Hastane, hapishane gibi yerlerde kalanlar bilir. Orada
yatak veya oda komşunu seçme şansın yoktur. “Bahtına kim çıkarsa?” yani.
Eğer uyum sağlamaktan zorluk çekersen hapishanedeysen
cezan, hastanedeysen hastalığın daha çekilmez hale gelir.
Tabi buralarda çok seyrek kalanlar için geçerli
durumlar bunlar. Yoksa böyle hanelerin gediklisi olursan “kim komşun olsa?”
senin için önemli değildir. Yaşaya yaşaya bunun önemli olmadığını; eğer
önemsersen yaşamın daha çekilmez hale geleceğini bilirsin ve ‘komşun her
kimse?’ onunla iyi geçinmenin yolunu bir şekilde bulursun.
Bu ya ‘höt hötlenip’ komşunu sindirerek; ya da ‘onun
höt hötlenmesi sonucu’ sinerek olur; ya da ortak bir dil bulup huzuru
sağlayarak.
Ben daha çok hapishane değil de hastanelerin adeta
gediklisi olmuştum.
Geçmişte hapishanede görüp yaşadıklarını bir roman
çalışmamda “Halim Selim” isimli karakterde resmetmeye çalıştım. Hastanede görüp
yaşadıklarımı da “Öykülerle Yolculuk” başlıklı uzun öykü içinde kurgulayarak
yazıyorum.
Buradan bakıp “Öykülerle Yolculuk” için hastane
anıları sanılabilir. Öyle değil. Orada görüp tanıdığım; davranışlarıyla beni
etkileyen Temur efendi üzerinden ellili yıllarda başlayan ve ‘taşı toprağı
altın’ diyerek İstanbul yoluna düşenlerin öykülerinden hareketle o yıllardan
günümüze İstanbul’un hikayesini yazmaya çalışıyorum.
O hikaye içinde değişik hanelerde veya dışarıda görüp
tanıdığım kimi insanların yaşam öykülerini kurguluyorum.
Bunun ‘ne nenem bir şey olduğunu?’ o öykü yolculuğuna
katılanlar bilir.
Neyse diyeceğim o değil. Burada içimden “inşallah
sıkıcı biri gelmez” diye geçirirken hastane personelinin refakatinde gelen ve
sonradan oldukça dramatik hikayesi olduğunu öğrendiğim birinin yanımda geçen
kısacık üç beş gününü yazacağım.
Uzatmadan yazayım. Arkadaş enine boyuna ‘sonradan
öğrendiğime göre yüz yirmi kilo’ biriydi. Bir bankadan emekli olmuş. Emekli
ikramiyesiyle bir de evceğiz almış. O yeni evine yerleşip emekliğinin sefasını
süreceği zannederken hastalanıp doktora gitmiş. Doktor “senin rahatsızlığın
akciğerlerinde… Bir süre yatarak tedavi olman gerekir” deyince onu alıp benim
odada boş yatağa yatırdılar.
Arkadaş iri yarı biri olunca önce biraz ürktüm tabi.
Öyle ya! Ters biriyse işimiz zor.
Oralarda gedikli olmanın tecrübesiyle ona “geçmiş
olsun” desem de çok ilgilenmeden ‘nasıl biri?’ anlamaya çalışırken arkadaş
gelip yatağına kurulur kurulmaz kumandayı eline aldı.
Bu arada yazayım; şimdi artık hastaneler oldukça
konforlu. Birçok hastanın evinde asla göremeyeceği konfor var. Kimileri bu
konfora, her öğün düzenli gelen ‘güzel’ yemeklere bakıp şükrediyor “Allah
devlete millete zeval vermesin” diyor.
Bu arkadaş öyle çok şükürcü değilse de; özellikle
haber saatlerinde gözü ekranda yanındaki refakatçisiyle öyle iktidarı övüyor.
Benim de hiç hazmetmediğim ekranda o görüntüler. Kumanda elimde olsa zaplayıp
geçerim; ama kumandayı arkadaş eline aldı. Bu sırada haliyle aramızda bir
soğukluk oluştu.
Bir iki gün öyle geçti; sonunda dayanamadım
“arkadaşım. Bu odayı ortak kullanıyoruz. Ben bu görüntülerden rahatsızım.
Buraya tedavi için geldik” deyince arkadaş kumandayı uzattı “al abi ya! Ben de
sevmiyorum bunları. Öylesine takılıyorum” deyince aramızda soğukluk moğukluk
kalmadı.
O saate kadar onunla hiç ilgilenmemiştim. Kumandayı
uzatınca “yok. Kapat da kafa dinleyelim” dedim ve rahatsızlığının ne olduğunu
sordum.
Yukarıda yazdığım gibi bankada veznedarlık yaparken
emekli olduğunu; çok sigara içtiğini; onun çalıştığı sıralar para sayma
makinesi olmadığını; paranın tozunu kirini yuttuğunu; hastalığının asıl
sebebinin o olduğunu söyledi.
Buraya gelmeden kısa süre önce emekli ikramiyesinin
yanına kredi çekip ev aldığını; o eve yenice taşındıklarını; daha eşyaları
açmadan ani rahatsızlanınca hastaneye yatırıldığını söyledi.
Maaşını; sendikalı olup olmadığını sordum. Çalıştığı
bankada sendika yokmuş. Ücretler de çok düşükmüş. Aldığı ikramiye ev parasının
yarısına yetmemiş. Yarsını da ikramiye ile karşılamış.
Arada bir telefonla birilerini arayıp onlara talimat
veriyordu.
Telefonla konuştukları çeşitli ustalarmış. Evinin
eksik gediğini telefon talimatıyla tamamlatmaya çalışıyordu. En büyük hayali
yeni aldığı evinin balkonunda eşiyle, çocuklarıyla bir akşam çayı içip yılların
yorgunluğunu atmaktı.
O bunları anlattıkça ona daha kanım kaynadı; baştan
ona karşı önyargılı davrandığımı anladım.
Odaya geldiğinin beşinci günüydü. İki kızı varmış. O
gün anneleriyle birlikte ziyaretine geldiler. Büyük kız lise iki terkmiş. Küçük
kız gözlüklü bıcırık bir şeydi. Bir gün önce karnesini almış. Okulunda almadık
ödül bırakmamış. Ödüllerini sevinçle babasına gösterdi. Babası onu öpüp
kutladı; sonra "hastaneden çıkınca sana çok güzel bir hediye
alacağım" dedi. Küçük kızın 'alı al, moru mor' olmuş; çok sevinmişti.
Baba onların ziyareti ve küçük kızının başarısının
gururu; küçük kız da babasını sevindirmenin ve babasının ona alacağı çok güzel
hediyenin sevinci içindeydi. Bir süre daha oturup evlerine gittiler.
Arkadaş onlar gidince birden fenalaştı. Aldığı oksijen
yetmiyor; kandaki karbondioksit hızla yükseliyordu. Telaşla koşup hemşireye
durumu söyledim. O doktor çağırdı. Gelen doktor baktı; hastanın yoğun bakıma
kaldırılması için talimat verdi. Görevliler tekerlekli sedye ile koştu geldi.
Onu o sedyeye yatırıp yoğun bakıma götürdüler.
O sırada çok
şaşırmış ve üzülmüştüm; ama akıbetini öğrenememiştim.
Ertesi günü merakla tanıdığım hemşireye durumunu
sordum. Durumunun iyi olmadığını; tedaviye devam edildiğini söyledi.
Yoğun bakıma kaldırıldığının ertesi gece vefat
ettiğini öğrendim.
Bunu öğrenince çok üzüldüm tabi. O sıra küçük kız
aklıma geldi.
Sevinç ve gurur ve heyecanla babasını bekleyen küçük
kız iki gün sonra babasının tabut içinde eve geldiğini görecekti.
“Acaba babasını dört gözle beklerken; onun tabut
içinde eve geldiğini görmek bu kıza nasıl izah edilir? İzah edilebilir mi?
İnsan canından çok sevdiği kızlarına, sevdiklerine bu acıyı niçin yaşatır? Bu
yaşatılan acı karşısında sigaradan elde ettiği şey, kazanç, zevk nedir? Küçük
kıza bu acıyı yaşatmaya değermiydi?” diye düşündüm; mantıklı akla uygun bir
cevap bulamadım.
Değmez fakat gelde bunu sigara içenlere anlat.
YanıtlaSilMerhaba dostum. Gerçekten öyle. Hemen herkes bu rahatsızlığa yakalanınca fark eder yanlışını; ama çok geç kalınmış olur.
YanıtlaSil