Merhaba; ekranda haberleri dinleyip, izliyordum haberi
okuyan spiker "gurbet kuşlarının sezonu açıldı" dedi.
"Gurbet kuşları" diye kastettiği mevsimlik
tarım işçileri.
"Gurbet" sözcüğü başka dünyaları
bilmem; Anadolu'da yaşayan insanlar için çok anlam taşır.
Eskiden "kapının ardı" gurbetmiş. Bir dağ
öteye gelin gidenler için "gurbete gitti" diye ardından ağıtlar
düzülürmüş. Osmanlı zamanında dağın ardındaki köyden evlenenler askerlik
yapmazmış.
Bunu bilen bazı kurnazlar askerlikten kurtulmak için
dağın ardından evlenecek kız ararmış; ama kolay bulamazmış. Çünkü hiç bir ana
"canı olan kızını gurbete salmak" istemezmiş.
Tabi bunların hep ayrı öyküleri var. Şimdi yeri geldi
değindim. Yoksa çıktığım öykü yolculuğunda bunlardan yazarım hep.
Çalışma Bakanlığının verdiği bilgilere göre sekiz yüz
bin gurbet işçisi varmış. Ben resmi rakamlara inanmam. Genelde sallama olur.
Benim kişisel gözlemim bir kaç milyon gurbet kuşumuz var.
Bir de bunlardan ayrı günübirlik sabahın üçünde
dördünde kalkıp çevre ilçelere tarım işçiliğine gidenler var.
"Her gün gece üçte kalkmak" "kolay mı?
Zor mu?" varın siz düşünün.
Televizyonda bunlar için 'Gurbet Tarlaları" adlı
bir dizi hazırlanacakmış. “Neyin ne kadar farkına varacaklar? Gerçeği ne
düzeyde anlatacaklar?” izleyip göreceğiz.
Neyse benim konum onlar değil. Benim burada yazacağım
kendi bildiğim "Gurbetçi" tarım işçilerinden aklımda kalan bir
anekdot.
Bizim oralarda da eskiden bu mevsimde
"aşşaya" göç başlardı.
"Aşşaya göç" diye kast edilen Aydın Söke
tarafıydı.
Oraya gidilir; daha çok pamukta, bağ bahçe işinde
bütün mevsim çalışılır. O kazançla köylere dönülür; düğün dernek o zaman
tutulurdu.
O yıllar tekstil yok. manifaturacılar var. Düğün
dernek için onlardan alınan kumaşların diğer öteberinin borçlarının ödemesi
aşşadan dönüşe göre ayarlanırdı.
'Aşşada' geçen üç beş ayın acı tatlı öyküleri bütün
kış evlerde kadınlar arasında kahvelerde erkekler arasında muhabbet konusu
olurdu.
O sıralar “ne 'ayıp' şeyler olurdu?” bir
bilseniz.
Kız kendini belki ilk kez sevdiğine orada öptürür,
erkek de sevdiği kızın elini ilk kez o sıralarda tutar; ama bu ilk anlar bile
öylesine süslenerek anlatılırdı ki?
Bizim orada bir de "mancar zamanı" vardı.
"Mancar zamanı" pancar hasat zamanına
denirdi.
Pancar hasadı bitip fabrikaya teslim edilip paraların
alındığı zaman da düğün dernek zamanıydı.
Köylüler borçlanmaları ya "aşşadan dönüşe"
ya da "mancar zamanına" göre yapardı.
Bu işin yalanı da olmazdı. Çünkü tüccar kimin sürekli
"aşşaya gittiğini" kimin "mancar ekdiğini" bilir
borçlanmayı ona göre kabul ederdi.
Bizim orada bir de veresiye ödemeler aybaşından
aybaşına yapılırdı. Aybaşına veresiye verilenler de memur ve maaşlı çalışan
işçilerdi.
Yani veresiye bir şey almanın kuralları bunlardı.
Tabi bazı kurnazlar arada kaynayıp veresiye alışveriş
etmek ister; ama genellikle yakalanırdı.
Bunu yazınca aklıma Berber Baki'nin cam alışı geldi.
Berber Baki o sıra henüz berber değil. Yeni dükkan
açacak. Dükkanın iki camı da kırık. Mal sahibi dükkanı kiraya verirken
"camlarını sen dakdırırsın, çünkü benim param yok" demiş.
Berber Baki'nin parası camlar için yetmeyecekmiş. Ne
yapsın? Kasabada tek cam satan Osman çavuş var; ona yanındaki parayı verip
kalanını "aybaşında veririm" demeyi düşünmüş. Çünkü onun babasının
adı da Osman'mış. Osman Çavuşun da bunu bildiğini biliyormuş. “Belki babamın
hatırına aybaşına veresiye verir” umudunda cam almak için gitmiş; camın
ölçüsünü verip kesmesini istemiş ve parasının birazını hemen kalanını aybaşında
vereceğini söylemiş.
Osman Çavuş gözlüğünün üstünden "dayım sen mancar
ekmedin, aşşaya da gidmeyon. Ozman cam parasının galanını aybaşında nası
vercen?" demiş.
Berber Baki Osman çavuşun bu sorusuyla şaşırıp 'ık
mık' edip kabul edilir bir cevap ararken Osman çavuş gözlüğünün üzerinden
gözlerini kısarak bakmış; "Osman'ın oğlan sen nerde memursun be?"
dedikten sonra Berber Baki'nin şaşkın bakışları arasında yerine otururken
"geç dayım geç. Sen gandırcek başka enayi bulumadın mı" demiş.
Berber Baki gülerek bunu anlatırken “velhasıl
gandıramadım Osman dayıyı. Gittim galanını birinden borç aldım; öyle kestirdim
camları. Mübarek adam cin gibi kimin ne ektiğini? Ne diktiğini biliyor valla”
demişti.
Merhaba; ekranda haberleri dinleyip, izliyordum haberi
okuyan spiker "gurbet kuşlarının sezonu açıldı" dedi.
"Gurbet kuşları" diye kastettiği mevsimlik
tarım işçileri.
"Gurbet" sözcüğü başka dünyaları
bilmem; Anadolu'da yaşayan insanlar için çok anlam taşır.
Eskiden "kapının ardı" gurbetmiş. Bir dağ
öteye gelin gidenler için "gurbete gitti" diye ardından ağıtlar
düzülürmüş. Osmanlı zamanında dağın ardındaki köyden evlenenler askerlik
yapmazmış.
Bunu bilen bazı kurnazlar askerlikten kurtulmak için
dağın ardından evlenecek kız ararmış; ama kolay bulamazmış. Çünkü hiç bir ana
"canı olan kızını gurbete salmak" istemezmiş.
Tabi bunların hep ayrı öyküleri var. Şimdi yeri geldi
değindim. Yoksa çıktığım öykü yolculuğunda bunlardan yazarım hep.
Çalışma Bakanlığının verdiği bilgilere göre sekiz yüz
bin gurbet işçisi varmış. Ben resmi rakamlara inanmam. Genelde sallama olur.
Benim kişisel gözlemim bir kaç milyon gurbet kuşumuz var.
Bir de bunlardan ayrı günübirlik sabahın üçünde
dördünde kalkıp çevre ilçelere tarım işçiliğine gidenler var.
"Her gün gece üçte kalkmak" "kolay mı?
Zor mu?" varın siz düşünün.
Televizyonda bunlar için 'Gurbet Tarlaları" adlı
bir dizi hazırlanacakmış. “Neyin ne kadar farkına varacaklar? Gerçeği ne
düzeyde anlatacaklar?” izleyip göreceğiz.
Neyse benim konum onlar değil. Benim burada yazacağım
kendi bildiğim "Gurbetçi" tarım işçilerinden aklımda kalan bir
anekdot.
Bizim oralarda da eskiden bu mevsimde
"aşşaya" göç başlardı.
"Aşşaya göç" diye kast edilen Aydın Söke
tarafıydı.
Oraya gidilir; daha çok pamukta, bağ bahçe işinde
bütün mevsim çalışılır. O kazançla köylere dönülür; düğün dernek o zaman
tutulurdu.
O yıllar tekstil yok. manifaturacılar var. Düğün
dernek için onlardan alınan kumaşların diğer öteberinin borçlarının ödemesi
aşşadan dönüşe göre ayarlanırdı.
'Aşşada' geçen üç beş ayın acı tatlı öyküleri bütün
kış evlerde kadınlar arasında kahvelerde erkekler arasında muhabbet konusu
olurdu.
O sıralar “ne 'ayıp' şeyler olurdu?” bir
bilseniz.
Kız kendini belki ilk kez sevdiğine orada öptürür,
erkek de sevdiği kızın elini ilk kez o sıralarda tutar; ama bu ilk anlar bile
öylesine süslenerek anlatılırdı ki?
Bizim orada bir de "mancar zamanı" vardı.
"Mancar zamanı" pancar hasat zamanına
denirdi.
Pancar hasadı bitip fabrikaya teslim edilip paraların
alındığı zaman da düğün dernek zamanıydı.
Köylüler borçlanmaları ya "aşşadan dönüşe"
ya da "mancar zamanına" göre yapardı.
Bu işin yalanı da olmazdı. Çünkü tüccar kimin sürekli
"aşşaya gittiğini" kimin "mancar ekdiğini" bilir
borçlanmayı ona göre kabul ederdi.
Bizim orada bir de veresiye ödemeler aybaşından
aybaşına yapılırdı. Aybaşına veresiye verilenler de memur ve maaşlı çalışan
işçilerdi.
Yani veresiye bir şey almanın kuralları bunlardı.
Tabi bazı kurnazlar arada kaynayıp veresiye alışveriş
etmek ister; ama genellikle yakalanırdı.
Bunu yazınca aklıma Berber Baki'nin cam alışı geldi.
Berber Baki o sıra henüz berber değil. Yeni dükkan
açacak. Dükkanın iki camı da kırık. Mal sahibi dükkanı kiraya verirken
"camlarını sen dakdırırsın, çünkü benim param yok" demiş.
Berber Baki'nin parası camlar için yetmeyecekmiş. Ne
yapsın? Kasabada tek cam satan Osman çavuş var; ona yanındaki parayı verip
kalanını "aybaşında veririm" demeyi düşünmüş. Çünkü onun babasının
adı da Osman'mış. Osman Çavuşun da bunu bildiğini biliyormuş. “Belki babamın
hatırına aybaşına veresiye verir” umudunda cam almak için gitmiş; camın
ölçüsünü verip kesmesini istemiş ve parasının birazını hemen kalanını aybaşında
vereceğini söylemiş.
Osman Çavuş gözlüğünün üstünden "dayım sen mancar
ekmedin, aşşaya da gidmeyon. Ozman cam parasının galanını aybaşında nası
vercen?" demiş.
Berber Baki Osman çavuşun bu sorusuyla şaşırıp 'ık
mık' edip kabul edilir bir cevap ararken Osman çavuş gözlüğünün üzerinden
gözlerini kısarak bakmış; "Osman'ın oğlan sen nerde memursun be?"
dedikten sonra Berber Baki'nin şaşkın bakışları arasında yerine otururken
"geç dayım geç. Sen gandırcek başka enayi bulumadın mı" demiş.
Berber Baki gülerek bunu anlatırken “velhasıl
gandıramadım Osman dayıyı. Gittim galanını birinden borç aldım; öyle kestirdim
camları. Mübarek adam cin gibi kimin ne ektiğini? Ne diktiğini biliyor valla”
demişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder