4 Aralık 2016 Pazar
HALİM SELİM romanımdan on üçüncü bölüm
Yukarıdaki mühendisle yüz yüze
görüşüp fiyatı düşürdüğünü söyleyecekti; ama çay ocağının önünden geçerken
duyduklarının verdiği şaşkınlıkla, yine lokantaya dönmüştü.
Kalkıp tekrar mühendisin yanına
gitmek istedi. “Onlar yine orada benim dedikodumu yapıyordur” diye vazgeçti.
Telefonla son teklifini yapmayı düşündü. Kasadaki kartvizitler arasından o
mühendisin kartını buldu; hafif bir tereddütten sonra telefonu eline aldı “ne olursa
olsun?” deyip mühendisi aradı. Arabanın fiyatını düşürdüğünü; aslında paraya
ihtiyacı olmasa satmayacağını, mecburiyetten satacağını söyledi.
Mühendis çok teşekkür etti. Sonradan
çok düşündüğünü; başlayacağı yeni inşaat nedeniyle para lazım olacağından
vazgeçtiğini, yoksa fiyatın çok uygun olduğunu söyledi.
Lokantacının çok canı sıkıldı. Bir
gün önce mühendis arabayı almaya çok iştahlıydı. “Fiyatı biraz düşür de alayım”
demişti. Lokantacı mühendisin neden vazgeçtiğini anlayamamıştı.
Aslında mühendis arabayı çok
beğenmiş; lokantacı fiyat düşürmese de alacaktı. Yavuz bey nereden öğrendiyse
öğrenmiş mühendise “o arabayı almaktan vazgeç, niye diye de sorma” demişti.
Mühendis arada para lazım olunca
Yavuz beyden gecede, gündüzde para ihtiyacını karşılıyordu. Ayrıca mühendisin
son aldığı inşaatı da Yavuz bey bulmuştu. Gerçi avantasını da almıştı; ama
olsun. Mühendis genç biriydi. Ancak “neyin ne olduğunu” çoktan öğrenmişti.
Lokantacı bunları bilmediği için; bir
de pastaneci “bu zamanda araba satmak mesele” dediği için çaresiz “Yavuz beye,
arabayı borcuna karşı teklif etmeye” karar verdi. Üste de biraz para almaya çalışacaktı. Bu
kararı verince, gidip Yavuz beyle konuşmaya karar verdi. Lokantadan çıktı,
pastaneci dükkanının önündeydi. Ona sadece başıyla selam verip iş hanından
içeri girdi.
İçinden “şimdi bir de ona hesap
vermeyen” demişti.
Pastaneci onun arkasından “anasının
şamını görmüye gidiyor” dedi; ama Yavuz bey “lokantacının karısını elde edecek
diye” için için kendini yiyordu.
Bu sırada lokantacı çay ocağının
önünden geçti. İçinden “şansımdan kimse yok” deyip geçiyordu ki! Ocakçı gözünün
ucuyla onu görüp dışarı çıkmıştı. Arkasından “arabayı mühendise verdin mi?”
diye sorunca durdu, döndü “evet ona verdim. Sen mi alacakdın yoksa?” dedi. Ocakçı
“yok canım öyle sorduydum. Senin arabaya binmek hiç bize yakışır mı?” diye
biraz alayla cevap verip çay ocağına girdi. “Biz sanki senin neriye gittiğini
bilmiyoz” dedi.
Pastaneci bir, iki saat önce gelmiş;
lokantacıyı kastederek “bizim salak aşcı az sonra Yavuz beyin karşısına
çıkıcak” demişti. Lokantacıyı kıskandığı için “bizim salak aşçı ” demişti.
Ocakçı anlayacağını anlamış “işallah onun sonu da iki yıl önceki adamın sonuna
benzemez deyince” pastaneci birden “yok o kadar değil. Ben işde ona müsaade
etmem” diye tepki göstermişti. Ocakçı da “ne o? Lokantacı senin oğlan kardeşin
mi? Yoksa karısı akraban mı oluyor?” deyince pastaneci ‘dedikodu yapıcam
derken, şimdi işin bokunu çıkarıcam’ diye düşünüp ocakçıya “orası seni alakadar
etmez” demiş ve pastaneye dönmüştü…
Ondan ocakçı lokantacının arkasından
“biz sanki senin nereye gittiğini bilmiyoz” demişti.
Lokantacı da asansöre binip gideceği
kat düğmesini bastıktan sonra “bunların ara sıra böyle haddini bildirmek lazım”
derken Yavuz bey’in katına gelmişti. Asansör kapısını açıp dışarı çıktı.
İçinden sürekli besmele çekiyordu. Çünkü annesi lokantacıya hep “oğlum işin
ters gidince; bi şey kaybedince hemen besmele çek. Görücen bak. Ya işin rast
gider; ya da kaybeddiğin şeyi bulursun” derdi.
Bu aklına gelmiş sürekli besmele
çekiyordu.
O sırada Yavuz beyin büronun
kapısından girdi. Tam bu sırada hala besmele çekiyordu.
Lokantacının besmele çekerek içeri
girdiğini gören Halim şaşırmış “hayırdır işallah” diye ayağa kalkmıştı.
Lokantacı o sırada yalnızca Yavuz beyi düşündüğü için Halim “hayırdır işallah”
deyip dev gibi ayağa kalkınca, çok korkmuş “anneciğim” diye bağırmıştı.
Yavuz bey bu sesi duyup “bir şey mi
oldu?” diye dışarı çıkınca lokantacının panik halinde olduğunu; Halim’in de
şaşırmış bir şekilde lokantacıya “sus ya” dediğini görüp, durumu anlamıştı.
Gördüğü manzara çok komik olduğu için
kahkahayla gülerken lokantacının elinden tutup odaya girdi. Halim, hem
lokantacının “anneciğim” diye bağırmasına hem de Yavuz beyin kahkahayla gülmesine
bakıp arkalarından “bunlara noluyo böyle ya! Hepsi geçilere gaçırmış” diye
söyleniyordu; bu sırada o kadın kapıdan girdi. “Hobbıla budu nerden çıkdı
böyle?” dedi.
Çünkü Yavuz beye “yenge gelirse nedcen?” deyince Yavuz bey “o
gelmez. Sen benim dediğimi yap” demişti.
Kadın kapıdan girince Halim’e
“dudağını domaltarak” “meraba şekerim” dedi. Halim zaten kadını ansızın
karşısında görünce “hobbıla budu nerden çıktı böyle?” deyip şaşırmıştı. Kadın
dudağını domaltarak, “meraba şekerim”
deyince ne yapacağını şaşırdı. O şaşkınlıkla yerinden kalkıp biraz masadan
dışarı çıktı “valla yengi patron yok. Yani yoğun dediydi” dedi. Kadın Halim’in
bu şaşkın haline gülmemek için kendini tuttu.
Bu sırada Halim’in ayakları daha
doğrusu tırnakları gözüne ilişti. İçinden “!vaayy! Tırnaklarını kesmiş’ dedi.
Sonra çok ‘büyük falan; ama bayaada biçimli ayak parmakları varmış’ dedi. ‘Acaba?’
dedi, içi titredi ‘ayyy! Nasıl acaba?’ derken içi bir hoş olmuştu.
Sonra kendini topladı; Yavuz beyin
kapıya bakarak Halim’e “yani sen patronum içerde yok diyorsun öyle mi?” dedi.
Halim kadının ayaklarına baktığını görmüş içinden ‘iyi ki dırnamı kesmişin’
derken kadının sorusunu tam anlamamıştı. “Efendim “dedi.
Kadın daha da kırıtarak gözüyle Yavuz
beyin kapıyı işaret edip “şimdi patronun içerde değil mi?” dedi. Halim daha
şaşırmıştı. “Yok tabi! Yani patron öyle dediydi. Yoğumuş. Yani var da yok”
dedi.
Kadın bir kahkaha atıp Yavuz beyin
kapıyı açtı; sonra Halim’e “yalancı!” deyip içeri girdi.
Halim ne yapacağını bilmiyordu.
İçinden “benne yahu garı beygir gibi zabdolmeyo ki” dedi. Ama kadının içeri
girerken “yalancı!” deyişine mest olmuştu. ‘O ne ağaz öyle be? Insanın
ıssırı-ıssırıversi geliyor’ diye içinden söyleniyordu.
Bu sırada içi bir hoş olmuş; yine
yıllar önce tarlabaşında randevu evindeki kadın aklına gelmişti. “Ne garıydı
yav?” dedi.
İçeride de patron dostu ansızın içeri
girince “engibek” olmuştu. Birden çıkıp Halim’e “bunu ne içeri aldın?” diye kızmayı düşündü. Kendini tuttu içinden ‘o
garibe ne kızıyorsun? Bu karıyla sanki sen başa çıkabiliyormusun?’ diye kendine
söylenip kadına “hayatım hani sen beni orada beklicektin?” dedi.
Kadın Yavuz bey’e cevap vermeden
“lokantacımız bu bey mi?” dedi.
Kadın bu soruyu sorunca hem Yavuz bey
hem de lokantacı şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı.
Yavuz bey hışımla önce kadına sonra
lokantacıya baktı. Ama lokantacı da aynı şaşkınlıkla Yavuz beye bakıyordu.
Yavuz bey ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırmıştı. İçinden ‘pes bu kadına… Kimden
haber aldı? Ne biliyor da lokantacıyı soruyor?’ diye düşündü. Halim aklına
geldi. ‘Acaba o mu söyledi?’ diye aklına geldi ‘yok canım o nerden bilicek?’
dedi ‘acaba Halim hep kapıyı mı dinliyor?’ diye düşündü; ama bir türlü kadının ‘ne
bilip de?’ öyle sorduğunu çıkaramıyordu.
Bu sırada kadın da içinden ‘sen beni
atlatacağını mı sandın?’ diye geçiriyordu.
Yavuz bey kendini topladı “evet
lokantacı; bir konu görüşüyorduk. Ben sana sona anlatırım” dedi.
Kadın fettanca gülerek “tamam canım
ben öylesine sorduydum. Sen bana sona her şeyi; ama her şeyi anlatırsın değil
mi kocacım” deyip ayağa kalktı “sonra görüşürüz canım” deyip çıktı.
Halim’e yine baygın bir bakışla bakıp
dudağını domaltarak “sen de hoşça kal
şekerim” deyip gitti.
Kadının hemen arkasından dışarı çıkan
Yavuz bey bakıp kalmıştı. Birden kadının arkasından aygın bakan Halim’e hışımla
“hoop önüne bak! Sen yengene bi şey mi dedin?” dedi.
Halim’in aklı kadının “aygın, baygın
sen de hoşçu kal şekerim” dediğinde kalmıştı. Yavuz beyin sorusunu tam
anlamamıştı. Yavuz beye “buyur patron” dedi.
Yavuz bey içinden ‘bizim garı
fettanlınla bunu da başdan çıkarcak, bunu uyarmak lazım’ diye düşünüp “sen
kendini topla yoksa çarkına sıçarın ha” dedi “sen yengene bi şey dedin mi?”
diye tekrar sordu.
Halim, patronun “kendini topla yoksa
çarkını sıçarın” dediğini duyunca çok korkmuştu. Patronu “sen yengene bi şey
dedin mi?” diye sorunca “yok patron töbosun ben onu bi şe demedim. Sona ben onu
içerde patron yok dedim; emme dinnemediydi. Valla öyle patron, doru söylüyon”
dedi.
Yavuz bey Halim’i kıskandığı içinden
kendinden utanmıştı. İçinden kendine ‘sen de bu karıyı görünce kıbleyi
şaşırıyorsun. Amma lokantacıyı nerden biliyor acaba?’ dedi. Sonra “aman! Şimdi
bunun sırası değil. Ben önce şunun hesabını gören, o sonraki iş” dedi ve tekrar
odasına girdi.
Lokantacı da bu sırada olan bitenden
çok şaşırmış, ‘bu kadın beni nerden tanıyor acaba?’ diye söyleniyordu.
Yavuz bey içeri girince toplandı
“Yavuz bey valla ben de çok şaşırdım” dedi. Yavuz bey “boş veer!” deyip “biz
işimize bakalım” dedi.
Bu sırada dışarıda Halim ‘acaba garının
hoşuma giddini patron fark etimiydi ki?’ diye düşünüyordu. Birden ‘salak! Tabi
farkına vardı. Sen öyle bi şey görmemiş gibi ağzını ayırıp garıya bakasan elbet
farkedmişdir. Yoğusa, sen kendine topla
çarkına sıçarın bak dimezdi” diye kendine kızarak söylendi.
Bütün bu olayların gerisinde hep
pastaneci vardı. Çünkü dün o kadın Halim’in yanından çıkıp giderken pastaneci
“bi dakka bayan” diye o kadını pastaneye davet edip oturtmuş; bir gelip giden
olur da merak eder diye kadın istemeden önüne bir bardak limonata koymuştu.
Kadının “ne oluyoruz?” diye şaşkın
bakışları arasında pastaneci hemen konuya girmiş. “Lokantacının sıkışıp, Yavuz
beyden para istediğini söylemiş. Yavuz beyin senet bile almadan tam on bin
lirayı lokantacıya saydığını;
lokantacının karısının çok güzel olduğunu söylemişti. Sonra “benden
duymuş olmayın; amma bana göre Yavuz bey lokantacının karıyı gözüne kesdirdiği
için o parayı hemen verdi” demişti. Devamla “ben insaniyet namına bunu size
söylüyorum. Yoksa bana ne. Herkesin evi ayrı, yolu ayrı” demişti.
Kadın, pastanecinin insanlığından
değil de Yavuz beyden lokantacının karısını kıskandığı için bu haberi verdiğini
anlamıştı. Ama içinden ‘orası beni ilgilendirmez. Yalnız anlattığı hikaye bana
yabancı değil” demişti. Sonra bildiğiniz gibi oraya baskın atıp Yavuz beye
“benden bi şey kaçmaz” diye gözdağı verip ayrılmıştı.
Aşağı inerken aklında yalnız Halim’in
ayakları ve biçimli parmakları vardı.
Bu sırada Yavuz bey karşısında
çaresiz kıvranan lokantacıya “sen şimdi onu, bunu boş ver. Sen para işini
nettin? Halletdin mi?” dedi.
Lokantacının aklı kadındaydı. Acaba
niye gelip “o lokantacı bu mu?” demişti. Bu soruda bir şey gizliydi; ama neydi
bunu anlamaya çalışıyordu.
Yavuz bey en son “halletdin mi?” diye
sorunca kendine geldi. “Efendim?” dedi; sonra Yavuz beyin niye o soruyu
sorduğunu tahmin ederek “şey valla henüz halledemedim; amma en kısa zamanda
halledicem” dedi.
Yavuz bey onu tam köşeye
sıkıştırmanın sırası geldi diye düşünerek “valla onu, bunu bilmem. Ben sana
komşu diye senet bile almadan verdim. Sen de arabayı satıp hemen verecen
dediydin. Noldu araba satılmadı mı?” dedi.
Lokantacı Yavuz bey arabadan
bahsedince içinden ‘tam zamanı arabayı sene vereyim diyeyim’ diye geçirerek “valla
Yavuz bey sen de biliyosun. Arabam yeni ve çok güzel… Yalnız millet sıkışık ha
deyince satılmıyor” dedi. Yavuz bey “eee ne olcek peki? Sen arabayı satıncaya
kadar beklicez mi?” deyince lokantacı “işte ben de tam onu diyordum. Bu arabayı
sen alsan. Nasıl olsa altını üstünü girer çıkarız” dedi.
Yavuz bey içinden ‘meraklanma ben
giricem; amma çıkarmıyım bilmiyorum’ derken “tamam komşu. Sen öyle dersen
mesele kalmaz. Zaten ben her zaman şu bizim lokantacı valla işini biliyor
derdim. Hem zaten işini bilmesen dünya ahret kardeşim olsun öyle güzel yengeyi
nasıl bulucan?” dedi.
Lokantacının birden başı döndü. Ayakta
olsa düşüp bayılacaktı. İçinden ‘pastaneci çok haklıymış. Bu adamın gözü benim
karıda’ dedi. Bir an karısını Yavuz beye kaptırmış gibi oldu “Yavuz bey şimdi
onu karıştırmayın” dedi.
Yavuz bey Lokantacının bu ani feveranına
şaşırmamıştı. İçinden ‘ne oldu? Ne bu telaş cicim? İş olucana varıcak; amma
yavaş yavaş’ derken lokantacıya “şimdi ayıp ettin. Dünya ahret kardeşim olsun
dedim. Neyse sen şimdi arabayı bana mı veren diyorsun?” dedi.
Lokantacı biraz rahatlamıştı. İçinden
‘adam dünya ahret kardeşim olsun diyor. Ben de amma pipirikliyim. Hep o pastaneci
pezevengi her şey onun başının altından çıkıyor’ diye geçirmiş en son ‘onun
başının altından çıkıyor’ sesli söylenmişti.
Yavuz bey “ne kimin başın altından
çıkıyor?” deyince birden kendine geldi, “hiç canım bi şey aklıma geldiydi de.
Neyse sen benim arabaya kaç diyorsun?” dedi.
Yavuz beyin biraz kafası karışmıştı;
ama üstünde durmadı “on beş veren” dedi. Lokantacı “çüş” diyecekti kendini zor
tuttu. Çünkü o arabayı karısı çok istediği için babadan kalma evi annesinin tüm
yalvarmalarına, “bu karı seni mahvedicek” diye uyarılarına rağmen satıp o
arabayı tam kırk bine almıştı. Daha alalı bir buçuk yıl anca olmuştu. Kadının bindiğinden
ne olacak? araba çok yeniydi.
Mühendis yirmi sekiz vermiş, o en son
otuz beş demişti. Sabahleyin de mühendise en son otuza olur demiş; ama nedense
“çok alımkarken” birden vaz geçmişti.
Şimdi de Yavuz bey “on beş veren”
deyince içinden ‘pastaneci valla haklıymış, adam ayakta onarıcak’ diye
söylenmişti.
“Valla dün mühendis yirmi sekiz verdiydi
ben de otuz beş dediydim; ama sana mühendisin verdi fiyata bırakayım” dedi.
Yavuz bey içinden ‘gel yavrum gel.
Yavuz amcan kucana gel’ diye geçirirken “şimdi olmadı arkadaş. Sana on bini
tırak diye sayan mühendis değil herhalde. Şimdi olmadı kırıldım” dedi.
Lokantacı birden paniğe kapılmış ne
söyleyeceğini şaşırmıştı.
Yavuz bey devam etti “hem senin borç
öyle arabayla, marabayla biticek gibi değilmiş” derken içinden ‘nokta atış diye
buna derler’ dedi.
Lokantacı daha şaşırmıştı. İçinden ‘adam
her şeyi biliyor. Bununla işim zor’ dedi. “Yavuz bey kimden ne duydun
bilmiyorum; ama benim borç iş yapan herkesinki kadardır. Sen de iyi biliyorsun
herkes sıkışık” dedi.
Bunu derken “senin faizcilik
yaptığını bilmediğimi zannetme” demek istemiş, Yavuz beyde bu sözleri aynen
öyle anlamıştı. İçinden ‘sıra sende cicim. Senin de derini yüzücem nasıl olsa’
diye geçiriyordu. “Tabi biliyorum herkes sıkışık; amma iyi ki bana geldin.
Yoksa başkası valla donunu bile soymaya kakardı” dedi. Sonra “sen onu bırak
bana dostça; Yavuz bey benim şu kadar paraya ihtiyacım var de, gerisini
karıştırma. Arabayı elliye de alsam senin işini görmez. Hem eğer mühendis
alayım diyorsa yirmi sekize ona ver. Ben en son yirmi veririm. Hem sana başka
verecem paralardan öyle faiz falan almıycam. Benimki insanlık, bi de komşuluk
hatırı. Hepsi bu. Bakarsın yarın ben sıkışırım sen benim işimi görürsün. Söyle
şimdi sana kaç para lazım? Sen onu söyle” dedi.
Yavuz bey bu sözleri söylerken
lokantacı ışık görmüş tavşan gibi olmuş; ne yapacağını bilmiyordu. “Sağ ol bana
para, mara lazım değil” diye söyleyip gitsin mi? Yoksa orada kalıp lazım olan
para miktarını söyleyerek, o parayı mı alsın?
O böyle düşünürken imdadına Yavuz bey
yetişti. “Bizim oğlan sen şimdi git; düşün, taşın hesabını kitabını yap öyle
gel” deyince lokantacı çok rahatladı. “Sağ olun Yavuz beyim. Ben de öyle
düşünüyordum; öyle yapayım” dedi ve izin isteyip gitti.
Dışarıda Halim’le karşı karşıya
gelince içinden ‘sanki kapıda ejder bekleyen cadının kalesi gibi bi yer burası’
dedi ve asansöre binip aşağı indi.
Halim “var bunlan arasında bi şey
emme ne?” dedi. Bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştı; ama ne olduğunu
anlayamıyordu. Yerine oturdu “düşünmeye başlıyen mi?” dedi. Sonra “şimdi sırası
değil” deyip bir şey düşünmemeye çalışarak cipciddi oturuyordu.
Bu sırada, Yavuz bey lokantacı
çıkınca “git bakalım git, nasıl olsa gelip Yavuz amcan kucana oturucaksın
yavrum” diye mırıldanıyordu. Aklına az önce gelip giden dostu kadın gelmişti.
“Bu gün burada beklemenin alemi yok. Gidip şu kadına bir bakayım. ‘Derdi ne?’
anlayayım” deyip dışarı çıktı. Hemen ayağa kalkan Halim’e baktı. İçinden ‘yok
ya! Bu ayıda benimkini baştan çıkarcak göz’ yok deyip Halim’e “ben çıkıyorum; yarın
gelirim. Sen de vaktinde kapat” dedi çıkıyordu durdu Halim’e bakarak “sen
pabucun ölçüsünü verdin mi?” dedi. Halim esas duruşunu bozmamıştı “verdim
patron sağ ol” dedi. Patron “iyi üstüne de bi şeyler al. Buraya böyle hiç
yakışmıyorsun” dedi. Halim “tamam patron, ben de öyle edicen” derken Yavuz bey
asansöre binmişti.
Aşağıda lokantanın önünden geçerken
lokantacıyı görünce, “iyi akşamlar patron” deyip yürüdü. Bu sırada kapıya çıkan
pastaneci Yavuz beyi giderken görünce içinden ‘sana o kadını yedirmiycem’ diye
söylendi. Lokantacıya baktı. Onun Yavuz beyin arkasından garip garip baktığını
görünce önce canı acıdı sonra “ee! Yemiyenin malını yerler; kural bu” diyerek
pastaneye girdi.
Bu sırada yukarıda Halim karmakarışık
olmuş düşünceleriyle cebelleşiyordu. Cengiz’in söyledikleri sonra Ali’nin
söyledikleri aklına geliyor; içinden “bok yiyor hergilile orda aşama gadar laf
gaynadıyolar” diyordu. Birden “ya o garıyla benim adımı çıkarılasa” diye
düşünüp paniğe kapıldı. Hemen aşağı inip hepsine sıkı sıkı tembih etmeyi
düşündü ‘akşam giderken anlıcekleri şekilde söylerin’ dedi. Patronu aklına
geldi, ‘lokantacıyla buguda ne gonuşdula acıba? Kapıyı dinlisemmiydi?’ dedi
sonra ‘nankör olma. O insan sene oğlu gibi dutuyo. Gideken babuç ölçüsü verip,
vermedimi bile sordu. Kendine gel; sene alakadar etmeyen işlere garışma’ dedi
sonra ‘emme ya onun bunun ganını emiyorsa. Onun bunun garısına gızına musallad
oluyosa’ dedi sonra ‘sen kayassımın onun bunun işine, namusuna’ derken birden ninesinin
söyledikleri aklına geldi. Ninesi ona “tosun oğlum sen sen ol, ırz düşmannanla
düşüb kakma. Çünküm ırz düşmanı insan, insan değil gan emici vampir gibidir.
Sona aklı fikri hep apıcarasındadır. Öyle insandan ne sene, ne de kimsiye hayır
gelmez. Sen sen ol güvenip arkana bile dönme. Öylesinin ilan gibi başını
ezicen” demişti.
Daha Halim doğmamışken Halim’in
babası da beş, altı yaşlarındayken daha ‘ötürüklü’ dedesi sağken asker arkadaşı
misafir gelmiş. ‘Ötürüklü’ dedesi o arkadaşını evde yatılı misafir etmiş.
Arkadaşına “varayınn ben mallara bakıb gelen” diye hayvanlara yem su vermeye gittiğinde;
o asker arkadaşı ninesine ‘dıkılıvermiş’. Ninesi “gidi cavırın dölü! Seni gıran
giresi” deyip ocak başında duran “haşeş daşını” bu ırz düşmanının kafasını
vurmuş. Asker arkadaşı ‘al kanlar’ içinde kendini dışarı zor atmış; savuşup
gitmişti. Ninesi ‘döyüs gine döner gelir’ diye duvardaki tüfeği alıp kapıya
doğrultmuş. Bu sırada ötürüklü dedesi eve ‘bi’ gelmiş. Karısı elindeki tüfeği
kapıya doğrultmuş bakıp duru. Ötürüklü dedesi “ne oldu Nutuya? Kapıya yunan mı
dayandı?” demiş. Bakmış asker arkadaşını da görememiş. “Benim arkıdeş nerde? Ne
oldu?” demiş. Nutuya ninesi “elinin körü oldu. Yunan kapıya dayansa iyi… Senin
o arkıdeş dedin gırık dölü yilan bene dıkılmıya kakdı, haşeş daşını gafasına
yeyince al gan içinde sıvışıp giddi. Bi da eve alcen arkıdeş, erkek olsun, adam
osun. Öyle gırıg döllene arkıdeş deyip durma. Şindi sıkıyı sen yecen” demiş.
Ötürüklü dedesi “vay ben netmişim de? Yilanı goynumuza almışım” diye diye yanıp
karısından af dileye dileye “bi” kalmış.
Ninesi ona bunları anlatmış ve
nasihatleri etmişti.
Halim’in bunlar aklına gelince
“yilanın başını ezmek sevabdır” dedi. ‘Sevabdır’ derken dişleri kitlenmişti. ‘Saat kaça geldi?’ diye düşündü. İçinde
patronuna karşı bir soğukluk oluşmuştu. Her ne kadar ‘ayıp oğlum nankör olma’
dese de yıllar önce ninecsinin anlattığı o “dıkılma” öyküsü artık aklından hiç
çıkmıyordu.
Her ırz düşmanı onun için “başı
ezilcek veya başı koparılcek” yılandı.
Bu düşünceden kendini kurtarmak;
patronu için iyi şeyler düşünmek için çabalarken akşam olmuştu. “Yarın ola
hayrola” dedi. Çünkü ninesi de, içinden çıkamadığı bir konu olunca hep “yarın
ola hayrola” diyerek, düşünmek için zaman kazanırdı.
Halim ninesiyle büyümüş; her şeyi
ondan öğrenmiş olduğu için her olaya ninesinin gözünden bakıyordu.
Akşam olunca kalktı patronun odaya
baktı. İçinden odayı düzeltmek gelmedi. “Şindi odasından başlecen” dedi. Kapıyı
kilitleyip asansörle aşağı indi. Çay ocağına girdi. Ocakta ocakçı, garsonlar
Ali ve Cengiz vardı. Ocakçıya “az müsade bizim oğlan” dedi Cengiz ve Ali’nin
şaşkın bakışları arasında ikisine de “siz az şöyle gelin” deyip onları dışarı
çıkardı. “Bene bakın eyer birinden Halim o garıyla eli birmiş deyi bişey duyen
ikinizin de gafasını şöyle dutar goparırın. Söylemedi demen, şindi sittirin
girin içeri” dedi sonra çay ocağına kafasını uzatıp, “sağol bizimoğlan” ded iş
hanının kapıdan çıkıp gitti.
“İkinizin de gafasını şöyle goparın”
derken ikisinin kafasını da koca elleriyle tutunca her ikisinin de akılları
başından gitmişti ve Halim gittiği halde kendilerine gelememişlerdi.
Ocakçı da Halim en son, ocağa başını
uzatıp “sağol bizim oğlan” deyince bakıp kalmıştı.
Cengiz ve Ali süklüm püklüm kapıdan
içeri girince “ulan ben size ne diyem? Beni gırın ayısıyla muhatap ettiniz. Bi
daha o buraya bi gelsin, ondan önce ben çarkınıza sışçen” diyerek kızdı. Her
ikisi de “valla biz bişey etmedik” diyerek sızlanıyordu.
Halim bu sırada ayakkabıcının önüne
varmıştı. Hafif bir tereddütle içeri başını uzatıp “goley gelsin usdam” dedi.
Bu sırada ayakkabıcının yanında iki,
üç dükkan komşusu Halim’in ayakkabı kalıplarına şaşkınlıkla bakıyordu.
Öğleye doğru dükkan komşularından
biri tesadüfen ayakkabıcının dükkana girdiğinde ayakkabıcı elli numara kalıbın
üzerinde kalın karton yapıştırıp Halim’in ayak ölçüsüne uygun kalıp yapmaya
çalışıyordu.
Komşu merakla “hayırdır komşu! Yeni
vitrin süsü ayakkabısı mı dikeceksin?” deyince ayakkabıcı “yok! Bu sefer birine
spor ayakkabı dikicem, onun kalıbını hazırlıyorum” demişti. Komşusu “yok canım”
deyince de “akşam geçerken muhakkak uğrar sen de görürsün” demişti. İşte o
komşu diğer komşulara bunu anlatınca diğer dükkan komşuları ile birlikte
merakla bu ayakkabının sahibini ayakkabıcının yanında bekliyordu.
Bir kaçı sıkılıp “o adam gelince
geliriz” deyip dükkanlarına gitmişti. Bu sırada Halim gelip ayakkabıcıya “goley
gelsin usdam” deyince içerdekiler ve sıkılıp dükkanlarına dönenler gelmiş
hayretle Halim’e bakıyordu.
Hemen hepsi her gün Halim oradan
geçerken onu görüyordu; ama eline ve kafasına hayretle bakmaktan daha sıra
ayaklarına bakmaya gelmemişti veya gördükleri halde o kadar büyük olduğunu fark
etmemişlerdi. Ayakkabıcıda o kalıbı görüp arkasından Halim’i görünce, hepsi
içinden “bunun ayakları bu kadar büyükmüymüş?” diye hayret ediyordu.
Halim onların niye orada olduğunu
bilmediğinden “usda senin bazar galıba. Ben sonra uğreyen” deyip yoluna devam
etti. Ustanın tamam diye başını salladığını bile fark etmemişti.
Orada dükkanda ve dışarıda olanlar
Halim’in bu sözlerinden pek bir şey anlamamış arkasından hala hayretle
ayaklarına bakıyorlardı. Ayakkabıcı “beyler gösteri bitti. Herkes ücretini
ödeyip gitsin” deyince hepsi gülüşerek dükkanlarına dağıldı.
O gece hepsi evlerinde karılarının,
çocuklarının veya evde olan diğer her kim varsa ‘kaynana, kayın valide
baldız-bacanak her kimse’ onların “yok canım” diyerek şaşkın bakışları arasında
Halim’i ve ayaklarını konuşmuştu.
DEVAM EDECEK
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder