16 Ekim 2016 Pazar

BİZİM EVİN SİNEĞİ


Çocuklara ve torunlara kitap sevgisi ve kitap okuma alışkanlığı sevgisi kazandırmanın önemini anlatırken bir yerinde “bir sineğin vızıltısının bana verdiği yaşama zevkini 'kitap sevgisi olmasaydı ve o kadar kitabı okumasaydım' hiç bir maddi güç ve lüks veremezdi” diye yazmıştım.

Az önce bizim evin sineğinin vızıltısını duyunca aklıma geldi o söz.

“Bizim evin sineği” dememe yadırgamayın sakın. Gerçekten bizim evde kıştan kalma bir sineğimiz var.

Ev konusunda şanslıyımdır. Nerede oturduysam o evde sinek olmazdı. İzmir’de Basmane’de Kuşlu caminin orda bir evde kalıyordum. Kızlarımın o sıra küçük. Evde hiç sinek görmediler. Babamın evin gidince gördüler sineği ve “böcek” sandılar. Küçük kızım kedi köpekten korkmaz; hatta çok sever onları; ama karıncadan ödü kopar.

İşte bu sinek de bir süre önce havalar soğuyunca nasılsa girmiş bir yerden. Hanım “öldürelim” dedi. Ben kıyamadım. İyi de olmuş kıyamam. “Bırak evin içinde bir ses olsun” dedim. Çünkü evde eşimle ikimiz varız. Çocuklar İstanbul’da. Öyle olunca ‘bazen saatler boyu’ o kendi işine takılır. Ben de kendime takılırım. Tek laf etmeyiz o sıra. Bu sinek o sıra evde yeni bir soluk bir ses olarak hayatımıza renk katmıştı; onun için kıyamadık.

Zaten tek sinek olunca ‘evin her tarafı onun olduğu için’ fazla da rahatsızlık vermiyor.

Ben karanlıkta uyumayı severim. İlla bir yerden bir ışık sızdığı için ‘siyah külah var’ başıma onu geçirdim mi? Ortalık zifiri karanlık olur. Bu sinek hayatımıza katıldıktan sonra hava biraz ışıyınca canlanıp vızılamaya başlıyordu. O geldikten sonra sabahın olduğunu onun vızıltısından anlamaya başladım. İyi de oluyordu bu. Çünkü çalar saat alarmını çalmaya başladıktan sonra kalkıp illa kapatmak gerektiği için hiç sevmem. Yani bu sinek bir yerde müzik gibi vızıltısıyla çalar saat görevini de üstlenmişti.

Bugün de öyle oldu. Vızıltısını duyunca külahı araladım ‘hava aydınlanmış.' O sıra sabah olmadan yazdığım o yazı aklıma gelince gerçekten onun vızıltısından keyif aldım. Ayağımdan bir ısırık aldı. Sanırım tatlı geldi. Yine ısıracaktı. Havlu var. Sinek savarım… Onu aldım elime ‘anladı kızdığımı’ kaçıp gitti.

O sıra aşağıdaki yazdıklarım aklıma geldi.

'Belgesellere çok takıldığım için belki’ böceklerin dünyasına çok ilgi duyarım. Onların gerçekten çok ilginç türlü dünyaları vardır “seyrine doyamazsın”

Geçtiğimiz günler belgeselde eşkiyalığa çıkmış bir böceğin bir karıncanın yolunu kesip onu ve yiyeceğini çaldığını görmüştüm.

İnanın yaptığı tam bir eşkiyalık…

Bu böcek karınca değil, ama onlar gibi çok ayaklı.

Bilirsiniz; karıncaların gözü görmez. Birbirine dokunarak anlaşırlar.

İşte o eşkiya böcek tek başına gelen bir karınca gördü. Hemen gitti; arkadan dolanıp onu hakladı; sonra onu ve yiyeceğini yüklendi ‘tam alıp gidecekti’ ileriden üzerinde yükleri bir gurup karınca sökün etti. Sanırım onun hakladığı karıncanın arkadaşlarıydı bunlar.

Bizim eşkiya bunları görünce hemen ayaklarını çabucak uzattı; tıpkı karınca gibi oldu. Ötekiler geldiler uzun kollarıyla bunu yokladılar. Sanırım onu yorgun bir karınca sanıp uzaklaştılar. İşte o sıra bizim eşkiya hakladığı karıncayı ve onun yiyeceğini yüklenip hızla ters istikamete yuvasına gitti.

İnanın bu anlattıklarımı belgeseli anlatan tam böyle anlattı.

Böceklerin dünyasına ilgi gösterenler böyle şeyleri mutlaka görmüştür.

Geçtiğimiz gün bok böceklerini gördüm. ‘Onlar için apartman büyüklüğünde sayılacak’ bok toplarını büyük gayretle yuvarlayıp götürüyordu. Onları izlerken bizim oralarda söylenen ‘boklangeçden gocen olsun. Aşam yuvarlansın eve gelsin’ lafı geldi aklıma. Sanırım eviyle ilgisiz kocalara nispet için söyleniyordu bu söz.

Bizim sineğin vızıltısını dinlerken bunlar geldi aklıma.

Yine epey süre önce bir anne sineğin yazdığım öyküsünü hatırladım.

Orada da ‘anne sinek yumurtadan yeni çıkan yavrularına hayat dersi vermek için toplantıya çağırmıştı’.

O sıra en küçükleri ‘bütün küçükler gibi yaramaz bir şey’ annesinin sesini duymazlığa gelmiş ‘şu kocakarı lafını bitirse de bir an önce uçsam’ diye kanadını açıp açıp kapatıyordu.

Anne sinek ona ‘hey küçüğüm. Seni bekliyorum. Gel artık da diyeceklerim diyeyim size’ demiş; o da oflaya puflaya gelmişti kardeşlerinin yanına.

Anne sineğin gözü onda yavrularına ‘hayatın onlar için yeni başladığını’ söylemiş ve nelerin tehlikeli olduğunu bir bir anlatmıştı. Orada “mesela” demişti. “İnsanların eti de lezzetli olur. Arada bir lokma alırsınız. Ama çok uzatmayın bu işi. Sonra elinde uzun bir şey olan insanlara fazla yaklaşmayın. Çünkü o elindeki şeyler sizi avlamak içindir. Çok hızlıdır o şey; kaçamazsınız” demişti. Sonra bir de uzak akrabaları sarıca arılardan uzak durmalarını istemişti.

O küçük yaramaz sanki annesi bunları söylememiş gibi; gidip masada elinde uzun şey olan adama saldırmış. O elindeki sopayı salladıkça ondan kaçmanın heyecanına kaptırmıştı kendini; ama adam annesinin söylediği gibi daha hızlı çıkmış ve onu yaralamıştı.

O sıra bunu gören annesi “eyvah yavrum gitti” diye gözlerini kapamıştı. Ama sonra gözünü açınca ona bir şey olmadığını; sadece biraz yaralandığını görüp sevinmişti. Ancak bu sevinci de kursağında kalmıştı. Çünkü yaralanıp yere düşen yaramaz yavru tam kendine gelip tekrar uçacağı sırada bir sarıca arı ‘hoop!’ uçup gelmiş ve onu kapıp yuvasına götürmüştü.

Sabah sabah bunlar aklıma gelince “sonra yazarım” diye aklıma yazdım ve siyah külahı başıma geçirip “biraz daha kestireyim”dedim.

O sıra ilerinde vızıldayan evimizin sineğinin sesi de ninni gibi geliyordu.                       

Uyumuşum…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder