halam aslında halamın kızı. Ama ben ona da hala derdim. Çünkü bizde halanın kızı bizden büyükse hala denir. Tıpkı amcanın oğlu eğer büyükse “amca” dayının oğlu büyükse “dayı” teyzenin kızı büyükse “teyze” dendiği gibi.

Nefi halamın büyük oğlu önceki yıl vefat etmişti. O benden de büyüktü; ama birlikte okumuştuk. Evvelki yaz bayram ziyaretine gittiğimde elini öptüğüm o sırada halam elimi bırakmamış “Memedim gibi geldin bene” demiş ve duygulanmıştı. Daha sonra görüştüğümde hep aynı duygusallıkla davranırdı.

Sanırım biraz da bu nedenle tutmuş bana bu çorap örmüştü. Anam o sıra telefonda söyleyince aklımdan Mehmet, babası sevgili öğretmenim Mustafa Ali Sadak başta olmak üzere bir çok geçmiş yaşanmışlık film şeridi gibi geçmişti.

Bunlardan biri de rahmetli sevgili babamın ablasıyla; yani Nefi halanın rahmetli anası asıl halamla olan anısıydı.

Halam o sıra Kasapoğlu Mustafa Palvan’la evliymiş. Tabi o sıralar henüz medeni nikah yok. Yani ilan edilmiş; ama henüz yaygın uygulamaya geçmemiş; onun için hala bizim oralarda imam nikahıyla evleniliyormuş.

İmam nikahında erkek karısına “boş ol” deyince kadını boşamış oluyormuş. O zamanlar erkeğin “boş ol” dediği karısına bir metelik vermesi de adettenmiş.

Bizim oralarda öyle lafı uzatıp pehlivan demezler. Pehlivana kestirimden 'palvan' derler. Enişte de pehlivanlık yaptığı için onu Mustafa Palvan olarak tanıyorlar. Ayrıca o sıra soyadı kanunu da çıkmamış.

Neye Mustafa eniştenin palvanlığı; yani pehlivanlığı da tam pehlivanlık… Yani laf olsun diye değil. Döneminin baş pehlivanı…

İşte o gün Mustafa enişte ‘nedense’ bizim halanın eline bir metelik verip “boş ol” deyip boşuyor.

Halam ‘iki gözü iki çeşme’ elinde Mustafa eniştenin verdiği ‘metelik’ anasının yanına çıkıp geliyor “anaa! Palvan beni boşadı” diyor. O sırada yedi sekiz yaşında olan Hüseyin ‘yani babam’ ablasının elindeki meteliği kapıp fırlıyor çarşıya. Çocuk aklı. O metelikle bir şeyler alıyor. Yani ablasının boşanmasını umuruna takmamış.

Yıllar sonra rahmetli babam o metelik olayını anlatırken “ablam iki gözü iki çeşme elinde kocasının verdiği metelik ağlayarak anamın yanına geldi ‘kocam beni boşadı’ diye. Çocuk aklı işte… Ben o meteliği ablamın elinden kapıp, doğru çarşıya harcamaya gittim” diye anlatırdı kıkır kıkır gülerek.

Nereden nereye. Hala kızımın bana çorap ördüğünü duyunca aklıma bu ‘metelik’ olayı gelmişti. Şimdi de o çorapları ayağıma çekince yine hatırlayıp burada paylaştım.

Neyse; sonra kocası onu geri alıyor ve medeni nikah yapıyor. Halamın Mustafa enişteden iki kız dört oğlu oldu ve ikisi ömürleri boyunca evli kaldılar.

Mustafa enişte soyadı kanunu çıkınca 'soy adının ne olmasını istediğini' soran nüfus memuruna tıpkı halk arasında kendine dendiği gibi soyadını “Palvan” olarak yazdırıyor. 

Yukarıda da yazdım Mustafa Palvan çok namlı bir baş pehlivanmış. Hiç sırtı yere gelmemiş. Öyle çok oyuncu değilmiş; ama çok acı kuvveti varmış. Mandayı bir yumrukta devirecek kadar yani.

O sıra adı Satırlar olan nahiye Yeşilova adını alıp ilçe olmuş. Yeşilova'nın ilçe oluşunu duyurmak için gelen vali belediye başkanlığı görevini de ona vermiş.

Mustafa enişte “vali bey… Benim okuma yazmam yok. Garacahilin” dese de vali “Mustafa pehlivan. Senin namın yeter” deyip onun belediye başkanı olmasında ısrar etmiş.

Tesadüfe bakın o görevi o sıra Satırlar nahiyesinin belediye başkanı olan bir başka baş pehlivan Arif pehlivandan devralıyor. 

Arif Pehlivan da Mustafa Pehlivan’ın kayın validesinin kardeşiyle evli. Yani ikisi yandan bacanak.

Ayrıca ikisi de baş pehlivan olarak hiç yenilmemiş ve birbiriyle hiç yenişmemişler. Çünkü yaş farkı nedeniyle birbiriyle hiç karşılaşmamışlar.

Siyasetin cilvesi. Mustafa enişte babamın teyzesinin kocası olan Arif pehlivanı sonunda siyasette alt etmiş.

Bugün ayağıma çektiğim hala kızımın benim için ördüğü çorap aklımda bu yazdıklarımı ve daha bir çok anıyı uçuşturdu. Bu anılardan bir kısmını burada ‘yarenlik’ olsun diye yazıp paylaştım.

Kuşkusuz bu yarenliği okuyanların da; hele benim yaşımda falansalar ‘bir nedenle’ arada bir akıllarında uçuşan 'kimbilir?' ne anıları vardır?’

Dilerim onlar da kendi anılarını ‘yarenlik olsun’ diye bir yere yazarlar. "şeyedmek için değil canım. Hana çoluk çocuğa geride bir hoşluk bırakmak için."

Neyse; çok uzatmadan “sürçü lisan ettimse affola” deyip yarenliği burada bitirdim.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder