8 Aralık 2016 Perşembe
HALİM SELİM romanımda final bölümü
Ocakçıya “niye, niye benimki
oluyormuş? Senin bildin bi şey mi var?” diye çok merakla sorunca ocakçı içinden
‘efenin içine ateş düşmüş’ diye geçirip; pastaneciye “yok bizim oğlan; ben laf
osun diye öyle dedim. Doğru niye seninki olucakmış? O olsa olsa Yavuz beyin
veya lokantacının bişeyi olur” dedi.
Pastaneci daha kuşkulanmıştı;
ocakçıya “sen şu ağzındaki baklayı çıkarsana” dedi. Ocakçı, Halim çok sıkı
tembih ettiği için kaç gündür kimseye bir şey söylememişti. Ama artık kendini
daha fazla tutamayacaktı. “Ne baklası olucak? Halim her şeyi biliyor” dedi.
Pastaneci “her şey derken neyi
biliyor?” deyince ocakçı içinden ‘senin yedin haltıda biliyor’ derken “hiç”
dedi. ‘Yavuz beyi; faizciliğini, ırz düşmanlığını; şimdi de lokantacıyı
tuzağına düşürdüğünü falan hep bildiğini’ anlattı.
Pastaneci dehşetle irkilmişti “sakın
benden de bahsetmedin ya?” dedi. Ocakçı kurnazca gülüp “ayıp ediyorsun. Senin
bahsedilecek neyin varmış ki?” dedi.
Pastaneci içinden ‘eyvah benden bahsetmiş
de; şimdi dalga geçiyor puşt’ dedi. Halim’in kendine niye ‘kinli camız’ gibi
baktığını anlamıştı.
“İyi bizim oğlan; senin de ağzında
bişey ıslanmıyor” deyip çay ocağından çıktı.
Ocakçı arkasından ‘o senin iftirayla
katil ettiğin adam bu ayının hapis arkıdaşıymış’ diyecekti; kendini tutup
‘şimdi sırası değil’ deyip, pastaneciye “güle güle bizim oğlan, çok zengin
kalkışı yapdın” dedi.
Pastaneci giderken içinden ‘valla
işler giderek çok karışdı. İçimde bi şey çok kötü şeyler olucak der gibi’ dedi.
Bu sırada Halim hiçbir şey düşünmeden
garson Cengiz’in getirdiği çayı içiyordu. Cengiz çay ve yanında suyu ile
birlikte kahveyi getirmiş; çayı Halim’e verip, kahve ve suyu içeri bırakıp
çıkmıştı.
Halim ne var, yok der gibi gözüyle
işaret edince; Cengiz “valla bi şey yok abi. Sen nasıl tembih eddiysen, ben hep
öyle davranıyon” dedi. “Amma Ali valla çok lafçı; Hala ekmedi yerden biçiyor”
dedi. Halim “sittir şurdan; hepiniz aynı deyussunuz” diye kızınca Cengiz
sıvışıp gitmiş; aşağıda Ali’ye “sen de boku yedin oğlum. İkimiz de aynıymışız”
dedi.
Ocakçı onları görüp “bırakın
mıdırtıyı; işinize bakın” dediği sırada Ali bir şey diyemediği Cengiz’e ‘ben
senin gününü gösteririm’ der gibi kafa sallıyordu. Bu sırada Halim Cengiz’in
arkasından gülmüş “hergilile hem korkuyo; hem de ediceklenden galmıyolar’ deyip
öyle cib ciddi otururken üç, dört kişi ayrı ayrı zamanlarda gelip Halim’e
çekinerek patronu sormuş; o da eskiden olduğu gibi kaşıyla gözüyle içeride
olduğunu söylemişti.
Adamlar tıpkı eskiden olduğu gibi
dışarı çıktıklarında Halim’e korkuyla bakıp süklüm püklüm gitmişlerdi.
Halim arkalarından her seferinde ‘az
galdı, ben sizin hepinizin derdine kökten çare olucem’ diyordu.
O gün de öyle geçti. Akşam olunca o
kadın yine kırıtarak içeri girdi. Halim’i yeni kıyafetleriyle görünce “ooo
beyim; bu gün çok yakışıklısın” diye sırnaşıp “dur bakayım. Aa! Senin
ayakkabılar da yeni baya afili olmuşsun” dedi.
Halim bu kadının bu şımarıklığından
çok sıkılıyor; ama bir o kadar da kadının göğüslerinden gözünü ayıramıyordu.
Son bir çabayla gözlerini kadının göğüslerinden ayırdı. İçinden ‘tövbe valla
şeytan bu… İnsan melek olsa bu garı yine başdan çıkarır’ diye geçiriyordu. Kadın
yine dudaklarını domaltıp “patronun içerde mi tatlım?” dedi. Halim “içerde
yenge” dedi. Kadın “senin yenge diyen ağzını yerim” deyip içeri girdi.
Halim ‘garı valla akma gibi; bi yapışsa
gazımadan çıkmecek valla; dedi, yerine oturdu. ‘Bu garı o tarlıbaşındaki
garıdan da afet bişey. Valla ne memesi va beh!’ derken hemen kadını unutmaya
çalıştı. ‘Bu garı eline kim düşse; ayı gibi oynadıp ne isderse yabdırır’ diye
az kalsın patronuna hak verecekti. ‘Ee demin gidenle noluyor? Lokantacının garı
noluyor? O garı buruya hiç gelmedi, onu niye sulanıyo peki?’ diye patrona
kızmaya devam etti.
Bu sırada kadın içeri girince hemen
“ne oldu? Lokantacının işini halleddin mi? Bak bana doğruyu söyle. Sonra
kulahları değişiriz onu göre” dedi. Yavuz beyin cevap vermesini beklemeden
“seninki baya yakışıklıymış; aynı yabancı artisler gibi olmuş” deyince Yavuz
beyin tepesi attı. “Doğru konuş, onu karışdırma. O senin bildin insanlara
benzemez. Ayağını denk al. Hem lokantacı işini de karışdırıp durma. Kaç gündür
adamı tam ağıma düşüreyim diye uğraşıyorum. Sen şimdi karıştırırken işi
bozucaksın” dedi. Kadın da sinirlenmişti. “Ne o dışardakinden korkuyor gibisin.
Hem lokantacının iş bozulursa bozulsun. Sen onun karısına kancayı takmak için
öyle uğraşıyorsun. Bir öyle bir şey yap; onun karısını baştan çıkarmıya kalk
valla beni zabdedemessin” dedi. Yavuz bey daha kızmıştı. “Bana bak! Beni tehdit
etme. Onun karısı senin gibi hemen yayılmıyor. Amma güzel kadın… Eninde sonunda
benim olucak sen de yerini bil. Sen benim canımı sıkıp durma; sonra” deyince
kadın “sonra nolucak? Beni mi tehdit ediyorsun? Sen önce kendi kız kardeşlerini
zabdet. İkisi de kaçıp gitti; bilmiyorum zannetme” deyince Yavuz bey iyice
çileden çıktı. “Şıllık; onları karışdırma. Karışdırma sonra çok kötü olucak”
deyince kadın “elinden geleni ardına koyma. Seni hapisden ben kurtardım. Yedin
bokların hepsini biliyorum. Bir sökülenirsem görürsün gününü” deyince Yavuz bey
apışıp kalmıştı.
Kız kardeşlerinin onun baskısına
dayanamayıp evden kaçtıklarını herkesten saklamıştı. Bu kadının nereden
öğrendiğini merak etmişti, ama şimdi onu sormanın sırası değildi.
Kadın en son “bir sökülenirsem
görürsün gününü” deyince hemen yumuşadı. “Hayatım sen beni yanlış anladın; ben
senden başka gül koklar mıyım hiç? O kadın benim olucak dediysem, hani bir
çeşit olsun diye. Bana o kadar da anlayış göster canımın içi. Bak, yüzdüm
yüzdüm işi kuyruğuna getirdim. Yarın lokantacı gelicek; işi bitireceğim. Hem
ben lokantacının arabayı aldım. İş tamam olsun o arabayı da sana vereceğim. Yalnız
işleri fazla karıştırma. Ayrıca o karının tadını da bir kere bakayım; bunu bana
da müsaade et” dedi.
Kadın içinden ‘ayy! Ne aşağılık adam?
İğrendim valla’ derken Yavuz bey “lokantacının arabayı sana vereceğim” deyince
“tamam bu pazarlık hoşuma gitti. Hem ben de senden bıktım. Ben de tad alacak
birini bulayım” dedi.
Bunu derken kırıtmıştı. Yavuz bey “o
ne demek oluyor öyle?” diye tepki gösterince kadının daha kırıtıp “şaka canım
şaka” demesi Yavuz bey rahatladı. Biraz alçak sesle “bak beni kızdırıp
bağırttın; dışarıdaki her şeyi duydu” dedi. Kadın “duysun şekerim. Ne var
bunda? Sen adamından mı çekiniyorsun?” dedi. Yavuz bey “yok canım daha neler;
amma duymasına ne lüzum var?” dedi. Kadın içinden ‘ben de dışarıdakinin tadına
bakarım’ derken kalktı “anlaştık şekerim araba benim; kadın senin tamam” deyip
çıktı; ama bu sözleri yüksek sesle söylemişti.
Patron arkasından çıktı. Kadın
Halim’e baygın bakarken Yavuz beye “hoşça kal şekerim” deyip gitti. Halim hiç
istifini bozmadan cib ciddi ayaktaydı.
Yavuz bey kadının arkasından bakarken
Halim’e baktı; içeri girdi yerine oturdu. İçinden ‘yok yavu adam dönüp bakmadı
bile. Bu kadın herkesi baştan çıkarır; ama bunu baştan çıkaramaz” diyerek
rahatladı. İki kişi daha gelip gitti. Onlarda aynı şekilde girip, aynı şekilde
süklüm püklüm çıkıp gittiler. Az sonra patron çıktı Halim’i ‘şöyle’ bir süzdü.
Halim, patronu çıkınca her zaman ki
gibi ayağa kalktı; cib ciddi bakıyordu. Yavuz bey içinden ‘yok yav bunun bildiği
bi şey yok’ dedi. Sonra eskisinden daha farklı bir ses tonuyla sertçe “ben
şimdi gidiyorum. Sen zamanı gelince kapatır gidersin. Sabah zamanında gel” dedi
ve çıkıp gitti.
Halim o gidince yerine oturdu ‘sittir
ordan pezivenk, ben senin dersini vercen, emme her şeyin sırası var’ dedi. Kadının
söyledikleri aklına geldi ‘ne fettan garı be? Valla ortalığı gatıp garışdırıyo’
dedi. Kadının “sen kız kardeşlerini
zabded; onların kaçtığını bilmiyorum zannetme” dediği aklına geldi. ‘Vay demek
zavallıla bu döyüsün baskısına dayanmayıp gaçmış’ dedi. Ninesinin böyleleri
için “bu döyüsle kendilene müslümandır. Kendileri onun bunun garısına gızına
göz diker; emme kendi tavıklanı bile çok kıskanırla. Çünkü herkesi kendileri
gibi südü bozuk bellele” dediği aklına geldi. ‘Nur içinde yat ninecim’ dedi.
Yavuz beyin esas karısı aklına geldi.
‘O da zavallı bu döyüsün baskısıyla gara böcek gibi olmuş’ derken kadına çok
üzülmüştü.
‘Birinin onları bu döyüsden
gurtarması lazım. Hem onları; hem lokantacının karısını, hemi de fayizinle para
verdiği zavallıları ne edip edicen bu döyüsden gurtarcen” dedi.
Böyle deyince kendini Battal Gazi gibi
görmüştü. Ninesi ona çocukken Battal Gaziyi her kötülükleri yenen; herkesi
kurtaran bir kahraman olarak anlatmıştı. Ama torunun böyle yanlış anlayıp; bir
başına her şeyi halletmeye herkesi kurtarmaya kalkacağını bilse mutlaka ona
“tosun torunum bunla masal, essah sanıp kendi başına kakıp gidiveme ha!” diye
tembih ederdi.
Belki öyle tembih etmişti de Halim
yeni spor ayakkabıları giyip, böyle kendini kurtarıcı gibi zannedince ninesinin
tembihini unutmuştu.
Neyse nineciğinin söylediği sözler
aklına gelince yerinden kalkıp yeni ayakkabıları ile kendi bölümünde bir tur
attı. ‘Ben bu işi halledicen anasını saten. Sonunda ne olursa osun; ben bu
döyüsü haklecen’ dedi ve büroyu kilitleyip asansörle aşağı indi.
İçi çok rahatlamıştı. Garsonları
gördü, “ne ula ne yapıyosun orda?” dedi. Her iki garson da şaşırmış Halim’e
bakıyordu. Halim “ne ula hiç adam görmediniz mi?” dedi. Her ikisi birden ne
diyeceğini şaşırmış “sağol abi çalışıyoz gördün gibi“ dediler. Halim “aferin
çalışın, çalışan demir ışılda” deyip çay ocağına başını uzatıp “hayırlı işle
bizimoğlan” dedi.
Ocakçı tam “valla kimsiye bi şey
söylemiyom bizimoğlan” derken Halim kapıdan çıktı gitti.
Hem garsonlar, hem ocakçı arkasından
baktı kaldı. Hepsi şaşırmış, içlerinden ‘hayırdır; var bunda bir iş amma ne?’
dediler.
Halim pastaneciyi gördü başıyla selam
verip “hayırlı işle patron” dedi. Pastaneci şaşkın bir şey demeye
hazırlanıyordu, Halim uzaklaşıp gitti. Lokantacı Halim’in sesini duyup dışarı
çıkınca pastaneci “yahu bu ne oldu böyle?” dedi.
Lokantacı pastaneciyi anlamamıştı;
hemen içeri girdi. Yarın Yavuz beyle buluşacaktı. Yavuz beye arabayı da
vermişti. Yavuz bey ona beş bin daha vermiş; sonra hesaplaşırız demişti. Sonra
“sen harcını borcunu çıkar öyle gel. Senin çok borcun var; ben hallederim”
demişti.
Onun için lokantacı günlerdir
borçlarının listesini çıkarmaya çalışıyordu. Ama Yavuz beyin onun karısı için
“dünya ahret kardeşim olsun, güzel karın var” dediği aklına gelince duruyordu.
Ama gerçekten çok borcu vardı. Artık borçlarını erteleyemediği için mutlaka
para bulması gerekiyordu. Onun için Yavuz beyin her teklifine “evet” demek
zorunda kalmıştı. Ona olan borcunu da annesi ölünce onun evi satıp ödeyecekti.
Çünkü ev bu gün satılsa lokantacının bütün borcunu öder; hatta artardı bile.
Ama annesinin de henüz öleceği yoktu. Ama çok yaşlıydı; seneye kesin çıkmazdı.
Böyle düşündüğü için kendinden çok
utanıyordu. Ama çok çaresizdi. Karısının müsrifliği onu mahvetmişti. Anne sözü
dinleyip karısına “benim kazancım bu; fazlasını veremem” dese bu duruma
düşmeyecekti. Ama karısı çok hoşuna gidiyordu “ona aşıktı”…
Onun durumu karısının umurunda
değildi. “Gencim, güzelim; hem de kısırım, elimi sallasa ellisi” derdi.
Lokantacı çok çaresizdi.
Çaresizlik onu çok şaşkınlaştırıp,
kişiliksizleştirmişti. İşte böyle karmakarışık duygularla harcını, borcunu
çıkarıyordu.
Halim o sırada ayakkabıcıya da
uğrayıp, “hayırlı işle” deyip geçmişti.
Yeni ayakkabılarıyla yürürken kendini
gerçek bir kahraman bir kurtarıcı gibi görüyordu. Pansiyona gitmekten vazgeçti
döndü deniz kenarına indi. Oradaki herkes; özellikle kızlar, sahile gezmeye
çıkmış kadınlar dönüp dönüp bakıyordu. Bu sefer gerçekten beğenerek
bakıyorlardı. Spor ayakkabı, pantolon ve gömlek çok uyumlu olmuştu.
Bu sırada bir kadının “hey!” diye
bağırdığını duydu. ‘Kim acaba?’ diye bakındı; patronun dostu el ediyordu. Geçip
gitmek istedi; ama kadın koşup gelmişti. “Nereye böyle beyim? Gel bir şeyler
içelim” dedi.
Çok güzel bir kadının sırnaşarak onun
koluna girdiğini görenler dönüp dönüp bakıyordu. Halim çaresiz kendini
sürükleyen kadının peşi sıra gitti. Görüntü çok komikti. Güzel bir bayan
kendinden kat be kat iri bir adamı kolundan tutmuş sürüklüyordu.
Halim, herkes kendilerine bakmaya
başlayınca “tamam yenge elimi bırak geliyom” dedi. Kadın “başlarım ha
yengenden. Ne yengesi? Bana sevgilim de” deyince Halim birden elini çekti “hop,
ben sene öyle demem. Bozuşuruz bak” deyince kadın “tamam şekerim; pardon
arkadaşım gel şöyle oturalım” dedi.
Halim çaresiz, biraz da kadının
göğüsleri hatırına, onun gösterdiği yerde oturdu. Kadın “sen ne vahşi şeysin
öyle?” derken Halim’in göğüslerine baktığını görüp biraz daha öne doğru eğildi.
Halim’in başı dönmüştü. ‘Nolursa olsun? Bu garının dadına bakmak lazım’ dedi;
ama birden Yavuz beyin durumuna düşmüş gibi oldu, hemen ayağa kalktı, “bene
müsaade yenge; az bi işim varıdı da. O aklıma geldi. Hadi bene eyvallah” deyip
hızla gitti.
Kadın çok bozulmuştu. Etraftakiler de
ona bakıyordu. Bozuntuya vermedi. Garsondan hesap isteyip, hesabı ödedi ve bir
taksi çağırıp gitti. Ama içinden ‘seninle görüşürüz Halim efendi; benden zor
kurtulursun’ diyordu.
Halim de soluk soluğa sanki biri
kovalıyormuş gibi kaçıyordu. Epey uzaklaşınca yavaşladı ‘ne garı be? İnsanın üsdüne
atlecek’ dedi güldü. ‘bizim Battal Gaziliğinde içine etti; emme Battal Gazi de
garıların hakından gelemiyodu. Hem onlan hakından kim gelmiş ki ben gelen’
dedi.
Böyle düşüne, söylene pansiyona
vardı. Oraya uğramadan ciğerciye gidip yarım ekmek ciğer söyledi. Ciğerci
paketi hazırlarken “senin arkıdaşı kimin
vurduğu hala belli değil mi?” diye sordu. “Belli dayı; emme şu sünepele korkup
adını söylemiyo. Emme eninde sonunda söylücekle” dedi. Ciğerci “eee insanoğlu
böyledir. Sen onu yardım eder bakasın, o seni vuranı eli vermeye korka” dedi.
Halim “yok dayı; onla öyle bi hayat
yaşıyoki! Sen olsan, belki sen de onla gibi yapadın. Çünküm onla öyle böcek
gibi yaşıyo. Misal, böcekle bile kıpırdeve, vın gaça. Niye çünküm Allah onlara
öyle yaradmış” dedi.
Ciğerci pek anlamamıştı ama “doğru
söylüyosun bizim oğlan, buyur paketi” dedi. Halim’in verdiği parayı cebine
attı. Halim elindeki paketle gidip caminin parktaki banka oturup, ekmeğini
yiyordu.
O sırada kahveden onu görüp Nuri’yle
sıkı arkadaş olduğunu bilenler ‘acaba ne yapacak? O naylonlarda oturanlara
çatacak mı?’ diye merakla bakıyordu. Halim’in gözü de o naylon çadırlarda idi.
Zaten bir, iki kişi ancak vardı; diğerleri kaybolup gitmişti.
Onlara bakarken üzüldü; hapishane
aklına geldi. Orada da garibanlar bunlar gibi oradan oraya savrulur dururdu.
İçlerinde paralı mahkumların çok iğrenç teklifini bile yerine getirenler vardı.
Halim bir keresinde paralı mahkumlardan birinin bir garibanı karı gibi
kullandığını fark etmiş; o garibana dokunmamış; ama onu kullanan mahkumu ‘Allah
yarattı dememiş’ kırılmadık yerini bırakmamıştı. Az kalsın öldürecekti. Öteki
mahkumlar elinden zor almış; o yüzden on beş gün hücrede kalmıştı; ama “olsun
değdi” demiş hiç kafaya takmamıştı...
Halim kendine bakmaz hep bu insanları
düşünürdü.
Halbuki kendi de gariban sayılırdı.
Ama yeter demesini bilir; kan kusar, kızılcık şerbeti içtim derdi. Sonra çok
şükür gücü kuvveti yerindeydi. Taşı sıksa suyunu çıkarırdı. O kadar zor hayat
yaşamıştı; ama bir iki hastalığın dışında ağrır acır yeri de yoktu. ‘Allah’dan
da belamımı isdeyen, çok şükür’ derdi.
Patronu aklına geldi ‘ne döyüsmüş ya!
Hele o garı. Aman aman biri yitsin biri bulunmasın’ dedi. ‘Her zengin böyle
soysuz mu?’ diye düşündü. ‘Misila bubacımın çoban durduğu Hacı Veli adam gibi
adammış. Ninecim öyle derdi’ diye düşündü. Halim ninesine “bubacımı öldürenlen
didesi Hacı Omar da mı? Adam gibi adam dı” diye sormuştu. Ninesi “amaan tosunum
sen de bi lafın arkasına dakılıd gidiyon. Emme eyi ediyon böyle soru soru her
şeyi öğrenirsin. Hacı Omar’a gelince; tosun torunum o hacı değil acı acı. Bak
sene bi şey deyen, her zengin soysuz değildir; emmee bi de ‘çok laf yalansız,
çok mal haramsız olmaz’ derle. Onun için adam malıyla değil, adamlığıyla
adamdır, bunu unumda” demişti.
Bunları düşündü ‘misila o mütahit
adam gibi adamdı. Çünküm hep mahkumla onu sevip sayıyodu. Bi de patrona bak,
süngüye davran. Pezivengin teki öyle yani’ diye kendine açıkladı.
Zaten onun en büyük özelliği; hep
kendi kendine konuşurken, kendine çok kişilikli bir dünya oluşturmasıydı.
Bunları düşünürken içinde ciğer olan ekmeği yiyip bitirmişti. Kalktı, son kez o
naylon çadırlara baktı, durdu. O çadırlardan kendine bakan birine el etti. Adam
çadıra kaçıyordu tekrar el etti “gelsene ya! Korkma seni yemecen” diye
bağırınca naylon çadırdaki iki kişiden biri büzüle büzüle geldi. Halim “kaç
kişi var orda?” dedi, o adam “iki kişiyiz” dedi. Halim “ötekile nerde?” dedi. O
adam korkuyla “kaçıp gittile” dedi. Halim “aferin siz gaçmamışsınız, aferin
size” dedi. ‘Nuri’yi bıçaklıyan burlara geliyormu?’ diyecekti, adam öyle
zavallıydı ki! Adeta orada yıkılıp kalacaktı; vazgeçti. Ciğerciye “dayı bunlara
iki ciğer yap” dedi.
Ciğerci “ne biçim adam bu?
Arkıdaşının katilini bilip de söylemiyenleri doyuruyor” derken iki yarım ekmek
arasına ciğer koyuyordu.
Halim, ciğercinin ciğerleri az
koyduğunu görüp “hop hop dayı, ciğerleri bol osun, soğanda bol osun” dedi. O
titreyen adama “de mi bizim oğlan? Soğan bol olsun de mi?” dedi. O titreyen
adam belli belirsiz “öyle olsun abe” dedi. Halim cebinden beş lira çıkarıp o
adama verdi “şurdan bi şarap gap gel” dedi.
Adam biraz canlanmış, korkusu da
azalmıştı. Parayı aldı; gidip şarap aldı geldi.
Bu sırada ciğerci de paketleri
hazırladı. Halim ciğer paketlerini alıp o titreyen adama verdi. Adam büyük
memnuniyetle o paketi aldı; şarabı Halim’e uzattı. Halim “o şarab da sizin. Yeyip
içip Nuri’nin ruhuna dua edin” dedi. Kendine şaşkın bakan ciğerciye “rahmetli
olsa; o da böyle ederdi. ‘Onla gariban bizimoğlan; onlan kusuruna bakmecen’
derdi” deyip o titreyen adama “hadi titrep durma git keyfine bak” dedi.
O adam bir şeyler mırıldanarak
giderken Halim ciğercinin parasını verdi. Ciğerciye ve kahvede onu görüp “ne
yapıyor bu yav?” diye meraklı bakanlara bakmadan pansiyona yürüdü.
Baktı o bürodaki mühendis de ona
bakıyordu; Ona birkaç gün önce uğramıştı. İçinden “bi gün onlan kafayı çekip
birlikte Nuri’yi anarız” diye geçirdi. İlk fırsatta ona bunu söyleyecekti. Bu
düşünceyle geçerken, ona eliyle selam verip pansiyona yürüdü.
Arkasından bakan o mühendis Halim’in
yaptıklarını görmüş ‘helal olsun işte adamlık, dostluk bu diye’ mırıldanıyordu.
Halim büyük bir iç huzuruyla ayağında
yeni spor ayakkabılarının verdiği rahatlık ve güvenle pansiyona vardı.
Pansiyonun önüne oturup bir çay söyledi, bir de sigara yaktı, keyifle çay
içiyordu. O sırada öğrencilerden biri geldi. Halim’e “selam abi; Bakıyom bu gün
çok yakışıklısın” dedi. Halim “sağol yiğen; yakışmış mı?” dedi. O öğrenci “valla
çok yakışıklı olmuşsun abi; aynı yabancı artistler gibi” deyince Halim “herkes
öyle deyo; bizim artislen suyumu çıkdı yav?” dedi, birlikte gülüştüler.
Halim “sağol bizim oğlan, içimdeki
ağıyı aldın. Siz Metin’in işi neddiniz?” dedi. Öğrenci gülümserken birden
ciddileşti “valla abi onun psikolojik sorunu var. Biz bir şaka yapalım dedik, o
ciddiye aldı. Dün ona şaka yaptığımızı söyleyecektik; valla çekindik. O bu şeyi
çok ciddiye almış” dedi. Halim “gördünüz mü yabdınız hergileliği. Kaç gündür
Metin bene söylecek oluyo. Ben laf garıştırıp oyalıyon. En kısa zamanda nası
temizleceseniz temizlen bunu” dedi. Öğrenci, Halim “gördünüz mü yabdınız hergileliği”
deyince baya bozulmuştu; ama içinden “bunun bütün konuşması böyle, suç bizde
böyle cahillerle muhatap oluyoruz” derken, biraz duraklamıştı.
Halim, öğrencinin biraz bozulduğunu
gördü. Gülerek “sen bene hergile dedim için gücendini biliyom. Peki sen söyle
bakam sizin Metin’e yabdınıza ne denir” dedi. Öğrenci biraz rahatlamıştı,
gülümseyerek “doğru dedin gerçekten biraz alınmıştım. Bizim yaptığımıza eşek
şakası denebilir mesela” dedi. Halim kahkahayla güldü “oğlum eşşek şakası yapan
eşeklik etmiştir; emme hergile diye beygire derle. Söyle şindi ‘eşşek mi
gıymatlı? Beygir mi?’ söyle baken” deyince öğrenci Halim’in bu esprisine güldü,
“valla abi seninle başa çıkılmaz, hadi bana müsaade” deyip kalktı.
Halim gülümseyerek “ya böyle
sıkışınca cızz öyle mi? Neyse siz şu Metin’i rahatlatın yeter. Valla bu iş çok
uzadı, ayıboluyo gari” dedi. Öğrenci “tamam abi biz o işi halledicez mutlaka”
deyip giderken içinden ‘cahille muhatap olmuycakmışız. Aptal asıl cahil sensin.
Adam senle ne biçim dalga geçti?’ diye kendine kızıyordu.
Halim de öğrencinin arkasından ‘çocuk
bunla; apışaralarını heç sidik yakmamış; emme nası olsa yakar’ dedi. Bir süre
daha oralarda oyalandı. Vakit geceye gelince, odasına girdi. ‘Bugün de akşam
oldu. Nuri öleli’ dedi, kafasından hesap etti ‘tam on dört gün oldu’ dedi. ‘O
giddikçe ıraklaşıyo, biz de peşinden gidiyoz’ dedi.
Ne olursa olsun bu ölüm işine bir
türlü aklı ermiyordu. Bu aklına gelince ‘sankim bilen var mı? Bilse dokdurla
birlir. Onla da işin içinden çıkımayınca Allahdan ümid kesilmez deyo’ diye
düşündü. Hocalar aklına geldi ‘acıba onlar bilir mi’ diye düşündü, ‘nerden
bilcekle? Onla da sıkışınca kitab böyle deyo. Gerisini garışdırıp günaha girme
deyip işin içinden çıkıyola’ dedi. Yine ninesi aklına geldi. Çünkü ninesi ona “herşen
cuvabı pad deyi bilinmez; bazı şeylere bilmeye zamana bırakıcen. Çünküm herşen
cuvabı zamanda gizlidir. Vakdi satı gelince o dever” demişti. “Nur içinde yat,
işallah yaddın yer cenneddir” dedi besmele çekip bildiği tek dua, Fatiha’yı
ninesinin ruhuna okudu. Kalktı soyundu; temizliğini yaptı, ‘işallah sabaha görürün’
dedi.
Her zaman yatarken böyle der, sabah
kalkınca da ‘günü gördüm’ diye şükrederdi.
Yatıp hemen uyudu. Çocuk gibiydi;
çabucak uyurdu. İstanbul’daki dayısı ona “yeğen yatınca kafanı vitesden at,
öyle yat” derdi. O dayısına “o ne dimek ya dayı” demiş, dayısı o gevrek
gülüşüyle gülmüş, “yeğen, arabalar vitesten atınca benzin yakmaz; araba kendi
kendine gider. Sen de yatıp kafanı vitesden atınca, boş giden araba gibi bi
kafanda bi şey düşünmez, sen de rab rahat uyursun” demişti. O da dayısının bu
sözünü hiç unutmamış; yatınca gündüz ne derdi varsa ‘boş veer, nasıl olsa
hallolur gider’ der, vurup kafayı yatardı.
Şimdi de öyle yapmış ve hemen uyumuştu.
Az sonra Metin de geldi, Halim’i uyur görünce canı sıkıldı. Ona ‘bizim evlilik
işi nolcek bizim oğlan? Sen Nuri sağken, Osman’ın meyhanede beraber içerken bi şeyler
demişdin. Arkası gelmedi’ diyecekti.
Gerçi öğrenciler de bir şeyler
gevelemişti; ama Metin onlardan bir şey anlamamıştı. Halim’e de soramamıştı.
Halim’in ‘dur arkıdeş, Nuri’nin ölümü geçeli ne oldu? Hallederiz’ diyeceğini
adı gibi biliyordu. Bu gece söylerim diye ummuştu. Halim’i uyandırmak istemedi ‘yarın
akşam erkenden gelir onu bekler; o zaman söylerin’ dedi. Münasibinin bu
olduğuna karar verdi; soyundu. O da temizliğini yapıp yattı.
Yalnız o Halim gibi uyuyamıyordu. Yatıştırıcı
hap kullandığı halde ‘ağıp dönerken’ ezan okunuyordu.
Onun ancak uykusu gelip
uyumuştu. Halim yine sabahleyin erken
kalktı. Baktı Metin uyuyordu. Onun sabaha karşı uyuduğunu bilmediği için, “emme
uyuyor ha! Bi de işe gidicek. Buna patronu bi şey demiyor mu acıba” dedi. Kendi
patronunun dün “sabah erken gel” dediği aklına geldi, ‘bizim götlek patron olsa
hiç acımaz götüme degmeyi vurudu valla’ dedi…
Patronu aklına gelince yine çok
öfkelenmişti ‘emme’ dedi ‘kimin kime dekme atıcek da belli değil’ dedi. ‘Ne
olursa osun? O işi bu gün halledicen’ dedi.
Gece gördüğü rüya aklına geldi.
Rüyasında Nuri’yi görmüştü. Nuri sanki hiç ölmemiş gibiydi. Halim’e “nerdesin
gardaş ya? Seni beklemekten imanım gevredi. Gelecen dedin. Bekle Allah bekle.
Beni umacı etdin” demiş; sonra “valla bizim oğlan ben burada çok rahatım”
demişti. Halim’de “nerde rahatsın? Sen ne anladıyon? Ben sene nereye gelicem
dedim?” derken Nuri “hadi fazla bekledme, ben gidiyorum” deyip gitmişti.
Bunu hatırlayınca “hayırdır işallah.
Bu nasıl rüya böyle?” deyip şaştı. Sabah temizliğini yaptı. İçinden ‘valla
burası çok rahat’ dedi. İş hanındaki alafranga tuvalete hala alışamamıştı. O
aklına gelince “alışıb da nedcen, bi sabah, bide akşam burası yetiyor, orda
çöydürüyonya” dedi. Giyindi pansiyondan çıktı.
O sırada çaycı ve katibi görünce
içinden ‘bunla da garib yav. Birbirleni yiye yiye geçinid gidiyor’ dedi. Ninesi
aklına geldi. “bu cahallık olmusa, insanla biribirini yeyib durmusa, her şe ne
güzel olurdu?” demişti. Halim “nasıl yani?” diye sorunca “nineci” “tosun oğlum
misila; ağalara ırgat lazım oldunda, milled ne diyo?” deyince Halim de “ne diyo?”
diye sormuş; ninesi “elinin körü deyo. Herkes, ben gelen ben gelen deyince
yevmiyile düşmeyo mu? Misila herkes sürü sahaplana, ben çoban duren ben çoban
duren demise çoban hakkı böyle mi olur?” demiş sonra “ben sene birlik dirlik
demekdir deyi ondan dedim a benim goca gafalı tosunum. Bu naflamı gafana eyi
sok” demiş Halim’in kafasına o küçücük yumruğuyla ‘şöyle bir’ vurmuştu.
Halim’in bunlar aklına gelince katip
ve çaycıya daha canı acıdı. İçinden ‘ben de bunlara çok kötü davranıyom’ deyip;
çaycı ve katibe, ikisine birden “işle nası gidiyor? Yine didişip
duruyomusunuz?” dedi. Çaycı ve katip bu soruya ve Halim’e çok şaşırmıştı.
Katip “yok abi didişmiyoz, bizlerinki
şaka” dedi. Çaycıya “öyle demi bizim oğlan” deyince; çaycı da şaşkın “tabi öyle
biz şakalaşmadan edemeyiz” dedi.
Halim çok bilmiş bir tavırla “iyi
şakılaşın; emme birbirinizi girmeyin. Şu ölümlü dünya herkese yete de arta
bile” deyip yürüdü.
Çaycı ve katip arkasından “buna ne
oluyor böyle?” diye şaşırarak, bakıp kalmışlardı.
Halim büyük bir keyifle işe
gidiyordu. Onu tanıyan, tanımayan herkes dönüp dönüp bakıyor “hey maşallah!”
diyordu. Dostlar meyhanesine girdi, “afiyet olsun beyle” dedi orada olan herkes
“sağol bizimoğlan buyur” dediler. Meyhaneciye “patron herkese benden birer
bardak şarap” deyince meyhaneci ‘buna da ne oluyor böyle?’ diye bakarken hemen
kendini topladı “emrin olur abi” dedi ve herkesin boşalan bardakları doldurdu,
daha bardağında şarap olanların yanına da birer bardak ilave şarap doldurup
verdi. Halim “hesap ne?” dedi. Meyhaneci yirmi lira dedi.
Halim kasadan bütün parasını çekmiş;
son günlerde har vurup harman savuruyordu. Cebinde son yetmiş lirası kalmıştı.
Meyhaneciye kırk lira verdi. “Bunlara birer bardak da ver” dedi. Kendine şaşkın
şaşkın bakan meyhanedekilere “beyle afiyet olsun. Bunla Nuri abenizden. Bene
size şarap ısmarlımamı tembih eddiydi. Onun şerefine için” dedi ve meyhaneden
çıkıp gitti.
Biraz daha hızlanmıştı. Aslında vakit
çok erkendi; ama işyerine yaklaştıkça içi kıpır kıpır ediyordu. Giderek içinde
garip bir heyecan oluşmuştu. Yolda ayakkabıcıya, lokantacıya, hatta pastaneciye
bile selam veriyordu. İş hanına girdi. Ocakçıya uğradı “hayırlı işle bizim
oğlan bene bi çay gönder” dedi. Onun bir şey söylemesine beklemeden asansöre
binip yukarı çıktı. Büroya gelince etrafı topladı geçip yerine oturdu.
O sırada garson Cengiz çayı getirip
bırakmış çıkıyordu. Halim “yeğen işle nası gidiyor?” deyince Cengiz çok
şaşırmış ne söyleyeceğini bilememiş, kekeleyerek “sağol abi” deyip gitmişti.
Aşağı inince ocakçıya “valla patron;
bu ayı da bugün bi iş var. Bana durduğu yerde “yeğen işle nasıl gidiyor dedi”
diye anlatınca ocakçı “onun öyle ayı gibi olduğuna bakma, o baya iyi insan”
demişti…
O sırada yukarıda Halim çayı içip
bitirmişti. Geriye yaslandı, düşünmeye başladı. Kafasında birçok soru vardı.
Ninesini, dayısını aklına getirdi. Mapusluk günlerini düşündü. Çok şey
yaşamıştı; ama çoğunu, özellikle kötü günlerini unutmuş veya unutmaya
çalışmıştı. Şimdi de o yaşadığı kötü günleri yeniden hatırlamıştı.
Böyle düşünürken, Yavuz bey gelince
yine eskiden olduğu gibi ayağa kalktı. Yavuz bey Halim’e bakıp içinden ‘bu
günlerde sanki bir garip oldu’ diye geçirip “nasılsın Halim efendi? Arkadaşın
acısı geçti mi?” dedi. Halim “geçemi heç, daha dün gece rüyama girdi” dedi.
Yavuz bey meraklanmıştı, “hayırdır ne gördün öyle?” dedi. Halim rüyayı olduğu
gibi anlatacaktı, içinden ‘bu döyüse ne yav’ deyip, “heç öylüsine gördüm; pek
bi şey hatırlameyon” dedi.
Yavuz bey kapıyı kapatıp yerine
oturdu. İçerden “buraya bak” diye bağırınca Halim hemen kapıyı açıp “buyur”
dedi. Yavuz bey “bana bak bugün kim gelirse, patron yok diyeceksin. Ben bu gün
lokantacıyla görüşücem” dedi. Halim “yenge gelirse ne diyen?” diye sorunca
Yavuz bey biraz kızmıştı. “Sen benim dediğime bak. Biz onunla anlaşdık, o
gelmiycek" dedi. Halim “tamam patron” deyip çıktı. İçinden ‘ben sene gününü
gösdercen, az galdı nası olsa’ deyip yerine oturdu. Sonra kalktı ‘vazifeyi
ihmal edmecen. Döyüs, möyüs; emme şindilik patron’ deyip diyafondan bir çay,
bir kahve söyledi; “suyu da unutman” dedi gelip yerine oturdu.
Beklemeye başladı; ama kafası
karmakarışıktı.
Garson çayı ve kahveyi getirince az
kalsın “patron yok” diyecekti, kendini tuttu “patron içerde” dedi. Garson
şaşırmış ‘ne diyor bu? Patron tabi içerde olucak’ deyip içeri girip kahveyi
bıraktı; usulca çıkıp gitti.
Halim çayı içerken ayrı ayrı iki kişi
geldi. Yavuz beyi sordular. Halim “patron içerde yok” dedi. Adamlar şaşırmış
“niye içerde yok” dedi diye düşünüp; onun patron içerdeyken yok dediğini
anlamışlardı. Hatta bir tanesi “varsa bi görüşseydim. Bana çok acele para
lazımdı” deyince Halim “yok dedik ya, sen git paranı da dürüst birinden isde”
deyince adam çok şaşırıp gitmişti.
Az sonra lokantacı geldi. Çok
düşünceliydi. Halim’e sanki vedalaşır gibi bakıp içeri girdi.
İçeri girince Yavuz bey ona
küçümseyerek baktı. “Sen hesabını yaptın mı?” dedi. Lokantacı biraz büzülerek
“valla bir şeyler çıkardım; siz şuna bir bakın” diye iki gündür yazdıklarının
özetini verdi.
Yavuz bey böyle zamanlarda gözü bozuk
olmadığı halde; ciddi adam pozu vermek için, numarasız gözlüğünü takar; kendine
verilen şeyi öyle okurdu.
Şimdi de aynı gözlüğü gözüne taktı.
Lokantacının verdiği kağıda bakıyordu. Aslında kağıdı falan okuduğu yoktu.
İçinden ‘bunun hesabını kolay görücem. Asıl iş öteki’ diye geçirdi. ‘Öteki iş’ dediği lokantacının karısıydı.
Lokantacıya “Tamam, ben sana bu
parayı vereyim de; sen bu kadar borcun
altından nasıl kalkıcan?” dedi. Lokantacı “valla, Yavuz bey ben annemin evi
satsam bunların hepsini öderim. Fazla bile gelir de annemi razı edemiyorum”
dedi. Yavuz bey “eee o zaman nasıl olucak? ananı mı öldürcen?” diye yarı alayla
sordu.
Lokantacı kıpkırmızı olmuştu. “Yok
canım o nasıl söz? İnsan annesini öldürür mü hiç? Yalınız çok ihtiyar; bugün
yarın ölür nasıl olsa diye düşündüydüm” dedi. Yavuz bey “yani hocanın çalı
hikayesi ha? Çalılar büyüyecek, koyunla oradan geçicek, yünü dakılıcak; sen de
o yünü satıp bana borcunu ödeyecen, öyle mi?” dedi. Sonra kızmış gibi “sen beni
ne sanıyorsun? Ben de öyle kanacak göz var mı?” diye bağırdı.
Halim hep bunları dinliyor “dalem
içeriye ‘ula pezivenk öyle olmaz, böyle olur’ deyip bi ton dayak atem şuna”
diyor; sonra içinden ‘az bekle dinne bakam, döyüs lokantacıya daha neler decek?’
diye kendini sakinleştiriyordu.
İçerde de Yavuz beyin sesi
sertleşmiş, lokantacı giderek daha zavallılaşıyordu. Yavuz bey Halim’e
seslendi. Halim duygularını hiç belli etmeden içeri girdi “buyur patron” dedi.
Bir gözü de lokantacıdaydı. Lokantacı o sırada, oturduğu yerde çok eğreti
oturuyordu. Sanki Yavuz bey “hadi sittir git” dese fırlayıp gidecek gibiydi.
Halim içeri girince biraz toplanmıştı.
Halim ona bakınca içi sızladı. Ninesi
aklına geldi. Böyle birini görünce “garibim Medine dilencisi gibi olmuş” derdi.
Yavuz beye “buyur patron” demiş
dikiliyordu. Yavuz bey, Halim’in lokantacıya baktığını görmüş çok kızmıştı.
“Eşşek herif sen önüne baksana” dedi. Halim yine çok sakin “buyur patron” dedi.
Halim’in bu sakinliği Yavuz beyi çok ürkütmüştü “ağanın oradan bize iki
İskender söyle; bir de kendine bi şey söyle” dedi Lokantacıya “tamam mı
patron?” dedi. O da “tabi, tabi” dedi, Halim’e “sen kendine de bi İskender
söyle” dedi.
Halim “tamam patron” deyip çıktı.
Öfkeden deliye dönmüştü. Aşağıya gayet sakin gitti. Lokantanın garsonuna “sizin
patron iki İskender söyledi” dedi. Kendine bir şey söylemek içinden gelmemişti.
Yine aynı sakinlikle lokantadan çıkıp gidiyordu; pastaneci onu görmüş meraktan
gözü hiçbir şey görmediği için Halim’den korktuğunu falan unutmuş Halim’e
“lokantacı sizin orda mı?” diye sordu.
Halim gayet sakin “orda bi şey mi
decedin?” dedi. Pastaneci “ne konuşuyorlar duydun mu?” dedi.
Halim çaycıdan pastanecinin,
lokantacının karısının arkasında dolaştığını ve onu Yavuz bey kapacak diye, çok
endişelendiğini falan çoktan duyup öğrenmişti. Şimdi pastanecinin neyi merak
ettiğini bildiği için “valla bi garı bazarlığı varıdı; emme neydi bilmiyon”
dedi.
Pastaneci, Halim’in bu söylediğini
sahi sanmış “hadi yav” demiş, içi yanmıştı. Lokantacının hanımını Yavuz bey
kapacak diye kendini öyle kaptırmıştı ki, bu kaba şakaya bile inanmış,
şaşkınlıktan olduğu yere çökmüştü…
Halim içinden ‘bunla tam aşşalık yav’
dedi; asansöre binip yukarı çıktı.
O sırada Yavuz beyle lokantacının
konuşması sertleşmişti. Lokantacı “yalan söylüyorsun” diye bağırıyordu. Yavuz bey
“ne şaşırdın? Bak bi daha söylüyorum” dedi. “Önceki gün sahilde bir
kafeterayaya gitmiştim. Oradan senin arabaya binip çıkıyordum. Senin karıymış,
bana “bi dakika” deyince durdum. Kafeteryada oturup konuştuk. Senin karı,
bundan sonra sana yaramaz. Sen kafanı yorma. Boşa karını senin borçlan yarısını
tık ödeyeyim, gerisini sen öder gidersin” deyince Lokantacı “aşşağılık adam,
pastaneci bana kaç sefer gitme, onun senin karıda gözü var dediydi, demek
doğruymuş” diyerek Yavuz beye saldırdı. Yavuz beyde daha güçlü olduğu için
lokantacıyı bir yumrukla yere düşürmüştü.
Tam bu sırada Halim aşağıdan
gelmişti. İçerden gelen sesleri ve küfürleşmeleri duyunca daha fazla kendine
hakim olamadı. Kapıya bir tekme vurdu; kapı ayrılıp gitti. Bu sırada Yavuz
bey’le lokantacı şaşkınlık ve korku içinde Halim’e baktı. Halim öfkeyle iki
misli daha büyümüştü. Lokantacıya “sen şöyle dur bizim oğlan” dedi Yavuz bey
“sana noluyor, çık dışarı?” diye bağırınca Halim “seni üç kağıtçı aşşağılık”
diye çeşitli küfürler savurarak, Yavuz beyin üzerine yürüdü.
Bu sırada, Yavuz bey silahını
çekmeceden çıkarıp ona doğrultmuştu. Halim kendine doğrultulan silahı şimşek
gibi bir hızla Yavuz beyin elinden alıp yere attı; sonra Yavuz beye girişti.
Bu sırada lokantacı kaçıp gitti.
Halim, Yavuz beyin ağzını, burnunu
dağıttı. Yavuz bey yere yıkılmıştı. Halim son bir tekmeyi de başına vurunca,
Yavuz beyin boynu sanki arkasına dönmüş; hareketsiz kalmıştı.
Halim baktı, Yavuz beyin boynuna
parmağını tuttu, “pezevenk gebermiş” dedi. Bir tekme daha savuracaktı. ‘Ölüye
tekme vurulmaz’ diye vazgeçti.
İlk tekmeyi vurduğunda ayakkabısına
Yavuz beyin burnundan kan sıçramıştı. Kasanın üzerindeki lokantacının Yavuz
beye verdiği kağıtlarla ayakkabısının kanını sildi. Kasa açıktı; baktı içi para
ve kağıt doluydu. Kağıtları görünce ocakçının ‘senin patron fayizcilik yapıyor’
dediği aklına gelmişti. ‘Bunlar da aldığı senetler herhal’ diye düşündü. Kasadaki
kağıtların hepsinin alıp parçalayıp çöp kutusuna attı. Onları kibritle
tutuşturdu. Sonra kapıyı kapatıp kendi bölümüne geçti.
Kısa bir süre orada kaldı. Yavuz
beyin öldüğü aklına geldi. “Burdan gitmek lazım” deyip çıktı.
Koridorda lokantacının koşarak çıkıp
gittiğini görüp, kapılara üşüşen meraklılar vardı. Halim onlara “bok mu va
burda, girin içeri” diye bağırdı, asansöre binip aşağı indi… İş hanından dışarı
çıkıyordu çay ocağında kendine merakla bakan ocakçı ve garsonlara “iyi günle
beyler” deyip çıktı...
Onlar çok şaşırmıştı. Çünkü aşağıya
telaşla inen lokantacı orada kendine “ne bu telaş?” diye soranlara ve ocakçıya
da olanı biteni kısaca anlatıp, Halim’in Yavuz beyle kavga ettiğini; Yavuz
beyin Halim’e silah çektiğini falan telaşla söylemiş lokantasına gitmişti.
Onun için hem ocakçı, hem de diğer
meraklılar bir silah sesi duyamayınca ne olduğunu tam anlayadılar.
Bu sırada Halim gelip gayet sakin
“iyi günle beyler” deyip iş hanından dışarı çıkınca çok şaşırmışlardı.
Ocakçı da Lokantacıdan duyduklarından
telaşa kapılıp garson Cengiz’e “koş yukarda ne oldu, bak gel” demiş; telaşla
asansöre yönelen garson Cengiz Halim’le çarpışmış; ama ikisi de fark etmemişti.
Bu sırada Halim dışarıda lokantacıyı
gördü. O hala yaşadığı olayın şoku içinde, Yavuz beyin odada yaşadıklarını
pastaneciye anlatıyordu. Halim’i görünce heyecanla eline sarılıp “sağ ol bizim
oğlan. Beni sen kurtardın” derken Halim onu görmemiş doğru pastaneciye yöneldi.
Pastaneci Halim’in niyetini anladı;
ama kaçmakta geç kaldı. Halim pastaneciyi tuttu koca yumruklarıyla yüzüne
yüzüne vuruyordu. Pastaneci Halim’in elinden son bir hamleyle kurtulmak için
hamle yapınca, yere kapaklandı. Tam bu sırada Halim yeni spor ayakkabıları ile
pastanecinin suratına ve sırtına tekme savurdu. Artık o andan sonra pastaneci,
külçe gibi olmuş boylu boyunca yerde yatıyordu. Halim “bu köpek de geberdi”
dedi.
Bu sırada lokantacı korkudan ellerini
yüzüne kapamıştı. Halim lokantacıya “bizim oğlan sen o garıdan gurtul, ondan
sene hayır gelmez” dedi. Lokantacının ne söylediğini dinlemeden koşmaya
başladı.
Bu sırada iş hanı içi, dışı anacık
babacık günü gibi olmuştu. Yukarı koşup giden Cengiz aynı hızla geri gelmişti.
Soluk soluğa gelip ocakçıya “valla patron Yavuz beyin kafası arkasına dönmüş
yatıyor, büro da yanıyordu” dedi. İş hanında yangın alarmı veren siren
çalıyordu. Ocakçı telaşla “o nasıl bi şeymiş öyle?” deyince garson Cengiz
“valla bilmiyorum patron. Yönü benden tarafaydı; amma yüzü arkasına dönmüştü”
dedi.
Birlikte “yangın var diye” dışarı
koşarken ocakçı “sen şunu, Yavuz bey ölmüş desene be salak” deyince Cengiz hem
dışarıya koşarken, hem de heyecanla gördüklerini anlatmaya çalışıyordu…
İş hanından da heyecanla kendini
dışarı atmaya çalışan insanlar kapıya üşümüş, adeta birbirini çiğneyerek
kaçışıyordu…
Bu sırada dışarıda bir gurup insan da
pastaneciyle meşguldü. Lokantacı da olduğu yere düşüp bayılmıştı. Kim ölmüş?
Kim bayılmış? Yanan neresi? Her şey karmakarışık olmuştu.
Bu sırada Halim caddeye çıkmıştı.
Koşup karşıya hızla geçiyordu ki! solundan hızla gelen bir araba frenlemesine
rağmen Halim’e vurunca Halim havaya fırlayıp yere düştü.
Çarpan araba son model bir mersedesti.
Halim havaya fırlayıp yere düşerken kafası asfalta çok şiddetle çarpmış ve
kanıyordu.
Mersedesi güzel bir bayan
kullanıyordu. Yanında da güzel bir bayan vardı. Arabayı kullanan bayan çığlık
çığlığa etraftan koşup gelenlere “ne olur ambulans çağırın” derken koşarak
Halim’in yanına geldi. Halim’i kanlar içinde görünce hem ağlıyor; hem de “ne
olur dayan ölme, ölme; şimdi ambulans gelecek, ölme” diyerek ağlıyordu.
Yanındaki arkadaşı bayan da gözyaşları içinde Halim’e bakıyordu.
Bu sırada etrafına toplanan kalabalık
hem ambulansın hala gelmediğini söylerken, hem de merakla onları izliyordu.
Arabayı kullanan kadın Halim’in
yanında eğilip “ne olur ölme” diye çığlık atıp ağlarken Halim gözünü açtı;
gözlerine inanamadı. İçinden “valla o” dedi.
Tekrar baktı baktı karşısındaki bayan ‘ebenin iri iri gözlü küçük kızına’
çok benziyordu. Öteki kadına baktı; onu da ‘köy katibinin buğulu gözlü kızına’
benzetti…
Gözünü kapadı. İçinden ‘sağol
yarabbim onnarı dünya gözüyle bene gösderdin’ diye dua ediyordu. O kadınları
onlar sanıp çok sevinmişti.
Etrafa toplanan kalabalıktan
“yaşıyor, gözünü açtı, ambulans nerde kaldı?” gibi sesler geliyordu. Halim
arabayı kullanan kadına elini uzattı. O sırada elinde parmağına takılı Nuri’nin
kehribar tesbihi vardı. Kadın da, Halim gözünü açınca ‘yaşıyor yaşıyor’ diye
bağırırken Halim’in elini açtığını görünce elini gayrı ihtiyari Halim’in
kocaman elinin içine koydu. Halim öbür kadına baktı, ona da ‘sen de elini koy’
der gibi işaret etti veya o kadın öyle anladığı için, o da elini Halim’in
elinin içine koydu.
Bu sırada etraftakiler merakla ‘bunlara
ne oluyor?’ diye bakıyordu.
Çünkü Halim’e çarpan mersedesi
kullanan kadın; daha doğrusu kadının avukat kocası o şehirde çok tanınmıştı. Bu
kadını tanıyanlar, bu nedenle daha meraklıydı.
Bu sırada İki kadının eli de Halim’in
avucunda kaybolmuştu. Halim avucunu sıktı ona çarpan arabayı süren bayana
“ağlama” dedi. Zor konuşuyordu. “Ağlama, ben hep seni bekledim” dedi; diğer
kadına baktı “onu da bekledim” dedi. “Ben bu gün çok mutluyum, çünkü sizin
ikinizi bir arada, nihayet gördüm” dedi. Son bir defa kendini zorladı, her
ikisine de baktı “ne olur ağlamayın, ben çok mutluyum” dedi ve kafası yana
düştü.
Bundan sonra olaylar günümüzde benzer
biçimde yaşanan olaylara uygun gelişti. Halim’in başı yana düşünce ona çarpan
arabayı kullanan kadın ve öteki kadın Halim’in üstüne kapanıp çığlık çığlığa
“ölme ölme” diye bağırarak ağlıyordu.
Bu sırada etrafta toplanan kalabalığın
davranışı da çok tanış geliyordu.
Bu kalabalığın çok büyük kısmı da her
yerde olduğu gibi meraktan toplanmıştı.
Özellikle o mersedes ve onu süren
bayan çok biliniyordu. Bayanın ailesi de o şehrin tanınmış
zenginlerindendi. O mersedesi de iki ay
önce avukat koca karısına evlenme yıldönümü hediyesi olarak almış ve bu haber o
şehirdeki gazete ve televizyonlarda günlerce haber olmuştu. Yanındaki bayan da
tanınmış bir işadamının eşiydi.
Bu nedenle o toplanan kalabalık iki
kadının ölen sanki bir yakınlarıymış gibi niçin ağladığını çok merak etmişti.
En çok da o tanınmış avukatın karısına şaşırmışlardı.
Ve hemen orada o kalabalık Halim’i
öldü sanıp, onun yanı başında “dedikodu” kazanını kaynatmaya başlamıştı. Kimisi
fısıldayarak “bu bayan falan avukatın karısı” diyor. Kimisi “bu çarptığı adam
kadının yakınıydı” diyor, bir başkası “yok herhalde dostuydu; kurtulmak için
çarptı. Şimdi de pişman oldu ağlıyor” diyordu.
En çok da o mersedes merak
ediliyordu. Birçok kişi o çarpmada Halim’e değil de daha çok mersedese ne
olduğunu merak ediyor ve bunu anlamak için arabayı inceliyordu. Kimisi
mersedesi övüyor; kimisi “Amerikan arabalarının daha sağlam olduğunu; eğer o
arabalar çarpsaydı arabanın hiç hasar görmeyeceğini” söylüyordu.
Her kafadan çıkan bu sesler ortalığı
neredeyse panayır yerine döndürmüştü. Bu sırada olay yerine bir de polis
arabası gelmişti. Önce Halim’e çarpan kadının yanındaki bayan kendini topladı.
İkisi hem arkadaş hem aile dostuydu.
O kadın Halim’e çarpan kadının avukat
kocasına telefon edip olayı bildirmiş; o avukat da bir özel hastane adı verip
yaralıyı oraya getirmelerini söylemiş ve oraya yanında çalışan bir avukatı
göndermişti.
Bu sırada polisle birlikte ambulans
da gelmişti. Ambulanstaki görevliler hemen sedyeyi indirdi. Biri Halim’in yanına
gelip boynuna parmağını tuttu. “Nabız var” dedi.
O böyle deyince, o iki kadın sevinç
çığlıklarıyla “yaşıyor yaşıyor” diye bağırırken görevliler Halim’i ambulansa
bindirdi. Kadınlardan biri Halim’in elinden yere düşen kehribar tesbihi aldı.
Bu sırada oraya o ünlü avukatın yanında çalışan avukat da geldi.
Kadınlar ambulansa binip Halim’le
gitmek isteyince, polis olmaz “çarpan bayan burada kalsın” derken o gelen
avukat kendini tanıtıp olaya müdahale ederek “o bayan benim müvekkilim” dedi.
Polis o zaman kadınların ambulansla gitmesine izin verdi.
O avukatla birlikte görgü
şahitlerinden olayı dinliyordu. Bu sırada oraya gelen gazeteciler birçok
dedikodu malzemesi bulup gazetelerine veya televizyonlarına bu dedikoduları
haber diye yazdırıyordu.
Ambulans da son sürat kadınların
adını verdiği özel hastaneye gidiyordu. Avukat koca önceden o hastaneye varıp
gerekli tedbiri aldırmıştı.
Özel hastanenin acil servisinin
dışında iki sedye ve yanında doktorlar gelen yaralıya müdahale için hazır
bekliyordu. Ambulans siren çalarak geldi. Halim’i hemen içeri aldılar. Onu
inceleyen doktorlar “yaralı komada, yoğun bakıma aldık; şuuru kapalı. Şuurunun
açılmasını bekleyeceğiz” dediler.
Kadınlar yine çok üzülmüştü. Avukat
karısını teselliye çalışıyordu.
Bu sırada erken çıkan gazetelerin
çoğu “avukatın karısı dostuna çarptı” veya “ünlü avukatın karısı birine
arabasıyla çarpınca çıldırdı” veya “lüks mersedes dev gibi birine çarpınca
haşat oldu” gibi herkes haberi, kendi meşrebine göre vermişti.
Televizyonlarından bazısı “şok şok”
“az sonra” veya “son dakika” diye bu haberi aynı gazeteler gibi veriyordu.
İçlerinde anlayıp, dinleyip dürüst haber yapanlarda vardı; ama insanlar genelde
“şok- şok” veya “son dakika” veya “az sonra” gibi spotlarla yayın yapan
televizyon haberlerine ve paparazzi habere düşkün olduğu için tercihlerini daha
çok dedikodu ve yalanla şişirilmiş haberleri yapan gazete ve televizyonlardan
yana kullanıyordu.
Yani herkes kendi meşrebine göre
yorum yapıyor veya anlıyordu. O şehirde o haftanın konusu bu trafik kazası ve
sonra çıkan haberlerdi.
Bu sırada iş hanındakiler,
ayakkabıcı, komşuları, pansiyoncu, pansiyondakiler, haliyle Metin’de bu
gelişmeleri bilip, duyup, öğrenmişti.
Onlardan birçoğu Halim’i bir şekilde
tanıdığı halde olayı o gazete ve televizyonların verdiği haberin penceresinden
değerlendiriyordu.
Yalnız Metin ve o büroda Nuri’nin
bıçaklandığı anda koşan adam ve Tellak Ahmet Halim’e çok üzülmüş ve o gazete ve
televizyon haberlerine hiç itibar etmeden olayın doğrusunu öğrenmeye ve
anlamaya çalışmıştı.
Ama olayla veya Halim’le biraz ilgisi
olup da hiç ilgilenmeyenler de vardı. Örneğin Dostlar Meyhanesindekiler bu
haberi ya duymamış veya duyduysa da çok fazla ilgilenmemişti. Çünkü onların
çevresinde böyle ansızın olay ve ölümler çok olduğundan, kanıksamışlardı. Veya
haberleri olsa bile ellerinden gelen ancak ölen kim olursa olsun onun kurtuluşu
şerefine kadeh kaldırıp “kurtulmuş” derlerdi. Çünkü onların yaşadıkları
hayattan tek kurtuluş, onlara göre ölümdü.
Neyse bunları daha fazla yorumlamak
benim haddime değildi. Bu konuda biraz daha yazarsam yazdıklarım, “Arap
Şükrü’nün kör eşeğinin anırması gibi” değersizleşecek.
Bu sırada pansiyoncu ve Metin,
Halim’in götürüldüğü hastaneyi gazetelerden öğrenmişti. Önce bir gazetenin
haberinden adını ve adresini öğrendikleri hastaneye gittiler. O gazetede
hastane adının ve adresinin yanlış yazıldığını görünce; o gazeteyi de, o haberi
yapanı da bir güzel “kalaylayıp” oradan doğru hastaneyi öğrenip oraya gittiler
ve Halim’in komada olduğunu öğrendiler.
O sırada orada bulunan, Halim’e
çarpan arabayı süren kadının bayan arkadaşı onların Halim’i sorduğunu görünce;
onları Halim’in akrabası sanıp yanlarına gelmişti.
Bu sırada arabayı süren kadın da
avukat kocasıyla birlikte nöbetçi savcıya çıkmıştı. Görgü şahitleri ve trafik
kaza raporu Halim’i sekizde altı, kadını da sekizde iki kusurlu gösterdiği için
savcı kadını tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. O kadın da kocasıyla
tekrar hastaneye koşmuştu.
Bu sırada gazetelerde çıkan yalan haberler
için avukat koca tekzip ve tazminat davası açmayı düşünüyordu.
Halim’e çarpan kadın da hastaneye
gelince pansiyoncu ve Metin’i o da gördü. O kadının arkadaşı kadın, Halim’e
çarpan arabayı süren kadının yanına geldi. “Yaralı komada; bunlar da onun
kaldığı pansiyonun sahibi ve pansiyon arkadaşı imiş. Başka kimi, kimsesi
yokmuş; yanında çalıştığı adamı öldürüp kaçarken bir kişiyi de ağır yaralamış
ve bu sırada senin önüne çıkmış” diye kısa bir açıklama yaptı.
Halbuki o kadının kocası bunları
çoktan öğrenmişti. Bu şekilde doğru yanlış bilgilerle Halim’in iyileşmesini
beklediler.
Tedavisi için tüm masrafı avukat koca
üstlendi. Adı gibi biliyordu, bu konuda yalan haber yapan televizyon ve gazetelerden
kazanacağı tazminatla bu masrafın fazlasını çıkaracaktı.
O sırada bu olayla ilgili yalan bilgi
geçen kimi muhabirleri, özellikle gazete patronları işten çıkarıp şimdiden o
avukatla davadan vazgeçmesi karşılığı bir ödeme yapmak için pazarlığa
başlamıştı bile.
Pansiyoncu işine dönmüş; hastanede o
kadınların yanında gece gündüz demeden bekleyen bir Metin kalmıştı.
İş hanındakiler günler geçince,
normal yaşama dönmüştü.
Yavuz beyin cesedine otopsi yapan
doktorlar onun başını böylesine arkasına döndüren şeyin ne olduğuna karar
verememişlerdi.
O olay sırasında iş hanında yangın
falan çıkmamış; yalnızca çöp tenekesinde Halim’in yaktığı senet yırtıklarının
dumanı o alarma sebep olmuştu.
Pastaneci de ağır yaralı olarak bir
başka hastaneye kaldırılmış; orada bütün kaburgalarıyla sol bacağı ve iki
kolunun kırık olduğu tesbit edilip, uzunca sürecek tedaviye alınmıştı ancak
doktorlara göre iyileşse bile yatağa mahkum yaşayacaktı. Karısı da bu yüzden
pastaneyi bir başkasına devretmişti.
Lokantacı ise kendine gelince ilk
yaptığı şey karısını kovarak annesinin yanına yerleşmek olmuştu. Arabayı Yavuz
beye satışını vermeden verdiği için arabayı geri almış bir başkasına satıp
borçlarının bir kısmını ödeyip kalanını takside bağlayarak rahatlamıştı. Ayrıca
nasıl olduysa pastaneciye verdiği açık senet hiç tahsile konmadı. Bu arada
Yavuz beye olan senetsiz yirmi beş bin lira borcun da üstüne yatarken; yatıp,
kalkıp Halim’e dua etmiş.
Yavuz beyin cenazesini karısı ve
karısının kardeşleri çok az bir katılımla kaldırmış; kadın o gece sabaha kadar
Yavuz beyden kurtulduğu için şükür namazı kılmıştı. Yavuz beyin kaçan kız
kardeşleri, oğlan kardeşi ve kocasını mayo yüzünden dövdüğü kardeşi “geberdi de
kurtulduk” diye hayır dağıtmıştı.
O kadın da Yavuz Bey ölünce Halim’den
de ümidi kestiği için kendine yeni bir sevgili bulmuştu.
Pansiyoncu, Halim hastanedeyken,
nasıl olsa iyileşmez diye odasına müşteri almıştı. Ciğerci iyi bir müşteri
kaybettiğine üzülmüştü. Pansiyondaki çaycı ve katip didişmeye devam ederken,
bazen iyi bazen kötü Halim’in kulağını çınlatıyordu.
İş hanında da, ocakçı ve garsonlar
askere gidene kadar didişmeye devam ettiler. Ocakçı Halim’den hep “ayı gibi
biriydi, ama iyi adamdı” diye bahsediyordu.
Bu sırada Halim komada iken o iki
kadın Halim’in kendilerine söylediklerini anlamaya çalışmış; ama onun niye öyle
söylendiği, kendilerini nerden tanıdığını? Niçin? hep onları beklediğini ve
onları görünce niçin mutlu olduğunu anlayamamışlardı.
Halim’e çarpan kadın Halim orada
kafası yana düşünce elinden aldığı kehribar tespihi Metin’e vermeyi düşündü.
Ama nedense içinden bir ses ona “bu tespih onun sana hediyesi onu sen sakla”
dediği için tespihi çantasına hatıra diye koydu.
Bu sırada büyük gazete ve
televizyonlar da Halim’i olayını, geçirdiği kazayı ve boy boy resimlerini
verince; öğretmen olan ebenin iri iri güzel kızı miyop olan gözlerine taktığı
kalın camlı gözlüğü sayesinde Halim’i resimlerinden tanıyıp hatırladı.
İlkokulda Halim’le birlikte okul olarak çektirdikleri resmi bulmuş ve kocasına
göstererek “bak o adam bu çocuk. Benim ilkokul arkadaşım, çok iyi çocuktu”
demiş; sonradan arkadaşlığı devam eden bal rengi buğulu gözlü köy katibinin
kızını ‘ki o da çoktan evlenip çoluk, çocuğa karışmış ve buğulu gözleri donuklaşmış
eski güzelliği yoktu’ arayıp “gazeteleri okudun mu?” diye sorunca o kadın da
“ben de ilkokul resminden ona bakıyordum” demiş sonra birlikte çocukluk
günlerini anmışlardı.
Aynı resim Halim’de de vardı.
Cezaevlerinde katıldığı isyanlardan birinde arama yapan jandarma Halim’in
bavulunda o resmi bulunca, anlaşılamaz bir nedenle parça parça etmiş, Halim
sonradan o parçaları birleştirmek için çok uğraşmış başaramayınca başkasının
eline geçmesin diye yakmış; o sırada aynı “anacının” ve dayısının ölümünde
olduğu gibi hüngür hüngür ağlamıştı. Ama bunları Halim’in özlemle andığı
kadınlar bilmiyordu.
Halim’de bu sırada komadan çıkamayıp
öldü. Onun ölümüne en çok üzülenler de Metin, Tellak Ahmet ve bir gün Halim’i
keseleme ümidi taşıyan diğer tellaklar; o bürodaki adamla, o sırada hastanede
olan o iki kadındı.
Ona çarpan bayan ve avukat kocası
Halim’in gömülme masraflarını üstlenmek istemişti; ama Metin “Halim’in
kimsesizler mezarlığında, Nuri’nin yanına gömülmeyi çok istediğini” ısrarla
belirtince; avukat ve karısı çaresiz bunu kabullenmişti. Ve o şehirde ilk kez
kimsesizler mezarlığına birisi; yani Halim SELİM Nuri’nin yanına klasik cenaze
töreniyle gömülmüş oldu.
BİTTİ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder