31 Ekim 2016 Pazartesi

YETER Kİ GÜVENİN VE GÜVEN VERİN. GERİSİ GELİR



Bursa’da önce Reno işçilerinin sonra Tofaş dahil diğer fabrikaların Reno ile dayanışma içinde işi bıraktığını; kendilerine işveren lehine tehdit eden sendikaları Türk Metal’den toplu olarak istifa ettiklerini öğrenince seksen öncesi Bursa’da yürüttüğüm bir grevde yaşadıklarım aklıma gelince; o grevin başarısında büyük payı olan Remziye ablayı hatırladım. 

Remziye ablayı örgütlendiğimiz işyerine üye kaydı sırasında tanımıştım.

Orası sendikasız bir yerdi. Öyle olunca çok gizli örgütlenme çalışması zorunda kalmıştık; öyle de yaptık.

Geceleri işçilerin evlerine birbirlerinden habersiz ayrı ayrı gidiyorduk. Yani gittiğimiz işçi kimin sendikaya üye olduğunu bilmiyordu. Yanımda onlarla aynı fabrikada çalışan bir işçi vardı. Hepsi Hürriyet Mahallesi denen Bursa’nın dışında varoş sayılacak bir yerde otuyordu.

Mahalle Mudanya yolu üzerindeydi. Yalnız o bizim örgütlediğimiz işçiler değil o sıra Mudanya yolu üzerinde kurulu bütün fabrikalarda; daha doğrusu o sıra Bursa’daki fabrikaların tamamında çalışanların çoğu o mahallede oturuyordu. Mahalle sakinlerinin çoğu da Bulgaristan göçmeniydi. Arada Balkanların diğer bölgelerinden gelen göçmenler olsa da ben hepsini Bulgar göçmeni sanıyordum.

Hemen hepsi “Türkiye’de herkes özgür, isteyen istediği kadar para kazanıyor, iş çok, para bol” diye mektuplar aldıkları için bulundukları ülkeyi terk edip Türkiye’ye gelmişler hükümetler de Balkan savaşından sonra zorunlu göçler yaşandığı sırada gelip yurt tutanların çok olduğu Bursa’ya yerleştirmiş onları.

Sanırım bunun bir diğer nedeni de Bursa ve çevresinde hızla büyüyen sanayiye ve geleneksel tarıma işçi sağlamak içindi.

Öyle veya böyle Remziye abla ve kız kardeşi gelip Hürriyet mahallesine yerleşmişti. “Evlimiydiler? Çocukları eşleri var mıydı?” çok hatırlamıyorum.

Benim aklımda kalan Remziye abla ve kız kardeşinin sendikaya üye olmak için beni çok uğraştırmasıydı.

Üye oluyorlar sonra kafalarına bir şey takılıyor “bizim buradan başka gidecek yerimiz yok. İşimizi kaybedip aç kalırız sonra” diye üyeliklerini iptal etmem için o sıra birlikte olduğumuz işçiyle haber gönderiyorlardı.

Yani kolay olmamıştı onları diğer işçileri üye yapıp yetki almamız o iş yerinde.

Neyse uzatmayayım; yetkiyi alıp işverene çağrı yapınca da bir başka gerçekle karşılaşmıştık. Hiç akla gelmeyecek şey olmayacak şey olmuş; fabrikanın sahibi “benim işçim bana nasıl karşı gelir?” diye işçilere küsmüş sözleşme görüşmelerimize cevap bile vermiyordu.

Öyle olunca mecburen o iş yerinde grev kararı aldık. İşveren bu duruma da hiç oralı olmayınca mecburen greve çıktık.

Çıktık; ama grev yapacak hiç gücümüz yok.

Ben işverenin iş bağlantılarının yoğun olduğunu öğrenince “nasıl olsa kısa sürede pes eder” diyordum; ama aklımda işçilere hiç ödeme yapamayacak olmanın kaygısı vardı.

Dile kolay iki yüz elliye yakın işçi. En az biner lira ödesek iki yüz elli bin lira eder. Ben de iki yüz elli lira yok. Sendika da yok.

Yardım bulurum diye bir yerlere başvurdum. Bırak yardım bulmayı neredeyse “tam Maden-İş’in yetki zamanı bu grevi niye başımıza bela ettin. Bu grev batarsa seni mahvederiz” tehditiyle karşılaştım. Ama beni tehdit edip kızanların bilmediği gerçek biz o greve çıkmaya mecbur kalmıştık. Yoksa oradan geri çekilseydik asıl zararımız o zaman olacaktı düşündükleri yerlere.

Beni tehdit eden kişiye bunu söyledim ve “ben o grevi kaldırmıyorum. Kaldıracak varsa buyursun gelsin. Ben buradan çeker giderim; ama biz o grevi başarıyla bitireceğimize inanıyorum” dedim; ama dilim öyle söylese de nasıl başaracağımızı ben de bilmiyorum.

Para için gittiğimden yerden üstelik aç billaç geri grev yaptığımız fabrikaya geldim; grev yerinde pişen yemeği işçilerle birlikte yedim. Her günkü gibi akşam yemeğinden sonra bir süre fabrikanın arka tarafında ‘fabrikaya dışarıdan bir zarar gelmesin diye’ nöbet tutan işçilerin yanlarında onlarla sohbet ettim. Vakit epey ilerleyince grev çadırının önündeki grev ateşinin yanına geldim. Orada bir taşın üstüne oturdum. Aklımda ‘bu grevi nasıl başaracağız? İşçilere para ödeyemeyeceğimizi nasıl söyleyeceğim?’ soruları gözümü grev ateşine dikmiş bakıyordum.

İşte o sıra üye olurken bana kök söktüren Remziye ablanın göçmen şivesiyle “a be başkan. Ne düşüneysin öyle be ya. Karadeniz’de gemilerin mi battı?” dediğini duyup başımı kaldırıp ona baktım; ama ne cevap vereceğimi bilemiyordum. O “ben senin düşündüğünü bilirim be ya. Sen aradın, bize verecek parayı bulamadın. Onu düşünürsün be ya” dedi ve devam etti “başkan bak ne diyeceğim sana. Te bak. Bu ka insan biz sendikanın vereceği üç kuruşu almak için çıkmadık greve. Biz istesek yarın iş başı yaparız kimsecikler bizi tutamaz öyle değil mi?” dedi. Benim cevap vermemi beklemeden “biz senin sözüne güvendik çıktık bu greve. Sen dersen ben bu işte yokum o zaman başka. Ama sen dersen ben sizin başınızdayım; biz senden bir kuruş istemeden ölene kadar bu grevi sürdürüz Te o ka” dedi. O sıra çıt çıkmıyordu sonra bir alkış koptu. Oradaki gençlerden biri “Uludağın eteğinde bir cehennem şehir var” türküsünü söylemeye başladı. Bizim bu gürültümüzü duyan Reno ve diğer iş yerlerinden çıkan işçiler koşup geldi.

O moralle bir kuruş ödeme yapamadan altı ay süren grev başarıyla sona erdi. Tabi o altı ayın gün be gün nasıl geçtiğinin uzun bir hikayesi var. Ancak burada öne çıkarmak istediğim işçilerin kendilerine ve önlerine düşen kimse ona inandıkları zaman ne kadar kararlı olacağı ve içlerinden nasıl önderler çıkarabildiğidir.

TİS oturduğumuzda işveren adına sözleşmeye oturan Bursa MESS temsilcisinin bana ilk sözü “bırak şimdi sözleşmeyi. Ben biliyorum sen o işçilere kuruş ödemedin. Ama biz işverenin İpek çarşısındaki dükkanına her gün grevdeki işçilerden çağırıp para veriyorduk. Nasıl oluyorsa para verdiğimiz işçi ertesi gün grev gözcüsü önlüğüyle kapının önüne dikiliyordu. Bunu nasıl oluyordu?  Sen bunu anlat bana” derken aynı şeyin merakı içindeydi. Yani “siz bu kadar olanaksızken bu işi nasıl başardınız” derken öğrenmek istediği yukarıda yazdıklarımdı; ama bunu anlaması olanaksızdı tabi.


Çünkü ona bu şaşkınlığı yaratan ve o grevimizi başarıya ulaştıran işçilerin birbirine ve bize; bizim onlara güvenimizdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder