KASIMPATILARDAN NEFRET EDERİM
Ablamla bahçede oynuyorduk. Avluya yaylı bir araba girdi, durdu. Merakla
baktık. Kim? acaba. İçinden amcam indi. Sevindik. Koştuk, sarıldık. ”Sizi
götürmeye geldim” dedi, heyecanlandık.
Eve dayımla görüşmeye girdi.
Annemle babam boşanmıştı. Annem beni, ablamı ve küçük kardeşimi alıp
dayıma sığınmıştı. Ağabeyim babamın yanında kalmıştı. Bir ablam da evlenmişti.
Biz gerçekten dayıma sığınmıştık. Burada sığıntı gibi yaşıyorduk.
Dayım çok sert bir adamdı. Amcamla bahçeye çıktılar. Bizim yanımıza
geldiler. Dayım “hepsini vermem; yalnız bunu götür” diye beni gösterdi.
Biz büzülmüş bakıyorduk. Dayımdan çok çekiniyorduk.
“Bunu götür” deyince ben iyice büzülüp ablama sarıldım. Kendimi sokağa
atılan kedi yavrusu gibi hissettim.
Amcam “Ağam hepsini getir dedi. Ama ne yapalım? Ben yalnız bunu götürürüm”
dedi.
Anneme kimse bir şey sormuyordu. Annem dayımın yanında büzülmüş; öyle
duruyordu. Koştum ona sarıldım. Beni kucaklayıp içeri götürdü. Saçımı taradı, eşyalarımı
hazırladı. Ablamla kardeşim yanımıza gelmişti. Hep birlikte sarıldık. Onlar
ağladı. Ben şaşkın öylece baktım.
Bahçeye çıktık. Amcam beni kucaklayıp arabaya bindirdi. Uşak eşyalarımı
getirip arabaya koydu. Aşağı inen amcam tekrar arabaya binip yanıma oturdu. Arabacı
atları deh etti.
Avludan çıkıp yola çıkışta eğilip baktım. Dayım, yanında annem, ablam ve
kardeşim bize bakıyordu.
Annem elini kaldırıp salladı. Herhalde ağlıyordu.
Yaylı araba babamındı. Arabayı uşağı kullanıyordu.
O yıllarda ulaşım at, eşek ve deveyle veya yaya yapılırdı. Ancak zengin, varlıklı
ailelerin yaylı arabası vardı. Babam varlıklıydı; yaylı arabası vardı. Dayım
varlıklıydı; yaylı arabası vardı. Ama annemle biz çok yoksulduk. Sığıntı gibi
yaşıyorduk. “Bu ne biçim bir şey?” hiç aklım ermiyordu.
Yolculuğumuz bütün gün sürdü. Ben kedi yavrusu gibi arabanın bir yerine
büzüldüm. Kapının aralığından yolu gözlüyordum. Biz gittikçe ağaçlar, direkler
hızla geri gidiyordu.
Uyumuşum. Epey bir zaman geçmiş; çişim gelmişti. Amcama usulca “çişim
geldi” dedim. Arabayı durdurdu. Aşağı indik. Ben gittim; ileride çişimi yaptım.
Sonra arabaya çıktık; tekrar yerime yattım. Tekrar uyumuşum.
Uyandığımda gece olmuştu. Amcam üşüdüğümü düşünüp üzerimi örtmüştü. Uyandım
ama hiç konuşmuyorduk.
Gece yarısı kasabaya girdik. Her yer zifiri karanlıktı. Havada çok
soğumuştu. Araba taşlı yollardan geçip bir yerde durdu. Amcam beni kucağına
aldı. Bir kapının önüne geldi. Tokmağı sertçe vurdu. Kapı hemen açıldı. Kapıda
babam; yanında son eşi vardı. Kadının elinde büyük karpuz gibi camı olan bir
lamba vardı. Aynı lambadan dayımın köydeki evinde de vardı. Ama dayımın
kasabasında elektrik vardı. Gece her yer ışıl ışıldı. Babamın kasabasında elektrik
yoktu. Onun için sokaklar karanlıktı.
Babamın eşinin elinde o karpuz gibi camlı lambayı görünce hep bunlar
aklıma geldi.
Babam uyumamış bizi beklemişti. Ancak yalnız beni görünce sorar gibi
amcama baktı. O da gayet sakin ”Mehmet Bey yalnız bunu verdi. Diğerlerini sonra götürürsün dedi” diye durumu özetledi. Babam “anladım, sağ ol” dedi. Amcam izin
isteyip gitti. Uşak da eşyalarımı getirip, o kadına verip gitti.
Biz de o kadın önde babamla beraber bir odaya girdik. Odada soba
yanıyordu, kızarmıştı. İçeri sıcacıktı. Sobanın arkasında yatan ağabeyimi gördüm.
Uyuyordu.
Babam odada bana sarılıp, öptü. Kısık sesle “haydi şimdi yat. Sabah
görüşürüz” dedi. Sonra kadına dönüp “bunu ağabeyinin yanına yatır” dedi. Odadan
çıktı.
Kadın lambayı kısıp yerine koyu.
Ben şaşkın bakınıyordum. Orada porselen bir çaydanlık vardı. Ona elimi
uzattım, kadın “onu elleme” dedi. Küçük bir masa vardı. Üzerinde işlemeli örtü
vardı. Ona dokunmak istedim. Kadın “ona dokunma” dedi. Sonra “hadi git ağabeyin
yanına yat” deyip çıkıp gitti.
Hiç kimse adımı söylememişti. Dayım “bunu götür” demiş, amcam “bunu
getirdim” demiş, babam da “bunu yatır” demişti. Bu, bu, bu… Herkes benden “bu”
diye bahsediyordu. Sanki adım yoktu.
Ben bir çocuk değil de kedi yavrusuymuşum gibi geldi. Gittim ağabeyimin
yanına yattım. Onu dürtmeye başladım. Dürte, dürte uyardım. Gözlerini açıp
baktı. Önce şaşırdı, sonra sarılıp öptü. Usulca “yat” dedi. Uykum yoktu. “Çişim
var” dedim. Kalktı “gel” dedi.
Sessizce dışarı çıktık. Bahçeye indik. Bahçe çok büyüktü. Her tarafta dolu
kasımpatı vardı. Çiçek açmıştı. Her taraf kasımpatı kokuyordu. O bir kenara,
ben bir kenara çişimizi yaptık. Sonra usulca odamıza girip yattık.
O günden
beri kedi yavrularını çok severim. Ama kasımpatıları hiç sevmem. Hele kokusundan,
hep nefret ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder