4 Ekim 2016 Salı

4 EKİM HAYVAN HAKLARI GÜNÜ



Bugün 4 Ekim Dünya Hakları günü. Kimilerimizin sandığı gibi evlerimizde beslediğimiz Fifilerimizin veya Minnoşlarımızın günü değil. Onlarla birlikte dünyayı paylaştığımız bütün hayvanların hatırlanıp haklarının sorgulanacağı bir gün.
Çünkü onlar da bizim gibi bir can taşıyor. İnsanlık o hayvanların canından, yaşamından, tıbbi tedavisinden ve yaşam konforunu sağlamaktan kendini sorumlu tuttuğu için yılda bir gün, bir hafta da olsa onlara karşı görev ve sorumluluklarını hatırlamayı insan olmanın gereği saymış

“İnsan olmanın gereği” Bu söz çok sorumluluk isteyen çok külfetli bir sözdür. İnsan kendini hayvandan üstün kabul ederek; hayvanlar başta olmak üzere yaşadığı dünyaya karşı daha sorumlu olduğunu düşünerek “sen farklısın. Dünyanın bugününden ve geleceğinden sen sorumlusun. Onun için öncelikle dünyayı birlikte paylaştığın hayvanların canından, onların korunmasından, hakkı olan yaşamasından sen sorumlusun” demek istemiş.

Pratik yaşama bakınca “acaba öyle mi?” diye sorunca! Hiç de öyle olmadığı çok rahat görülecektir.

İnsan öncelikle evcil hayvanları kendi zevkinin esiri gibi görmektedir. Doğal yaşamı; yani hayvanların doğal yaşam alanlarını tahrip ederek onlara dirlikli yaşam alanı bırakmamaktadır. Onların derisi başta olmak üzere kimi yerlerini süs eşyası olarak kullanmak için hoyratça; vahşice onları avlamaktadır. Onların doğal seleksiyonla kendi nüfuslarının kontrolünü bozduğu için; yani düşüncesizce dengesiz avlanmalarla veya sahiplenmelerle onların yaşamına müdahale ettiği için esasen kendi yaşamanın geleceğini de mahfetmekte olduğunun da hiç farkında değildir.

Bugün düşüncesizce bozduğu doğal yaşamanın seyri karşısında paniğe kapılıp aldığı komik önlemlerle aslında hayvanların değil kendilerinin zavallılıklarını sergilemektedir.

Evcil hayvanları sahiplenme tam bir felakettir. İnsanlığın ilk ayağa kalktığı dönemden bu yana onun en yakın hayvan arkadaşı köpek ve evrimleşerek evcileşen kedileri sahiplenirken onların da bir can olduğunu unutarak; sevgi dedikleri kendi bencil duygularını tatmin için onları kendi doğal yaşamlarından koparıp evlerine hapis ederken sanki onlara esir muamelesi yapmakta; hevesi geçince veya sağlık sorunları yaşadıklarında veya yaşlandıklarında onları sokağa atarak ölüme terk etmektedirler. Çünkü doğal yaşamda kendi kendini besleme alışkanlığı edinmemiş o canlılar sokakta yaşayan diğer kedi ve köpekle girdiği yaşam savaşını her zaman kaybederler.

Onları sahiplenip hevesi geçtikten sonra sokağa bırakan insanın bu gerçek hiç umurunda değildir.

Yani 4 Ekim Dünya Hayvan Hakları günü insanın hayvana karşı kusurlu davranışları saymakla bitmez. Bugün belki insanlar kendilerini sorgulayıp birlikte yaşamı paylaştıkları hayvanlara karşı sorumluluklarının farkında olarak tıpkı “insan hakları” gibi “hayvan hakları” da olabileceğinin farkına varır.

Yoksa emin olun insanlık bu sorumsuzluğuyla doğanın dengesini kendi keyfine göre hoyratça bozmakla aslında kendi sonunu hazırlamaktadır.

Bunu Abderalılar ve onların yakın akrabası saydığım Sedef adalıların içine düştükleri zavallı durumu anlatarak örnekleyeceğim.

Abdera bildiğiniz gibi kendine özgü insanların yaşadığı bir şehir devleti. Abderalıların bir özelliği de kurbağaları kutsal saymaları; yani kurbağa tutkularıymış. Bu öyle bir tutku haline gelmiş ki! Abderalılar mesire yeri olarak kullandıkları kurbağalı göldeki kurbağalarla yetinmemişler. Evlerinde verandaya oturunca kurbağa sesi dinlemek için bahçelerine kuyular kazıp küçük göletler yapmış ve oralarda kurbağa beslemeye başlamışlar. Öyle olmuş ki! Abdera’da kurbağadan geçilmez olmuş. Yolda bile insanların arasında dolaşmaya başlamışlar. Öyle olunca onların doğal düşmanı yılanlar Abdera’ya hücum etmiş.

Artık Abderalıların yataklarının içinde de yılanlar kaynaşır olmuş. Böylece yılan istilasına uğrayan Abderalılar şaşkınlık içinde yılanlarla başa çıkamayacağını anlayınca şehir terk edip dünyaya dağılmışlar. Onun için Dünyanın her yerinde Abderalıların akrabalarına rastlanırmış.

Sedef adalıların da onlardan birileri olduğu söylenir.

Sedef adasını bilen bilir. Yetmişlerin başında ben de arkadaşlarla çok gidip geldim. O yıllar bakir bir adaydı. Sonraları oradan yer satın alan veya orada yeri olan zenginler Marmaranın bu sakin adasında yazlık konutlar yapmışlar. O konutlara yazları gidip kafalarını dinlemek istemişler; ama ne mümkün.

Marmarayı bilen bilir. İstanbul ve çevresinde denizden beslenen martı çığlıklarından geçilmez. Çoğu bunu oranın rengi, sesi kabul edip zevk bile alır. Üzerlerine şiirler yazılmış şarkılar bestelenmiştir.

Ama Sedefliler adalarında martı sesinden rahatsız olmuşlar. Paraları da çok… Çok sayıda avcı tutup ada civarında tek martı bırakmamışlar; yani hepsini avlatmışlar.

Tam “oh!” çekip kafa dinlemek için yazlıklarına çekildikleri sıra “bir ne görsünler?” Sedef’i yılanlar istila etmiş. Her tarafta kum gibi yılan kaynıyor. Meğer o beğenmedikleri martılar adadaki yılan nüfusunu kontrol ediyor; öyle fazla açığa çıkmalarına izin vermiyormuş.

Bunu fark edince “eyvah! Ne yaptık biz?” diye dövünmüşler. Tabi akrabaları gibi orayı hemen terk ememişler. Adada martı beslemeye başlamışlar. ‘Martılar çoğalsın da yeniden yılan nüfusunu kontrol etsin’ diye.

“Bilmiyorum başardılar mı?” ama “Sedef adası sendromu” diye bir deyimini dilimize miras bırakmışlar.

Bu iki örneğe çok örnek verilebilir. Dağlardaki vahşi hayvanlar ‘örneğin kurt, çakal, sırtlan vb’ avcılar tarafından temizlenince hızla üreyen domuz gibi tarıma zararlı hayvanlar o avcıları yaşadığı yerlerin başına dert oldu. Şimdi o bölgelerde hayvan çiftlerinde yetişen kurtlar dağlara salınıyor. Kurt nüfusu artsın da ‘domuz benzeri zararlıların nüfusunu dengelesin’ diye. Ama beleş beslenmeye alışmış kurtlara domuzları avlamak zor geldiği için; duyduğuma göre bizim dağlara salınan kurtlar örneğinde olduğu gibi domuz yerine sürü hayvanlarından beslenmeye yönelmiş ve haliyle yine çobanlara av olmuşlar.

Hani derler ya “dün dünde kaldı cancağımız; artık yeni bir şeyler söylemek gerek" diye; dün giden gitti artık. Bugün kalanlara iyi sahip çıkılmalı.

Gerçekten insanlık genel duyarsızlığıyla doğal yaşama verdiği zararla hızla yaşadığı dünyanın sonunu getiriyor.

Belgesellerde bu konuda yükselen çığlıklar; ekranlara düşen görüntü ve bilgiler dünyanın geleceğinin hangi boyutta tehlike altında olduğunun belgesi gibi hepsi.

Umarım bu 4 Ekimler insanlara sorumluluklarını hatırlatır da doğal yaşama verilen zararlar belki azaltılabilir; yoksa insanlık binlerce yıldan bu yana yaşanan onca doğal afetlerden daha mahir kendi sonuyla birlikte dünyanın da sonunu getirecek.

4 Ekim Dünya Hayvan Hakları gününün bende uyandırdığı düşünce özetle bunlar; paylaşmak istedim.

En son yazacağım. Lütfen hastalığında, yaşlılığında bakamayacağınız hayvanları sahiplenip onları sonra çaresiz bırakmayalım.

 

 

 

 

 

 

 

 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder