5 Aralık 2016 Pazartesi

HALİM SELİM romanımdan on dördüncü bölüm


O ayakkabıcıdan ayrılınca pansiyona doğru yürüdü. O sırada aklında ‘bitbazarına gidip öteberi almak’ vardı. Bu düşüncelerle pansiyona vardı. Tombalacı Nuri pansiyonun dışında oturmuş çay içiyordu. Halim’i karşıdan görünce “ooo beyimiz geliyor; hay maşallah şu gelişe bak” diyordu; Halim Nuri’yi böyle erkenden içki içmemiş, neşeli görünce içinden ‘hayırdır işallah. Bizim oğlan yola geliyor herhal’ derken Nuri’nin yanına geldi. “Meraba bizim oğlan; iyiki sen buradasın” dedi. Nuri “hayırdır benlik ne işin var” deyince Halim “hiç, bit bazarında bir, iki bi şey alıcen de! Oraya gidem decedim” dedi. Nuri “tamam bizim oğlan gidelim” deyip ayağa kalktı.

Halim içeri girdi katibe “şu kasıdan biraz para çekicedim” dedi. Katip, Halim girince korkusundan ayağa kalkmıştı. Halim “şu kasıdan biraz para çekicedim” deyince “tamam abi emrin olur” derken kasayı açtı “ne kadar istiyosun?” dedi. Halim yüz lira çekecekti; ama hemen yüz lira demedi. Kafasını havaya kaldırdı; bir şey düşünüyormuş gibi yaptı, “şindilik bi yüzlük yeter” dedi.

Bu sırada katip şaşkınlıkla Halim’e bakıyordu. Halim “şindilik bi yüzlük yeter” deyince katip kasadan bir ellik, iki yirmilik, bir onluk aldı, “buyur abi bozuk lazım olur diye bozuk verdim” dedi…

Halim içinden ‘götlek, mötlek; emme kafası çalışıyo’ diyerek parayı aldı “şindi ne gadar galdı?” dedi.

Katip hemen yeni bir makbuza yüz yetmiş beş lira yazıp, “bu kadar kaldı” diye makbuzu Halim’e verdi. Halim makbuzu aldı kafasından hesap etti, “aferin doğru yazmışsın” dedi.

Katip “öteki makbuzu yırt at” derken Halim dışarı çıkmıştı. Katibin “öteki makbuzu yırt at” dediğini duymuştu. Geriye dönüp “sen bene ne sanıyon oğlum? Biz sizin gibi öyle üç kağıtçı değiliz; herhal yırtcez” diyecekti ‘şindi bi de bunlarla uğraşmeyen’ deyip Nuri’ye hadi “bizim oğlan gidiyoruz” dedi…

Nuri Halim’in canının bir şeye sıkıldığını ‘ayı gibi’ homurdanışından anlamıştı. “Hayırdır bizim oğlan bişeye mi canın sıkıldı?” deyince Halim boş ver der gibi elini sallayıp “bunlan hepsi götlek” dedi.

Nuri de “doğru bizim oğlan, bunların hepsi öyle. Başı çıkılmaz. Hani kepineğile ürküt değneğile say demişler ya, aynı öyle” dedi.

Bu sırada bitpazarına girdiler. Nuri “önce Metin’in oraya gidelim” dedi. Halim “ben de Metin’le öyle gavilleşdiydim” dedi. O tarafa yöneldiler. Nuri, Halim’e “bu Metin az deli meli; amma çok temiz oğlan. Biliyormusun o daha önce tımarhanede yatmış” dedi.

Halim bunu duyunca “hadi ya! Tevekeli az delimsirek; herhal ondan” derken Metin’in çalıştığı dükkana geldiler. Metin dükkan önünde bunların konuşarak kendi yanına geldiğini görmüştü. Onlar yanına gelince “öyle ne kaynadıp geliyorsunuz?” dedi.

Nuri ve Halim suçüstü yakalanmış çocuklar gibi ikisi birden “hiç öyle gonuşuyoduk valla bi şey” değil deyince, Metin biraz işkillenmiş, içinden ‘bunlar benden bi şey saklıyor amma ne?’ demiş ve “iyi saklan bakalım, nasıl olsa anlarız” dedi. Her ikisi de suçlu gibi önlerine bakınırken, Metin “şöyle içeri girelim” deyince Nuri ve Halim rahatladı. Metin’in arkasından dükkana girdiler.

İçeride Metin’in patronu da vardı. Bir gün önce gördüğü Halim içeri girince “oo beyimiz gelmiş” dedi, “bu kim?” diye Nuri’ye bakınca Metin “patron bu da benim öteki arkadaş Nuri” dedi.

Patron onlara “Metin’le içeri gezin bakın. Fiyata merak etmeyin; isterseniz Metin sizi öteki dükkanlara da gezdirir” dedi. Halim’e bakarak “bu beyi güvey gibi donadalım” dedi. Halim kendinden bahsedilince biraz utanmıştı.

Metin’e “haydi göster” der gibi bakınca Metin “şunlara bak bakalım” dedi. Oraya baktılar.

Halim’in bedeni battal beden de battaldı. Araya araya o dükkanda, yandaki komşu dükkanda tam Halim’e göre iki gömlek, iki pantolon, bir kazak bir de güzel bir mont buldular. Halim bunların hepsine altmış lira ödedi.

Aslında çok daha fazla tutacaktı; ama “sağ olsun” Metin ve patronu sayesinde çok ucuza almıştı.

Neyse; Halim parayı ödedi, Nuri’yle birlikte Metin’e ve patronuna teşekkür etti; aldığı kıyafetlerle birlikte pansiyona geldiler.

Yolda Nuri “bizim oğlan iyi buldun valla hem de epey ucuz aldın. Ben de haftaya maftaya ordan kendime kışlık bi şeyler alıcam” dedi.

Halim “obal boynuna. Para mara lazımsa söyle. Da kasıda yüz yetmiş beş gayme var. Onu veren isdesen” dedi. Nuri “sağol bizim oğlan şimdi lazım değil. Ben o zamana kadar kazanırın. Zaten yarın benim köşeye gidicen. Duyduğuma göre bi başkası oraya dadanmış. Gidip bi gözükücem, hem bu arada üç beş kazanırım” dedi. Halim “öyle olsun bizim oğlan, yalınız bi şey lazım olur isdimezsen küserin bak” dedi. “Sonra senin o işi de halletmenin zamanı geldi. Şu Metin’in işi bi hal yola goyam; ondan sonra bi plan yapıp o hergililen depesine çökem” dedi.

Nuri “bizim oğlan o iş senin sandığın gibi çok kolay değil. Çok iyi plan yapmak lazım… O orospu çocukları baya dişlidir” deyince Halim “sen orasını garışdırma. Bu arkıdeşin onlan dişini söker ellene verir, biz de öyle boş değiliz. Bu fakir hapislikte öyle çok orasbı çocunu hizaya getirdi, sen bu gardeşine güven” diye koca eliyle Nuri’nin omzuna hafifçe vurdu.

Nuri içinden ‘herif az kalsın kemiklerimi kırcak’ derken gülümsedi “belli bizim olan belli belli. Az kalsın kemiklerimi kırcaktın” dedi. Halim içinden ‘bu ölmüş de ağlıyanı yok’ derken gülerek “abu bizim oğlan. Hayrına bene ayı gibi demiyola; kusuruma bakma” dedi.

Bu sırada pansiyona gelmişlerdi. Halim “hadi gel bi garnımızı doyuralım” dedi. Eşyalarını katibe teslim ederken “gaybolursa külahları değişiriz bak” dedi. Katip “tabi abi gözüm gibi bakarın” derken Nuri’yle Halim çoktan ciğercinin yanına varmıştı. Halim hem kendine, hem Nuri’ye yarım ekmek ciğer söyledi. “Beninki bol soğanlı osun” dedi, Nuri’ye “seninki nasıl olsun bizim oğlan?” derken ciğerci “o soğansız yer” dedi. Halim “valla dayı; bizi bizden iyi tanıyon helal olsun” dedi.

Ciğerci ciğeri ekmeklerin içine korken içinden ‘bunun da eline biraz para geçti çalımından geçilmiyor’ diyordu.

Her ikisinin ekmeğini de paket yapıp verdi. Halim iki paketinde parasını verirken, Nuri’ye “bizim oğlan ayran işcen mi” dedi. Nuri “sağ ol bizim oğlan, ben ayran sevmem” dedi birlikte caminin parkında banka oturup yarım ekmek ciğerlerini yerken Nuri “bizim oğlan paran varsa şunlara iki paket yapdır da gönder isdersen; hayrın olur” dedi.

Halim kısaca düşünüp “tabi bizim oğlan biri yer biri baka” deyip, ciğerciye “dayı şunlara da beş tane yapıver” dedi. Caminin parkında naylona çadırlarda yaşayanlardan onlara bakan birine el etti. El ettiği koşup gelince ”Gel bizim oğlan şunları al da arkıdeşlenle ye. Yalınız duayı Nuri abenize edin. Çünküm bu onun aklına geldi” dedi. Bu sırada o ‘Adem babalardan’ koşup gelen ciğercinin hazırladığı paketleri sevinçle aldı, belli, belirsiz Nuri’ye “sağol abe” deyip koşarak gitti…

Çünkü Nuri her zaman onları kollardı. Parası olunca da mutlaka bir şey ısmarlar, arada bir şarap alıp “alın zıkkımlanın” diye onlara verirdi. Onun için paketi alan ‘Adem baba’ parayı kimin verdiğine aldırmadan Nuri’ye “sağol abe” demişti.

Nuri Halim’i gösterip “dur yav parayı o verdi. Ona teşekkür et” derken ‘Adem baba’ duymamış koşarak naylon çadıra gitmiş, pakettekileri arkadaşlarıyla paylaşmıştı...

Halim arkasından bakarken “boş ver bizim oğlan. Onla beni tanımaz seni bilir. Beninki denk gelince; emme sen onlara bubuları gibi bakıyon. Bugün de sen söylümesen benim aklıma gelmezdi. Onla rahmetin nerden gelip yağdığını biliyor valla, helal osun” dedi ciğerciye toplam on dört lira ödedi; sonra Nuri’ye “bizim oğlan oldu olcek, Emin’in oruya gidip birer duble bi şey içem” dedi.

Nuri “olur valla kar yağdı zaman tozarmış” dedi. Birlikte Emin’in meyhaneye giderken Halim içinden ‘olsun varsın. Yılda bi kere olur böyle şey?’ dedi cebindeki para yeter mi? diye düşündü.

Cebinde ciğer parasını ödedikten sonra hala yirmi sekiz lira vardı.  ‘yeter de arta bile’ diye düşündü.

Emin’in meyhaneye gelmişlerdi. Nuri’ye “bi ufak açdıram” dedi, birlikte bir masaya oturdular. Halim bir ufak, su, yoğurt, bir de acılı ezme söyledi. Nuri’ye “başka bişey söylüyem mi bizimoğlan?” dedi. Nuri “bunlar yeter de artar bile” dedi. Bu sırada Emin onlara şaşkın bakıyordu. “beyler patron kim?” dedi. Nuri Halim’i göstererek “ağa bu” dedi. Halim mahcup “öyle deyib durma ya! Bizim ağalık nolcek, yaz yağmırı gibi topra bile ıslatmaz” dedi. Nuri “muteber olan toprak tam kururken bitkilerin üstüne düşen o birkaç damla yağmurdur” dedi.

Böyle dereden, tepeden sohbet ederek rakılarını içtiler. Bu sırada Halim birkaç kez; o kadından, patronla ilgili duyduklarından Nuri’ye bahsetmeyi düşündü. ‘indi sırası değil’ diye vazgeçti.

Hesap yirmi iki lira tutmuştu. Halim hesabı ödedi; birlikte pansiyona geldiler.

Halim Nuri’ye “bizim oğlan ben erken yatıcen. Yarın hamama falan gitcen, işim çok” dedi. Nuri “ben de geliyorum; yarın benim de işim var” dedi. Birlikte odaya girdiler. Ayaklarını falan yıkayıp vurup kafayı yattılar.

Bu gece yine yağmur gök gürültülü şakır şakır sabaha kadar yağdı. Halim yağmurun tıpırtısıyla çok güzel uyumuştu. Sabah uyandığında çoktan bulutlar dağılmış hava pırıl pırıldı. Baktı Nuri yoktu. ‘Bugün köşesinde işe gidcen deyodu. Herhalde oruya gitti’ diye aklından geçirdi; yatağın içinde dünü düşündü.

Aldığı gömlek, pantolon, kazak ve mont aklına geldi. İçini sevinç kaplamıştı; birden aklına garson Cengiz’le Ali’nin söyledikleri, patronu ve o kadın aklına gelince neşesi kaçtı. Lokantacının, patronunun yanında uzun süre kalması aklına geldi. ‘Bunlan arasında bi şey var; emme yakında kokusu çıkar’ dedi. Hamama gideceği aklına gelince yine içine sevinç kapladı. “Sen işine bak oğlum, öyle şeyler zamanla hallolur” dedi. İçinden ‘tellak Amad sıkı du; Halim geliyo. Gören gari sene; tellaklık neymiş göster’ dedi. Hevesle kalktı, tuvalete girip çıktı, elini yüzünü yıkadı, çabucak giyindi; kasadan otuz beş lira daha çekti.

İçinden ‘bunla hem yıkanıcen, hem de hafta sonuna gadar idare edicen, sene başka para yok’ dedi. Tatil olduğu için çay ocağı da kapalıydı. Katip uyku sersemliğiyle Halim’e kasadan otuz beş lira verdi; yüz kırk liralık da yeni makbuz verdi. “Hayrola abi bi yere mi gidiyorsun?” dedi. Halim “sene ne?” diyecekti; kendini tuttu “hamama gidiyon, başka sorun var mı?” dedi ve hamama yollandı.

Katip arkasından “ayı barut gibi bi şey, sormaya da gelmiyor. Ayı nolucak” dedi ve vakit daha erken deyip bekleme odasında gündüz müşterilerin özellikle kışın oturduğu divana uzandı.

Bu sırada Halim hamama doğru yürüyordu. Yolda bir büfeden jilet aldı. “Ee! Etek traşının zamanı geldide geçiyor” diye söylenirken aklında yalnız kese yaptıracağı Tellak Ahmet ve kese olduktan sonra hamamda soyunma odasında hamam sonrası dinlenmesi vardı.

Bu düşüncelerle hamam girdi. Bütün tellaklar onu tanıyor ve onu keselemek için can atıyordu; ama Halim de Tellak Ahmet’in keselemesini seviyordu. Hamamdan içeri girince bakındı. Tellak Ahmet yoktu. Öteki tellaklara selam verip “bizimki yok mu?” dedi.

Hepsi de onun Tellak Ahmet’i sorduğunu anlamıştı. Adeta koro halinde “şimdi gelir” dediler. Az sonra Tellak Ahmet geldi. Tokat’lıydı, gençliğinde güreş de tutmuştu. Güçlü kuvvetliydi. Dev gibi Halim’i keselerken o güreş günleri aklına geliyordu.

Gerçi hiç Halim gibisine çatmamıştı. Zaten Halim gibi bir daha çıkmazdı. Bir babası vardı. Onu Hacı Ömer’in Osman’ın oğlanları haklamıştı. Bir de Halim vardı. Halim hiç güreşmemişti; ama bu haliyle bile ‘değme’ pehlivanlar istedikleri kadar oyun bilsin Halim’in hakkından gelemezdi.

Tellak Ahmet böyle düşünüyor; hiçbir pehlivana nasip olmayacak birine, adeta güreşir gibi keselemekten çok mutlu oluyordu.

Halim’e “oo bizim oğlan valla gözüm yollarda galdı, nerlerdeydin?” dedi.

Halim soyundu. O önden Tellak Ahmet arkada içeri girdi. Tellak Ahmet Halim’e “bizim oğlan az terleyi koy” deyip dışarı çıktı.

Halim çabucak orada bir yerde “etek traşını” olup içeri girdi.

O sırada hamama gelen müşteriler veya içerdeki müşteriler Halim’i görünce hepsi içinden “hey Maşallah” derken, Tellak Ahmet de gelip işbaşı yapmış; göbek taşı üstünde terleyen Halim’i keselemeye başlamıştı.

Her kese vuruşta “hey Maşallah” diyordu, bu sırada Halim’den çıkan kirler oklava gibi göbek taşının üstüne sıralanıyordu.

Diğer tellaklar ve müşteriler yıkanmayı bırakmış onları seyrediyordu.

Tellak Ahmet kendini işine kaptırmış “hey Maşallah” diye diye Halim’i keseliyor; Halim’de keselendikçe bir hoş oluyordu.

Eli ayağı, boynu, göbeği, sırtı derken keseleme bitti. Tellak Ahmet keselenecek neresi varsa çok iyi bilirdi. Halim’i keselenmesi bitmiş, artık her yeri kıpkırmızı olmuş kir çıkmıyordu. Sıra elini, ayağını değiştirip kulunç kırmaya gelmişti.

İşte şimdi Tellak Ahmet’in kendini ve sanatını tam gösterme sırasıydı. Keseleme işin üvertürüydü. Şimdiki iş ise işin bam teliydi.

Tellak Ahmet bir girişti. Ne yaparsa yapsın Halim ‘of!’ bile demiyor, “eline sağlık bizimoğlan” dan başka bir şey söylemiyordu…

Bütün tellaklar Tellak Ahmet’e imrenerek bakıyor; utanmasalar “bırak da azcık biz elini, ayanı değiştirelim” diyeceklerdi. Çünkü kendi müşterileri; daha doğrusu Halim haricinde gelen müşterilerin en dayanıklısı bile oflamadan, puflamadan duramazdı.

Tellaklar o müşterilerde bir sakatlık olmasın diye çok dikkatli olmak zorundaydı. Ya Halim! Vur, bük, asıl; ne yaparsan yap yalnız “eline salık bizim oğlan” der başka bir şey demezdi. Yani Halim her tellağın arayıp bulamadığı tek müşteriydi; onu da Tellak Ahmet kapmıştı.

Halim kendini seyreden bütün gözlere aldırmadan tellak Ahmet’in kendini yıkamasından çok keyif almıştı. Tellak Ahmet onu bir de bi güzel sabunlayıp peştemalını sarıverdi “saatler olsun bizimoğlan” deyip gitti.

Halim havluya sarılı dışarı çıktı, odasına girip uzandı. ‘Offf! Sağosun bu Amad, valla guş gibi oldum’ dedi. Kendine bir de çay söyledi, çayı içtikten sonra ‘azcık kestiren’ deyip uyudu.

Rüya görüyordu. Rüyasında yine o kadın vardı. Canavar gibi olmuş; ağzından salyalar akarak Halim’i çağırıyordu. Bu sırada patronu elinde bir tüfek Halim’e “gitme vururun” diye bağırıyordu. Bu sırada lokantacı, pastaneci, çaycılar, pansiyon katip ve çaycısı, ciğerci maç seyreder gibi toplanmış Halim’e bazısı “git!” bazısı da “gitmee!” diye bağrışıyordu. İri iri güzel gözleri olan ebenin kızıyla, bal rengi buğulu gözleri olan köy katibinin kızı da kelebek olmuştu. Gelip Halim’i bulutlara kadar uçurdular. Bu sırada Tombalacı Nuri’de karşıdan ona; sanki bir yere gidiyormuş gibi el sallıyordu.

Bu sırada uyandı “hayırdır inşallah” dedi. Kalktı kapıyı açtı; orada bekleyen tellaklara “bizim oğlan saat kaç” dedi. Oradaki kimse “abi saat on iki dedi.” Halim çok şaşırmıştı, “emme uyumuşun ha!” dedi.

Çünkü sabahleyin dokuzda gelmişti. Camdan dışarı baktı; hava hafif bulutlanmıştı. “akşam yine dımbırtıyla uyucen” dedi. Kalktı giyindi, aşağıda hamam parası, tellak bahşişi, çay parası derken on üç lira ödedi. Kalan parasını hesap etti. Yirmi yedi lirası kalmıştı. “Bu hafta yetmesi lazım” dedi, sonra “adam olana yeter de artar” dedi. Hala rüyanın etkisinde idi. “Bu gördüklem neyiki acıba?” dedi. Sonra  “tabi oğlum… Sen onun bunun garısına göz dikesen başın essahdan derde gircek! Ayanı denk!” al diye kendini eleştirip, uyardı.

Yine “nineci” aklına geldi. Nineci “tosun torunum, uçkuruna mukayyet ol. En aşşalık insan garı osun, adam osun uçkuruna düşkün olanladır. Onnan en yakın ahbabı şeytandır. Ne bu dünyada, ne de öteki dünyada dirlik yüzü görmez, cenabı hakkın naleti üstlenden esik olmaz. Bunu bil, düşün onu göre” demişti. “nur için de yat ninecim, sen heç merak etme, beni hiç kimse bozumecek” dedi.

O kadını aklından çıkarmaya çalıştı. ‘Kör olası kadının memileri’ aklından çıkmıyordu. Tam “unutucekken” aklına memeleri geliyor “ne memi beh!” demeden edemiyordu.

Uğraşa uğraşa kadını aklında çıkardı. Bu sırada güzel gözlü ebenin kızıyla köy katibinin kızını hatırlamıştı. İçinden “kimbilir nerlededirler?” dedi. Onları dünya gözüyle bir görse Allahtan başka bir şey istemezdi.

Böyle düşünüp onları görmek aklına düşünce içi “bi çeşit” oluyor, hafif ateş basıyordu. Şimdi de öyle olmuş; hafif terlemişti. “Herhal hamamdan çıkınca öyle oldu” diye kendini teselli etmeye çalıştı “unud olum unud yoğusam deli Necmi gibi yollara düşcen” dedi.

Deli Necmi çocukluğunda köyde hep sokakta olan bir deliydi. Kimi kimsesi yoktu. Ninesi ona “bu sevdalandı da ondan böyle, dolaşıp duru. Sen bilmezsin; o bubanla yaşıt. Aşşa köyden sevdi bi gız varıdı. O esgerdeyken bubası gızı gız ‘ben Necmi’ye varcen’ deye bağırıp, çığırsı da başkasına verdi. Esgerden dönüp de örenince, ondan keri Necmi hayır etmedi, böyle oldu” demişti.

Bunlar aklına geldi, güldü ‘ben o gızları almecen ki! Ha bi dünya gözüyle gören deyon’ diye kendi kendine, kendini savundu.

Tombalacı Nuri’nin uzaktan el sallayışını ve “çabuk gel!” diye bağırışını hatırlayınca “o neydi ki öyle? Pansiyona varınca bu rüyayı Nuri’ye bi deyen bakam, ne decek?” dedi.

Bu sırada hamamın kapısından çıkıyordu. Onun böyle dalgın kendi kendine konuştuğunu gören tellaklar, Tellak Ahmet bakıp kalmıştı. Halim tam kapıdan çıkarken kendine geldi; gülümseyerek “bizim kafa giddi gine” dedi; sonra “sağol Amad gardaş, sayende guş gibi oldum. İşallah gine görüşürüz; hadi size hayırlı işler” deyip kapıdan çıktı.

Bu sırada Tellak Ahmet “çabık gel de özletme kendini” derken öteki tellaklar içlerinden ‘İnşallah bunu kesilemek bize de nasip olur’ diyordu. Hepsi Halim’in arkasından “güle güle bizim oğlan” dediler.

Halim hamamdan çıkınca yine havaya baktı. “Bugün rahmet erken başlıycek” dedi, biraz deniz kenarında dolaşmak için sahile indi. Hamamdan çıktığı çok belliydi. Tellak Ahmet iyi kese atmıştı. Yüzü kıpkırmızı ve ışıl ışıldı.

Aslında eli ayağı ve kafası iri olmasına rağmen biçimliydi. Saçları da yıkanınca pırıl pırıl olmuştu. Gençliğindeki gibi çok uzun değildi; ama yine aslan yelesi gibiydi. Köylük yerde saç kestirecek berber olmadığından; bir de belki öyle sevdiğinden saçları aslan yelesi gibi olurdu. Askerde ve hapishaneye ilk girdiğinde saçlarını makineyle kesmişlerdi. Hapisliğinin son yıllarında saçı epey uzamıştı.

O da öyle yeleli saçı seviyordu. Vitrinlerin önünden geçerken yelelerine bakıp çok beğenirdi. Hele şimdi yıkanınca saçları deniz kenarında rüzgarda uçuşuyordu. Orada kenarda bir sete oturup körfezi seyretmeye başladı. Gelip geçen onun farklı görüp, birbirine gösterip gülüşüyordu. Ama o bunların farkında değildi. Belki farkındaydı; ama umursamıyordu.

Aklı yeni dikilen ayakkabı ve bitpazarından aldıklarındaydı. Artık ne kadını? Ne de patronu? aklına gelmiyordu. O sırada hayalinde o ayakkabıyla, gömlek ve pantolonu giyiyor; üzerine de montu giyip işe geliyordu.

Böyle düşünürken ne kadar vakit geçti bilmiyordu.  Burnuna ve kulağına bir, iki damla düşünce irkildi. Baktı hava bulutlanmıştı “hava erken gapadı; şindi yağmır hızlanır. Kalkıp gitmek lazım” derken, gerçekten damlalar hızlanmıştı.

Hızla ayağa kalktı; dev adımlarla yürümeye başladı. O hızlandıkça yağmur hızlandı. Yağmur hızlandıkça o hızlandı. En son bardaktan boşanır gibi yağmaya başlamıştı ki! Kendini pansiyona zor attı.

İyi ıslanmıştı. Başındaki yağmur sularını eliyle sıyırırken katip “az önce Nuri abi geldi. Tombula torbasını bana verdi, koşarak “karnım çok acıkdı deyip” gitti” dedi. Halim “acından ölüyomuymuş? Ha azcık bekliseymiş ya” dedi. Katip “valla ben de öyle dedim; amma dinlemedi koşarak gitti” dedi. Halim “yağmır az dinsin ben de giden” deyip odasına girdi. Islanan gömlek ve pantolonu çıkardı.

Yaz günü çorap giymiyordu. Başını kuruladı, yatağa uzandı. Ne kadar uzandı bilmiyordu, uymuştu. Birden katibin “Halim abi Halim abi” diye dürttüğünü fark edip yatakta doğruldu. “Noldu ula? Yangın mangın mı çıkdı? Ne dürtüyon öyle telaşla?” dedi.

Katip üzgün “abi sormu yav! Nuri abiyi bıçaklamışlar” deyince Halim ayağa fırladı “senin azın ne deyo ula? Kim bıçaklamış? Hangi dürzüymüş? Yoğusam kerhanedeki o garının adamları mı?” diye bağırıp, söyleniyordu.

Katip, Halim kükrer gibi bağırınca biraz ürkmüştü “yok abi onlar değil. Hani guşlu cami var ya! İşde orda naylon çadırların yanında bıçaklamışlar. Kimse bi şey bilmiyor” dedi. Halim “Nuri nerdeymiş şindi?” dedi. Katip “orda kahvede tanıyanlar bi taksiye atıp, hastaneye götürmüşle. Ordakiler öyle diyor” dedi.

Halim tam şaşırmış ayı gibi böğürüyordu. “Ula Nuri’yi bıçaklıyan kimise bi bulen; Allah yaraddı demecen, parça pinçik edicen” diye bağırıp kükrerken dışarı çıktı. Orada pansiyon sahibi vardı. Ona “hadi dayı senin arıbayla hasdaneye gidem” dedi.

Pansiyon sahibi de ‘lafı ikiletmeden’ “gidelim atla arabaya” dedi. Metin de oradaydı; o da arabaya bindi. Üçü hastaneye vardı.

O sırada acilde Nuri’yi taksiye koyup gelenler de oradaydı. Halim diğerlerinden önce onlara “Nuri nerde? Nasıl olmuş, kim bıçaklamış?” diye soru yağmuruna tuttu. Onlardan biri “valla arkıdaş biz de bi şey bilmiyoz. Orda kavenin önünde oturuyorduk. Aniden yamur bastırdı, biz içeri kaçtık. O sırada Nuri parka dalmış; orda naylonların altında kalanlar bağrışıyomuş. Nuri onların yana vardıktan az sonra parkın köşeye geldi, yere kapaklandı. Orda mühendis mi ne? Biri var. O koştu geldi. Nuri’yi çeviriyordu biz yetiştik. Karnında gan büngüldüyordu ben üstüne şapkamı bastım. Bi taksiye alıp buruya geldik. Şimdi o içerde; biz de bekliyoz” dedi.

Halim ısrarla “kim bıçaklamış?” diye soruyordu. O adam o bürodaki mühendis “biri elinde bıçak koşarak şöyle gitti” dedi. Halim “neriye gitmiş?” deyince o adam sorulardan sıkılmıştı “bizimoğlan sende polis gibi sorup durma. Az önce buradaki polise de dedik. Bizim gördüğümüz bişey yok. Gördüyse o naylonların altındakiler; bi de o mühendis mi ne? O biliyor” dedi.

Bu sırada içerden biri geldi, doktormuş. “Yaralının yakınları siz misiniz?” dedi. Nuri’yi taksiyle getirenler “biz yakını falan değiliz, insaniyet namına alıp geldik” derken Halim atıldı “buyrun biz yakınıyız” dedi. Doktor “başınız sağ olsun. Çok uğraştık; ama hem yara derindi. Ayrıca çok kan kaybetmiş. Bıçak ana damarı kesmiş; tekrar başınız sağ olsun” dedi.

Hem Nuri, hem de Metin adeta yıkılmış orada duvar dibine çökmüştü. Nuri’yi getirenler Halim’in omzuna dokunup “başınız sağolsun birader” dediler. Halim belli belirsiz “sağolun” dedi. Aklı hamamda gördüğü rüyada Nuri’nin uzaktan el edişindeydi. “Herhal galbime doğdu” diye mırıldandı.

Metin, Halim kendine söylüyor sandı “anlamadım birader. Ne söyledin?” deyince Halim “heç bizimoğlan sonra anladırın” dedi.

Bu sırada yanlarına biri geldi. “Bu cenazenin sahibi siz misiniz?” dedi. Halim içinden “hadi oğlum Nuri; beş dakkada cenaze oldun çıkdın” diye geçirip “Biziz” dedi. O adam “o zaman bekleyin. Savcı gelip cenazeyi görecek. Otopsiye gerek görmezse, işlemleri yapar cenazeyi teslim ederiz” dedi. Halim “olur bizim oğlan biz buradayız” dedi; ama “savcı, otopsi” laflarından bir şey anlamamıştı. Metin’e “sen bunlardan bişey anladın mı?” diye sordu. Metin “bilmiyorum” der gibi boynunu büktü.

Halim dünü hatırladı; Metin’e “daha dün senin yandan gelince gel bizimoğlan bişeyle yiyem dedim. Olur bizim oğlan dedi. Ciğerciye iki ciğer söyledik. Onları yerken bene ‘bizim oğlan şunlara da iki ciğer yapdırıve sevab olur, bende para yok’ dediydi. Hani orda naylon çadırda olanla var ya onlara’ dedi.

Metin “rahmetli” dedi. “Rahmetli” derken içeri bir çeşit olmuştu. Dün sabah birlikte olduğu arkadaşına “rahmetli” demek onu da çok sarsmıştı. Tekrar “rahmetli hep onlara bakar elinden geldiği kadar yedirir, içirirdi. Gariban dostuydu. Hepimizin midesinde lokması vardı. Adam gibi adamdı, Allah rahmet etsin” dedi. Halim “ben de onu deyon. O öyle deyince emrin olur bizimoğlan dedim. Ayıbdır söylümesi beş ciğer söyleyip onlara verdirdim. Allah seni inandırsın. Nuri o garibana ciğeri bu ısmarladı diye bene gösterdi halde, o gariban sanki Nuri ısmarlamış gibi ‘sağol Nuri abi’ dediydi. Sona gittik Emin’in oruya. Ayıbdır söylümesi, bi ufak gırdık; ordan burdan gonuşduk geldik; ikimiz de vurup gafayı yattık. Sabah da erkenden gitmiş. Dün ‘bizim oğlan benim yere biri dadanmış. Yarın o köşüye bir uğruyen’ dediydi. Şindi de burdeyiz. Nuri, cenaze, rahmetli; ‘kim bilir biz de neyiz?’ hiç aklım ermeyo” dedi. Ağlamaklı olmuştu.

Metin de ağlamaklıydı. Bu sırada savcı da gelmiş; polisle konuştuktan sonra otopsiye gerek görmemişti. Az sonra o adam yine geldi. “Cenazenin en yakını kimse gelsin” dedi. Halim ayağa kalktı “bizim oğlan ikide bir cenaze deyip durma yav içim bi çeşit oluyo. ‘Nuri’ de, adı Nuri’ydi” dedi.

O adam Halim’i anlamıştı. Tanıdıkları kimleri oluyorsa? Öldüğünü kabullenemiyorlardı. O adam burada çok cenaze görmüştü; morg görevlisiydi. Burada yakınının öldüğünü kabullenemeyen “hayır hayır ona cenaze demeyin onu daha dün veya az önce gördüm, konuştum” diye feryat eden çok cenaze yakını görmüştü. Onun için Halim’in bu tepkisine “kusura bakma bizim oğlan ağız alışkanlı. Bu Nuri’yi kaydedicekler de ben onu için sizi çağırmaya geldim” dedi.

Halim, Metin’le birlikte adamın arkasından gittiler. Orada bir başka görevli “merhumla yakınlığınız neydi?” dedi. Halim içinden ‘eyi bu cenaze demedi. Merhum dedi; bu bile iyi’ diye geçirirken o görevlinin sorusuna “heç arkıdeşiyiz” dedi. Görevli “peki bunun hiç yakını, akrabası yok mu? Memleketlisi falan. Cenazeyi alacak kimse yok mu?” dedi.

Bu uzun soru karşısında Halim de, Metin de şaşırmıştı. Hele Halim böyle uzun soruları anlayıp “pattadak” cevap verecek durumda değildi. Hele şimdi daha şaşkındı. Hayatında ilk kez böyle durumla karşılaşıyordu. “Valla memur bey Nuri’nin arkıdeşiyiz o gadar. Valla ben nereli olduğunu, hısım akrabası var mı bilmeyon” dedi Metin’e “Nuri nereli? Sen biliyon mu?” dedi.

Bu sırada hem soruları soran hem de morg görevlisi özellikle Halim’e onun cenazeden hala Nuri diye bahsetmesine acıyarak ve şaşkınlıkla bakıyordu.

Morg görevlisi Ödemiş’in köylerindendi. Halim’in konuşması ona memleketini hatırlatmıştı. Onlar böyle çok kaba konuşmazdı; ama dağ köylülerinin buna benzer konuştuğunu biliyordu. Metin, Halim’in sorusu üzerine “vallahi ben de bilmiyorum, nüfusunda yazılıdır herhalde” dedi. Her iki görevli de karşılarındaki iki şaşkına yardımcı olmak istiyordu. Öteki görevli “nüfusunda nereli oldu bilinse bile kim arıycak? Neyse peki bu cenazeyi kim alacak?” diye tekrar sordu. Halim “memur bey biz Nuri’nin ölüsünü alıp da netcez? onu siz herhalde gömdürüsünüz” dedi.

Görevli anlamıştı. Bu cenaze de kimsesizler mezarlığına gömülecekti.

                                              DEVAM EDECEK

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder