2 Aralık 2016 Cuma

HALİM SELİM romanımdan on birinci bölüm



Herkes akşam havalandırmasına sonra yemek için dışarı çıkacaktı. Ama önce ağa ve Halim avluya çıktı.

 

Bu sırada diğer koğuşlardan, özellikle ağır cezalıların koğuşundan mahkumlar da avluya çıkıyordu. Ağa kendilerine bir volta sahası seçti. Halim’le birlikte volta atmaya başladı.

 

Halim Rüstem’den öğrendiği gibi sert dönüşlerle kırk yıllık mahkum gibi votla atmaya başlayınca ağa çok şaşırdı. Halim’e “yeğen sen daha önce hiç mapusluk yattın mı?” dedi. Halim “yok dayı” dedi. Ağa pek inanmamıştı. “Çok seri volta atıyonda, ondan soruyom” dedi.

 

Halim ‘ee ben bu işi usdasından örendim’ diyecekti, kendini tuttu. Sonra “bizim orulada gençler böyle gezer” dedi.

 

Bulduğu yalana kendi de inanmıştı. İçinden ‘pes dorusu senden korkmuyan daş osun’ diye kendiyle gırgır geçiyordu. Bu sırada diğer bütün mahkumlar durmuş onlara bakıyordu. Dev gibi biriyle yanında tutuklu koğuş ağasının seri voltası herkese ilginç gelmişti.

 

Halim bunları düşünüyordu. Tavana baka baka gözleri yorulmuş, boynu da ağrımıştı. Ayağa kalktı ‘gerneşti’. Patronun odaya girip pencereden dışarı baktı. Güneş batmak üzereydi. “Oo vakıt gecolmuş” dedi. Şöyle etrafa baktı. “Sabah erken gelir düzeldirin” dedi ve kapıyı kilitleyip çıktı. Tuvalete uğradı ‘bakam bi şey çıkıcek mi?’ dedi. Bekle Allah bekle. Bekleye bekleye sonunda beş, altı damla düştü. Ayağının üstüne düşürmeyen diye çok uğraştı, ama son damla yine parmağına düştü.

 

Aklına ‘ne kadar sallarsan salla, dona düşer son damla’ lafı geldi. Güldü “donu düşcek bi şey galmadı” dedi toplandı.  Asansörle aşağı indi. Çay ocağı daha açıktı. Ama kimseler yoktu. Adı Cengiz olan garson ‘oralarda var mı?’ diye bakındı yoktu. Görse ‘ağzını sıkı duddunmu?’ diye sorup tekrar gözdağı verecekti. Oysa onun saklamaya çalıştığı; patronun dostunun patron olmadan oraya gelip ayran içtiğini sağır sultan bile duymuştu, ama Halim’in haberi yoktu.

 

İş hanından çıkıp pansiyona yollandı. Yürürken o kadını düşünüyordu. ‘Emme garı ha! Nerdeyse depeme çıkıcek’ diye söylenirken kadının tırnaklarını gördüğü aklına geldi. ‘Çok ayıboldu valla. Şindi giden dibinden kesen şunları’ diye düşündü. Ama kadını bir türlü aklından çıkaramıyor o nedenle kendine çok kızıyordu. ‘Ayıp oğlum, o patronun garısı sayılır’ diye içinden geçirirken bir yandan da ‘ne garısı salak? Onun garısı öteki kadın. Namazında abdasında biri. Ya bu çılbacık, teytura gibi bişe. Bu benim garı olcek valla keserin’ diye düşündü, ama hemen sonra ‘bok kesesin, tavık mı bu. Hem insan o garıya gıyamı? Lokum gibi valla’ diye içinden geçiriyordu.

 

Bu şekilde kendiyle düşüne, konuşa pansiyona vardı. Pansiyonda ‘tüh babuç ölçüsü vermeyi unuddum’ dedi. Kendine yine kızdı. ‘Elin garısına daldırıp, babuçları unuddun salak oğlum. Bu gidişle sen gendini de biyerde unudcen’ diye içinden söylendi. En kısa zamanda o kadını unutup, bir daha hiç aklına getirmemeye karar verdi. ‘Babuşçu kapanmışdır, ben varen garnımı doyurup gelen’ diye yine ciğerciye yollandı. Bu sırada adımları falan çok güvenle atıyordu. Daha önceleri ‘acıba ciğerci hep böyle veresiye vermem gari’ der mi diye çekine çekine gittiği ciğerciye böyle cepte para dolu sallana sallana gitmek çok hoşuna gitmişti.

 

‘Tabi ya, insanın cebinde bol para oldumu heryerle benim sanıyo. Meteliksiz galınca da kim sittir git diyecek deyi hırsız kedi gibi oluyor’ diye düşünürken ciğercinin yanına varmıştı.

 

Ciğerci de gündüzden asmalı kahvede çay içerken gördüğü pansiyon katibine “şu sizin ayı dün kasada param var; çekip gelen diye hava atıyordu. Onun kasada kaç parası var?” diye sormuştu. Katip de gülerek “demek öyle hava mı attı? Doğru söylüyor. Çek çek bitmiycek kadar var” demiş, sonra “onun kaç parası olucak? Otuz lirası var onu söylüyodur” demişti.

 

Ciğerci Halim’i görünce bu nedenle,  “ooo bu gün misafir yok mu? Yoksa kasadaki para mı bitti?” dedi. Aklınca dün Halim’in, Nuri ve Metin’e ‘beyle garnınız açsa buyurun yeyin, parasını meraklanman, kasıdan çeker gelirin’ dediğini hatırlatıp dalga geçiyordu.

 

Halim hemen ciğercinin kendiyle dalga geçtiğini anlamıştı. ‘Örense öğrense katipden örenmişdir. Ben o katibin çarkına sıçmazmıyım?’ diye içinden geçirip, ciğercinin dalga geçtiğinin farkına varmamış gibi yaptı. Yarım ekmek ciğeri söylerken “valla pansiyona bakdım yoklarıdı, yoğusam gene çağırcedim” dedi. Bu sırada ciğerci bol soğanlı ciğeri yarım ekmeği paket yapıp “buyur Halim bey” dedi. Halim “sağol efendim” deyip paketi aldı. Patronun verdiği iki yüz lirayı çıkardı ciğerciye bir yüz lira uzatıp “buyur beyefendi parasını al” dedi.

 

Ciğerci ‘tingedek düştü:’ İçinden ‘al bakam geçtin dalganı aldın cevabını’ diye kendine kızıyordu. Halim’e “sonra ver, bozuk yok” dedi. Halim de “olur; emme unudursam hatırlatın efendim” deyip iki yüzlüğü de cebine koydu. “Hadi eyvallah beyefendi” deyip pansiyona doğru yürüdü. İçinden ‘dalgı geçme öyle olmaz, böyle olur oğlum. Ben sene hep böyle beyefendi deyen de gör bakam’ diye söyleniyordu.

 

Ciğerci, Halim’in arkasından bakarken ‘unudursa hatırlatıcekmişimmiş, efendimmiş. Ayı sen benim elime nasıl olsa düşersin. Ben o zaman sana öğredirim efendili hava atmayı’ diyordu.

 

Halim ‘şindi sıra katib efendide’ deyip adımlarını hızlandırdı. Bu sırada katip içtiği çayı bayat bulmuştu. Çaycıya “bana bayad çayı kakaladın” dedi. Çaycı da “ağzına gılına bakmadan çay da beyenmiyon gari” deyince katib çaycının üzerine yürüyüp yakalamış bileğini kıvırarak “neyime bakmadanmış? Çabuk tekrar et neyime bakmadanmış?” diye söyleniyordu ki! Halim hışım gibi pansiyona girdi.

 

Katib Halim’i görünce çaycının bileğini bırakıverdi. “O Halim abi bugün erkencisin” diyordu Halim “ben sene kasıda kaç para va şindi öğredicen” deyip koca elini Katipin başının üzerinden şöyle bir savurdu. Eli katipin başını silip geçmişti; ama bu bile yetmişti. Katib sanki kafasına demir vurulmuş gibi hissetmişti. Bir de koca elinin rüzgarı katipi nerdeyse nezle edecekti. Gözünü yummuş “valla Halim abi ben söylemecedim; amma ciğerci senin paran yok sanıp ciğer vermez diye Halim abi sağlam adamdır. Kasada bile parası var dediydim” derken Halim bu sefer koca parmaklarıyla katipin kulağını tutmuş ovalıyordu.

 

Bir yandan da “seni ne ülen? Seni ne? Sen kayassımın benin yecem ciğere” derken katip “valla, billa bi da karışmıycam Halim abi” diye kulağını bırakması için yalvarıyordu.

 

Bu sırada çaycı da katibin büktüğü sırada acıyan bileğini ovuştururken ‘öyle bana çatması değil, erkeğise şimdi Halim abiye dayılansıya’ diye; ama içinden söyleniyordu.

 

Halim gerekli dersi verdiğini düşünüp katibin kulağını bıraktı. Bırakırken de “bi daha bi duyen benim önümden, arkamdan gonuşduğunu; bu sefer o gulakları koparıp eline veririn” diye de katibe tehdit etmeyi ihmal etmedi.

 

Bu sırada gözü çaycıya ilişti “sen de sen de aynı boku ye; senin de gulağını koparıb eline vercen” dedi. Katip Halim’in çaycıyı aynı tehditte bulunduğunu görünce kulağının acısını unutmuş içinden ‘sen orda öyle bak bakalım; sıra sana da gelicek’ diye geçiriyordu.

 

Çaycı Halim’e “ben hiç öyle bi şey yapmam abi, töbosun yapmam” derken içinden ‘Karagöz bi bok yiyo, ceremesini Hacivat çekiyo’ diye söyleniyordu.

 

Halim cebinden patronun verdiği iki yüz lirayı ve elli liradan beş lirasını alıkoyup geri kalan kırk beş lirayı katipe verdi. “Al bunları da otuz liranın yanna goy; ondan keri git ciğerciye müzevirle” dedi. Katib “valla abi ben onu kötülümden demedim” diyecekti; Halim öyle bir bakmıştı ki, hiç ses çıkarmadan paraları alıp kasaya koydu ve Halim’e iki yüz yetmiş beş lira yazılı fişi verdi. Halim “bugudamı ediyo?” dedi. Katib “valla bu gadar ediyor. Önceden otuz lira varıdı. Kırkbeş da etti yetmiş beş. İki yüz da etti iki yüz yetmiş beş” diye ayrıntılı hesap etti. Halim “hah şöyle, hep böyle adam gibi olucen. Son defa söylüyom, çok kötü olucek” dedi.

 

Bu sırada pansiyoncu gelmişti. Halim’in en son “çok kötü olucek” dediğini duyup “hayırdır Halim efendi kötü olan ne?” diye sordu. Katib içinden “eyvah boku yedim” diye geçirirken Halim “hiç patron! Benim patronun verdiği parayı kasaya goydum da; idareli harcımassam kötü olucek deyedum” diye cevap verirken katipe “bu kıyağımı unutma” der gibi baktı.

 

Pansiyoncu inanmamıştı; ama inanır gibi yaptı. “Kasaya kaç para koydun?” dedi. Halim “çok deyil, ikiyüz yetmiş beş lira gadar bişey” dedi. Katipe de “öyle değil mi bizimoğlan” diye yarı alaylı sordu. Katib “valla o kadar patron. Halim abiye makbuz da verdim” dedi.

 

Patron içinden ‘var bi şey amma ne?’ diye söylendi, sonra Halim’e “doğru, idareli harca. Zaman kötü kimsenin kimseye faydası yok” dedi. Halim “doğru söylüyon patron” deyip elinde yarım ekmek ciğer paketi odasına yöneldi. Çaycıya “bene bi ayran getir” dedi.

 

Bu sırada pansiyoncu katipe “yine bi bok yedin; ama anlıyamadım. Halim en iyi müşterim. Patronu ay dolmadan parasını tırak ödüyor. Onu bi kaçır; işte o zaman sana Allah yarattı demem ona göre” dedi.

 

Katip “tabi patron ben de öyle yapıyom. Halim abiye gözün üstünde kaşın var demiyom valla” dedi. Pansiyon patronu, “ben söylücemi söyledim” dedi ve dışarıdaki sandalyeye oturdu.

 

Bu arada Halim’in ayranı veren çaycı çabucak pansiyon patronunun orta şekerli kahvesini yapmış; yanında bir bardak suyla getirip, “buyur patron” dedi. Kahveyi getirirken yanından geçtiği katibe “nasılmış gördün mü anan şamını?” diye mırıldanıp dışarı çıkmıştı. Kahveyi ve suyu pansiyon patronunun önündeki sehpaya dikkatlice koymuş; dönüşte pusuda bekleyen katipten yediği tokatla “anam” diye feryat etmişti.

 

Pansiyon patronu “noluyor orda?” diye seslenince çaycı “hiç patron ayağım dakıldı da” dedi. Patron “sizin yem fazlı geldi. İkiniz de tuncukdunuz” diye söylenince katip çaycıya kafasını sallarken içinden ‘şu patron da beni bu uyuzla bir tutunca uyuz oluyom valla’ diye söyleniyordu. Birden az önce Halim’le yaşadıkları aklına geldi. “Şu ciğerci de amma gevşek adam. Bir şey söylemeye gelmiyor” diye içinden geçirirken rahmetli babasının ‘laf ağızdan, mermi namludan çıktıktan sonra ah vah demenin faydası yoktur. Sen sen ol eğer itibar görmek istiyorsan, lafını sözünü sakınarak et” diye ettiği nasihat aklına gelmiş ve için için kendine kızıyor ‘sen adam olmassın oğlum. Sen o adamın dölü değilsin. Sende mutluka bir karışıklık var’ diye kendini eleştiriyordu.

 

Aslında gerçekten çok aşağılık, dedikoducu yılışık biriydi. Patronu rahmetli babasının asker arkadaşı idi. Babasının hatırına onu işe almış; katibi tanıdıkça da ‘sen baban oğlu değilsin. Çünkü baban adamın hasıydı’ diye azarlardı.

 

Çoktan işten atacaktı; ama rahmetlinin hatırına idare etmeye çalışıyordu. Çaycının da katipden kalır yeri yoktu. O da fırlamanın tekiydi. Yani tencere, kapak misali ikisi de aynı işyerinde buluşmuş; her gün kedi, köpek gibi didişiyordu.

 

Onlar böyle didişirken Halim odadaki masanın yanındaki sandalyeye oturmuş; yarım ekmek ciğerini, ayran da içerek yiyip bitirmişti. Paket kağıdıyla masanın üstüne dökülenleri eline süpürdü. Ayran boşuyla o kağıdı dışarıdaki çöpe attı. Gidip elini sabunla güzelce yıkadı, ağzını bol suyla çalkaladı. Dişlerine aynada baktı. Sigara içtiği halde dişleri çok temiz ve biçimliydi. Sonra tuvalete girdi içini bir güzel boşalttı. Yine pek ‘işiyememişti’, ama ne yapsın bir türlü ilaç alamıyordu. Şimdi para olduğu için ilk işi bir ilaç almak olacaktı. Yalnız ne ilacı alacağını bilmiyordu.

 

Bunları düşünürken “şindi bi de doktur parası çıkdı. Accık dayan oğlum. Kimbilir başkılanın ne derdi var da dayanıyo” dedi ve ilaç almaktan vazgeçti. Toplanıp kalktı aynanın önüne geldi. Aslan yelesi gibi saçlarını düzeltti. İçinden “oğlum paran da var gari. Önce sen gendine çeki düzen ver” dedi. O kadın aklına geldi. “emme garı ha; hele memileri” derken birden kendine kızdı. “Bi daha o garıyı bi aklına getir, ben sene gösterin ozuman” diye kendini tehdit etti. “Adam sende bene ne elin garıdan” dedi. ‘Şöyle çıkıp bit bazarına bi doleşen, orası daha kapanmamışdır” diye söylenerek dışarı çıktı.

 

O böyle söylenirken lavabonun hemen yanındaki çay ocağında çaycı kulak kabartıp Halim’in konuşmalarının bir kısmını duymuştu. ‘Bene ne elin garıdan?’ dediğini iyi duymuş ‘kim o karı acaba?’ diye meraklanmıştı.

 

Halim çıkınca gidip bu duyduklarını katipe anlatmayı düşündü, az önceki olanlar aklına geldi. Kendini tuttu ‘sende bi gün anan şamını görücen’ diye kendine söyleniyordu.

 

Bu sırada Halim bitpazarına varmıştı. Dükkanların çoğu kapalıydı. Metin’in çalıştığı dükkana yöneldi. Düşündüğü gibi o sıradaki diğer büyük dükkanlar daha kapanmamıştı.

 

Tezgahtarlar dışarıdaki malları topluyordu. Metin de yenice dışarı çıkmıştı. Halim’i görünce “ooo!. bizim oğlan seni hangi rüzgar attı böyle?” dedi. Halim Metin’i görünce içinden ‘çok samimi oğlan şu Metin, içinde heç al fel yok’ diye geçiriyordu.

 

Bu sırada Metin’in yanına varmıştı. “Heç bizimoğlan geçen gün sene dediydim, patron biraz para verdi de, yarın bir iki bişe alıcedim de, bi baken deyi geldiydim” dedi. Metin “iyi yapmışsın gel seni içeri götüreyim” dedi. Halim’le dükkandan içeri girdi.

 

İçeride tıknaz göbekli gözünde gözlüğü olan dazlak kafalı kırmızı yanaklı güleç yüzlü biraz yaşlı biri vardı. Masaya eğilmiş, bir şey yazıyordu.

 

Metin “bak patron sana dedim arkadaş işde bu” dedi. Patronu şöyle gözlüğünün üstünden baktı. İçinden ‘ne bu böyle ayı gibi?’ derken Halim’e “hoş geldin oğlum. Metin senden çok bahsediyordu. Söylediği gibi gabadayı biriymişsin” dedi.

 

Halim’in bu sözler çok hoşuna gitmişti. İçinden ‘eferin Metin’e katible çaycı gibi puşt biri değil, hakigatlı arkıdeş’ diyordu.

 

Patronun sözlerinden de biraz utanmıştı. “Sağol patron sen de insanlıklı birine benzeyon” dedi.

 

Metin’in patronu Halim’in sözlerinden pek bir şey anlamamıştı. Ama belli etmedi. Metin’e döndü “bu arkadaş değilmiydi üst baş alıcak dediğin” diye lafı değiştirdi.

 

Metin ”evet patron. O dedim bu arkadaşdı” dedi ve Halim’e “gel bak bakalım gözüne yarıyacak bi şey var mı” dedi. Halim’le dükkanın içlerinde askılara asılı pantolon gömlek baktılar. Halim paralarını sordukça Metin “sen beğen, parasını kolay ederiz” diyordu. Halim “sen şöyle ortuluma bişey söyle. Ninecim bene, hiç bilmeden edilcek golayden zoru yokdur dediydi” dedi.

 

Metin güldü, “valla şu ninecin amma kadınmış ha! Bilmediği yok” dedi.

 

Çünkü Halim Metin ve Nuri’yle sohbet ederken hep “ninecim şöyle dedi, böyle dedi” diye ninesinden bahsederdi.

 

Halim Metin’in sözleri üzerine “öyle valla! Çok hakıkadlı garıydı; emme bubasının yani böyük didemin züriyeti gurumasın deyi ötürüklü bi adama, yani dideme varmış. O da ölünce gıymatı hiç bilinmiden yaşamış gitmiş” dedi.

 

Bu sırada askılara asılı gömlek ve pantolonlara bakıyordu. İçinden ‘bunnara geyib işe gidince, o garı gelse, bene çok yakışıklı olmuşsun derdi’ diye geçiriyor; hemen arkasından ‘yok deve! O gadın hiç işi yok da her gün oruyamı daşıncek. Hem gelse bile sene öylemi decek?’ diye söyleniyordu.

 

Halim’in böyle mırıl mırıl konuştuğunu duyan Metin “ne o öyle içinden söylenip duruyorsun, beğenmedin mi?” dedi.

 

Halim “hiç bizim olan beğendim beğenmesine de para yetcek mi deyi söyleniyodum” deyince Metin “şimdi ayıb edin. Ben sana parayı kolay ederim dediysem ederim sen canını sıkma” dedi.

 

Bu sırada patronu da hesabı bitirmiş; paraları çantaya koymuştu. Çünkü ‘ne olur olmaz?’ diye parayı götürüyor, sabah gelirken de bankaya yatırıyordu. Metin’e “haydin gidelim. Arkadaşın yarın gelsin. Amma buradan amma öteki dükkanlardan, onun kesesine uygun bi şeyler buluruz” dedi.

 

Halim Metin’e “senin patron doğru söylüyor. Ben yarın kasıdan parayı çekip gelen ozuman bişeler alırın. İnsanın cebinde para olmayınca bi garar veremeyo” dedi. Metin’le birlikte dışarı çıktılar. Kepengi birlikte indirdiler.

 

Patronun Metin’le her gün ıkına sıkına indirdikleri kepenk Halim el atınca yağ gibi kaymıştı. Metin’in patronu “hey maşallah oğlum bilene guvvet” deyince Halim biraz mahcup “bişey değil dayı” dedi. Patron “haydi iyi akşamlar” deyip aşağı doğru gitti. Metin ve Halim birlikte patrona “iyi akşamlar” deyip pansiyona yollandı.

 

Metin yolda “sorması ayıp olmasın bizim oğlan kasıda kaç paran var?” dedi. Halim gülerek “öyle dedin, yine sordun. Söylemecedim; emme söylüyen” deyip “heç iki yüz yetmiş beş lira var” dedi.

 

Halim’in böyle ince espri ve şakalarına alışkın olan Metin “aferin bizim oğlan lafı yine çaktın” dedi. Sonra “çok para. İşin iş valla arkadaş. Patron sana iyi bakıyor” dedi.

 

Halim’in biraz koltuğu kabarmıştı. “Öyle deyon; emme ben de görevimi hiç aksadmıdan yapıyon” dedi.

 

İçinden ‘acıba o garıdan bahseden mi?’ diye düşündü sonra ‘zevzeklin alemi yok dangılak’ diye kendini eleştirdi. Birlikte pansiyona geldiler.

 

Metin “gel bişeyler yiyelim” deyince Halim “ben o vazifeyi gördüm. Senin yana gelmiden yarım ekmek ciğeri ayranla yedim, ayıpdır söylemesi” dedi. Metin gülerek “bak sen de söylemesi ayıp olmasın dedin; ama söyledin. Nasılmış?” dedi. Sonra “iyi o zaman ben de gidip yarım ekmek ciğer yabdırıp gelen” dedi.

 

Halim gülümseyerek “sende altta galmadın ha” dedi. Sonra “sakın orulara dakılmak yok ha. Biliyon sen de artık hal yola giriyon” diyerek öğrencilerin evlenme hikayesini hatırlatmıştı; ama içinden ‘eyi bok yedin. Hem adamı unuddurcen deyon, hem hatırladıp duruyon. Senden adam olmaz” diye kendine kızıyordu.

 

Metin Halim’in sözleri üzerine ciddileşip “biliyorum bizim oğlan. Ben artık eskisi gibi değilim. Kendime çeki düzen veriyorum” deyince Halim ‘al bakam. Durdun yerde adamı gine umudlandırdın. Hadi çık bakam çıkabiliyosan bu bok işin içinden” diye kendine çok kızıyordu. Ama “laf ağızdan çıkmış” oh vah demenin faydası yoktu.

 

Halim’in ninesi de aynı katibin babası gibi Halim’e aynı sözleri kaç kere söylemişti. Ama Halim de hep sonunda laf ağızdan çıkınca pişman oluyor ve ninesinin ‘laf ağızdan, mermi namludan çıkınca oh, vah demenin faydası yok’ sözünü hatırlıyordu.

 

Bu sırada Metin, ciğerciye gitmişti.

 

Halim katibe baktı. Onu yalnız görünce “noldu? Metin’in işinden kimsiye bahsedmediniz demi?” dedi. Katibin Halim’in tutup ‘oğuşturduğu’ kulağı hala acıyordu. “Tövbe Halim abi bi da senin sözünden milim saparsam; ne istersen yap. Yalnız o ne yapar bilmiyom” diye çaycıyı işaret etti. Halim katibin bu sözlerinden çok memnun olmuştu. Çaycıya baktı. O da Katibin kendisini gösterip “yalnız o ne yapar bilmiyom?” dediğini duyup paniğe kapılmıştı. Katibe “öyle şirfetli konuşma. Ciğerciye boşboğazlığı ben etmedim. Valla Halim abi bana kendinmiş gibi güven. Ben mıg dedim o gadar” dedi. ‘Mıg’ derken yine ağzını parmaklarıyla kapamıştı.

 

Yalnız ‘ciğerciye boş boğazlığı ben etmedim’ deyince Katibi hoplatmıştı. Katip “Kurumuş eşşek bokuna su döküp durmusan ya oğlum sen” dedi. Sonra Halim’e dönüp “valla o bi kere oldu. Cezasını da çektim abi” dedi.

 

Halim “sen onu cezadan sayma. Bi daha söyle de ozman ceza neymiş gör” dedi sonra, “öğrenciler nerde?” diye sordu. Katip “onlar kız arkıdaşlarıyla buluşmuya hepsi toplanıp gitti” diye cevap verdi. Halim “ne var böyle okumuya? Paralar bubulandan, onla öyle fındık gırıyor. Gırsınla bakam. Ben şindi yatcen, onla gelince Halim abeniz ‘o iş noldu?’ deye soruyor de. Yarına gadar bi çare bulmazlarsa onnan çarkına sışçen. Aynen böyle söyle” dedi.

 

Çaycıya da “eyiyse bene bi çay getir” dedi çıkıp dışarı çeldi bacağını oturdu.

 

Katib içinden ‘şimdi hapı yuddunuz oğlum!’ diye öğrencilerin başına geleceği görmüş gibi kıs kıs gülüyordu. Sanki bu şekilde Halim’in hışmından kurtulacaktı.

 

Neyse Halim cebinden sigara paketini çıkardı. On lira bulunca aldığı paketin içinde hala bir sigara vardı. Sigarayı çıkarıp yaktı. Boş paketi de çöp kutusun atması için çayı getiren çaycıya verdi. Bir elinde çay bardağı öteki elinde sigara keyifle hem sigarayı hem çayı içmeye başladı.

 

Bu sırada çok mutluydu. Cebinde yedi lira, kasada da bi iki yüz, bi de yetmiş beş lira vardı. Düşünürken bile paraları karıştırmıyordu. Çünkü her paranın yeri ayrıydı. Mutluluktan uçuyor içi içine sığmıyordu. Sigara bitmişti. Bir nefes daha çekip yere atacaktı, atmadı. Sigara izmaritine bakarak “bi haftıda bi paket, bırakmanın zamanı geldi” dedi, söndürüp çöpe attı.

 

Bırakmanın zamanı çoktan geçmişti. Farkında değildi, ama ciğerleri çoktan ayvayı yemişti. Çünkü sigaranın yanında yıllarca hücrelerde çok berbat yerlerde yata kalka yalnız ciğerleri değil birçok organı da ayvayı yemişti. ‘Kaporta’ sağlam olduğu için pek fark ettirmiyordu. Bunları düşündü vakit epey ilerlemiş ne Metin ne de Nuri görünürlerde yoktu. ‘Benne yahu anaları değilin, bubuları değilin, accık da kendileri kendilene düşünsün’ dedi. Kalktı içeri girdi. Katip bir yanda çaycı bir yanda ‘domuşmuş’ oturuyorlardı.

 

Onlara laf atacaktı içinden ‘insan yerine goyup naf atasam önlene geçilmiyor’ deyip yanlarından geçip odasına gitti. Bu sırada hem çaycı, hem de katip Halim’in arkasından bakıyordu. İçlerinden bir şeyler söyleneceklerdi Halim tam odaya girerken durdu “arkamdan bi söylendiniğizi duyayım. İşde ozuman külahları hakiki değişiriz” diye seslenince her ikisi de ‘engibek’ oldu.

 

İçlerinden ne konuştular bilmiyorum ama saatlerce hiç ‘çıtları’ çıkmadı. Halim odaya girdi çıktı temizliğini yaptı ayaklarını yıkadı, ıhlaya ıhlaya tırnaklarını kesti. Tırnaklarını keserken ‘tam nalbantlık olmuş bunlar’ diye söyleniyordu. Bu arada kulağı ‘kirişte’ çaycı ve katip bir şey konuşuyor mu diye kulak kabartıyordu. Çıt çıkarmadan oturduklarını anlayınca ‘hah şöylem adam olun baken’ dedi. Gidip ayaklarını tekrar yıkadı, elektriği söndürüp yattı. Gözlerini tavana dikti, düşünmeye başladı.

 

Aklına ikide bir gündüz gelen kadın geliyordu. Söylene söylene zor aklından kovdu. Koğuş ağasıyla “volta” attıkları yerden düşünmeye başladı.

 

Koğuş ağası Halim’i sevmişti. “Yok falan dese de epey yol, yordam görmüş biri” diye düşünüyordu. Halim’in her bildiğini “ninecine” sorup ondan öğrendiğini, bir de Rüstem gibi bir ustadan mapusluk kursu aldığını bilmiyordu. Birlikte epey volta attılar. Herkes gözünü onlara dikmişti.

 

Herkes tutuklu koğuşu ağası Keskenli Bilal’i tanıyordu, Halim’le ilgili de fısır fısır birbirlerinden sorarak bir şeyler öğrenmişti. Yalnız, yılların mahkumları bile Halim’in “voltasına” imrenerek bakıyordu.

 

Kırk yıllık mahkumlar bile böyle seri dönüş yapamazdı.

 

Halim’de kendini “voltaya” kaptırmış, ağa da ona uyunca ortaya mükemmel bir “volta” atma gösterisi çıkmıştı.

 

Halim’in o sıralar henüz ciğerleri ayvayı yememişti, “volta” atarken ağa kesildiği halde o hala diriydi. Son dönüşten sonra ağa “hadi yeğen bi de yemekhaneye uğrayalım. Ben oraya pek gitmem; amma seni etrafı tanıtmak istiyom” dedi. Birlikte yemekhaneye girdiler. Masalar dolmaya başlamıştı. Reşit, ağasıyla Halim yemekhaneye yönelince onlardan önce girip onlara bir masa boşaltmıştı.

 

Yalnız ağası günlerdir uğramadığı yemekhaneye gitmek isteyince Reşit çok şaşırmıştı. Çünkü o ağasına kantinden aldığı veya gardiyanlara getirttiği öteberi ile yemek yapar, ikisi birlikte ağanın odadaki masada afiyetle yerdi. Sonra ağaya eliyle bir kahve yapardı. Bazen ağa izin verip “haydi bir kahve de sen iç” derse gidip kendine de bir kahve yapıp içerdi.

 

Neyse ağa ve Halim masaya oturdu. Ağa Reşit’e “ne yemeği varmış?” dedi. Reşit “etli nohut, pilav ve hoşaf” dedi. Reşit, ağaya yemek çeşitlerini sayarken Halim de duymuş içinden “bundan eyisi can sağlığı” demişti. Reşit gitti, ağa ile Halim’in yemeklerini bir tepsiye koyup geldi. “Valla ağam etli nohut dediler; ama bana pek öyle gelmedi” dedi. Bu sırada yemek tabaklarını ağayla, Halim’in önüne koydu.

 

Hem ağa hem Halim kaşığı ellerine alıp bismillah çekip yemeye başladılar. Hem ağa, hem Halim bu arada Reşit de, yemek tabağının içinde et ve nohut arıyordu. Yalnız “nalet” olası tabağın içinde et olmasa da bir, iki kemik parçası vardı; ama nohudu ara ki bulasın. Her üçü de tabaklarını karıştıra karıştıra sonunda birer, ikişer nohut buldular. Halim ekmeği alıp yemek suyunun içine doğramayı akıl etti. Ağa “sizde var mı bilmiyorum, bizim oralarda tarhana aşı vardır. İçine böyle ekmek doğrayıp yiyince çok güzel oluyordu” dedi.

 

Halim “olma mı dayı. Hele bi de ninecim içine davar gavurması salardı, ozman doğra ekme içine, yeme de yanında yat. O gadar güzel olurdu” dedi.

 

Onun bu sözleri, hem kedini hem Reşit’le, ağayı çok acıktırmıştı.

 

Ağa “hadin kalkın gidiyoz. Şimdi başlıcam bunların etli nohudundan da, pilavından da” dedi. Kalkıp çıktılar.

 

O sırada dışarıda Halim’in sonradan öğrendiği öteki koğuşlardan birinin ağası “ne o Bilal ağa, yemekleri beğenmedin mi?” diye biraz dalga geçerek sordu. Reşit’in ağası, öteki ağaya “o! Keyfin yerinde bakıyorum. Sen benim buralara gelmediğimi bilirsin” dedi.

 

Bu sırada Halim şaşkın ağaya bakıyordu. Öteki adam ona “ne o Bilal ağa?” demişti. Halim orada kalmıştı. Halim “ağam af buyur senin adın Bilal’mi” dedi. Ağa şaşırmıştı, “he ya Bilal ne var bunda?” dedi. Halim dalıp gitmişti. “şey ağam benim bubacımın adı da Bilal’ miş de ondan sorduydum” dedi. Ağa “ya öyle mi?” dedi.

 

Öteki adam uzaklaşmıştı.

 

Ağa içinden “hele bunu bi dinliyeyim” dedi. Sonra Reşit’e “hadi oğlum sen koş! Yumurta, domates falan al bize güzel bir menemen yap, yalnız acısı bol olsun” dedi. Halim’e “nasıl sen acılı yer misin?” diye sordu. Halim, hala ağanın adının “Bilal” olduğunu öğrendiği yerdeydi. Ağanın en son “acılı yermisin?” dediğini duymuştu, “oo acılı çok severim, rahmetli ninecim hele tarnaşını bide acılı yapsa, işde ozuman keyfime decek olmazdı” dedi. Ağa “sen hele gel biz koğuşa gidelim, orada bana “rahmetli babandan da, ninenden de ne varsa anladırsın” dedi. Halim mahcup “sıkılmazsan annadırın” dedi. Ağa “sıkılmam, sıkılmam. Zaten burada vakit de geçmiyordu, çok iyi olur” dedi. Birlikte önce tutuklular koğuşuna girdiler. Orada ağa eski bir tutukluya “hadi yeğen bize iki çay kap getir” deyip, Halim’le kendi odasına girip masanın yanındaki sandalyelere oturdular.

 

Bu sırada ağanın “hadi yeğen bize iki çay kap gel” dediği tutuklu, ağa kendinden bir iş istediği için çok mutluydu, ayrıca havaya da girmişti. Diğer tutuklulara “ne haber?” der gibi bakıp çay ocağına koştu. Çaycı zaten ağanın sözlerini duymuştu. Eski tutuklu heyecanla “ağaya iki çay “deyince, “dur dayım bi nefes al, biz de duyduk” dedi.

 

Çaycı da eski mahkumdu. Yankesiciyken, birinin parasını zorla almaya kalktığı sırada adamı ağır yaralamış; hem yaralamadan, hem de gaspdan epey ceza yemişti. Tahliyesine iki yıl vardı. Bu sırada bir halt karıştırmazsa buradan tahliye olmayı umuyordu. Onu bu çay ocağına gardiyan Şükrü koymuştu. Yarı yarıya ortaktı.

 


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder