Bugün
4 Ekim Dünya Hakları günü. Kimilerimizin sandığı gibi evlerimizde beslediğimiz
Fifilerimizin veya Minnoşlarımızın günü değil. Onlarla birlikte dünyayı
paylaştığımız bütün hayvanların hatırlanıp haklarının sorgulanacağı bir gün.
Çünkü
onlar da bizim gibi bir can taşıyor. İnsanlık o hayvanların canından,
yaşamından, tıbbi tedavisinden ve yaşam konforunu sağlamaktan kendini sorumlu
tuttuğu için yılda bir gün, bir hafta da olsa onlara karşı görev ve
sorumluluklarını hatırlamayı insan olmanın gereği saymış
“İnsan
olmanın gereği” Bu söz çok sorumluluk isteyen çok külfetli bir sözdür. İnsan
kendini hayvandan üstün kabul ederek; hayvanlar başta olmak üzere yaşadığı
dünyaya karşı daha sorumlu olduğunu düşünerek “sen farklısın. Dünyanın
bugününden ve geleceğinden sen sorumlusun. Onun için öncelikle dünyayı birlikte
paylaştığın hayvanların canından, onların korunmasından, hakkı olan yaşamasından
sen sorumlusun” demek istemiş.
Pratik
yaşama bakınca “acaba öyle mi?” diye sorunca! Hiç de öyle olmadığı çok rahat
görülecektir.
İnsan
öncelikle evcil hayvanları kendi zevkinin esiri gibi görmektedir. Doğal yaşamı;
yani hayvanların doğal yaşam alanlarını tahrip ederek onlara dirlikli yaşam
alanı bırakmamaktadır. Onların derisi başta olmak üzere kimi yerlerini süs
eşyası olarak kullanmak için hoyratça; vahşice onları avlamaktadır. Onların
doğal seleksiyonla kendi nüfuslarının kontrolünü bozduğu için; yani
düşüncesizce dengesiz avlanmalarla veya sahiplenmelerle onların yaşamına
müdahale ettiği için esasen kendi yaşamanın geleceğini de mahfetmekte olduğunun
da hiç farkında değildir.
Bugün
düşüncesizce bozduğu doğal yaşamanın seyri karşısında paniğe kapılıp aldığı
komik önlemlerle aslında hayvanların değil kendilerinin zavallılıklarını
sergilemektedir.
Evcil
hayvanları sahiplenme tam bir felakettir. İnsanlığın ilk ayağa kalktığı
dönemden bu yana onun en yakın hayvan arkadaşı köpek ve evrimleşerek evcileşen
kedileri sahiplenirken onların da bir can olduğunu unutarak; sevgi dedikleri
kendi bencil duygularını tatmin için onları kendi doğal yaşamlarından koparıp
evlerine hapis ederken sanki onlara esir muamelesi yapmakta; hevesi geçince
veya sağlık sorunları yaşadıklarında veya yaşlandıklarında onları sokağa atarak
ölüme terk etmektedirler. Çünkü doğal yaşamda kendi kendini besleme alışkanlığı
edinmemiş o canlılar sokakta yaşayan diğer kedi ve köpekle girdiği yaşam
savaşını her zaman kaybederler.
Onları
sahiplenip hevesi geçtikten sonra sokağa bırakan insanın bu gerçek hiç umurunda
değildir.
Yani
4 Ekim Dünya Hayvan Hakları günü insanın hayvana karşı kusurlu davranışları
saymakla bitmez. Bugün belki insanlar kendilerini sorgulayıp birlikte yaşamı
paylaştıkları hayvanlara karşı sorumluluklarının farkında olarak tıpkı “insan
hakları” gibi “hayvan hakları” da olabileceğinin farkına varır.
Yoksa
emin olun insanlık bu sorumsuzluğuyla doğanın dengesini kendi keyfine göre
hoyratça bozmakla aslında kendi sonunu hazırlamaktadır.
Bunu
Abderalılar ve onların yakın akrabası saydığım Sedef adalıların içine düştükleri
zavallı durumu anlatarak örnekleyeceğim.
Abdera
bildiğiniz gibi kendine özgü insanların yaşadığı bir şehir devleti.
Abderalıların bir özelliği de kurbağaları kutsal saymaları; yani kurbağa
tutkularıymış. Bu öyle bir tutku haline gelmiş ki! Abderalılar mesire yeri
olarak kullandıkları kurbağalı göldeki kurbağalarla yetinmemişler. Evlerinde
verandaya oturunca kurbağa sesi dinlemek için bahçelerine kuyular kazıp küçük
göletler yapmış ve oralarda kurbağa beslemeye başlamışlar. Öyle olmuş ki!
Abdera’da kurbağadan geçilmez olmuş. Yolda bile insanların arasında dolaşmaya
başlamışlar. Öyle olunca onların doğal düşmanı yılanlar Abdera’ya hücum etmiş.
Artık
Abderalıların yataklarının içinde de yılanlar kaynaşır olmuş. Böylece yılan
istilasına uğrayan Abderalılar şaşkınlık içinde yılanlarla başa çıkamayacağını
anlayınca şehir terk edip dünyaya dağılmışlar. Onun için Dünyanın her yerinde
Abderalıların akrabalarına rastlanırmış.
Sedef
adalıların da onlardan birileri olduğu söylenir.
Sedef
adasını bilen bilir. Yetmişlerin başında ben de arkadaşlarla çok gidip geldim.
O yıllar bakir bir adaydı. Sonraları oradan yer satın alan veya orada yeri olan
zenginler Marmaranın bu sakin adasında yazlık konutlar yapmışlar. O konutlara
yazları gidip kafalarını dinlemek istemişler; ama ne mümkün.
Marmarayı
bilen bilir. İstanbul ve çevresinde denizden beslenen martı çığlıklarından
geçilmez. Çoğu bunu oranın rengi, sesi kabul edip zevk bile alır. Üzerlerine
şiirler yazılmış şarkılar bestelenmiştir.
Ama
Sedefliler adalarında martı sesinden rahatsız olmuşlar. Paraları da çok… Çok
sayıda avcı tutup ada civarında tek martı bırakmamışlar; yani hepsini avlatmışlar.
Tam
“oh!” çekip kafa dinlemek için yazlıklarına çekildikleri sıra “bir ne
görsünler?” Sedef’i yılanlar istila etmiş. Her tarafta kum gibi yılan kaynıyor.
Meğer o beğenmedikleri martılar adadaki yılan nüfusunu kontrol ediyor; öyle
fazla açığa çıkmalarına izin vermiyormuş.
Bunu
fark edince “eyvah! Ne yaptık biz?” diye dövünmüşler. Tabi akrabaları gibi
orayı hemen terk ememişler. Adada martı beslemeye başlamışlar. ‘Martılar
çoğalsın da yeniden yılan nüfusunu kontrol etsin’ diye.
“Bilmiyorum
başardılar mı?” ama “Sedef adası sendromu” diye bir deyimini dilimize miras
bırakmışlar.
Bu
iki örneğe çok örnek verilebilir. Dağlardaki vahşi hayvanlar ‘örneğin kurt,
çakal, sırtlan vb’ avcılar tarafından temizlenince hızla üreyen domuz gibi
tarıma zararlı hayvanlar o avcıları yaşadığı yerlerin başına dert oldu. Şimdi o
bölgelerde hayvan çiftlerinde yetişen kurtlar dağlara salınıyor. Kurt nüfusu
artsın da ‘domuz benzeri zararlıların nüfusunu dengelesin’ diye. Ama beleş
beslenmeye alışmış kurtlara domuzları avlamak zor geldiği için; duyduğuma göre
bizim dağlara salınan kurtlar örneğinde olduğu gibi domuz yerine sürü hayvanlarından
beslenmeye yönelmiş ve haliyle yine çobanlara av olmuşlar.
Hani
derler ya “dün dünde kaldı cancağımız; artık yeni bir şeyler söylemek gerek" diye; dün giden gitti artık. Bugün kalanlara iyi sahip çıkılmalı.
Gerçekten
insanlık genel duyarsızlığıyla doğal yaşama verdiği zararla hızla yaşadığı
dünyanın sonunu getiriyor.
Belgesellerde
bu konuda yükselen çığlıklar; ekranlara düşen görüntü ve bilgiler dünyanın
geleceğinin hangi boyutta tehlike altında olduğunun belgesi gibi hepsi.
Umarım
bu 4 Ekimler insanlara sorumluluklarını hatırlatır da doğal yaşama verilen
zararlar belki azaltılabilir; yoksa insanlık binlerce yıldan bu yana yaşanan
onca doğal afetlerden daha mahir kendi sonuyla birlikte dünyanın da sonunu
getirecek.
4
Ekim Dünya Hayvan Hakları gününün bende uyandırdığı düşünce özetle bunlar;
paylaşmak istedim.
En
son yazacağım. Lütfen hastalığında, yaşlılığında bakamayacağınız hayvanları
sahiplenip onları sonra çaresiz bırakmayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder