6 Aralık 2016 Salı

HALİM SELİM romanımdan on beşinci bölüm




 

İki gün önce de birini ağır yaralı getirmişler, ölünce otopsiden sonra belediye görevlileri kimsesizler mezarlığına gömmüştü. “Anlaşıldı, biz belediyeye bildiririz, onlar gömer” dedi. Sonra “eşyalarını kimliğini siz alın; yalnız cebinden çıkan parayı kızılay’a hibe diye vericez. Yani üstünden çıkan parayı yakını olmadığınız için siz alamazsınız. Eğer yakını gelip kendini isbat ederse gidip kızılaydan ister” dedi.

Halim görevlinin bu sözlerini ve neden “anlaşıldı” dediğini anlamamıştı, yalnız “biz belediyeye bildiririz onlar gömer. Üzerinden çıkan eşyaları siz alın üstünden çıkan parayı Kızılay’a hibe kaydedeceğiz. O parayı siz alamazsınız”  deyince Halim “tamam; zaten Nuri’de öyle isterdi. Elbiseleri de siz birine verin. Biz alıb da nedcez? Yalınız onlar Nuri’yi neriye gömerler? Hani biz de orda Nuri gömülürken yanında olalım decedik” dedi.

O görevli karşısındaki dev gibi adamın öyle çaresiz cenazeye “Nuri Nuri” demesine şaşırmış az kalsın “ya bu Nuri kim?” diyecekti; morg görevlisi öteki görevlinin şaşkınlığını anlamış kulağına “cenazenin adı Nuri. Onu diyorlar” deyince morg görevlisinin üstünde bir görevli olarak bozulmuş “herhalde biz de o kadarını anlarız” dedi.

Morg görevlisi içinden ‘beyefendi bozuldu. Bok anlarsın sen onları şehir züppesi” dedi.

Çünkü o görevli bu şehirliydi. Morg görevlisiyle ikide bir “nediyon gari bakam” diye dalga geçer; ona “sen köylüsün” demeye getirirdi. Morg görevlisi onu “benle dalgı geçme” diye çok uyarmıştı.

Bunlar aklına geldiği için az önce uyardığı görevlinin “her halde biz de o kadarını anlarız” demesinden gıcık almıştı. Halim’e “tabi bizim oğlan sen de; arkıdeşin de Nuri’yle beraber gider son görevinizi yaparsınız” dedi. Halim “şindi biz netcez?” dedi. Morg görevlisi “şimdi biz onu morga goyduk. Az sonra hoca gelip yıkar. Ondan sonra belediyenin cenaze arabasıyla götürürler. Ben söylerim; o arıbaya siz de binersiniz” dedi. Metin “hangi mezarlığa gömerler?” dedi.

Morg görevlisi yine hem cenazeye; yani Nuri’ye, hem de onlara canı acımıştı. Metin’e “kimsesizler mezarlına bizim oğlan; başkı neriye gömecekle? Kimi kimsesi olmuyanlar oruya gömülür” dedi. “Kimsesizler mezarlına” derken morg görevlisinin içi acımıştı. İçinden ‘çok şükür benim kimim kimsem var. Bene köyün mezarlına gömerle… Çünkü hısım akraba hep orda gömülü” diye geçirdi. Bu sırada morg görevlisi Metin’e “kimi kimsesi olmuyanlar oruya gömülür” deyince Halim “biz varız ya! Bizim arkıdeşlin heç hükmü yok mu?” diyecekti vazgeçti; içinden “salak! O ‘hısım, akraba, kimi, kimsesi yok mu?’ dedi. Arkıdeşi yok mu demedi? Sen Nuri’nin hısım akrıbasımısın? Bi lafı doru annımeyon” diye kendine söyleniyordu. Son sözleri biraz sesli çıkmıştı. Morg görevlisi anlamamıştı; ama kendine söylüyor sanıp, “buyur bizim oğlan  bi şey mi dedin?” diye sorunca Halim “hiç bizim oğlan. Ben arı sıra kendi kendime  gonuşurun” diyecekti ‘deli, meli’ zannederler  diye “hiç bizim oğlan. Nuri’ye bek yandım da! Onu diyodum” dedi.

Morg görevlisi içinden “acılandan şaşırmış gariple; amma ikisi de ölünün sağlam arkıdeşiymiş” dedi. Kendinin de ya bir, ya da iki sağlam arkadaşı ya var, ya da yoktu. Şöyle düşündü, “acaba arkadaşlarının hangisi bunlar gibiydi” diye hatırlamaya çalıştı, hatırlayamadı, Nuri’yi kıskandı. Kendi böyle ölse, ‘anası, babası rahmetliydi. Onları saymazsan’ bir kız kardeşiyle, iki erkek kardeşi vardı. Erkek kardeşlerinden biriyle de miras yüzünden kavgalıydı. Emmisi, dayısı desen el gibiydi. Düşündü; onun için “yana, yakıla” üzülecek yalnız kız kardeşiyle, bir erkek kardeşi vardı.

Kendini birden kimsesiz gibi hissedip ürktü.

Bu sırada Halim’le Metin bir kenarda çömelmiş bekliyordu. Gelip geçenler hemşireler Halim’i görünce çok ürküyor; birbirlerine Halim’i gösterip “kim bu?” diye sorup öğrenmeye çalışıyorlardı.

Halim’in namı diğer servislere de yayılmıştı. Oralardan özellikle hemşireler gelip, Halim’e bakıp kaçıyordu. Biraz cesareti olanlar morga girip morg görevlisine “dışarıdaki o dev gibi” veya “ayı gibi insan kim?” diye soruyordu. Morg görevlisi de Metin ve özellikle Halim’i en yakından tanıyan kişi olarak “kim?” diye soru soranlara ya “sizi ne?” diye tersliyor veya “heç içerdeki rahmetlinin arkıdeşleri; amma sağlam arkıdeşle” diyordu. Ona soru soran ‘özellikle’ hemşireler şaşırıp “nasıl sağlam” deyince morg görevlisi onları küçük görüp “tabi siz bilmezsiniz sağlam arkıdeş ne?” diye cevap veriyordu.

Halim’i merak edip gelenler, onun bir ölünün arkadaşı olduğunu öğrenip “sağlam” ne demek anlamadan gidiyordu.

 Tabi Halim’in bunlardan haberi yoktu veya olsa da aldırmıyordu. Metin’in fısıltıyla “bizim oğlan bunlar sana bakmaya geliyor” dediğinde de “sittir et bizim oğlan. Ben şindi onlara kafa yoruman. Daha dün akşam, hatta gece birlikte olduğum Nuri’ye aklım ermiyor. Dün sapısalamıdı, şindi rahmetli deyola” dedi.

Metin “ee ne yapıcan bizim oğlan? Hepimizin sonu aynı, bi varmış, bi yokmuş” deyince, Halim “ne yani? Bizi de bi götlek gırıg dölü bıçaklar da, vartayı çekeriz mi deyon sen?” deyince Metin “Allah etmesin. O nasıl söz? Ben söz ‘timsali’ hep ölüp gitcez dedim. Kimin nasıl ölüceni anca yaradan bilir” dedi.

Halim “doğru söylüyon. Ha ben de öyle deyivedim. Ninecim rahmetli bene insan doğmudan yazısı yazılır. İnsan o yazıyı yaşa. O yazıdan milim sapımaz derdi” dedi.

Metin pek öyle şeylere inanmazdı. ‘Ne yani? Şimdi Nuri’nin yazısı bi puşt elinden ölmek miymiş?’ diyecekti içinden ‘bu Halim lafebesi gibi. Ninecim deye bi başlasa başolmaz’ diye düşündü; Halim’e “doğru diyon bizim oğlan, kader” dedi.

Halim, Metin’le ve Nuri’yle “bu kader, alın yazısı” gibi şeylerde pek anlaşamazdı. Hele şimdi Nuri olsa “ne yani Halim gardaş? Bu yazı yazanın bize garazı mı var” derdi.

Bu aklına gelince yine Nuri’nin öldüğü aklına gelmişti. İçinden ‘valla insan yakını ölünce golay golay unudumecek. Şindi kimbilir kaç kişi ölüyor habarımız yok. Hayrına ateş düşdü yeri yakamış demezle’ diye söylendi.

Gerçekten Metin’i bilmem; ama Halim’i Nuri’nin ani ölümü veya öldürülmesi çok koymuştu. Kolay kolay da unutamadı.

Neyse onlar orada kah çömelerek, kah dikilerek bekliyordu. Ne kadar vakit geçti bilmiyorlardı. Morg görevlisi onlara seslendi. “Bizim oğlan hoca geldi. Hanginizin içi kaldırıcese biriniz gelsin de hoca ‘cenazeyi’ yıkarken” diyecekti; durdu “hoca Nuri’yi yıkarken yardım etsin” dedi.

Halim Metin’e baktı. Metin “bana bakma bizim oğlan ben dayanımam” deyince ‘iş başa düştü’ deyip morg görevlisinin arkasından gitti. Giderken içinden ‘helal olsun adama; cenaze demedi de Nuri’yi yıkarken dedi. Varen ben hocaya yardım eden de bizim arkıdeşi öteki dünyaya tertemiz gönderen’ derken ‘gasilhaneye’; yani ölü yıkanan yere girdiler.

Nuri buz gibi taşın üstünde öyle yatıyordu. Sanki kamburu düzelmiş gibiydi. Üstünde bir örtü vardı. Yüzü Halim’e çok güzel gelmişti. İçinden ‘bizim bu Nuri epey yakışıklıymış. Tevekili o orasbı hayrına bunu dost dutmamış’ diye düşünürken hoca Nuri’nin üstündeki örtüyü aldı. Nuri’nin her şeyi meydandaydı. Halim başını öte yana çevirmeyi düşündü ‘ula oğlum erkeğin malı meydanda olur’ dedi. ‘Bubacığı’ aklına geldi.

Onun ölümünü kıt mıt hatırlıyordu; ama böyle “çılbacık” gördüklerini hiç unutmamıştı. ‘Bubacı’ da böyle her şeyi meydanda yatıyordu. Ayağı elleri ve kafası aynı Halim’in şimdiki hali gibiydi. Onu yıkayan adam emmisine “yav bu böyle; sen öylesin nası oluyo yav?” demişti. Emmisi de “bizim oğlan anamın dayısına çekmiş. O da aynı böleymiş. Ozumanla güleşde onu tanımıyan yoğumuş. Gocukelle deyi namı ta nirlere gadar yayılmış. Tabi ben bilmeyon; anam onu gıt, mıt hatırley. O deyodu” diye anlatıyordu.

O zaman ‘Bubacının’ yanında, onu yıkayan hoca gibi biri varken; yanında da emmisi vardı. Şimdi Nuri’yi yıkayacak hocanın yanında, bu sefer kendisi vardı.

Etrafta ‘perdeye benzer bir şey var mı?’ diye bakındı. Ona sanki bir yerlerde gizlenmiş onları seyreden küçük bir çocuk varmış gibi geldi.

O öyle etrafına bakınırken hoca da ona bakıyordu. Hoca Halim’e “bir şey mi aradın?” diye sordu. Halim yine ‘tingidek’ düşmüştü. “Yok hocuefendi öylesine bakınıyodum” dedi.

Hoca, Halim’e bakarken içinden ‘mevlam ne kullar yaradıyo? Şuna bak maşallah’ diye söyleniyordu.

Halim’e “rahmetlinin nesi oluyorsunuz?” diye sormuştu ki! Bu sırada içeri morg görevlisi girdi. Soruyu o da duymuş Halim’den önce “arkıdeş rahmetlinin samimi arkıdeşi hoca efendi. Rahmetlinin başka kimi kimsesi yok. Bi de dışarıda arkıdeşi var; hepsi o gadar” dedi.

Hocanın canı sıkılmıştı. İçinden ‘bu da kimsesiz… İki gün önce ki de kimsesizdi. Bu ara hep hayrına çalışıyom’ diye geçirirken ölüyü yıkamaya başladı.

Hocanın bu tepkisi normal insani bir tepkiydi.

Neyse; hoca görevini hakkıyla yaparken Halim, hocaya yardım ediyor, su hortumunu hocanın tarifiyle sağa, sola tutuyordu. Gözü Nuri’deydi. Nuri etek tıraşını yeni olmuştu; tertemizdi.

Halim kendisi de gündüz hamamda etek tıraşı olmuş olduğu için “şindi ben de ölseydim böyle tertemiz olcedim” dedi.

Gözü Nuri’deydi, ölümü tanımaya çalışıyordu. ‘Nuri hiç ölmüşe benzimeyo. Sankim uyuyo gibi; ölüm neyki acıba?’ diye düşünüyordu. Hocaya “şindi hoca efendi” dedi. “Yanlış anlıma bilmedimden soruyon. Şindi bu hala benim arkıdeş Nuri’mi? Yoğusam o şindi ölüp giddiyse afedersin şindi burda galan; yani bu yatan kim?” dedi.

Halim’in soru soruş biçimi tıpkı küçük bir çocuğun meraktan soruşu gibiydi. Soruyu sorunca boynunu bükmüştü.

Hem morg görevlisi, hem de hoca gülmemek için kendilerini zor tuttu.

Hoca “olur mu öyle şey? Bu cenaze senin arkıdeşin. O bi yere gitmedi. Yalınız rahmetlinin ruhu uçup gitti, geriye cesedi galdı. Bu senin arkıdeşin cesedi. Bu onu benzimeyor mu yoksa?” dedi ve morg görevlisine “bu ne diyor?” der gibi baktı.

Morg görevlisi gülümseyerek Halim’e ‘ne söyleyecek diye?’ bakıyordu.

Halim “tabi bezimesine benzeyo. Yalınız gambiri accık düzelmiş. Benim dedim; yani bu neye ölmemiş de? Uyuyomuş gibi yatıyor; ona anlımadımdı” dedi.

Hoca biraz şaşırmış, Halim’in sorusunu cevaplamaya çalışıyordu. İçinden ‘ayı gibi cahil bi şey emme; sordu soruyu purofüsörle sorumaz’ diye geçirirken “şimdi senin arkıdeş hakkın rahmetine gavuşdu. Yani öldü, burda gördüğün cesedi. Ruhu uçub giddiği için böyle kıpırdımdan yatıyor. Ceset taze oldu için; bir de su çok sıcak oldu için insana böyle uyuyormuş gibi gelir. Yarın gıyamette İsrafil suru üfleyince bu cesed ayağa kalkıp ruhuyla buluşcek” dedi.

Halim bir şey anlamamıştı. Kafasını havaya dikti “iyi de gabirde ozman sorucu arab gelip de kime bi şe sorcek? Onu annıyamadım” dedi.

Hoca bu soru karşısında içinden ‘çok cahil; inancı da zayıf’ dedi, Halim’e “sen Müslümansın. Kitap ne yazıyosa ona inanıcen. Gerisi sene ilgilendirmez” dedi.

Halim yine pek bir şey anlamamıştı; ama haddini bilip sustu. Çünkü ninesi ona “bilmedin bişe olunca, bilen garşısında haddini bilip suscen. Yoğusam Arap Şükrü’nün kör eşşek gibi anırı durusan kimse dinlimez” demişti.

Hoca bu sırada Nuri’yi güzelce yıkadı, Halim’in ve morg görevlisinin yardımıyla kefenledi. “Allah taksiratını affetsin” deyip gitti. Morg görevlisi, Halim’e kimsesizlerin içine konduğu tabutu gösterip “bizimoğlan Nuri’yi şunun içine goyalım” dedi. Bu sırada içeri Metin de girdi. Üçü Nuri’yi tabutun içine koydu. Tabutu alıp dışarı çıkardılar. Oradaki belediye görevlisinin yardımıyla tabutu cenaze arabasına koydular.

Onlar olmasa da Halim tek başına bunları yapardı. Çünkü Nuri’nin tabutu sanki boş ‘kuş gibi’ hafifti. Halim içinden ‘guş gibi valla, her hal heç günahı yok’ diye geçirdi. Kendi kendine ‘tabi yav ne günahı olcek? Cami parkındaki garibanlara etti yeter de arta bile. Yalınız ölümü de o garibanla yüzünden oldu” dedi. Ve hocadan öğrendiği gibi “takdiri ilahi” dedi.

Bu sırada morg görevlisi belediye görevlisine Halim’le Metin’i gösterip “bunlar rahmetlinin sıkı arkıdeşi. Onla da gabire gelmek istiyor” dedi. Belediye görevlisi “olmaz öyle şey” diyecekti; Halim morg görevlisinin kendine bir şey söylediğini sanıp “bene bi şe mi dedin bizimoğlan?” diye yanlarına gelince belediye görevlisi dev gibi Halim’den ürküp, morg görevlisine “yasak; amma ne yapalım? Senin hatırın için arkaya tabıtın yanına binsinler” dedi.

Morg görevlisi, bir iş başarmanın ve hatırlı biri olmanın gururuyla Halim’e “hadi siz de şuraya binin bizim oğlan” dedi.

Halim ve Metin arabanın arkasına; Nuri’nin yanına oturdular. Onlar oraya binerken belediye görevlisi de şoförün yanına bindi. Şoför o görevliye “bunlar nerden çıktı?” diye tepki gösterince görevli “buyur sen indir” dedi. Şoför de Halim’i görüp içinden ‘bu ne ya böyle dev gibi?’ diye geçirmişti. Görevli “buyur sen indir” deyince sesi kesip arabayı çalıştırdı.

Halim ve Metin arkadaşları Nuri’nin tabutunun yanında morg görevlisine el salladılar. Bu sırada araba yola çıkmıştı. İkisi de tabuta bakıyordu.

Halim Metin’e “senin bu ölüm işine aklın eriyomu?” dedi. Metin “niye ermesin? İnsan basbaya ölüyor işde” dedi. Halim “iyi arkıdeş de sen görmedin; Nuri sanki uyuyor gibiydi. Sence ölüm bu mu? Eğerkim buysa, dün benim yanda Nuri’yi gezdiren dolaşdıran kimdi? Bunu cuvab ve bakam” dedi. Metin gayet sakin “amma soruyosun ha. Oğlum onu, seni, beni gezdiren şey ruh… O çıkıb gidince insan öyle heykel gibi kalıyor. Bu yaşa kadar bi bunu anlayamadıysan, ben sana bi şey diyemem” dedi.

Halim “akıllım o gadarını biz de biliyoz her hal” dedi. Metin “eee o zaman ne sorup duruyosun?” dedi. Halim “iyi arkıdeş de! İnsan ölüp gidince ruh gidiyosa; insan da cansız sankim heykel gibi galıyosa, ozman sorucu arab gabirde kime soruyor? Bu cansız cesede soruyosa; ruh da giddiyse ona nasıl cuvab veriyo peki?” dedi.

Metin “orasını karışdırma, sona günaha giresin” dedi.

Halim içinden ‘bu da orasını garışdırma’ dedi. Metin’e “eyi ben de garışdırmeyen” dedi; düşündü “acıba ninecim bene bunna alakalı bi şe dedi mi” diye, hiçbir şey hatırlayamadı. “Arab Şükrü’nün kör eşşeği gibi olmuyen” deyip sustu.

Artık mezarlığa kadar bir şey konuşmadılar. Her ikisi de geçtikleri yerleri tanımaya çalıştı; tanıyamadı. Araba bir yerde durdu. İkisi de etrafa bakındı; mezarlığa benzer bir şey göremedi. Şoför ve belediye görevlisi aşağı indi. Bunların yanına geldi. “Hadi tabutu indirem” dedi.

Halim “bizim oğlan sorması ayıb olmasın. Biz olmusak bu tabıdı siz ikiniz mi endircediniz?” dedi. Hem şoför hem de öteki görevli Halim’e, “Amma soru soruyosun ha! Bizim oğlan siz olmusanız bi çaresine bakardık” dedi. Metin de Halim’e ‘soru sorup da şimdi adamları kızdıracaksın’ der gibi baktı.

Halim hala o adamların tabutu nasıl taşıyacaklarını anlamamıştı. Ama ‘işi fazla gurculeyip bokunu çıkarmeyen’ diye içinden söylenip tabutu aşağı indirmek için tuttu. “Siz üçünüz ordan dutun” dedi. Zaten Nuri’nin kendisi “kuş gibi” hafifti. Sanki boş tabut taşıyorlardı. Tabutu aşağı indirdiler. Üçü bir tarafından Halim diğer tarafından tutup bir çukurun başına geldi. Halim çukuru hiç mezara benzetememişti. Basbayağı bir çukurdu. “Nefte” si yoktu. Bir şey söyleyecekti; Metin’e baktı. Metin ‘valla ben de anlamadım’ der gibi boynunu bükünce ikisi de görevliye ‘şimdi ne yapacağız?’ der gibi baktılar. Görevli tabutun kapağını açtı. “Çıkarın şunu bakalım” diye Nuri’nin cenazesine işaret etti.

Halim “hob arddeş onun adı şu değil, Nuri ayıboluyor” deyince hem görevli hem de şoför korkuyla Halim’e baktı. Her ikisi de içinden ‘ayı gızdı” diye geçirdiler. Görevli “kusura bakma bizim oğlan, ben öyle deyiverdiydim” dedi. Halim ‘lafını bilibde gonuş’ dedi.

Kendini tutmasa hem şoförü, hem de görevliyi çukurun içine atıp ‘şu demesi öyle olmaz; böyle olur’ diyecekti. Öfkeyle ‘sizin işiniz bittidiyse çekip gidin, arkıdeşimizi biz gömeriz’ dedi.

Belediye görevlisi “olmaz bizim oğlan, bize zorluk çıkarırsan suç işlemiş olursun. Şöför arkıdeş aynı zamanda hoca dua, mua edicek, engel olma” dedi. Halim “bene suç falan deyip durma. Ben suçun sikitellisini işleyip yirmibeş sene mapus yatdım. Sen bene öyle korkudamassın. Adam gibi işinizi yapın öyleyse” dedi. Her iki görevlide korkup sesi kesmişti. Her ikisi de içinden morg görevlisine ‘bizim başımıza bu ayıyı sarıvedi’ diye kızıyordu, ama hiç belli etmediler.

Metin de Halim’e ürküntü ve hayretle bakıyordu. Çünkü Halim’i ilk defa böyle sinirli görüyordu ve o da korkmuştu.

Görevli gayet hafif sesle “bizim oğlan arkıdaşın cenazesini aşağıya yavaşça indirelim” dedi. Halim çukura atladı,  Metin’e “sen de atla” dedi. Metin de çukura atlayınca Halim görevlilere “siz Nuri’yi bize uzadın” dedi. Onlar kefene sarılı Nuri’yi uzattı. Halim aslında Nuri’yi kucaklamayı çok istiyordu; öyle de yaptı. Görevlilerin uzattığı Nuri’yi kucağına aldı, Metin’de kefenin bir ucundan tutuyordu. Nuri yumuşacık ve çok hafifti. Halim arkadaşının bir yeri kırılır korkusuyla çok dikkatle yere koydu. Metin’e ‘şindi netcez?’ der gibi baktı. O sırada Metin çukurdan çıkıyordu. Halim Nuri’nin cesedine son bir kez baktı ‘hadi bizim oğlan; şindilik hoşça gal. Yalınız bene burdan yer ayırmaya unumda, eninde sonunda bene de buruya getirip gömerle. Hem belkim bene çukura indircek bi Halim bulumazla, attırıverile. Nasıl edelerse edsinle; madem ki ruhum uçub gidiyomuş; çünküm hocula öyle dedi. Attırıvesilede gıymatı yok. Ben sene heç zarar vermiden buruya godum. Bundan kerisi senle, sorucu arabın işi” dedi ve kuyudan çıktı.

Bu sırada hocalık yapacak şoför, Halim’i mezarın içinde dua ediyor sanmış içinden ‘neyin nerde oldu hiç belli değil. Adam bi güzel dua edip çıkdı’ diyordu. Halim’de çıkınca hep birlikte çabuk, çabuk toprak atarak çukuru doldurdular. Halim “başucuna kim olduğunu belli eden bi şey dikmecez mi?” dedi. Görevli “valla biz de öyle bi şey yok. Yalınız biz şuruya ölünün; pardon Nuri’nin adını yazıcaz. Arayıp soran olursa bu krokiye göre yeri gösterilir” dedi.

Halim “bu nası şey yavu?” derken Metin’e baktı. Metin de ‘ne bileyim?’ der gibi bakınca Halim görevliye “eyi bizimoğlan. Ben burayı sona nasıl bulcemi bellik ederin. Şindi hoca vazifesini yapsın” dedi. Şoför, Nuri’nin başucunda dua etti “el Fatiha” deyince her üçü de, ellerini açıp bilenler Fatiha okudu, bilmeyenler dudaklarını kıpırdattı. Şoför “Allah rahmet etsin” deyip oradan ayrıldı. Görevli de arkasından gitti. ‘Hadi siz gelmiyomusunuz?’ deyince Halim etrafına bakındı. Nuri’nin hemen ilerisinde bir yaban armut ağacı vardı. Onu gözledi; etrafına bakındı. Tekrar gelince ‘Nuri’nin mezarını nasıl bulacağını?’ belirleyen kendince bellik yaptı Metin’le arabanın arkasına bindi.

Şoför Halim’e “bizim oğlan; sizi dolmuş duraklanda bırakıcam. Zaten sizi buruya getirmek suçtu; amma olsun varsın” dedi. Halim “tamam bizim oğlan” dedi. Şoför onları dolmuş durağında indirdi. Zaten akşam olalı çok olmuştu, günler uzun olduğundan fark etmemişlerdi.

Dolmuşa binerken hava yine kapatmış, yağmur başlamıştı. Halim içinden ‘bu rahmet eyiymiş. Ninecim ‘böyle yağmır cehennem ateşini söndürü’ derdi” diye düşündü.

Pansiyona geldiklerinde vakit geceye dönmüştü. Pansiyonda meraklı bir kalabalık onları bekliyordu. Pansiyoncu da gitmemişti. Halim’le Metin pansiyona girdi. İkisi de iyi ıslanmıştı. Halim’in saçlarından sular süzülüyordu.

Pansiyoncu merakla “yavu nerde galdınız? Ben sizden ayrılalı tam yedi saat oldu, bu kadar zamanda nettiniz?” dedi. Halim “hiç nedicez Nuri’yi gömdük geldik” dedi.

Pansiyondakilere ve tabi pansiyoncuya, ne görüp, yaptılarsa her şeyi anlattı. Metin Halim’e hayretle bakıyordu. Çünkü Halim hiçbir ayrıntıyı atlamadan her şeyi eksiksiz anlatıyordu. Metin içinden ‘hayret valla… Bi de azcık okusaymış hiç önüne geçilmecekmiş’ diyordu. Halim anlattı bitirdi, “şindi benim sizi sorucem var. Nuri’yi bıçaklıyan gırık dölü bellimiymiş” dedi.

Pansiyoncu katibi göstererek “buna git bi öğren gel” dedim. “Ne biliyosa anlatsın” dedi.

Katip birden kendini önemli biri gibi görmüş ve hafif heyecanlanmıştı. Halim’e “valla abi; Nuri abiyi kimin bıçakladını bilen yok. Yalınız orda bi büro var ya! Kebapçının garşısında” derken Halim kızmış “eee! Biz onu biliyoz; sen ondan sorasını anlad” dedi.

Katip Halim’e ‘işde anladıyoz ya’ der gibi baktı ve devam etti. “İşde bitek o bürodaki adam görmüş. O da bıçaklıyanı tanımıyor. O adam dükkanın içinde otururken Nuri abi aşşadan gelmiş, o yağmurda naylon çadırlara doğru gitmiş. Orda ne olduysa olmuş. Sora Nuri abi oraya gelip yıkılmış. O adam; kaveden bir, iki kişi goşmuş. Nuri abiyi taksiye atıp götürmüşler o adamın anlattığı yalınız bunlar. Başka da bi şey bilen yoğumuş. Kaveye gittim ordakiler bu gadar bile bilmiyor. Çok yağmur varıdı. Göz, gözü görmüyordu” deyip bitirdi.

Etrafına ve sonra patrona “nasıl iyi anladdımmı?” der gibi baktı. Pansiyoncu katibe “bakıyorum, seni fazla ilgilendirmeyen şey olunca avukat kesiliyosun” dedi. Katip “patron sen gönderdin deyi ben şey ettiydim” dedi. Halim “oğlum kim vurmuş? Hangi hergile Nuri’yi bıçaklamış? Bilen yokmuymuş?” diye ısrarla sorunca katip “valla o adam, bilse bilse o naylon çadırlardakiler bilir. Çünkü adam ordan çıkıp gaçtı diyor, bilmiyon” dedi.

Halim zaten yorgundu ve çok ıslanmıştı ve çok üzgündü “eyi ben yarın uğrar o arkıdeşden öğrenirin” dedi ve odasına yöneldi; tam odaya giriyordu durdu geri döndü.

Halim odaya yönelince Metin de üst kattaki odasına çıkıyordu. Orada kalanlar da son durumu yorumluyordu. Halim geldi, pansiyon patronuna “patron, Nuri öldü; şindi ben kimle yatıcen?” dedi. Pansiyoncu “haklısın ya ben onu hiç düşünmedim. Senin yana Metin’i vereyim. Nasıl olsa o da arkadaşın, nasıl?” diye sordu. Halim çok sevindi. “Yaşa patron eyi düşündün” dedi, yukarı çıkan Metin’e “Metin hadi eşyalanı al; Nuri’nin yerine geç” dedi. Metin çok duygusal ve bazı psikolojik sorunları olan biriydi. Halim’i duyunca içinden ‘eyvah ya ben Nuri’nin yatanda nasıl yatıcam’ dedi. Geri geldi, “bizimoğlan valla ben Nuri’nin yatanda yatamam, biliyosun geçen yıl tedavi gördüm, hala korkuları atımadım” dedi.

Halim’in buna canı sıkıldı; ama şimdi yanına anlaşamayacağı birini verirlerse olmayacaktı. Metin’e “golay o iş bizim oğlan, sen benim yatakta yatarsın, ben Nuri’nin yatana geçerim” dedi. Metin “o zaman oldu, iyi ben eşyaları alıp inen” dedi.

Pansiyoncu “valla Halim sen çok iyi politikacı olucakmışsın. İşi şıbbıdak halleddin” dedi. Halim “sağol patron nedcen; biz bu işlen içinde yuğrulduk” dedi. Sonra “patron, Nuri’nin eşyalarını toplucen sen de gelsen iyi olur. Onları size telim eden; belkim bi arayıb soranı olur” dedi. Pansiyoncu “iyi düşünmüşsün” dedi katiple beraber Halim’le Nuri’nin beraber kaldığı odaya geldiler. Nuri’nin dolabı açtılar. Pek bir şey yoktu. Biraz giyim, giycek; tombalada kullandığı beş paket malbora sigara, bir çift ayakkabı, bir de kehribar tespih vardı. Bir de küçük bavul vardı. Bütün eşyası buydu. Bir de akşam gelince acele katibe verip çıktığı tombala torbası ve içinde üç paket malboro sigarası vardı. Halim “patron” dedi, “ayıbolmassa şu tesbihi ben alayım. Çekerken Nuri’yi hatırların” dedi. Pansiyoncu Halim’e “olur bizimoğlan, münasibdir” dedi sonra katipe “bunları liste halinde yaz. Sen, Halim bir de Metin ve ben imzalayalım, bunları depoya koy. Listeyi de iki tane yap belki karakola vermek icap eder” dedi. Katip “olur patron, ben şimdi hazırlarım” deyip kasadan kağıt almaya gitti.

Biraz daha heyecanlanmıştı; çünkü bugün günün adamı oydu. Çaycı gelip gidip kendine “hoşt, köpek” diyen olmadığı için katipi müthiş kıskanıyordu. Pansiyoncuya “patron benim de imzalımam gerekmiyor mu? Çünkü ne de olsa buranın çaycısıyım” dedi. Pansiyoncu şöyle bir düşündü, “olur sen de imzala. Katipe söyle seni de imzaladsın” dedi.

Çaycı uçar gibi katibin yanına gitti. “Ben de imza atıcemişin; patron öyle dedi. İsdersen sor” derken katip ona biraz küçümsemeyle baktı “sen esik olsan olmazdı. Peki peki seni de imza addıren” dedi.

Bu sırada Metin eşyalarını alıp geldi. Halim kendi eşyalarını Nuri’nin dolabına koydu. Metin eşyalarını Halim’in dolaba koydu. Pansiyoncu, katipin Nuri’nin eşyalarını depoya koyduktan sonra yazdığı kağıtı alıp gelince kağıtı Halim ve Metin’e imzalattı “hadi siz yatın artık. Çok yorulmuşsunuzdur” deyip çıkıp gitti.

Katip pansiyoncuya da tutanağı imzalattı. Pansiyoncu da “bunu siz de imzalayın; sonra bunu dolaba koy. Siz de debişip durmayın artık” deyip gitti. Katip çaycıya “buyur beyefendi sen de şuruya imzala” dedi. Çaycı içinden “bok herif kendini bi bok” zannediyor” diyerek kağıtları imzaladı.

Katip “hadi bakam bu işden sen de esik galmadın” derken kağıtları dolaba koydu.

Bu sırada Halim ve Metin hiç konuşmadan soyundu; tuvalette işlerini görüp, ayaklarını yıkadılar ve yattılar. Işığı kapıya yakın olan Metin söndürmüştü. Uzun süre ikisi de çıt çıkarmadı.

Bir süre sonra Metin “Halim gardaş uyudun mu?” dedi önce cevap alamadı ‘uyumuş’ diye düşünürken Halim “sence ölüm ne oluyor?” dedi. Metin irkilmişti Halim’e “sen hala onu mu düşünüyosun?” dedi. Halim “ne düşüncedim. Bi gün önce yeyip içtim arkıdeşi elimle gabire goydum. Sen onu görmedin. Aynı diri gibiydi; bi kalkıp yürümesi eksiğidi” dedi.

Metin “onun yıkandı yere ben ondan gelmedim. İnsan ölüyü görünce unudamıyormuş. Benim anam da deyzemi yıkarlarken görmüş; ‘öleli ne gadar zaman oldu?’ hala unutamadı. Ben ondan girmedim” dedi.

Halim “doğru; ben gıt, mıt aklıma gelen bubacımı da hala unudamadım. Emme ben onu demeyon” dedi.

Metin Halim’in Nuri’yi yıkarlarken gördüğü için etkisinden kurtulamadığını ölümden korktuğunu; kabus görmemek için uyumak istemediğini sanıyordu.

Halbuki Halim ölümü anlamaya çalışıyordu. İnsan ölünce ‘cabcansız kalıyorsa; ruhu uçup gidiyorsa; hocaların daha çok ninecinin sürekli dediği gabirde ölü gömülünce, doğrulup kafası konulduğu yere çarpınca, “haaa ben dünyamı değiştirmişim diye”  nasıl dediğini bir de sorucu araba nasıl cevap verdiğini?’ anlamaya çalışıyordu.

Ruh uçup gittiğine göre ‘acıba insanın içinde onu diri dutan başka bi şey mi varıdı?’ diye düşünüyor; ama işin içinden çıkamıyordu. Onun için Metin’in kendini anlayamayacağına karar verip “haklısın bizim oğlan; hade yatam gari” dedi. Az sonra uyuyormuş gibi horlamaya başladı.

Metin Halim horlayınca onun uyuduğunu zannedip ‘çocuk gibi hemen horlamaya başladı’ dedi.

Kendi uykusu da geldi. Çünkü sürekli sakinleştirici kullanıyordu. İki yıl önce Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavi görmüştü.

Metin gerçekten uyuyup horlamaya başlayınca Halim içinden, ‘uyudu’ dedi ve düşündü. Hala ölümü anlamaya çalışıyordu. Birden aklına cehennem ateşi geldi. Onu düşünürken ninesi aklına geldi. Anacsını gömeli üç gün olduydu. Aşam evde ninesiyle birlikte oturuyodu. Nineci de ocakta ateşi çokarıp, üstünüde ‘aş tenceresini’ koyduydu.

Halim bu sırada ninesine “ninecim sene bişe sorucen; emme gızmecen” deyince ninesi “sorucu arab gine ne sorcen?” demişti. Çünkü o ninecine ahiret sorusu sorduğunda nineci ona hep “gocugafalı sorucu arabım” derdi. Şimdi de öyle demiş sonra “heç ben sene gızamın a tosunum. Sor baken” deyince şimdi olduğu gibi aklına takılan soruyu ona sormuştu. “Ninecim” demişti. “Ben guran okumuya giddimde hocula hepmize günahgarla heb cehennem ateşinde yancek dediydi. Şindi ben şu ataşe bakınca aklıma geldiydi. Acıba cehennem ateşı aynı bu ateş gibimiyki?” deyince nineci ona yine ‘şöyle’ bir bakıp “sorucu arabım. Akıllı torunum soruyu gine en zor yerinden sordun” dedikten sonra “şöyle az yakınıma gel baken” demişti. Halim  “işde yanındayın” dediğinde ninesi “az da sokul” derken eğilip ocak başından beş altı çıra almış. Sonra “şindi bak tosun torunum bunla ne” diye sormuş; Halim cevaplamadan “sen şindi çırı decen” diye cevabı kendi vermişti. Sonra “şindi bunla çıra değil tosun torunum. BunLa temsil orta yerdeki günahla” demişti. Halim “o da neymiş öyle?” diye sorunca nineci gevrek gevrek gülmüş “elinin körü; ben sene temsil demedim mi? O işde onla temsildeki günahla” deyince Halim “haa!” deyip ninesi ‘ne diyecek?’ diye ağzına bakıyomuş.

Ninesi “şindi bunla günah; emme bitek bitek günah” demiş. Sonra “şindi sen; temsil bi çıralık günahıla öte dünyaya gidesen, bi çıralık ateşile yanasın. Üç çıralık günahıla gidesen üç çıralık ateşile yanasın” demişti.

Halim ninesinin dediğinden bir anlam çıkarmaya çalışıyormuş. Birden “ozuman ben heç bi çıra götürmen; ozuman yanamın?” diye sormuş. Ninesi yine ‘şöyle’ bir bakmış “işde o zor; emme hiç çıra, yanim günahıla gidmessen ozuman heç yanmasın. Doğru cennede gidesin. Çünküm cehennem denen insanlan kendi çıralarıyla yaktıkları ateşdir” deyip “anladınmı sorucu arab. Öte dünyaya herkes kendi ateşinle gide, kendini cayır cayır yaka” demişti.

Bunlar aklına geldi; bir de ninesinin “Cenabıhak herkese dünyaya insan gibi göndere. İnsan gibi dönün der. Marifet onda. Sen insanlını gaybetmessen heç bişe olmaz. Benim akıllı torunum sen sen ol insanlını heç gaybetme” deyince Halim “o nası olcekmiş?” sormuştu. Nineci de “çok basit. Bir yalan demecen; iki hırsız olmecen; üç onun bunun malında, canında, garısında, gızında gözün olmecen. En möhümü de onun bunun gıybetinde laf gaynedmecen. Bu çok möhüm. Eğerkim onun bunun gıybatında laf gaynadırsan ölü eti yemiş gibi olursun. Bu çok çıralık, hadda bi eşşek yükü gada çıralık günahdır. Sonacıma bi de bu laf gaynadıb, dedigodu işini çok yapasan öte dünyaya gitmene gerek galmaz. Çünküm da bu dünyanda cehenneme düşmüşün demekdir. Yani insanla insanlını unudursa daha bu dünyada çıralanı yakıb cayır cayır yanmıya başla. Bunnarı heç unumda. Bi de Cenabıhakkı unudmecen” demişti.

Bunlar aklına gelince,  Nuri aklından çıkmıyordu. ‘Ne arkıdeşdi be?’ dedi. ‘Acıba kaç çıralık ateşile gittiyki?’ dedi sonra ‘yok ya! Onun çırası azdır’ dedi. ‘Bu dünyada çıra yakdımıy ki?’ diye düşündü. ‘Yok canım! Laf gaynadmak Nuri kim? O lafı hiç evilimeden söyle; kimsenin ardından laf eddirmezdi’ diye içinden söylendi.

Bir gün önce birlikte ciğerli ekmeklerini yerken Nuri’nin ona caminin parkındaki naylon çadırlarda yaşayanları kasdederek “bizim oğlan şunlara da iki ciğer yapdırıve sevab olur” dediği aklına geldi. ‘Hayret!’ dedi; ‘ölümü de orda oldu. Söylenenle doğruysa onlara yardım ederken, puşdun biri bıçaklamış’ dedi. Sonra ‘üç, beş çıralık ateş götürdüyse bile, onnan sevabı o çırılan ateşini sündürmüşdür’ dedi.

Bunları hep içinden düşünüp söyleniyordu. Nuri’yi düşünürken aklına o kadın geldi. Nuri’ye o kadından bahsetmeyi çok istemiş “şindi bizim oğlan ben netcen, garı gopmuyo” diyerek ondan akıl almayı düşünmüştü; ama ertelemişti. ‘keşke soraydım; o bene iyi akıl veridi, çünküm garıdan, gızdan eyi anlıyor’ diye düşündü. Sonra ‘ben emme de safın. O garıdan, gızdan eyi anlısa bi arıba dayak yemezdi’ diye düşündü. Sonra ‘belkim ondan sona tecrübesi olmuştur’ dedi. Nuri’yi dövdüren kadın aklına geldi. ‘Orasbı kına yakınsın gari’ dedi ‘emme ben gine onladan Nuri’nin hesabını sormassam adam deyilin’ diye aklından geçirdi. Patronu aklına geldi. ‘O da her hal deyusun biri; emme söylenenle bi doğru çıksın ben onun alıverdiği babıcıda, ponturu da, gazağı da onun götüne sokarın’ dedi.

Patronun ırz düşmanı; onun bunun karısına, kızına tuzak kurup elde eden biri olduğunu düşününce ‘gudurcek’ gibi oluyordu. Ninesi aklına geliyor; sanki patronu ‘ninecine dıkılan’ adammış gibi geliyordu. Yatağının içinde bu öfkeyle döne döne yorulup uykusu geldi. Bu sırada yine yağmur hızlanmış, çinkoda tıpırtısı başlamıştı; ama Halim’in bu tıpırtıyı duyacak hali yoktu. bu sefer gerçekten horlamaya başlamıştı.

Sabah erkenden uyandı. Metin hala horluyordu. İçinden ‘bundan sonra her sabah bunu görcen, alış bakam’ dedi. Nuri aklına geldi. ‘Şimdi nediyodur acıba? Sorucu arab geldimiyki? Acıba sorucu arab nasıl bişe?’ derken ‘salak ninecin bi dudağı yerde, bi dudağı göyde dediydi ya’ diye kendine kızdı. Başını havaya kaldırdı; odanın tavanını gördü. Gökyüzü aklına geldi ‘yok canım tevatür; hiç o gadar değildir’ dedi.

Bugün canı hiç işe gitmek istemiyordu. 

                        DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder