Şuayip efendi o gün yine her
zamanki gibi erkenden kalktı. Böyle erken kalkmalar onun alışkanlığı halini
almıştı.
Her sabah erkenden kalkar,
usulca salona geçerdi. Sonra önce mide koruyucu ve ağrı kesici hapını içer;
daha sonra kapıcının getirdiği gazeteyi kapıdan alır; sonra televizyonda
belgeseli açar; geçer karşısına kurulur ve gazetedeki ilginç başlıklara göz
gezdirerek belgesel izleyerek vakit geçirirdi.
Bu vakit geçirme eşinin kalkıp
kahvaltı hazırlamasına kadar devam ederdi.
Her sabahın bir alışkanlığı
olarak aşağı yukarı hep böyle olurdu.
O sırada kapı çalınırsa haliyle
o açardı.
Komşuları onun bu kapı
açmalarına alışsa da 'eşinin kalkıp kalkmadığını' mutlaka sorarlar o
da bıkmadan o soruyu soran komşusuna ‘eşinin biraz rahatsız olduğunu’ veya ‘gece
biraz geç yattığı’ mazeretini söyler bu sıra içinden "size ne be yahu? Her
gün her gün benden hesap sorar gibi aynı soruyu soruyorsunuz" diye
geçirir; ama bu tepkisini hiç belli etmezdi.
Ama o en çok ona; yani Huriye
Hanım'ın kapı çalışına alışmıştı.
Mübarek kadın her gün hemen aynı
saatte kapının zilini çalardı. Kapıyı açılınca da kafasını kapıdan içeri sokar
gibi yapıp "seninki daha kalkmadı mı?" der; Şuayip efendinin cevabını
beklemeden günlük dedikodusunu yapar; bu sırada 'nereden? Nasıl? Ne zaman?'
haber alıyorsa alıyor apartmanda veya sokak içindeki komşu apartmanlardan her
hangi birinde olan bir olayı haber olarak ilk o verirdi.
Onun sayesinde 'hangi evde karı
koca kavga etmiş? Hangi evde koca veya karısı kapıyı çarpıp çıkmış? Kimin oğlu
veya kızı ne yapmış? Kimin kaynanası veya kayın validesi veya teyzesi, halası
gelmiş? Nasıl karşılanmış?' gibi haberlerden birini ilk ondan
öğrenirlerdi.
Onun bu haberlerini ‘eşi
kalkınca’ ona iletir; birlikte o haberi değerlendirirlerdi.
Bu da onların yaşamlarının
vazgeçilmez alışkanlıklarından biri olmuştu.
Şuayip efendi adı gibi biliyordu
ki; Huriye Hanım onun kapısından ayrılıp gittiği ilk kapıdan itibaren her
çaldığı kapıda karşısına çıkana ilk haber olarak kendisi için "kapıyı yine
o açtı. Ayol kadın kocasını alıştırmış kendinin öğleye kadar yatmasına. Ellerde
ne kocalar var?" dediğini de adı gibi biliyordu. Bu aklına geldikçe de
"ilahi Huriye hanım senin elinden uçanla kaçan bile zor kurtulur"
derdi.
Gerçekten eşiyle arasında eşinin
geç kalkması konusunda aralarında 'zımni' bir anlaşma vardı sanki.
Şuayip efendi nedense eşinin geç
kalkmasını onun bir hakkı gibi alışmış ve adeta kabullenmişti. Çünkü kendisinin
hastalanıp sokağa fazla çıkamaz hale geldikten sonra her gün evde olmasına da
eşi alışmış; yani o da bunu kabullenmişti. Bu şekilde hiç sorunsuz gül gibi
geçinip gidiyorlardı.
İşte o gün yine erkenden kalkıp
mide koruyucu ve ağrı kesici hapını içip televizyonun karşısına kurulduğu
sırada aklına bunlar gelmiş ve Huriye Hanımın kapı çalmasını beklemişti ki;
içine ani bir acı çöktü.
Çünkü Huriye Hanım iki gün önce
aniden vefat etmiş, komşular elbirlik defnedip gelmişlerdi. O rahatsız olduğu
için gidememişti.
Şuayip efendi uyku sersemliğiyle
kalkıp aklından geçen düşünceler nedeniyle Huriye Hanımın vefat ettiğini
unutmuş; onun her zamanki kapıyı çalmasını beklerken Huriye hanımın ölümü
aklına gelince gerçekten çok fena olmuştu.
Mutfağa gidip bir bardak su içti
ve can sıkıntısıyla tekrar yatak odasına gidip yatağa uzandı.
Onun erkenden kalkmalarına
alışkın olan eşi onun tekrar gelip yatağa yattığını fark edince "hasta
mısın yoksa?" dedi.
Şuayip efendi canı sıkkın ve
düşünceli bir yüz ifadesiyle "Huriye Hanımın ölümüne alışamadım"
deyince eşi kocasının boynuna sarılıp "canım benim. Ne var üzülecek?
Hepimizin gideceği yer orası değil mi?" derken eşinin hastalığı aklına
gelip moralinin bozulduğunu düşünmüş ve ona sevgiyle sarılmıştı.
Halbuki o kendi hastalığı aklına
geldiği için morali bozulup canı sıkılmamıştı ki. Onun o sabah canını sıkan her
gün sabah aynı saatte duymaya alıştığı zili duyamayışı ve her gün gelip ilk
dedikodu haberini veren Huriye Hanımın yokluğuydu.
Ama sonunda onun yokluğuna da
alıştı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder