2 Ekim 2016 Pazar

ANA YÜREĞİ



Bahçede ilkbaharda çiçek açan ağaçlar, tomurcuklanan güller, yer yer çimenler üzerine serpişmiş papatyalar, arada gelincikler çok hoş bir görüntü uyandırıyordu. Dün gelen misafirleri de henüz kalkmamıştı.

Yaşlı kadın çocukların gürültüsüyle misafirler rahatsız olmasınlar diye torunlarıyla birlikte bahçeye inmişti. Yanında kızları da vardı. Kızlarıyla gelen misafirleri ağırlamak için pikniğe götürme konusunu konuşuyordu. Bir gözü de bahçenin ilerisinde oynayan torunlarındaydı.

Çocukların anneleri annelerinin evine gelince çocuklarından da çocuklaşırlardı. Torunların yani kendi çocuklarının gürültüsüne hiç aldırmıyorlardı. Yaşlı kadın arada bir kızlarına “kızım çocuklara söyleyin; misafirler rahatsız olacak” demesine gülüp geçiyorlardı.

Yaşlı kadın “iş başa düştü” deyip torunlarına fazla gürültü yapmamalarını söylemek için, torunlardan yana yönelmişti. Daha yanlarına varmadan torunların çığlık çığlığa bağırıp yerde bir şeye işaret ettiklerini gördü. “Hey çocuklar bağırmayın, ayıp” diyecekken “bir şey mi oldu?” diye endişelenip oraya koştu. Kızları da çocuklara bir şey oldu diye düşünüp onlar da telaşlanıp koştular.

Bu sırada çocukların çığlığı bütün bahçeyi sarınca misafirleri de uyandırmıştı. Onlar da telaşla “acaba ne oldu?” diye yataklarından fırlayıp bahçeye indiler.

Yaşlı kadın nefes nefese çoktan torunların yanına varmıştı. Meğer çocuklar yerde bir kuş görmüş, ona bağrışıyormuş. Soluk soluğa gelen yaşlı kadına çocuklar “bak anneanne! Şuna bak! Şuna bak!” diye bağrışıyordu.  Yaşlı kadın “hay Allah çocuklar. Buna mı bağrışıyordunuz?” derken bu sırada kızları yukardan misafirler koşup gelmişti.

Yaşlı kadın eğilip kuşu eline alırken bir yandan da misafirlerden “kusura bakmayın. Şamatayla sizi de uyardık; çocuklar işte bunu görünce heyecanlanmış galiba” dedi. Sonra eline aldığı kuşa baktı. “Ay bu yavru! Herhalde yuvasından düşmüş” dedi. Yukarı ağacın dallarında bir yuva arıyordu. Torunlar da ellerini çırpıp “ne olur anneanne bunu eve götürelim!” diye bağrışıyordu.

Yaşlı kadın elindeki yavruya baktı. “Bu ağaçlardaki bir yuvadan düşmüş. Bırakalım annesi gelip alsın” derken kuş yavrusunun zor nefes aldığını fark etti. Misafir yaşlı kadın “kardeş bunu burada bırakırsak kediler kapar. İstersen yukarıda iyileşmesini bekleyelim” dedi. Yaşlı kadın, misafire “haklısın kardeş. Bu çocukların bağrışından bende akıl mı kaldı? Dediğin doğru. Bunu burada bırakırsak kediler sağ komaz” dedi ve “haydi yukarı çıkalım” diye misafirlerle birlikte eve doğru yürüdüler.

Bu sırada torunlar annelerinin de uyarmasına rağmen; anneannelerinin etrafında “ne olur anneanne bir bakayım” diye çırpınıyordu.

Bu şamata içinde yukarı eve çıktılar. Salonda boş bir kafes vardı. Yaşlı kadın hemen kafesi getirdi. Yavruyu kafese koydular. Su kabını da doldurup yemliğe de bir miktar yem koydular. Sonra “bunu mutfak penceresinin önüne koyalım. Orada şimdi güneş var. Belki güneş ısıtınca bir yararı olur” deyip pencerenin önüne koydular.

“Belki canlanır dışarı çıkar” diye kafesin kapısını da açık bırakmışlardı. Zaten başka yapacakları bir şey de yoktu. Yaşlı kadın etrafında dönen torunlara “kuzularım yavru kuş hasta. Gürültü yaparsanız korkar. Hadi çıkalım piknik dönüşü, o canlanınca seversiniz” deyince çocuklar rahatsız olacak diye susup kuşa bakarak yavaşça salona geçti.

Bu sırada çocukların arkalarından misafir hanıma “ah bu çocuklar! İçleri fıkır fıkır sevgi dolu. Deminden beri susun dedim susmadılar; şimdi kuş rahatsız olacak diye nasıl sus pus oldular?” diye söylenerek birlikte salona girdiler.

Sonra hazırlıklarını yapıp, misafirleriyle birlikte pikniğe gittiler. Orada herkesin aklında hep kuş yavrusu vardı. Akşama kadar bütün sohbetleri o yavru ve kuşlar üzerine oldu. Hepsi bir an önce eve gidip kuşun ne olduğunu görmek için akşamı iple çekiyordu. Neyse akşama merak içinde eve döndüler. Arabadan önce inen çocuklar çığlık çığlığa yukarı kuşu bakmaya çıkarken yaşlı kadın, misafiri yaşlı kadın, misafirin kızları, kendi kızları çocukların arkasından koştu.

Bu sırada onlardan önce mutfağa giren çocuklar “yaşasın kuş canlanmış” diye bağırıyordu. Yaşlı kadın çocukların hemen ardından mutfağa girince kafesin içinde çırpınan “cik cik” diye öten kuşu gördü. Yalnız kuşta bir tuhaflık olduğunu fark etmişti ki! Kafesin yanına gelince bir de ne görsün. Kafesin dibinde yavru ölmüş “cik cik” diye çırpınan da başka bir kuştu.

Yaşlı kadın mutfak penceresinin tülündeki aralığı görünce içi kıyıldı. O kuşun yavru kuşun annesi olduğunu düşündü.

Anne kuş “nasıl fark ettiyse?” mutfak penceresindeki tülün arasından gelip kapısı açık kafese girmişti. Girince her halde yavrusu ölmüştü veya ölmek üzereydi. Ve anne kuş yavrusunun ölüsü başında “cik cik” öterek çaresiz çırpınıyordu.

Bu sırada misafirler ve kızları da mutfağa doluştu. Ev sahibi yaşlı kadının yanından kafese bakıyorlardı. Çocuklar dahil herkes “suspus” olmuştu. Yaşlı kadın kızlarına “çocukları dışarı çıkarın” dedi. Çocuklar suçlu gibi annelerinin arkasından sessizce çıkarken misafirleriyle baş başa kalan yaşlı kadın; torunlarına durumu anlatmak için kafesi orada bırakıp salona geçti.

Bu sırada kafesteki anne kuş hiç onlara aldırmamış; öyle yavrunun üzerine eğilip “cikcik” diye ötüyordu. “Kim bilir? Belki yavrusunun ölümüne ağıt yakıyordu”.

Yaşlı kadın ve misafir kadınlar hiçbir şey söylemese sanki hepsi kuşun “cikiltisini” ağıt gibi kabul etmiş; çok üzgünlerdi. Yaşlı kadın salonda annelerinin yanında “suçlu gibi” bekleşen torunlarının çok üzüldüğünü fark etmişti.

Orada koltuğa oturdu. En yakın torununu yanına çekip diğer torunlarını da yanına çağırdı. Onlara üzülmemelerini; yavru kuşun cennete gittiğini falan anlatmaya çalıştı. Herkes üzgündü.
Büyük torun “ne olur anneanne ona bahçede bir mezar yapalım. Ara sıra ziyaret ederiz” dedi. Diğer çocuklar hiç konuşmuyordu. Yaşlı kadın misafirlere “çocuklar halkı. Haydin bu yavruyu bir yere götürüp; bir mezar yapalım. Böylece annesi de gelip yavrusunu ziyaret edebilir” diyerek kalktı. Çocuklar da “belki kuş cennete gidecek diye”  ölümü kabullenmiş gibiydi.

Yaşlı kadın mutfakta kafesi aldı. Anne kuş hiç kaçmıyordu; sanki öyle yavrusuyla meşguldü. Hep birlik bahçeye indiler. Yavru kuşu buldukları ağacın biraz ilerisinde duvar dibine bir çukur açtılar. Yaşlı kadın çocuklara “bakın burası bilinecek bir yer. Mezar için uygun” demişti.  Misafir kadın elini yavaşça kafese soktu; anne kuşun şaşkın bakışları arasında yavru kuşun ölüsünü alıp yaşlı kadına verdi.

Herkes bir tören suskunluğu içindeydi.

Yaşlı kadın yavru kuşun ölüsünü yavaşça çukura koydu. Eliyle üzerine yavaş yavaş toprak örttü. Sanki mezarmış gibi toprağı yüksekçe yığdı. “Haydin bakalım dua edelim” dedi. Çocuklarla birlikte dua ediyor gibi yaptı.

Bu sırada anne kuş hala kafesteydi. Yaşlı kadın eliyle kuşu kafesten çıkarmayı düşündü. “Şu dala asalım da kendi kafesten uçup gitsin” dedi; kafesi yüksekçe bir dala asıp “ne olur ne olmaz bir kedi zarar verir diye bir de kuş ne yapacak diye merak ettikleri için” biraz ileri çekilip bekleşiyorlardı.

Bu sırada anne kuş kafesin kapısına geldi; bir süre etrafına bakındı. Sonra uçup yavru kuşun mezarının üzerine konup “cikcik” diye öttü. Sonra ağaca uçtu; tekrar geri geldi.

Bu geliş gidişler devam ederken yaşlı kadın, misafirler, kızları, torunları sessizce ağlaşıyordu.

Yaşlı kadın “ana yüreği; yavrusunun ölümüne inanmak istemediği için bırakıp gidemiyor” deyip usulca, peşinde diğerleri eve yöneldi.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder