7 Ekim 2016 Cuma

DÜĞÜN DAVETİYESİNİN HATIRLATTIKLARI



         Kapının zili çaldı. İkisi de merakla kapıya baktı: Çünkü uzun süredir kapılarını çalan pek kalmamıştı.

Kapıyı Ayla Hanım açtı. Kapıda neredeyse unuttukları bir bayan elinde bir düğün davetiyesi tutuyordu. Ayla hanıma “torunumun düğününe sizi davet için geldim” dedi ve davetiyeyi bırakıp gitti. Ayla hanım davetiyeyi aldı geldi; merakla bekleyen kızına uzattı. Kızı davetiyeyi evirdi çevirdi annesine geri verdi.

O sırada ikisinin aklında da yıllar önce yaşadıkları vardı…

O yıllar ikisinin de ağzına kaşık kepçe sığmıyordu. Kıza ilk talip yakın bir tanıdıklarının oğluydu ve hiç düşünmeden “olmaz” deyip kestirip atmışlardı.

Oğlanın annesi yine de yılmamış, kızı oğluna almak için çok ısrarcı olmuştu. Bunun üzerine Ayla hanım oğlanın tahsilini yetersiz bulmuş “ben kızımı senin oğlunun gibi sümsük bir memura değil; doktora vereceğim” deyip kadını çok kırmıştı.

Yine o sıralar eş dost annesine “kızın evlenecek yaşa geldi; birinde karar kılın artık” dediklerinde Ayla hanım da kızı da bunu hakaret gibi görüyordu.

Hele Ayla hanım kızını kimselere layık görmüyor; kendine bunu hatırlattıklarında “kızın evlenme çağının geldiğini unutma, soranlar oluyor; aracı olalım mı?” dediklerinde veya “kızın yaşı geçmeden evlendir; yoksa evde kalır” diye uyardıklarında gülüp geçiyordu.

Çünkü kızını ne zorluklarla “orkide” yetiştirir gibi ne “ihtimamlarla” yetiştirip bu yaşa getirmişti. Bunu bir kendisi bilirdi. Sonra kızı çok güzeldi, alımlıydı. Öyle kıyılıp da verilecek gibi değildi.

Tabi evlenecekti. Ama mutlaka kızının dengi, kıymetini bilip el üstünde tutacak zengin ve çok yakışıklı biri olması lazımdı. Ayrıca onun da damadı beğenmesi lazımdı.

Bu nedenle birisi önerildiğinde veya “falanca senin kızı çok beğenmiş” veya kızına  “falanca seni çok beğenmiş tanışmak istiyormuş” veya “seni istetecekmiş” dediklerinde anne kız koro halinde “O bize layık mı?” diye kestirir atardı.

“Peki kızı kime vereceksin? Gözünüze kestirdiğiniz biri mi var yoksa?” dediklerinde sanki biri varmış da saklıyorlarmış gibi ana kız kikirdeşirdi.

Kıza çok talip olması ana kız ikisini de çok mutlu ediyordu. Talipler arttıkça zevkten dört köşe oluyorlardı. Öyle ya millet kızına bir koca bulamazken onun kızının başında kırılıp geçen çoktu ve bu durum kızıyla Ayla hanımın adeta eğlence kaynağı olmuştu.

Kızıyla birlikte oturuyordu. Kocası öleli epey olmuştu. Başka çocuğu da yoktu. Kocası öldüğü sıralar kızı henüz küçüktü. Kocasından bir ev bir de emekli maaşı kalmıştı.  Bu para ikisine yetip de artıyordu. Ayla hanımın bütün dünyası kızı olmuştu. Onun okumasına çok önem verdi.

Yarın kendi işi olursa kocasına esir olmazdı.

Çünkü kendisi tahsil yapamamıştı. Okulda derslerle çok ilgisi olmadığı için liseye bile gitmemiş ev kızı olmuştu.

O sıralar hep çok yakışıklı ve çok zengin bir koca hayal etmişti. Çünkü çok güzeldi. Görenler “bu kız artist gibi” veya “artist olacak kız” derlerdi.

Caddeye çıksa bütün gençler kendine bakıyor zannederdi. Ama hayat gerçekçiydi. Kendisi bir memur kızıydı; tahsili de yoktu. O sıra onu bir memur istetince babası “damat memur, işi garanti” diye “ikiletmeden” ilk isteyişte vermişti Ayla hanımı.

Ayla hanım başlangıçta kocasını kendine layık görmemişti, ancak mecburen kabullenmişti.

İlk yıllar kocasına çok kapris yapmıştı. Adamcağız çok iyi niyetli olduğu için Ayla hanımın bütün kaprislerine rağmen evliliklerinde çok sorun yaşanmamıştı. Çünkü kocası çok iyi bir insandı.

Ayla hanım bunu kocasının sağlığında hiç fark etmemişti. Ancak kocasını kaybedince onun çok iyi bir insan olduğunun farkın varmış çok üzülmüştü.

Ancak yazdık ya; kocası sonuçta memurdu. Memurun “eti ne? Bunu ne olacaktı ki?”. Aldığı maaşla anca karınlarını doyurmuş bir de ev sahibi olabilmişlerdi.

Ayla hanım bütün hevesinin “kursağında” kaldığını düşündüğü için kızına aynı sıkıntıları yaşatmamak istemiş;  didinmiş çırpınmış kızına güzel bir tahsil yaptırmıştı.

Gerçi kızı henüz iş bulamamıştı “ama olsun; tahsili olması kızı için yine de bir güvenceydi.” Ayla hanım böyle düşünüyordu. Ve sanki kendi yaşayamadığı gençliğinin acısını çıkartır gibi kızına dünürcü gelenlerle veya kızına evlenmesini öneren eş dostla dalga geçerek gününü gün etmiş; kızı da ona uymuştu.

Ama giderek kızıyla ilgilenen gençlerin eve dünürcü veya arabulucu diye gelip gidenlerin sayısı azalmıştı.

Sonralarıysa hiç arayıp soran kalmamış; özellikle Leyla hanımın geçmişinin acısını çıkartıcasına yaşadığı günler sona ermişti.

Ayla hanım önceleri bu ilginin azalmasını kimsenin kendisini kıza layık görmediği için çekinmesine yormuş; kızına da buna inandırmıştı. Kısacası bir süre daha bu şeklide birbirini avuttular. Ancak kızın yaşı da yavaş yavaş geçiyordu.

Bir gün Ayla hanım kızıyla evde bu gelen gidenin azalmasını konuşurken artık bir talip konusunda karar bir karar vermeleri gerektiğini düşündüler; ama durum hiç iç açıcı değildi. Çünkü kızın yaşı otuz yedi olmuştu.

Anne kız ikisi de kızın bunun farkında olduğu için; birbirlerine söylemese de içlerinde bir panik başladı. Ondan sonra kızın eski kendini beğenmişliği, ananın kimseleri beğenmeyişinden eser kalmamıştı.

Gittikleri ev gezmelerinde artık laflı döndürüp dolaştırıp evlenmeye getiriyor “hayırlı bir kısmet çıksa” diyorlardı.

Konu komşu, eş dost ana kızdaki bu değişikliği fark etmiş, ikisinin geçmişteki şımarıklıklarını hatırlayıp için için “kıskıs” gülüyorlardı. Ama içlerinde yine de onu bunu evlendirmeye meraklı olanlar bir yandan “kıskıs” gülerken diğer yandan kıza talip için kolları sıvadılar.

Kızın yaşının biraz geçkin olması eskisi gibi talip bulmayı güçleştiriyordu. Çıkan talipler de ya aynı kız gibi evlenme trenini kaçırmışlardan ve kim olursa olsun evleneyim diyenlerden veya dul erkeklerden çıkıyordu.

Hem Ayla hanım hem kız bu kez ciddi olarak evlenmeyi düşünse de bu sefer çıkan taliplerin durumu nedeniyle tereddüde kapılıyor; bir karar veremiyorlardı.

Bu şekilde günler aylar, yıllar geçmiş; o tek tük çıkan talipler de tükenmişti.

Şimdi gerçekten evlenme düşüncesiyle kapılarını çalan yoktu. Ana kız bu durumu kabullenmiş ve kız artık evlenme düşüncesini kafasından tümüyle silmiş, birlikte yaşayıp gidiyordu.

Zaten pek kimse de gidip gelmiyordu. Tanıdıkları eş dost da geçmişte sürekli etrafıyla dalga geçen bu ana kıza karşı bir soğukluk duyarak “ayaklarını kesmişti”. 

İşte bu gün kapıyı çalan kadın Ayla hanımın “senin oğlun sümsük bir memur ben kızımı doktora vereceğim” dediği kadındı. Onlara torununun yani o kızın evlenmeyi kafadan reddettiği oğlunun kızının düğünü için davetiyeyi bizzat getirmiş ve ana kızı bu düğüne davet etmişti.

Ayla hanımın ilk bakışta tanıyamadığı kadın oydu.

Aylan hamın akasından bakarken hatırladığı kadının verdiği düğün davetiyesini kızına gösterince ana kızın elinde o düğün davetiyesi kadının arkasından bakıp kalmışlardı.

Ayla hanım kızına baktı. Göz göze geldiler. Hiçbir şey söylemeden kısa bir süre bakıştılar.

Ayla hanım davetiyeyi eline aldı kızına “gideriz değil mi?” dedi. Kız annesinin bu sorusu üzerine önce şaşırdı; sonra “tabi anne gideriz. Kimin düğünü olduğu umurumda değil; düğün olsun da” dedi ve bastı kahkahayı.

Ayla hanım da kızına ona katıldı; çığlık çığlığa sesler çıkarıyorlardı.

O sıra onları bir gören, duyan olsa ‘onların ağladığına mı? Yoksa güldüğüne mi?’ karar veremezdi.

İkisinin de sinirleri boşalmış; sanki birbirine yıllardır söyleyemedikleri gerçekleri söylemek için farklı bir dil bulmuşlar, o dille çığlık atarak dertleşiyorlardı.        








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder