O ayakkabıcıdan ayrılınca pansiyona doğru
yürüdü. O sırada aklında ‘bitbazarına gidip öteberi almak’ vardı. Bu
düşüncelerle pansiyona vardı. Tombalacı Nuri pansiyonun dışında oturmuş çay
içiyordu. Halim’i karşıdan görünce “ooo beyimiz geliyor; hay maşallah şu gelişe
bak” diyordu; Halim Nuri’yi böyle erkenden içki içmemiş, neşeli görünce içinden
‘hayırdır işallah. Bizim oğlan yola geliyor herhal’ derken Nuri’nin yanına
geldi. “Meraba bizim oğlan; iyiki sen buradasın” dedi. Nuri “hayırdır benlik ne
işin var” deyince Halim “hiç, bit bazarında bir, iki bi şey alıcen de! Oraya
gidem decedim” dedi. Nuri “tamam bizim oğlan gidelim” deyip ayağa kalktı.
Halim içeri girdi katibe “şu kasıdan
biraz para çekicedim” dedi. Katip, Halim girince korkusundan ayağa kalkmıştı.
Halim “şu kasıdan biraz para çekicedim” deyince “tamam abi emrin olur” derken
kasayı açtı “ne kadar istiyosun?” dedi. Halim yüz lira çekecekti; ama hemen yüz
lira demedi. Kafasını havaya kaldırdı; bir şey düşünüyormuş gibi yaptı,
“şindilik bi yüzlük yeter” dedi.
Bu sırada katip şaşkınlıkla Halim’e
bakıyordu. Halim “şindilik bi yüzlük yeter” deyince katip kasadan bir ellik,
iki yirmilik, bir onluk aldı, “buyur abi bozuk lazım olur diye bozuk verdim”
dedi…
Halim içinden ‘götlek, mötlek; emme
kafası çalışıyo’ diyerek parayı aldı “şindi ne gadar galdı?” dedi.
Katip hemen yeni bir makbuza yüz yetmiş
beş lira yazıp, “bu kadar kaldı” diye makbuzu Halim’e verdi. Halim makbuzu aldı
kafasından hesap etti, “aferin doğru yazmışsın” dedi.
Katip “öteki makbuzu yırt at” derken
Halim dışarı çıkmıştı. Katibin “öteki makbuzu yırt at” dediğini duymuştu.
Geriye dönüp “sen bene ne sanıyon oğlum? Biz sizin gibi öyle üç kağıtçı
değiliz; herhal yırtcez” diyecekti ‘şindi bi de bunlarla uğraşmeyen’ deyip
Nuri’ye hadi “bizim oğlan gidiyoruz” dedi…
Nuri Halim’in canının bir şeye
sıkıldığını ‘ayı gibi’ homurdanışından anlamıştı. “Hayırdır bizim oğlan bişeye
mi canın sıkıldı?” deyince Halim boş ver der gibi elini sallayıp “bunlan hepsi
götlek” dedi.
Nuri de “doğru bizim oğlan, bunların
hepsi öyle. Başı çıkılmaz. Hani kepineğile ürküt değneğile say demişler ya,
aynı öyle” dedi.
Bu sırada bitpazarına girdiler. Nuri
“önce Metin’in oraya gidelim” dedi. Halim “ben de Metin’le öyle gavilleşdiydim”
dedi. O tarafa yöneldiler. Nuri, Halim’e “bu Metin az deli meli; amma çok temiz
oğlan. Biliyormusun o daha önce tımarhanede yatmış” dedi.
Halim bunu duyunca “hadi ya! Tevekeli
az delimsirek; herhal ondan” derken Metin’in çalıştığı dükkana geldiler. Metin
dükkan önünde bunların konuşarak kendi yanına geldiğini görmüştü. Onlar yanına
gelince “öyle ne kaynadıp geliyorsunuz?” dedi.
Nuri ve Halim suçüstü yakalanmış
çocuklar gibi ikisi birden “hiç öyle gonuşuyoduk valla bi şey” değil deyince,
Metin biraz işkillenmiş, içinden ‘bunlar benden bi şey saklıyor amma ne?’ demiş
ve “iyi saklan bakalım, nasıl olsa anlarız” dedi. Her ikisi de suçlu gibi
önlerine bakınırken, Metin “şöyle içeri girelim” deyince Nuri ve Halim
rahatladı. Metin’in arkasından dükkana girdiler.
İçeride Metin’in patronu da vardı.
Bir gün önce gördüğü Halim içeri girince “oo beyimiz gelmiş” dedi, “bu kim?”
diye Nuri’ye bakınca Metin “patron bu da benim öteki arkadaş Nuri” dedi.
Patron onlara “Metin’le içeri gezin
bakın. Fiyata merak etmeyin; isterseniz Metin sizi öteki dükkanlara da
gezdirir” dedi. Halim’e bakarak “bu beyi güvey gibi donadalım” dedi. Halim
kendinden bahsedilince biraz utanmıştı.
Metin’e “haydi göster” der gibi
bakınca Metin “şunlara bak bakalım” dedi. Oraya baktılar.
Halim’in bedeni battal beden de
battaldı. Araya araya o dükkanda, yandaki komşu dükkanda tam Halim’e göre iki
gömlek, iki pantolon, bir kazak bir de güzel bir mont buldular. Halim bunların
hepsine altmış lira ödedi.
Aslında çok daha fazla tutacaktı; ama
“sağ olsun” Metin ve patronu sayesinde çok ucuza almıştı.
Neyse; Halim parayı ödedi, Nuri’yle
birlikte Metin’e ve patronuna teşekkür etti; aldığı kıyafetlerle birlikte
pansiyona geldiler.
Yolda Nuri “bizim oğlan iyi buldun
valla hem de epey ucuz aldın. Ben de haftaya maftaya ordan kendime kışlık bi
şeyler alıcam” dedi.
Halim “obal boynuna. Para mara
lazımsa söyle. Da kasıda yüz yetmiş beş gayme var. Onu veren isdesen” dedi.
Nuri “sağol bizim oğlan şimdi lazım değil. Ben o zamana kadar kazanırın. Zaten
yarın benim köşeye gidicen. Duyduğuma göre bi başkası oraya dadanmış. Gidip bi
gözükücem, hem bu arada üç beş kazanırım” dedi. Halim “öyle olsun bizim oğlan,
yalınız bi şey lazım olur isdimezsen küserin bak” dedi. “Sonra senin o işi de
halletmenin zamanı geldi. Şu Metin’in işi bi hal yola goyam; ondan sonra bi
plan yapıp o hergililen depesine çökem” dedi.
Nuri “bizim oğlan o iş senin sandığın
gibi çok kolay değil. Çok iyi plan yapmak lazım… O orospu çocukları baya
dişlidir” deyince Halim “sen orasını garışdırma. Bu arkıdeşin onlan dişini
söker ellene verir, biz de öyle boş değiliz. Bu fakir hapislikte öyle çok orasbı
çocunu hizaya getirdi, sen bu gardeşine güven” diye koca eliyle Nuri’nin omzuna
hafifçe vurdu.
Nuri içinden ‘herif az kalsın
kemiklerimi kırcak’ derken gülümsedi “belli bizim olan belli belli. Az kalsın
kemiklerimi kırcaktın” dedi. Halim içinden ‘bu ölmüş de ağlıyanı yok’ derken
gülerek “abu bizim oğlan. Hayrına bene ayı gibi demiyola; kusuruma bakma” dedi.
Bu sırada pansiyona gelmişlerdi.
Halim “hadi gel bi garnımızı doyuralım” dedi. Eşyalarını katibe teslim ederken
“gaybolursa külahları değişiriz bak” dedi. Katip “tabi abi gözüm gibi bakarın”
derken Nuri’yle Halim çoktan ciğercinin yanına varmıştı. Halim hem kendine, hem
Nuri’ye yarım ekmek ciğer söyledi. “Beninki bol soğanlı osun” dedi, Nuri’ye
“seninki nasıl olsun bizim oğlan?” derken ciğerci “o soğansız yer” dedi. Halim
“valla dayı; bizi bizden iyi tanıyon helal olsun” dedi.
Ciğerci ciğeri ekmeklerin içine
korken içinden ‘bunun da eline biraz para geçti çalımından geçilmiyor’ diyordu.
Her ikisinin ekmeğini de paket yapıp
verdi. Halim iki paketinde parasını verirken, Nuri’ye “bizim oğlan ayran işcen
mi” dedi. Nuri “sağ ol bizim oğlan, ben ayran sevmem” dedi birlikte caminin
parkında banka oturup yarım ekmek ciğerlerini yerken Nuri “bizim oğlan paran
varsa şunlara iki paket yapdır da gönder isdersen; hayrın olur” dedi.
Halim kısaca düşünüp “tabi bizim
oğlan biri yer biri baka” deyip, ciğerciye “dayı şunlara da beş tane yapıver”
dedi. Caminin parkında naylona çadırlarda yaşayanlardan onlara bakan birine el
etti. El ettiği koşup gelince ”Gel bizim oğlan şunları al da arkıdeşlenle ye.
Yalınız duayı Nuri abenize edin. Çünküm bu onun aklına geldi” dedi. Bu sırada o
‘Adem babalardan’ koşup gelen ciğercinin hazırladığı paketleri sevinçle aldı,
belli, belirsiz Nuri’ye “sağol abe” deyip koşarak gitti…
Çünkü Nuri her zaman onları kollardı.
Parası olunca da mutlaka bir şey ısmarlar, arada bir şarap alıp “alın
zıkkımlanın” diye onlara verirdi. Onun için paketi alan ‘Adem baba’ parayı
kimin verdiğine aldırmadan Nuri’ye “sağol abe” demişti.
Nuri Halim’i gösterip “dur yav parayı
o verdi. Ona teşekkür et” derken ‘Adem baba’ duymamış koşarak naylon çadıra
gitmiş, pakettekileri arkadaşlarıyla paylaşmıştı...
Halim arkasından bakarken “boş ver
bizim oğlan. Onla beni tanımaz seni bilir. Beninki denk gelince; emme sen
onlara bubuları gibi bakıyon. Bugün de sen söylümesen benim aklıma gelmezdi.
Onla rahmetin nerden gelip yağdığını biliyor valla, helal osun” dedi ciğerciye
toplam on dört lira ödedi; sonra Nuri’ye “bizim oğlan oldu olcek, Emin’in oruya
gidip birer duble bi şey içem” dedi.
Nuri “olur valla kar yağdı zaman
tozarmış” dedi. Birlikte Emin’in meyhaneye giderken Halim içinden ‘olsun
varsın. Yılda bi kere olur böyle şey?’ dedi cebindeki para yeter mi? diye
düşündü.
Cebinde ciğer parasını ödedikten
sonra hala yirmi sekiz lira vardı.
‘yeter de arta bile’ diye düşündü.
Emin’in meyhaneye gelmişlerdi.
Nuri’ye “bi ufak açdıram” dedi, birlikte bir masaya oturdular. Halim bir ufak,
su, yoğurt, bir de acılı ezme söyledi. Nuri’ye “başka bişey söylüyem mi
bizimoğlan?” dedi. Nuri “bunlar yeter de artar bile” dedi. Bu sırada Emin
onlara şaşkın bakıyordu. “beyler patron kim?” dedi. Nuri Halim’i göstererek
“ağa bu” dedi. Halim mahcup “öyle deyib durma ya! Bizim ağalık nolcek, yaz
yağmırı gibi topra bile ıslatmaz” dedi. Nuri “muteber olan toprak tam kururken
bitkilerin üstüne düşen o birkaç damla yağmurdur” dedi.
Böyle dereden, tepeden sohbet ederek
rakılarını içtiler. Bu sırada Halim birkaç kez; o kadından, patronla ilgili
duyduklarından Nuri’ye bahsetmeyi düşündü. ‘indi sırası değil’ diye vazgeçti.
Hesap yirmi iki lira tutmuştu. Halim
hesabı ödedi; birlikte pansiyona geldiler.
Halim Nuri’ye “bizim oğlan ben erken
yatıcen. Yarın hamama falan gitcen, işim çok” dedi. Nuri “ben de geliyorum;
yarın benim de işim var” dedi. Birlikte odaya girdiler. Ayaklarını falan
yıkayıp vurup kafayı yattılar.
Bu gece yine yağmur gök gürültülü
şakır şakır sabaha kadar yağdı. Halim yağmurun tıpırtısıyla çok güzel uyumuştu.
Sabah uyandığında çoktan bulutlar dağılmış hava pırıl pırıldı. Baktı Nuri
yoktu. ‘Bugün köşesinde işe gidcen deyodu. Herhalde oruya gitti’ diye aklından
geçirdi; yatağın içinde dünü düşündü.
Aldığı gömlek, pantolon, kazak ve
mont aklına geldi. İçini sevinç kaplamıştı; birden aklına garson Cengiz’le
Ali’nin söyledikleri, patronu ve o kadın aklına gelince neşesi kaçtı.
Lokantacının, patronunun yanında uzun süre kalması aklına geldi. ‘Bunlan
arasında bi şey var; emme yakında kokusu çıkar’ dedi. Hamama gideceği aklına
gelince yine içine sevinç kapladı. “Sen işine bak oğlum, öyle şeyler zamanla
hallolur” dedi. İçinden ‘tellak Amad sıkı du; Halim geliyo. Gören gari sene;
tellaklık neymiş göster’ dedi. Hevesle kalktı, tuvalete girip çıktı, elini
yüzünü yıkadı, çabucak giyindi; kasadan otuz beş lira daha çekti.
İçinden ‘bunla hem yıkanıcen, hem de
hafta sonuna gadar idare edicen, sene başka para yok’ dedi. Tatil olduğu için
çay ocağı da kapalıydı. Katip uyku sersemliğiyle Halim’e kasadan otuz beş lira
verdi; yüz kırk liralık da yeni makbuz verdi. “Hayrola abi bi yere mi
gidiyorsun?” dedi. Halim “sene ne?” diyecekti; kendini tuttu “hamama gidiyon,
başka sorun var mı?” dedi ve hamama yollandı.
Katip arkasından “ayı barut gibi bi
şey, sormaya da gelmiyor. Ayı nolucak” dedi ve vakit daha erken deyip bekleme
odasında gündüz müşterilerin özellikle kışın oturduğu divana uzandı.
Bu sırada Halim hamama doğru
yürüyordu. Yolda bir büfeden jilet aldı. “Ee! Etek traşının zamanı geldide
geçiyor” diye söylenirken aklında yalnız kese yaptıracağı Tellak Ahmet ve kese
olduktan sonra hamamda soyunma odasında hamam sonrası dinlenmesi vardı.
Bu düşüncelerle hamam girdi. Bütün
tellaklar onu tanıyor ve onu keselemek için can atıyordu; ama Halim de Tellak
Ahmet’in keselemesini seviyordu. Hamamdan içeri girince bakındı. Tellak Ahmet
yoktu. Öteki tellaklara selam verip “bizimki yok mu?” dedi.
Hepsi de onun Tellak Ahmet’i
sorduğunu anlamıştı. Adeta koro halinde “şimdi gelir” dediler. Az sonra Tellak
Ahmet geldi. Tokat’lıydı, gençliğinde güreş de tutmuştu. Güçlü kuvvetliydi. Dev
gibi Halim’i keselerken o güreş günleri aklına geliyordu.
Gerçi hiç Halim gibisine çatmamıştı.
Zaten Halim gibi bir daha çıkmazdı. Bir babası vardı. Onu Hacı Ömer’in Osman’ın
oğlanları haklamıştı. Bir de Halim vardı. Halim hiç güreşmemişti; ama bu
haliyle bile ‘değme’ pehlivanlar istedikleri kadar oyun bilsin Halim’in
hakkından gelemezdi.
Tellak Ahmet böyle düşünüyor; hiçbir
pehlivana nasip olmayacak birine, adeta güreşir gibi keselemekten çok mutlu
oluyordu.
Halim’e “oo bizim oğlan valla gözüm
yollarda galdı, nerlerdeydin?” dedi.
Halim soyundu. O önden Tellak Ahmet
arkada içeri girdi. Tellak Ahmet Halim’e “bizim oğlan az terleyi koy” deyip
dışarı çıktı.
Halim çabucak orada bir yerde “etek
traşını” olup içeri girdi.
O sırada hamama gelen müşteriler veya
içerdeki müşteriler Halim’i görünce hepsi içinden “hey Maşallah” derken, Tellak
Ahmet de gelip işbaşı yapmış; göbek taşı üstünde terleyen Halim’i keselemeye
başlamıştı.
Her kese vuruşta “hey Maşallah” diyordu,
bu sırada Halim’den çıkan kirler oklava gibi göbek taşının üstüne
sıralanıyordu.
Diğer tellaklar ve müşteriler
yıkanmayı bırakmış onları seyrediyordu.
Tellak Ahmet kendini işine kaptırmış
“hey Maşallah” diye diye Halim’i keseliyor; Halim’de keselendikçe bir hoş
oluyordu.
Eli ayağı, boynu, göbeği, sırtı
derken keseleme bitti. Tellak Ahmet keselenecek neresi varsa çok iyi bilirdi.
Halim’i keselenmesi bitmiş, artık her yeri kıpkırmızı olmuş kir çıkmıyordu.
Sıra elini, ayağını değiştirip kulunç kırmaya gelmişti.
İşte şimdi Tellak Ahmet’in kendini ve
sanatını tam gösterme sırasıydı. Keseleme işin üvertürüydü. Şimdiki iş ise işin
bam teliydi.
Tellak Ahmet bir girişti. Ne yaparsa
yapsın Halim ‘of!’ bile demiyor, “eline sağlık bizimoğlan” dan başka bir şey
söylemiyordu…
Bütün tellaklar Tellak Ahmet’e
imrenerek bakıyor; utanmasalar “bırak da azcık biz elini, ayanı değiştirelim”
diyeceklerdi. Çünkü kendi müşterileri; daha doğrusu Halim haricinde gelen
müşterilerin en dayanıklısı bile oflamadan, puflamadan duramazdı.
Tellaklar o müşterilerde bir sakatlık
olmasın diye çok dikkatli olmak zorundaydı. Ya Halim! Vur, bük, asıl; ne
yaparsan yap yalnız “eline salık bizim oğlan” der başka bir şey demezdi. Yani
Halim her tellağın arayıp bulamadığı tek müşteriydi; onu da Tellak Ahmet
kapmıştı.
Halim kendini seyreden bütün gözlere
aldırmadan tellak Ahmet’in kendini yıkamasından çok keyif almıştı. Tellak Ahmet
onu bir de bi güzel sabunlayıp peştemalını sarıverdi “saatler olsun bizimoğlan”
deyip gitti.
Halim havluya sarılı dışarı çıktı,
odasına girip uzandı. ‘Offf! Sağosun bu Amad, valla guş gibi oldum’ dedi.
Kendine bir de çay söyledi, çayı içtikten sonra ‘azcık kestiren’ deyip uyudu.
Rüya görüyordu. Rüyasında yine o kadın
vardı. Canavar gibi olmuş; ağzından salyalar akarak Halim’i çağırıyordu. Bu
sırada patronu elinde bir tüfek Halim’e “gitme vururun” diye bağırıyordu. Bu
sırada lokantacı, pastaneci, çaycılar, pansiyon katip ve çaycısı, ciğerci maç
seyreder gibi toplanmış Halim’e bazısı “git!” bazısı da “gitmee!” diye
bağrışıyordu. İri iri güzel gözleri olan ebenin kızıyla, bal rengi buğulu
gözleri olan köy katibinin kızı da kelebek olmuştu. Gelip Halim’i bulutlara
kadar uçurdular. Bu sırada Tombalacı Nuri’de karşıdan ona; sanki bir yere
gidiyormuş gibi el sallıyordu.
Bu sırada uyandı “hayırdır inşallah”
dedi. Kalktı kapıyı açtı; orada bekleyen tellaklara “bizim oğlan saat kaç”
dedi. Oradaki kimse “abi saat on iki dedi.” Halim çok şaşırmıştı, “emme
uyumuşun ha!” dedi.
Çünkü sabahleyin dokuzda gelmişti.
Camdan dışarı baktı; hava hafif bulutlanmıştı. “akşam yine dımbırtıyla uyucen”
dedi. Kalktı giyindi, aşağıda hamam parası, tellak bahşişi, çay parası derken
on üç lira ödedi. Kalan parasını hesap etti. Yirmi yedi lirası kalmıştı. “Bu
hafta yetmesi lazım” dedi, sonra “adam olana yeter de artar” dedi. Hala rüyanın
etkisinde idi. “Bu gördüklem neyiki acıba?” dedi. Sonra “tabi oğlum… Sen onun bunun garısına göz
dikesen başın essahdan derde gircek! Ayanı denk!” al diye kendini eleştirip,
uyardı.
Yine “nineci” aklına geldi. Nineci
“tosun torunum, uçkuruna mukayyet ol. En aşşalık insan garı osun, adam osun
uçkuruna düşkün olanladır. Onnan en yakın ahbabı şeytandır. Ne bu dünyada, ne
de öteki dünyada dirlik yüzü görmez, cenabı hakkın naleti üstlenden esik olmaz.
Bunu bil, düşün onu göre” demişti. “nur için de yat ninecim, sen heç merak
etme, beni hiç kimse bozumecek” dedi.
O kadını aklından çıkarmaya çalıştı. ‘Kör
olası kadının memileri’ aklından çıkmıyordu. Tam “unutucekken” aklına memeleri
geliyor “ne memi beh!” demeden edemiyordu.
Uğraşa uğraşa kadını aklında çıkardı.
Bu sırada güzel gözlü ebenin kızıyla köy katibinin kızını hatırlamıştı. İçinden
“kimbilir nerlededirler?” dedi. Onları dünya gözüyle bir görse Allahtan başka
bir şey istemezdi.
Böyle düşünüp onları görmek aklına
düşünce içi “bi çeşit” oluyor, hafif ateş basıyordu. Şimdi de öyle olmuş; hafif
terlemişti. “Herhal hamamdan çıkınca öyle oldu” diye kendini teselli etmeye
çalıştı “unud olum unud yoğusam deli Necmi gibi yollara düşcen” dedi.
Deli Necmi çocukluğunda köyde hep
sokakta olan bir deliydi. Kimi kimsesi yoktu. Ninesi ona “bu sevdalandı da
ondan böyle, dolaşıp duru. Sen bilmezsin; o bubanla yaşıt. Aşşa köyden sevdi bi
gız varıdı. O esgerdeyken bubası gızı gız ‘ben Necmi’ye varcen’ deye bağırıp,
çığırsı da başkasına verdi. Esgerden dönüp de örenince, ondan keri Necmi hayır
etmedi, böyle oldu” demişti.
Bunlar aklına geldi, güldü ‘ben o
gızları almecen ki! Ha bi dünya gözüyle gören deyon’ diye kendi kendine,
kendini savundu.
Tombalacı Nuri’nin uzaktan el sallayışını
ve “çabuk gel!” diye bağırışını hatırlayınca “o neydi ki öyle? Pansiyona
varınca bu rüyayı Nuri’ye bi deyen bakam, ne decek?” dedi.
Bu sırada hamamın kapısından
çıkıyordu. Onun böyle dalgın kendi kendine konuştuğunu gören tellaklar, Tellak
Ahmet bakıp kalmıştı. Halim tam kapıdan çıkarken kendine geldi; gülümseyerek
“bizim kafa giddi gine” dedi; sonra “sağol Amad gardaş, sayende guş gibi oldum.
İşallah gine görüşürüz; hadi size hayırlı işler” deyip kapıdan çıktı.
Bu sırada Tellak Ahmet “çabık gel de
özletme kendini” derken öteki tellaklar içlerinden ‘İnşallah bunu kesilemek
bize de nasip olur’ diyordu. Hepsi Halim’in arkasından “güle güle bizim oğlan”
dediler.
Halim hamamdan çıkınca yine havaya
baktı. “Bugün rahmet erken başlıycek” dedi, biraz deniz kenarında dolaşmak için
sahile indi. Hamamdan çıktığı çok belliydi. Tellak Ahmet iyi kese atmıştı. Yüzü
kıpkırmızı ve ışıl ışıldı.
Aslında eli ayağı ve kafası iri
olmasına rağmen biçimliydi. Saçları da yıkanınca pırıl pırıl olmuştu.
Gençliğindeki gibi çok uzun değildi; ama yine aslan yelesi gibiydi. Köylük
yerde saç kestirecek berber olmadığından; bir de belki öyle sevdiğinden saçları
aslan yelesi gibi olurdu. Askerde ve hapishaneye ilk girdiğinde saçlarını
makineyle kesmişlerdi. Hapisliğinin son yıllarında saçı epey uzamıştı.
O da öyle yeleli saçı seviyordu.
Vitrinlerin önünden geçerken yelelerine bakıp çok beğenirdi. Hele şimdi
yıkanınca saçları deniz kenarında rüzgarda uçuşuyordu. Orada kenarda bir sete
oturup körfezi seyretmeye başladı. Gelip geçen onun farklı görüp, birbirine
gösterip gülüşüyordu. Ama o bunların farkında değildi. Belki farkındaydı; ama
umursamıyordu.
Aklı yeni dikilen ayakkabı ve
bitpazarından aldıklarındaydı. Artık ne kadını? Ne de patronu? aklına
gelmiyordu. O sırada hayalinde o ayakkabıyla, gömlek ve pantolonu giyiyor;
üzerine de montu giyip işe geliyordu.
Böyle düşünürken ne kadar vakit geçti
bilmiyordu. Burnuna ve kulağına bir, iki
damla düşünce irkildi. Baktı hava bulutlanmıştı “hava erken gapadı; şindi
yağmır hızlanır. Kalkıp gitmek lazım” derken, gerçekten damlalar hızlanmıştı.
Hızla ayağa kalktı; dev adımlarla
yürümeye başladı. O hızlandıkça yağmur hızlandı. Yağmur hızlandıkça o hızlandı.
En son bardaktan boşanır gibi yağmaya başlamıştı ki! Kendini pansiyona zor
attı.
İyi ıslanmıştı. Başındaki yağmur
sularını eliyle sıyırırken katip “az önce Nuri abi geldi. Tombula torbasını
bana verdi, koşarak “karnım çok acıkdı deyip” gitti” dedi. Halim “acından
ölüyomuymuş? Ha azcık bekliseymiş ya” dedi. Katip “valla ben de öyle dedim;
amma dinlemedi koşarak gitti” dedi. Halim “yağmır az dinsin ben de giden” deyip
odasına girdi. Islanan gömlek ve pantolonu çıkardı.
Yaz günü çorap giymiyordu. Başını
kuruladı, yatağa uzandı. Ne kadar uzandı bilmiyordu, uymuştu. Birden katibin
“Halim abi Halim abi” diye dürttüğünü fark edip yatakta doğruldu. “Noldu ula? Yangın
mangın mı çıkdı? Ne dürtüyon öyle telaşla?” dedi.
Katip üzgün “abi sormu yav! Nuri
abiyi bıçaklamışlar” deyince Halim ayağa fırladı “senin azın ne deyo ula? Kim
bıçaklamış? Hangi dürzüymüş? Yoğusam kerhanedeki o garının adamları mı?” diye
bağırıp, söyleniyordu.
Katip, Halim kükrer gibi bağırınca
biraz ürkmüştü “yok abi onlar değil. Hani guşlu cami var ya! İşde orda naylon
çadırların yanında bıçaklamışlar. Kimse bi şey bilmiyor” dedi. Halim “Nuri
nerdeymiş şindi?” dedi. Katip “orda kahvede tanıyanlar bi taksiye atıp,
hastaneye götürmüşle. Ordakiler öyle diyor” dedi.
Halim tam şaşırmış ayı gibi
böğürüyordu. “Ula Nuri’yi bıçaklıyan kimise bi bulen; Allah yaraddı demecen,
parça pinçik edicen” diye bağırıp kükrerken dışarı çıktı. Orada pansiyon sahibi
vardı. Ona “hadi dayı senin arıbayla hasdaneye gidem” dedi.
Pansiyon sahibi de ‘lafı ikiletmeden’
“gidelim atla arabaya” dedi. Metin de oradaydı; o da arabaya bindi. Üçü
hastaneye vardı.
O sırada acilde Nuri’yi taksiye koyup
gelenler de oradaydı. Halim diğerlerinden önce onlara “Nuri nerde? Nasıl olmuş,
kim bıçaklamış?” diye soru yağmuruna tuttu. Onlardan biri “valla arkıdaş biz de
bi şey bilmiyoz. Orda kavenin önünde oturuyorduk. Aniden yamur bastırdı, biz
içeri kaçtık. O sırada Nuri parka dalmış; orda naylonların altında kalanlar
bağrışıyomuş. Nuri onların yana vardıktan az sonra parkın köşeye geldi, yere kapaklandı.
Orda mühendis mi ne? Biri var. O koştu geldi. Nuri’yi çeviriyordu biz yetiştik.
Karnında gan büngüldüyordu ben üstüne şapkamı bastım. Bi taksiye alıp buruya
geldik. Şimdi o içerde; biz de bekliyoz” dedi.
Halim ısrarla “kim bıçaklamış?” diye
soruyordu. O adam o bürodaki mühendis “biri elinde bıçak koşarak şöyle gitti”
dedi. Halim “neriye gitmiş?” deyince o adam sorulardan sıkılmıştı “bizimoğlan
sende polis gibi sorup durma. Az önce buradaki polise de dedik. Bizim
gördüğümüz bişey yok. Gördüyse o naylonların altındakiler; bi de o mühendis mi
ne? O biliyor” dedi.
Bu sırada içerden biri geldi,
doktormuş. “Yaralının yakınları siz misiniz?” dedi. Nuri’yi taksiyle getirenler
“biz yakını falan değiliz, insaniyet namına alıp geldik” derken Halim atıldı
“buyrun biz yakınıyız” dedi. Doktor “başınız sağ olsun. Çok uğraştık; ama hem
yara derindi. Ayrıca çok kan kaybetmiş. Bıçak ana damarı kesmiş; tekrar başınız
sağ olsun” dedi.
Hem Nuri, hem de Metin adeta yıkılmış
orada duvar dibine çökmüştü. Nuri’yi getirenler Halim’in omzuna dokunup
“başınız sağolsun birader” dediler. Halim belli belirsiz “sağolun” dedi. Aklı
hamamda gördüğü rüyada Nuri’nin uzaktan el edişindeydi. “Herhal galbime doğdu”
diye mırıldandı.
Metin, Halim kendine söylüyor sandı
“anlamadım birader. Ne söyledin?” deyince Halim “heç bizimoğlan sonra
anladırın” dedi.
Bu sırada yanlarına biri geldi. “Bu
cenazenin sahibi siz misiniz?” dedi. Halim içinden “hadi oğlum Nuri; beş
dakkada cenaze oldun çıkdın” diye geçirip “Biziz” dedi. O adam “o zaman bekleyin.
Savcı gelip cenazeyi görecek. Otopsiye gerek görmezse, işlemleri yapar cenazeyi
teslim ederiz” dedi. Halim “olur bizim oğlan biz buradayız” dedi; ama “savcı,
otopsi” laflarından bir şey anlamamıştı. Metin’e “sen bunlardan bişey anladın
mı?” diye sordu. Metin “bilmiyorum” der gibi boynunu büktü.
Halim dünü hatırladı; Metin’e “daha
dün senin yandan gelince gel bizimoğlan bişeyle yiyem dedim. Olur bizim oğlan
dedi. Ciğerciye iki ciğer söyledik. Onları yerken bene ‘bizim oğlan şunlara da
iki ciğer yapdırıve sevab olur, bende para yok’ dediydi. Hani orda naylon
çadırda olanla var ya onlara’ dedi.
Metin “rahmetli” dedi. “Rahmetli”
derken içeri bir çeşit olmuştu. Dün sabah birlikte olduğu arkadaşına “rahmetli”
demek onu da çok sarsmıştı. Tekrar “rahmetli hep onlara bakar elinden geldiği
kadar yedirir, içirirdi. Gariban dostuydu. Hepimizin midesinde lokması vardı. Adam
gibi adamdı, Allah rahmet etsin” dedi. Halim “ben de onu deyon. O öyle deyince
emrin olur bizimoğlan dedim. Ayıbdır söylümesi beş ciğer söyleyip onlara verdirdim.
Allah seni inandırsın. Nuri o garibana ciğeri bu ısmarladı diye bene gösterdi
halde, o gariban sanki Nuri ısmarlamış gibi ‘sağol Nuri abi’ dediydi. Sona gittik
Emin’in oruya. Ayıbdır söylümesi, bi ufak gırdık; ordan burdan gonuşduk geldik;
ikimiz de vurup gafayı yattık. Sabah da erkenden gitmiş. Dün ‘bizim oğlan benim
yere biri dadanmış. Yarın o köşüye bir uğruyen’ dediydi. Şindi de burdeyiz.
Nuri, cenaze, rahmetli; ‘kim bilir biz de neyiz?’ hiç aklım ermeyo” dedi.
Ağlamaklı olmuştu.
Metin de ağlamaklıydı. Bu sırada
savcı da gelmiş; polisle konuştuktan sonra otopsiye gerek görmemişti. Az sonra
o adam yine geldi. “Cenazenin en yakını kimse gelsin” dedi. Halim ayağa kalktı
“bizim oğlan ikide bir cenaze deyip durma yav içim bi çeşit oluyo. ‘Nuri’ de,
adı Nuri’ydi” dedi.
O adam Halim’i anlamıştı. Tanıdıkları
kimleri oluyorsa? Öldüğünü kabullenemiyorlardı. O adam burada çok cenaze
görmüştü; morg görevlisiydi. Burada yakınının öldüğünü kabullenemeyen “hayır hayır
ona cenaze demeyin onu daha dün veya az önce gördüm, konuştum” diye feryat eden
çok cenaze yakını görmüştü. Onun için Halim’in bu tepkisine “kusura bakma bizim
oğlan ağız alışkanlı. Bu Nuri’yi kaydedicekler de ben onu için sizi çağırmaya
geldim” dedi.
Halim, Metin’le birlikte adamın
arkasından gittiler. Orada bir başka görevli “merhumla yakınlığınız neydi?”
dedi. Halim içinden ‘eyi bu cenaze demedi. Merhum dedi; bu bile iyi’ diye
geçirirken o görevlinin sorusuna “heç arkıdeşiyiz” dedi. Görevli “peki bunun
hiç yakını, akrabası yok mu? Memleketlisi falan. Cenazeyi alacak kimse yok mu?”
dedi.
Bu uzun soru karşısında Halim de,
Metin de şaşırmıştı. Hele Halim böyle uzun soruları anlayıp “pattadak” cevap
verecek durumda değildi. Hele şimdi daha şaşkındı. Hayatında ilk kez böyle
durumla karşılaşıyordu. “Valla memur bey Nuri’nin arkıdeşiyiz o gadar. Valla
ben nereli olduğunu, hısım akrabası var mı bilmeyon” dedi Metin’e “Nuri nereli?
Sen biliyon mu?” dedi.
Bu sırada hem soruları soran hem de
morg görevlisi özellikle Halim’e onun cenazeden hala Nuri diye bahsetmesine
acıyarak ve şaşkınlıkla bakıyordu.
Morg görevlisi Ödemiş’in
köylerindendi. Halim’in konuşması ona memleketini hatırlatmıştı. Onlar böyle
çok kaba konuşmazdı; ama dağ köylülerinin buna benzer konuştuğunu biliyordu.
Metin, Halim’in sorusu üzerine “vallahi ben de bilmiyorum, nüfusunda yazılıdır
herhalde” dedi. Her iki görevli de karşılarındaki iki şaşkına yardımcı olmak
istiyordu. Öteki görevli “nüfusunda nereli oldu bilinse bile kim arıycak? Neyse
peki bu cenazeyi kim alacak?” diye tekrar sordu. Halim “memur bey biz Nuri’nin
ölüsünü alıp da netcez? onu siz herhalde gömdürüsünüz” dedi.
Görevli anlamıştı. Bu cenaze de
kimsesizler mezarlığına gömülecekti.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder