26 Aralık 2016 Pazartesi

KASIMPATILARDAN NEFRET EDERİM



Ablamla bahçede oynuyorduk. Avluya yaylı bir araba girdi, durdu. Merakla baktık. Kim? acaba. İçinden amcam indi. Sevindik. Koştuk, sarıldık. ”Sizi götürmeye geldim” dedi, heyecanlandık.

Eve dayımla görüşmeye girdi.

Annemle babam boşanmıştı. Annem beni, ablamı ve küçük kardeşimi alıp dayıma sığınmıştı. Ağabeyim babamın yanında kalmıştı. Bir ablam da evlenmişti.

Biz gerçekten dayıma sığınmıştık. Burada sığıntı gibi yaşıyorduk.

Dayım çok sert bir adamdı. Amcamla bahçeye çıktılar. Bizim yanımıza geldiler. Dayım “hepsini vermem; yalnız bunu götür” diye beni gösterdi.

Biz büzülmüş bakıyorduk. Dayımdan çok çekiniyorduk.

“Bunu götür” deyince ben iyice büzülüp ablama sarıldım. Kendimi sokağa atılan kedi yavrusu gibi hissettim.

Amcam “Ağam hepsini getir dedi. Ama ne yapalım? Ben yalnız bunu götürürüm” dedi.

Anneme kimse bir şey sormuyordu. Annem dayımın yanında büzülmüş; öyle duruyordu. Koştum ona sarıldım. Beni kucaklayıp içeri götürdü. Saçımı taradı, eşyalarımı hazırladı. Ablamla kardeşim yanımıza gelmişti. Hep birlikte sarıldık. Onlar ağladı. Ben şaşkın öylece baktım.

Bahçeye çıktık. Amcam beni kucaklayıp arabaya bindirdi. Uşak eşyalarımı getirip arabaya koydu. Aşağı inen amcam tekrar arabaya binip yanıma oturdu. Arabacı atları deh etti.

Avludan çıkıp yola çıkışta eğilip baktım. Dayım, yanında annem, ablam ve kardeşim bize bakıyordu.

Annem elini kaldırıp salladı. Herhalde ağlıyordu.

Yaylı araba babamındı. Arabayı uşağı kullanıyordu.

O yıllarda ulaşım at, eşek ve deveyle veya yaya yapılırdı. Ancak zengin, varlıklı ailelerin yaylı arabası vardı. Babam varlıklıydı; yaylı arabası vardı. Dayım varlıklıydı; yaylı arabası vardı. Ama annemle biz çok yoksulduk. Sığıntı gibi yaşıyorduk. “Bu ne biçim bir şey?” hiç aklım ermiyordu.

Yolculuğumuz bütün gün sürdü. Ben kedi yavrusu gibi arabanın bir yerine büzüldüm. Kapının aralığından yolu gözlüyordum. Biz gittikçe ağaçlar, direkler hızla geri gidiyordu.

Uyumuşum. Epey bir zaman geçmiş; çişim gelmişti. Amcama usulca “çişim geldi” dedim. Arabayı durdurdu. Aşağı indik. Ben gittim; ileride çişimi yaptım. Sonra arabaya çıktık; tekrar yerime yattım. Tekrar uyumuşum.

Uyandığımda gece olmuştu. Amcam üşüdüğümü düşünüp üzerimi örtmüştü. Uyandım ama hiç konuşmuyorduk.

Gece yarısı kasabaya girdik. Her yer zifiri karanlıktı. Havada çok soğumuştu. Araba taşlı yollardan geçip bir yerde durdu. Amcam beni kucağına aldı. Bir kapının önüne geldi. Tokmağı sertçe vurdu. Kapı hemen açıldı. Kapıda babam; yanında son eşi vardı. Kadının elinde büyük karpuz gibi camı olan bir lamba vardı. Aynı lambadan dayımın köydeki evinde de vardı. Ama dayımın kasabasında elektrik vardı. Gece her yer ışıl ışıldı. Babamın kasabasında elektrik yoktu. Onun için sokaklar karanlıktı.

Babamın eşinin elinde o karpuz gibi camlı lambayı görünce hep bunlar aklıma geldi. 

Babam uyumamış bizi beklemişti. Ancak yalnız beni görünce sorar gibi amcama baktı. O da gayet sakin ”Mehmet Bey yalnız bunu verdi. Diğerlerini sonra götürürsün dedi” diye durumu özetledi. Babam “anladım, sağ ol” dedi. Amcam izin isteyip gitti. Uşak da eşyalarımı getirip, o kadına verip gitti.

Biz de o kadın önde babamla beraber bir odaya girdik. Odada soba yanıyordu, kızarmıştı. İçeri sıcacıktı. Sobanın arkasında yatan ağabeyimi gördüm. Uyuyordu.

Babam odada bana sarılıp, öptü. Kısık sesle “haydi şimdi yat. Sabah görüşürüz” dedi. Sonra kadına dönüp “bunu ağabeyinin yanına yatır” dedi. Odadan çıktı.

Kadın lambayı kısıp yerine koyu.

Ben şaşkın bakınıyordum. Orada porselen bir çaydanlık vardı. Ona elimi uzattım, kadın “onu elleme” dedi. Küçük bir masa vardı. Üzerinde işlemeli örtü vardı. Ona dokunmak istedim. Kadın “ona dokunma” dedi. Sonra “hadi git ağabeyin yanına yat” deyip çıkıp gitti.

Hiç kimse adımı söylememişti. Dayım “bunu götür” demiş, amcam “bunu getirdim” demiş, babam da “bunu yatır” demişti. Bu, bu, bu… Herkes benden “bu” diye bahsediyordu. Sanki adım yoktu.

Ben bir çocuk değil de kedi yavrusuymuşum gibi geldi. Gittim ağabeyimin yanına yattım. Onu dürtmeye başladım. Dürte, dürte uyardım. Gözlerini açıp baktı. Önce şaşırdı, sonra sarılıp öptü. Usulca “yat” dedi. Uykum yoktu. “Çişim var” dedim. Kalktı “gel” dedi.

Sessizce dışarı çıktık. Bahçeye indik. Bahçe çok büyüktü. Her tarafta dolu kasımpatı vardı. Çiçek açmıştı. Her taraf kasımpatı kokuyordu. O bir kenara, ben bir kenara çişimizi yaptık. Sonra usulca odamıza girip yattık.

O günden beri kedi yavrularını çok severim. Ama kasımpatıları hiç sevmem. Hele kokusundan, hep nefret ederim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder