Çocuklara ve torunlara kitap
sevgisi ve kitap okuma alışkanlığı sevgisi kazandırmanın önemini anlatırken bir
yerinde “bir sineğin vızıltısının bana verdiği yaşama zevkini 'kitap sevgisi
olmasaydı ve o kadar kitabı okumasaydım' hiç bir maddi güç ve lüks veremezdi”
diye yazmıştım.
Az önce bizim evin sineğinin
vızıltısını duyunca aklıma geldi o söz.
“Bizim evin sineği” dememe
yadırgamayın sakın. Gerçekten bizim evde kıştan kalma bir sineğimiz var.
Ev konusunda şanslıyımdır.
Nerede oturduysam o evde sinek olmazdı. İzmir’de Basmane’de Kuşlu caminin orda
bir evde kalıyordum. Kızlarımın o sıra küçük. Evde hiç sinek görmediler.
Babamın evin gidince gördüler sineği ve “böcek” sandılar. Küçük kızım kedi
köpekten korkmaz; hatta çok sever onları; ama karıncadan ödü kopar.
İşte bu sinek de bir süre önce
havalar soğuyunca nasılsa girmiş bir yerden. Hanım “öldürelim” dedi. Ben
kıyamadım. İyi de olmuş kıyamam. “Bırak evin içinde bir ses olsun” dedim. Çünkü
evde eşimle ikimiz varız. Çocuklar İstanbul’da. Öyle olunca ‘bazen saatler
boyu’ o kendi işine takılır. Ben de kendime takılırım. Tek laf etmeyiz o sıra. Bu sinek o sıra evde yeni bir soluk bir ses olarak hayatımıza renk katmıştı; onun
için kıyamadık.
Zaten tek sinek olunca ‘evin her
tarafı onun olduğu için’ fazla da rahatsızlık vermiyor.
Ben karanlıkta uyumayı severim. İlla bir yerden bir
ışık sızdığı için ‘siyah külah var’ başıma onu geçirdim mi? Ortalık zifiri
karanlık olur. Bu sinek hayatımıza katıldıktan sonra hava biraz ışıyınca canlanıp vızılamaya başlıyordu. O geldikten sonra sabahın olduğunu onun vızıltısından anlamaya başladım. İyi de oluyordu bu. Çünkü çalar saat alarmını çalmaya başladıktan sonra kalkıp illa kapatmak gerektiği için hiç sevmem. Yani bu sinek bir yerde müzik gibi vızıltısıyla çalar saat görevini de üstlenmişti.
Bugün de öyle oldu. Vızıltısını
duyunca külahı araladım ‘hava aydınlanmış.' O sıra sabah olmadan yazdığım o
yazı aklıma gelince gerçekten onun
vızıltısından keyif aldım. Ayağımdan bir ısırık aldı. Sanırım tatlı geldi. Yine
ısıracaktı. Havlu var. Sinek savarım… Onu aldım elime ‘anladı kızdığımı’ kaçıp
gitti.
O sıra aşağıdaki yazdıklarım
aklıma geldi.
'Belgesellere çok
takıldığım için belki’ böceklerin dünyasına çok ilgi duyarım. Onların gerçekten çok ilginç
türlü dünyaları vardır “seyrine doyamazsın”
Geçtiğimiz günler belgeselde
eşkiyalığa çıkmış bir böceğin bir karıncanın yolunu kesip onu ve yiyeceğini
çaldığını görmüştüm.
İnanın yaptığı tam bir eşkiyalık…
Bu böcek karınca değil, ama
onlar gibi çok ayaklı.
Bilirsiniz; karıncaların gözü
görmez. Birbirine dokunarak anlaşırlar.
İşte o eşkiya böcek tek başına
gelen bir karınca gördü. Hemen gitti; arkadan dolanıp onu hakladı; sonra onu ve
yiyeceğini yüklendi ‘tam alıp gidecekti’ ileriden üzerinde yükleri bir gurup
karınca sökün etti. Sanırım onun hakladığı karıncanın arkadaşlarıydı bunlar.
Bizim eşkiya bunları görünce
hemen ayaklarını çabucak uzattı; tıpkı karınca gibi oldu. Ötekiler geldiler
uzun kollarıyla bunu yokladılar. Sanırım onu yorgun bir karınca sanıp
uzaklaştılar. İşte o sıra bizim eşkiya hakladığı karıncayı ve onun yiyeceğini
yüklenip hızla ters istikamete yuvasına gitti.
İnanın bu anlattıklarımı
belgeseli anlatan tam böyle anlattı.
Böceklerin dünyasına ilgi
gösterenler böyle şeyleri mutlaka görmüştür.
Geçtiğimiz gün bok böceklerini
gördüm. ‘Onlar için apartman büyüklüğünde sayılacak’ bok toplarını büyük gayretle
yuvarlayıp götürüyordu. Onları izlerken bizim oralarda söylenen ‘boklangeçden
gocen olsun. Aşam yuvarlansın eve gelsin’ lafı geldi aklıma. Sanırım eviyle
ilgisiz kocalara nispet için söyleniyordu bu söz.
Bizim sineğin vızıltısını
dinlerken bunlar geldi aklıma.
Yine epey süre önce bir anne
sineğin yazdığım öyküsünü hatırladım.
Orada da ‘anne sinek yumurtadan
yeni çıkan yavrularına hayat dersi vermek için toplantıya çağırmıştı’.
O sıra en küçükleri ‘bütün
küçükler gibi yaramaz bir şey’ annesinin sesini duymazlığa gelmiş ‘şu kocakarı
lafını bitirse de bir an önce uçsam’ diye kanadını açıp açıp kapatıyordu.
Anne sinek ona ‘hey küçüğüm.
Seni bekliyorum. Gel artık da diyeceklerim diyeyim size’ demiş; o da oflaya
puflaya gelmişti kardeşlerinin yanına.
Anne sineğin gözü onda
yavrularına ‘hayatın onlar için yeni başladığını’ söylemiş ve nelerin tehlikeli
olduğunu bir bir anlatmıştı. Orada “mesela” demişti. “İnsanların eti de
lezzetli olur. Arada bir lokma alırsınız. Ama çok uzatmayın bu işi. Sonra
elinde uzun bir şey olan insanlara fazla yaklaşmayın. Çünkü o elindeki şeyler
sizi avlamak içindir. Çok hızlıdır o şey; kaçamazsınız” demişti. Sonra bir de
uzak akrabaları sarıca arılardan uzak durmalarını istemişti.
O küçük yaramaz sanki annesi
bunları söylememiş gibi; gidip masada elinde uzun şey olan adama saldırmış. O
elindeki sopayı salladıkça ondan kaçmanın heyecanına kaptırmıştı kendini; ama
adam annesinin söylediği gibi daha hızlı çıkmış ve onu yaralamıştı.
O sıra bunu gören annesi “eyvah
yavrum gitti” diye gözlerini kapamıştı. Ama sonra gözünü açınca ona bir şey
olmadığını; sadece biraz yaralandığını görüp sevinmişti. Ancak bu sevinci de
kursağında kalmıştı. Çünkü yaralanıp yere düşen yaramaz yavru tam kendine gelip
tekrar uçacağı sırada bir sarıca arı ‘hoop!’ uçup gelmiş ve onu kapıp yuvasına
götürmüştü.
Sabah sabah bunlar aklıma
gelince “sonra yazarım” diye aklıma yazdım ve siyah külahı başıma geçirip
“biraz daha kestireyim”dedim.
O sıra ilerinde vızıldayan
evimizin sineğinin sesi de ninni gibi geliyordu.
Uyumuşum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder