5 Ekim 2016 Çarşamba

DİYTABAN TOPUKLA SİYASET



Kocası ve kendisi; ikisi de öğretmendi.

İkisi de solcuydu. Cumhuriyet gazetesi okuyorlardı. Özellikle kadın kendini aydın bilinçli bir kadın olarak tanımlıyordu.

En büyük hayali emekli olup siyasete atılmaktı. “Siyaset” dedikse; ‘öyle bir yerlere aday olmak falan değil’ halkı bilinçlendirmekti amacı. Çünkü ona göre bugün yaşanan ne olumsuzluk varsa hep halkın bilinçsizliğindendi. Herkes kendileri gibi Cumhuriyet alıp okusa; ya da Atatürkçü olsa hiçbir sorun kalmayacaktı.

Eşi ve kendisi böyle düşünüyordu. O sıra şehirde olan etkinliklere memur olduğu için çok rahat katılamıyordu. Tek dileği emekli olduktan sonra dededen hep oy verdiği partiye üye olup; onun kadın kollarında görev almaktı.

Çünkü emekli olunca özgür olacaktı.

İşte bu düşünceyle emekli olunca ilk iş olarak gidip o partiye kayıt oldu. Bu sırada eşi de emekli olmuştu.

O her zaman olduğu gibi sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı hazırlıyordu; ama eşi emekliliğin rahatlığıyla geç kalkmayı alışkanlık edinmişti; bu durum onlar için hiç sorun olmamıştı.

O tıpkı okula gider gibi her gün erkenden kalkıp kahvaltısını yapıyor; bir süre tv.de haberlere baktıktan sonra hazırlanıyor; diydaban topuklu papuçlarını da giyip çıkıyordu.

Bu diydaban pabuç giymek de onun öğretmenlik yaparken özlemi olarak kalmıştı; çünkü okul müdürü sert biriydi. Bayan öğretmenlerin öyle diydaban topuklu ayakkabıyla koridorlarda ‘Tak! Tak!’ yürümesini ‘öğrencilerin dikkati dağılıyor diye’ yasaklamıştı.

İşte o nedenle emekli olunca ilk iş olarak kendine iki çift o pabuçlardan edinmiş şimdi değiştirerek giyiyordu onları.

Hem kaldıkları sitenin bahçesinde ‘kimse karışmadığından olacak’ öyle ‘Tak! Tak!’ sert adımlarla yürümek çok hoşuna gidiyordu. O sıra çevresindeki herkesin kendine saygıyla baktığını düşünüyordu.

Neyse; bayan emekli öğretmenimiz böylece sıkı sarılmıştı particiliğe. Artık her gün sanki görevli gibi kahvaltıdan sonra evinden çıkıyor; yolda her zamanki büfeden gazetesini alıyor ve otobüsle partiye gidiyordu. Artık o gün orada durum neyse ona göre akşamı ediyordu.

Kadın kolları halkı bilinçlendirmek için karar almışlardı. Bazı günler partinin kiraladığı arabayla kadınları örgütleyip pikniğe gidiyor; bazı günler de kenar mahallelerde bir semte gidip oradaki kadınları bilinçlendiriyorlardı. Çünkü oralarda oturanlar ‘onlara göre’ bilinçsizdi. Hele kadınlar erkek egemen toplumda adeta erkeğin esiri gibiydiler. Yani kocaları, babaları, ağabeyleri ‘ne derse?’ ona göre davranıyor, ona göre giyiniyorlardı.

O bayan ve arkadaşları okudukları kitaplardan kadın özgür olmazsa toplumun karanlıktan kurtulamayacağını, gelişmeyeceğini öğrenmişlerdi. Onun için kadının kendini ispatlaması gerekiyordu. Onlar da kendilerini kadınlara bunları öğretmekle yükümlü kılmıştı.

Büyük bir özveriyle gittikleri semtlerde kadınlara ‘kadın erkek eşitliği, kadının özgürlüğü, erkeğin egemenliğine direnmesi; bunu nasıl başaracakları konusunda’ kadınları bilinçlendirmek için çabalıyorlardı. Türbana karşı savaş açmışlardı. Kadınlara başlarına başörtüsü; ya da türban takmamalarını; kendilerinden bunu isteyen koca, baba, ağabeylere karşı direnmelerini öğütlüyorlardı. Arada bir onların gazına gelip ağzı yüzü dağılan kadınlara sahip çıkmaya çalışıyorlardı.

İşte bizim o emekli öğretmenimiz o sıra yaklaşan seçim nedeniyle partideki bayan arkadaşlarıyla beraber çok yoğun bir çalışma içine girmiş; adeta kendini paralıyordu gittiği semtlerde.

Her gün akşam yorgun argın eve döndüğünde sitenin bahçesinde o sıra oturup dedikodu kaynatan kadınları ciddi bir baş selamıyla iyi akşamlar deyip geçmeyi de hiç ihmal etmiyordu.

Onların ona ‘bu kadın emekli olmadımıydı ki?’ şaşkınlığıyla bakışına o içinden ‘bunlar da akşama kadar burada dedikodu yapıyorlar. Cahiller ne olacak?’ derken diydaban pabuçlarının topuklarına bir fazla basarak evine giriyordu.

Tabi arkasından o kadınların onun için “şıllık kendini bir bok sanıyor. Emekli oldu. Bir gün olsun çıkıp gelip oturmadı bizimle. Bu ne böyle?” diye dedikodu yapıp tepki gösterdiklerini bilmiyordu.

Neyse; sonunda seçim gelip çattı. Öğretmenin oturduğu site kalabalıktı. 153 seçmen vardı. Bu nedenle oy kullanılan okulda site için ayrı bir sandık konmuştu.

Parti ona o sandık başında görev vermişti.

O gün bizim bayan öğretmen akşama kadar oy kullanmaya gelen konu komşuya çok ilgi gösterdi. Oy kullanımı bitince sandıklar açıldı. O sandıkta bizim bayan öğretmenin her gün dişine takarak çalıştığı partisine iki oy çıkmıştı. Kalan oylar öteki partilere dağılmıştı.

Bu sonucu alan öğretmenimiz büyük hayal kırıklığına uğradı. Onun o parti için çalıştığını pek ala bilen sitede oturanları bırakın komşuları bile onun partisine oy vermemişti.

Haliyle çok üzülmüştü. Kocası yanında eve giderken ona “bu durumu yarın partide değerlendirmek gerekir. O kadar çalıştığımız halde halk niye öteki partilere oy verdi diye” dedi. O sıra siteye girmişlerdi. Kocasının ardından adeta parmak uçlarına basarak sessizce girdi evine.




           



2 yorum:

  1. Hem de öğretmenler gününde...

    YanıtlaSil
  2. Merhaba dostum; sayfamda da yorumladım. Burada öğretmen bayan öne çıktı; ama benim amacım partilerin; haliyle soldaki partilerin halktan kopuk yapay çalışmalarına işaret etmekti. Sanırım bunu öne çıkarmakta eksik kaldım.

    YanıtlaSil